tag:blogger.com,1999:blog-6795493248699834102024-03-13T06:51:47.841-07:00kararsiv Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın.
Albert Camuskaraderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comBlogger357125tag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-41021850721354983602020-05-02T18:33:00.004-07:002020-05-02T18:33:56.327-07:00Taner Akçam: Ermenileri imha belgeleri Osmanlı arşivlerinde mevcut<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimudKzZxyIlPcYPr3eDkD1H7bjcK9i0Wzi85WMlnPIzqGncElq2ulaZOQGaVjXTF5fnY6XhKXSgubxBG6hprbP_rxRcS-680S4lTm2OQFSvU0OO9nBz72qg7KoyebwxXeIPcddtP0C3U6R/s1600/oOqM9aDMqSDzQB161fXaYm0b6XO6mTG3t4AfHmIS.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="463" data-original-width="800" height="369" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimudKzZxyIlPcYPr3eDkD1H7bjcK9i0Wzi85WMlnPIzqGncElq2ulaZOQGaVjXTF5fnY6XhKXSgubxBG6hprbP_rxRcS-680S4lTm2OQFSvU0OO9nBz72qg7KoyebwxXeIPcddtP0C3U6R/s640/oOqM9aDMqSDzQB161fXaYm0b6XO6mTG3t4AfHmIS.jpeg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yabancı ülke parlamentoları karar alamazlar’, diye bağırıp
çağırmak yerine, kendi arşiv belgelerimiz üzerinde konuşmayı öğrenmemiz
gerekir.'</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<hr align="center" color="#212121" noshade="" size="0" width="100%" />
</div>
<div class="MsoNormal">
ARTI GERÇEK - ABD Kongresi'nin alt meclisi Temsilciler
Meclisi’nin 1915 'Ermeni Soykırımı'nı resmen tanıyan yasa tasarısını 11 red, 3
çekimser oya karşın, 405 oy ile kabul etmesi ve tasarının ABD Senatosu’na
gönderilecek olması üzerine, Türkiye’den bildik resmi tepkiler gelmeye başladı.</div>
<div class="MsoNormal">
AKP Grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel
Başkanı ve Recep Tayyip Erdoğan; <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilen tasarı ile ilgili olarak, "ABD kamuoyunda ülkemiz aleyhine oluşan
hava kullanılarak geçirildi. Fırsatçılık yapıldı” dedi. Ayrıca, Erdoğan
parlamentoda yaptığı değerlendirmede soykırım tasarısının kabulünü “iftira”
olarak değerlendirerek; “Tüm dünyaya sesleniyorum bu atılan adımın hiçbir
kıymeti harbiyesi yok, bunu tanımıyoruz. Kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar.
Buna rağmen ülkemize atılan iftiranın bir ülke parlamentosunda <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> edilmesinden üzüntülüyüz” ifadelerini
kullandı.</div>
<div class="MsoNormal">
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da partisinin grup
toplantısında konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede; “Tarihteki olayları
günümüze taşıyıp intikam <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">alma</st1:place></st1:city>
işine dönüştürürseniz bu doğru olmaz. Bizim tarihçilerimiz ve onların
tarihçileri bir araya gelip incelesinler. Gelelim bir araya hepberaber
arşivlere bakalım. Ama bunu alıp da ben egemen gücüm intikam alırım derseniz bu
doğru değildir” şeklinde konuştu. </div>
<div class="MsoNormal">
Tarihte ne olduğu ve ABD’nin bu kararının ne anlama
geldiğini ABD’de, Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Holokost ve Soykırım
Çalışmaları Merkezi’nde bulunan Kaloosdian/Mugar kürsüsünde çalışmalarını
sürdüren tarihçi, sosyolog Prof. Dr. Taner Akçam’a sorduk.</div>
<div class="MsoNormal">
Taner Akçam, Artı Gerçek için yaptığı değerlendirmede
kararı; “Bayram değil seyran değil, o halde ABD Temsilciler Meclisi’nin bu
soykırım kararı niye? Elbette, kararın alınma nedeni doğrudan Soykırım Meselesi
ile ilgili değil. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri harekatına sinirlenen ABD,
bir nevi intikam <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">alma</st1:place></st1:city>
yoluna gidiyor. Hem de böylece kendisinin Suriye’de yaptığı büyük
hataların üstünü örtmüş olacak” şeklinde yorumladı.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu vesile ile yıllardır üzerinde çalıştığı “Ermeni
Soykırımı” üzerine, Artı Gerçek okurları için meselenin özü
hakkında bilgi veren Taner Akçam şunları söyledi:</div>
<div class="MsoNormal">
“Elbette yabancı parlamentolarda, 1915 konusunda karar
alınmasından hoşnut olmayabiliriz.</div>
<div class="MsoNormal">
Rahmetli Hrant da hoşlanmazdı. Ne zaman böyle bir konu
gündeme gelse: “Soykırım Anadolu topraklarında oldu, çözümü de Anadolu
topraklarında olacaktır” derdi.</div>
<div class="MsoNormal">
Bunun için ne yapmak lazım? Çok basit. Konuyu dış
parlamentoların konusu olmaktan çıkartmak ve bu toprakların bir sorunu haline
getirmek gerek.</div>
<div class="MsoNormal">
Yani, konuyu önce kendimiz tartışmalıyız.</div>
<div class="MsoNormal">
“Soykırım” kelimesini kullananlar hakkında soruşturma
açmaktan, hapse tıkmaktan, 24 Nisan soykırım anması yapanları göz altına
almaktan vazgeçmeliyiz.</div>
<div class="MsoNormal">
Kafayı kuma gömüp, 1915’de bir şey olmadı, diye bağırmanın
anlamı yok. İnanı da yok zaten.</div>
<div class="MsoNormal">
Ben burada çok basit bir soru sorayım.</div>
<div class="MsoNormal">
Ve kendi arşivlerimize bakarak bu sorunun cevabını arayayım.</div>
<div class="MsoNormal">
Kavga konusu nedir? 1915’de Osmanlı Hükümeti Ermenileri imha
kararı almış mıdır?</div>
<div class="MsoNormal">
Almışsa ne zaman almıştır?</div>
<div class="MsoNormal">
“ERMENİLERİN İMHA KARARI: 1 ARALIK 1914”</div>
<div class="MsoNormal">
Cevap çok basit. Eldeki Osmanlı arşiv belgelerine göre,
Osmanlı Hükümeti, Ermenilerin imha edilmesi doğrultusunda ilk kararı 1 Aralık
1914 tarihinde almıştır. Belgesi Osmanlı Arşivinde.<br />
Kararı alan, belgedeki ifadeyle: <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Erzurum</st1:place></st1:city>
“Merkez Komitesi.”</div>
<div class="MsoNormal">
Karar hemen aynı gün “gizli” notuyla İstanbul’a iletilmiş.
Ve özel olarak, “telgrafın telgrafhanedeki kopyası(nın)” imha edilmesi
istenmiş.</div>
<div class="MsoNormal">
İlk imha kararı Van ve Bitlis vilayetlerindeki Ermenilere
ilişkin.</div>
<div class="MsoNormal">
Alınan karardaki ifade aynen şöyle: “[madde] 4. Gerek
merkezde ve gerek mülhakâtta rehber-ihtilal [ihtilal önderi] olacak veyahut
İslamlara tasallut edecekleri [saldıracakları] maznun[şüpheli] Ermenilerin
şimdiden bi’t-tevkif [önceden tutuklanarak] İslamlara tasallutları görüldüğü
takdirde imha edilmek üzere hemen Bitlis’e sevkleri.”</div>
<div class="MsoNormal">
Karar, bir ihtilale önderlik veya Müslümanlara saldırı
zanlısı olabileceklerin toplanması ve imha edilmesini istiyor. Yani, esas
olarak erkek nüfusa ilişkin. Bir nevi bir ön-tedbir.<br />
İmha etmek kavramının belgede kullanılması son derece önemli.</div>
<div class="MsoNormal">
1 Aralık 1914’de alınan bu kararın uygulamaya konduğunu ve
sadece erkek nüfusla sınırlı kalmadığını ve kadın ve çocukları da kapsadığını
başka kaynaklardan da biliyoruz.<br />
Potansiyel bir tehdidi ortadan kaldırmak amacıyla imha hemen birçok soykırımda
gözlenen ortak bir özelliktir.</div>
<div class="MsoNormal">
En bilinen örneği Nazilerin Yahudileri imhasıdır.</div>
<div class="MsoNormal">
Yahudilerin ilk kitlesele imhası “Einsatztruppen” olarak
bilinen özel birlikler tarafından 1941 yaz aylarında uygulamaya kondu.</div>
<div class="MsoNormal">
Amaç, Rusya içlerine ilerleyen Alman Birliklerinin arkasında
ayaklanma ihtimalini ortadan kaldırmak idi. Aynı Osmanlı örneğinde olduğu gibi,
ilk önce erkek nüfusa yönelik olan imha uygulaması kısa sürede kadın ve
çocukları da kapsayacaktı.</div>
<div class="MsoNormal">
1 Aralık 1914 kararı bir bölge ile sınırlıdır.</div>
<div class="MsoNormal">
Burada ikinci bir soru akla geliyor. Peki alınmış nihayi bir
karar var mıdır, varsa ne zaman alınmıştır?</div>
<div class="MsoNormal">
“NİHAYİ İMHA KARARI 15 ŞUBAT / 3 MART 1915”</div>
<div class="MsoNormal">
Bu soruya da artık kesinliğe yakın bir tarzda cevap
verebiliyoruz.</div>
<div class="MsoNormal">
Ermenilerin imhası için nihayi bir karar vardır ve bu karar
15 Şubat ile 3 Mart 1915 arasında alınmıştır.</div>
<div class="MsoNormal">
Böylesi bir kararın alındığını bize söyleyen İttihat ve
Terakki Merkez Komitesi üyesi ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisi Bahaettin
Şakir’dir.</div>
<div class="MsoNormal">
Şakir, 3 Mart 1915’de İttihat ve Terakki Adana görevlisine
yazdığı bir mektupta, “Cemiyet, vatanı bu lanetlenmiş kavmin [Ermenilerin]
ihtirasından kurtarmaya… [ve] Türkiye’de yaşayan bütün Ermenileri, bir tanesi
kalmayıncaya kadar mahvetmeye karar, bu hususta da hükümete geniş yetki
vermiştir. Hükümet katledip yok etmenin nasıl gerçekleşeceği konusunda, vali ve
ordu kumandanlarına gerekli izahatı verecektir.”</div>
<div class="MsoNormal">
Mektubun altında Bahaettin Şakir’in imzası vardır.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu imzanın Şakir’e ait olduğunu da artık kolaylıkla
gösterebiliyoruz.</div>
<div class="MsoNormal">
“BELGELER KÜTÜPHANELERİMİZDE MEVCUT”</div>
<div class="MsoNormal">
Elimizde Bahaettin Şakir’e ait 100’ün üzerinde imza örneği
var. Bunlar, İttihat ve Terakki Partisi’nin bölgelerle yaptığı yazışmaların
tutulduğu 1905-1907 yıllarına ait Paris Defterleri içerisinde. Bu defterler,
hem kütüphanelerimizde mevcut hem de orijinal halleri ile yeniden
basılmışlardır.</div>
<div class="MsoNormal">
Osmanlı Arşivinde, Ermenilerin imha edilmesinden söz <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> birçok başka belge
daha var.</div>
<div class="MsoNormal">
Özellikle Erzurum, <st1:city w:st="on">Sivas</st1:city>,
Bitlis, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Diyarbakır</st1:place></st1:city>
ve Van valileri telgraflarında imhadan açık olarak söz ederler.</div>
<div class="MsoNormal">
Örneğin, Kasım 1914 tarihinde <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Erzurum</st1:place></st1:city> ve Van valileri, “Ermeniler hakkında
karâr-ı kat’î ve ta’lîmât verilmesi zamanı gelmiştir,” diyerek İstanbul’u nihai
bir karar almaya zorlarlar.</div>
<div class="MsoNormal">
İstanbul başta temkinlidir ve “Ermeniler hakkında bir kat’i
talimat verinceye kadar” Valilerin, bölgenin ihtiyaçlarına göre davranmalarını
ister.</div>
<div class="MsoNormal">
Ama Valiler, kendi yerel tedbirlerinin yeterli olmadığını ve
kendilerine merkezce alınmış nihai bir kararın tebliğ edilmesini
isterler.</div>
<div class="MsoNormal">
Sivas Valisinin Ermenilerin imhası için karar alınmış ise
kendisine gönderilmesini isteyen Mart 1915’a ait şu sözleri iyi bir örnek
teşkil eder: “Ermenilerin “imha ve tenkilleri kararlaştırılmış ise”, elde
yeteri kadar askeri kuvvet var olduğu için “şu sıranın icraata pek müsait
olduğu…”</div>
<div class="MsoNormal">
Bitlis Valisi için, Ermenilerin imhası vatanını selameti
için kaçınılmazdır: İstabul’a yazdığı bir telde, “mevcudiyetleri bünye-i vatan…
için daima muzırr görülen bu unsurun [Ermenilerin] kuvva-yı maddiye ve
maneviyesiyle imkân mertebesinde imhası selamet-i vataniye icabâtına göredir”
demektedir.</div>
<div class="MsoNormal">
Yine Bitlis Valisine göre, ““İmha tedbirlerinin tatbik
zamanı ve icraatı” ise “savaşın durumuna ve devletin siyasetine göre tayin”
edilmelidir.</div>
<div class="MsoNormal">
“DİLEYEN ALIP OKUYABİLİR, BELGELER OSMANLI ARŞİVİNDE…”</div>
<div class="MsoNormal">
Bu belgelerin önemi, sadece açık olarak Ermenilerin imha
edilmesinden söz ediyor olmaları değildir.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu belgeler şu anda Osmanlı Arşivinde mevcutturlar. Ve
isteyen araştırmacılar bunları alıp okuyabilirler.</div>
<div class="MsoNormal">
Osmanlı Arşivindeki mevcut bu belgelerin bize gösterdiği
basit bir gerçek vardır.</div>
<div class="MsoNormal">
Artık kafamızı kuma sokarak gidebileceğimiz bir yer yok.</div>
<div class="MsoNormal">
“Yabancı ülke parlamentoları karar alamazlar”, diye bağırıp
çağırmak yerine, kendi arşiv belgelerimiz üzerinde konuşmayı öğrenmemiz
gerekir.</div>
<div class="MsoNormal">
<st1:city w:st="on">Eğer</st1:city> siz, tarihle yüzleşmez,
hakikatleri <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
etmekte direnirseniz, başkaları bunu size karşı bir silah olarak kullanmaktan
çekinmezler.</div>
<div class="MsoNormal">
Hrant haklı idi: Soykırım Anadolu topraklarında oldu, çözümü
de bu topraklarda bulunmalıdır.”</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-45214555932726865322017-04-08T22:02:00.002-07:002017-04-08T22:02:54.092-07:00Joseph Goebbles'in Propaganda ilkeleri<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial; font-size: 14px;">"Joseph göbbels: tagebücher 1924-1945 / ralf georg reuth" adlı kitap göbbels'in günlüklerini incelmiştir: </span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"kitleler aklını yitirmiş bir sarhoşluk içinde. böyle devam etmeli." (s.696)</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"entellektüelizm, her nevi propagandanın en feci düşmanı"dır. (s.1299)</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"gerçek olaylar ve durumlar hakkında açık seçik bir malumata sahip olsalardı, bu haberleri okuyarak gitgide gevşeyip çökebilirdi insanlar. alman halkının bütün bunları öğrenmemesi ne iyi! sahip olacağı kanaat hazır halde önüne konuyor." (s.1633)</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<br /><div style="text-align: center;">
<span style="font-family: Arial; font-size: 14px;"></span></div>
</div>
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="250" indx="6245464" irank="1" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhEbyrgFF6gAdJkVbcRrI6hg1xgGE7wzyD4qWas0nvYgy0km5TIHnVC7W2HCmGBrCpoZYBzsqyndiSreL9VGbysQUccjG-sfO9F_GZ3rXG3UNFikKWQymI7OoCPcRQEIQSqd62NE0U0aV1k/s1600/0000.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">bakanlığı döneminde, göbbels'in bellibaşlı propaganda araçlarından biri, bayrak asma kampanyalarıdır. özellikle kritik dönemlerde, halkı "havaya sokmak" ve "havayı değiştirmek" istediğinde, bu yönteme başvurur. günlükler'de şöyle bahseder göbbels bu yöntemden: "berlin bayrak takındı"... "berlin bayraklarla süslü"... "şehir bayrak denizi"... "tüm almanya bayrak denizi"... "üç gün bayrak asılmasını tamim ediyorum. anında berlin bir bayrak denizi." (s.1215) </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">hukuk, "steril, herhangi bir görüşe sahip değil ve sorumsuz" (s.1465) olduğu için, habistir.</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkarı olmalıdır." (s.1771) </span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">bunun haricinde;</span></span></div>
<div style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: white;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır."<br /></span></span><div style="font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"biz bir şey söylemek için değil, belli bir etki sağlamak için konuşuruz"</span></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">"bana vicdansiz bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.."</span></span></div>
<div style="font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;">
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
<div>
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">Devamı</span></span></div>
<div>
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;">Kaynak: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/418/4641.pdf</span></span></div>
<div>
<span style="font-family: Arial;"><span style="font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
</div>
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="2" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2wXKXjt4mVumcKX1zHeTuhVdoY5R1ZuSujoNtyj-VpI-pgL12Gt7fv3lU1xRCwYuzfhY3HQcOlQ4nIhcc7rkZgPhAmJlfgXF-Ky_zY6ejhLVVNnbpsn1db7kVOdDehm7EtwGytEOer95U/s1600/adolf-hitler-joseph-goebbels.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="3" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghjBz6ixYy2HysG0MNoCizw-HZnZ0iuxb0_CFCu4NQ6Gu4VVQv4yP1TBwRTdvEhLvZXrrQHrM5CYosJLVZLT55PduZ92NWYjCAZai7fOh-CVGz4gQhjfVEF-md1vaRjzu9FodzFwdY7UGX/s1600/blomberg-hitler-goebbels.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="273" indx="6245464" irank="4" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOlwRUsApKX4_Uy-FJq0icr37hF_2ZBCAllb5DY41kmZiVDPcDETXbHFj81M88NNYIFAA26iuTkkC_015YmAGSLCGsQA9eIeC5FMmkc-hHdB5m3lMHxQNPeEBVShFpJsiBFQ7njr2TOh1b/s1600/Bundesarchiv_Bild_102-02306A,_Berlin,_Hitler_und_Goebbels_am_Grab_Horst_Wessels.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="290" indx="6245464" irank="5" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgc4jBrnvoxTtaOmVVwSAa2nQqaXLnw8y_NWaskWRJevXwo8Jg8Hg9Iby-uifrFtY7NuDz-Aicz60ZF71oBcmjVjorumx8-6rsmPLnJywW94-zP5hpYIJleHVejt5xk4Wlk7cMp1vbPyyRD/s1600/Bundesarchiv_Bild_183-1985-1205-502,_N%C3%BCrnberg,_Luitpoldhalle,_Reichsparteitag.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="6" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKfHRtUBU7yuxIrWKJ46wZ0vDv4RTsXp1a2sGrEYr7RdOjs5yqBCDIQBmoONcG-aPMCgVCncAeIEB522aoRVtNi0nkYkAJ8XM2vVgoUoubNK6I8h335NybCMhytFRrSBrbvnO8UH3010lY/s1600/Bundesarchiv_Bild_183-1987-0724-502,_Obersalzberg,_Besuch_Familie_Goebbels_bei_Hitler.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="265" indx="6245464" irank="7" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqv-nkrcVH93HVewNWZ5lkUQlFRvAglRKZQT5EQuZ3cZQSoErN7zhGbrtIE2f54mbGewj2OWaOD6BwP9v8BqlKSvZx-cQXFsZGwBUJUbweUflgvIJVFNIuIh0kxFq8Io8qw9bxcs2sMvm_/s1600/Bundesarchiv_Bild_183-1992-0410-546,_M%C3%BCnchen,_Besichtigung_Haus_der_Deutschen_Kunst.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="8" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjK5gIIhGX6ZJ4f3Fo0OvusKcDqrWpjblkNUTd8euiXZg_5W1gYjv-w1JegUDOQ4Q8SZHMGg9FKkBk6YdobJCDEmV80Y1eLIeAJcdGMfdMd22-9WkUdcnIIIVa1Of7ZXOdC4XQ7i3fSaoKX/s1600/Bundesarchiv_Bild_183-C17887,_Berlin,_Joseph_Goebbels_mit_Kindern_bei_Weihnachtsfeier.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="303" indx="6245464" irank="9" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuBhzL9pjaoBHflpKw7mrKAXOYi-vKosxHCST-6KudXSlqwSSiXOGGVegUq9KIDU2TLHCgkDzfmvgulqmzvCiG4basgk7iPyZ-jIeJu7tQC9KeLWgSW16jjNeWNsk_5XUVEQcvZgFxRhTc/s1600/ert.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="300" indx="6245464" irank="10" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0xkcsiiyqLNu_W3LZACLgp-wsPL54yeSmV5JhVxr9Hqsujg4-HYMkuqVeC5fT8QyyrAh02gCMzqUPmLyVC4CB1oidjqxDWlJUnEreeAD-DktFcK6gmMjJOKdYs1yCyYCyvV5_r_Jx2jDg/s1600/gc3b6bbels-rede.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="266" indx="6245464" irank="11" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSimxliG3PUYjbDzRt1Xs2oinm1Znr0lYYsNuBKPsBjcBMqtp9kQ0DJ5WFdTDcMwQoNRf1bTkt2GdxAoIg2jpjR-XlqPSwW4WSejlNHlZ_nVc_-7nPBfFkGrk0AhAS-QAw8izgU9m_YjqM/s1600/goebbells.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="320" indx="6245464" irank="12" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicZssIdG4LESGBCUGId89c5Ufr-Usbhy4ajZumw4C7Si7BRwKUBVh_dMDbAMiIh8ck_UQMWxEazEc94JmY8TwqEAgDzo_tq9gp6ywzVR-xAriGgV2r17uXVOK8fcxzQsuqB-b4288ILH80/s1600/goebbels1.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="13" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnP0CD45iYa_zHzqHtijlOW82w7i01L0GPZnypGXT16U6DbxvZR2jryqUD9P4P-kBkJnln8j7Yu2KgXBU23eQ7irgMiOCMEY_KmYy4liTaIco6Abj-IWmlxVLtE027K2RHi6ok_wEIzdq6/s1600/goebbels_joseph.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="14" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjh6zder3FbhsTqidhXyVQXliCm2aTBC8peWsI05eXhN8NkMCYsPfczT27JyLybNIZj2fZhaS8aQI7Mms3vETfO1XEYZLqTHO0ad2h50d5H7Sm8gOyelX-oHqBJJL_UgyxxwwHKRl1SlugE/s1600/Goering-Streicher-Goebbels-1937.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="15" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnLh7_VoJh7follIn048iMmfz2n47LesDxQCUzH118xg3mZuKpMeKfV-_lmrlvIVi-qngkIH107uTDbVhKhpD2a_mm6oYlIfCxYqdLbcsEiI1h84qqBeqcDxauAAJZZ8_wOUrINuOYNVTR/s1600/highres_300038951_zpse5f9de65.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="240" indx="6245464" irank="16" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXPX7TLHSbXeiZrJNbdduUEaipmTC2H7_Amey5ssWUBBp14WH_pgQLW8E7o2SkNHOFsld6Prd3Fb0ZARM4tbwamjhGVLshNWugJcGPpl0aMZwJs0VWjZDRJFY8sWhD1wi_ziRXJd1bxadh/s1600/Hitler-Goebbels-Himmler-a-008.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="275" indx="6245464" irank="17" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgirgw2cuucg02rlGyN21LQVz4-u8HlcOVwCqYE1ZKhAdwzoC2vsdmnO3yLqfob-kfws92ZsL4KWhioyVqwZAJcREZGhYQMlRh09DFEBWTFvxt3TE1GE_zCemn8Ldz0eCFZYd6xM6ehEX7U/s1600/hitler-goebbels.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="18" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi69zERDYigHSDFjfKttOTzgT1FYr1kAA9oev527oRM1tnaj6FkZWkg7GbTrupBMAreZ3bhviJR7B1K6KVRjrVLzsh3JOHq_9qzgDTa9JLIMcEK-922rTldBGZKekEIsym5YIhDCjVbKGs_/s1600/Hitler-NP-Joseph-Goebbels-281x300.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="298" indx="6245464" irank="19" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjjrNnswv2onkUPyTCuYkcQIkcgl4cDcn3rI-GIuQBq6t5CBKaqVt_XUA-vOOZxHgvuLAS0xIZWuxtZyc0XxBqDvFIP7PdB-BfawpP2Us5PReYx4VVinyB9ZxASdDYz007zZZ8ujbUzvRv7/s1600/hitler_mufti.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="20" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFuCi_cS5SzG_9z-lAvoXx8KeO6hyphenhyphenJv20w-5m-vaQu1MtMazlkKHY7VIOpvKBH95h1aphUMCNiBtr4aa4EkwttPiMz63ksgdLC8XqHgEuCJngtQ5-eXueK7eR_RCGTRUQu1yO3HTMXmVPC/s1600/hoov-12-03-30-ph01.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<span style="background-color: white; font-family: Arial; font-size: 14px;"></span><br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="339" indx="6245464" irank="21" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidEXDkHy1zysQFFk5iWsnmAGTLo2TImer2g2d6iCy3f9gl_p-5z3YUxqtyZtU8cszDdJXV-iFuRrOAtLlNP4IOE48rqScWiDYn-w-ConBDaddrLg0dMoDnCLlcM34ZdMpwu95LHAH2cxxs/s1600/1.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="274" indx="6245464" irank="22" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsJApwFDJLMzG5cLgcI2WHsmCyp_bU97PWo2kZS51cEJxAaK1c8CHIpWpL9S30vBZIsbrubMdCxA3_94debRVTEvjL2xngt-xF7pnOeCdeuWzUH0YH1JG9vKD36eDCe8EMTm2esPQG5XC8/s1600/2.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="267" indx="6245464" irank="23" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2gS0jQrWQSx_UEdKuy291W67hFPfsRPQP_I26Md400prRZh51MpL0DrtH7C01rCpzCJuQrJNzf67Ysi_nY6RKtcwqE-_JR1OKeWYZhKHC940GE1eFmrkwMdZh4Y_AaVup6U0mDhyFMKdb/s1600/3.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="280" indx="6245464" irank="24" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKzfsBHcdQiv3GBksOHGP2EqNJRuFckmAGKbMnFR8JuafbTg8u3JrVIROXyvzuLhzoajRxu6OsgRRVsWgFK9_vZRXIDkR4cVLxkZlDm3glv-rwv84FBFc1ibP_6Kn6OoXjmfIGP87azw-V/s1600/5.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="307" indx="6245464" irank="25" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge5f3atl6kC9xAKGQbYGm9CLuaZLgsBez9UW1LyFi2TE51yHZNeXAEwYDKyMQ64UI4MzeLAN2oCFCnFjjOnbfjrcIwKpzr78SQo26YIomZKitFwXIPKrr7A-UBGuJDC_UVtth_Z7CuykjE/s1600/5y.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="26" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh41NALMj_6s0Y9BvsjTrEqOoxd6vU9pkhjbaEBDdOxOm4FTdSVArp8a3m_loWZPVeOs1iojIp_6lHrG9BaI4t6LQjnBoSoZ22kis7PTemy2SLeykZgz67t1cZiuE8ISufkqj0_EQUAv6gc/s1600/06_00167437.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="300" indx="6245464" irank="27" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwVjt1KdA_yXH_NMIa5sPaNOTWM4exd_tK0i0_RxXb7tG9Ima4NjnfICX5538u71Ijv8Mo5C_nuOC1ch20KehmvgdlXwZzwRzDxuq8zj4ttYbCTstpQI4TIhTl7ZZOCK3VF_ya4zc0msTC/s1600/55.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="282" indx="6245464" irank="28" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0M1YjBQC5Uw7uLCNcivRYEFgZLcZcr9BHh__wHPlHX3QIaVwpnvsGFj6QHzZbY4cz_qsi7tk70oYnGQFGCSiUr0kG13gUmsp3wF-zdsTGUWhgvLhDhUPb42-FZxJmCOwip9nZOA6DVTh8/s1600/57.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="29" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi33MFqNYxR_0CNSEGgkI5f_GFtsD3KD6Nok6gxh36jKDBBXXUNzydKhHnIqe4j3UTzplBS0zJVuiLIJ-JQb2mJWjgoVv5_NKV7Iqi1cA44Ck59zsMfV0M5hZ056odPJTgkGIvmqqcVuwRk/s1600/69eae8bf22d202423c1900ad36cee4ec.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="238" indx="6245464" irank="30" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNLtbkMLu2-Koo87t6YpK4PDcJBycCGOPUezZXZIP5211gxbBlmo9KXA8A7Jl6Uov_ZkxTcWlEcjwRCXRxpRKeVzvHQgLc-k7ZdOKsuYFLYPYHTzzl3gNZgrpv01d689LkbywjZyKE3Jjz/s1600/38936.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="293" indx="6245464" irank="31" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgixLGvxSlbbdcR3-d07rfU29uzxAW-I5m8EPVw9V4InB4XQ69QqaTvl9wbsfxnNrbzAC0m_jd4F7pkCm7rWRqTboXfmTpG1uUhUbPVsHGdUOfDEuNLtqGFXOvuAMIK-XXf3FDSZUMLXTrS/s1600/00050723.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="283" indx="6245464" irank="32" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3xtYVDxoSIABka8iYb5ZD81A-WhnUAYnbi5YSBM3CmdGwAg_B1BYGIVyyuEUm7JBEBDGar_5wd4pPR_9a3vjynB6RoeYUvqoXD2-zP_gyYAEXb1QYGmKDu2BsKpe8ioqkxOvoYmvCinBK/s1600/79487.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="298" indx="6245464" irank="33" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlGD-kx__vweMBXmuv42dnn_qwsvDF1t-5N7wha6JjQL5mlyMvC3g_9cxh-2YQAXbD1XPBevbOIOWgSQgJQO2mRngCvD1aVs6590bTxJD2a892peAgscrFsXMDNXFe48PaTJkRYTmehgGp/s1600/195170-450.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="283" indx="6245464" irank="34" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQuZMKGyYZtdjT-Xths2YR0QJXGtJqrUojx9Hc2IPu3hlL-PXk0ReZyIAipCFrA3jbJwV7maS4YcLOdnYVMggrg9PSpyHQ_VcCbh_K5q_FwDT96GeVHDulV676di0391utT9X8PA6CHuaU/s1600/359167.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="300" indx="6245464" irank="35" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGMSH2Tts2ZiUwYoZXvXn4Z2mZRIpO0kcEraJjPJ8VuApEEJnucUanSU-g532ChSqnTQbJhd_ub7jaLbhbIVKTgmMW60UJjMfXjTsL9tmwWlepWo5h7UJuIiNx4ipJnvEAT_eYaI_5KrRo/s1600/180966839.pic.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="238" indx="6245464" irank="36" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-efJF3ZWQ5uB_YYS9MIe83YxRg6YqRtVo08cQShlkRNrL9m97XiDiiwi5USNiKM-QHvvJRgweA3mu3DO2EmR3UK7hto-gFKVpT3g0mwNAYSgg-laHBzOiH_YNmmo97W5f-Ri-55g4gMAS/s1600/8569560800_c432cbfebb_o.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="400" indx="6245464" irank="37" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdLUgEyUyn0ekB-7Q3QmR3KFqk25lUFo3Od5wMmQi9L46jnoRSu6EBY2z6pTkewnYE1kiFPUHN_GcAtuRiDaraFK_Mde32SFzagrjBS9Z2OEGZOri2L9SJbk0SGxIeuIF0wdL9SAShed9X/s1600/15011316242516021450.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
<br style="background-color: white; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif;" />
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="303" indx="6245464" irank="38" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAhm4gwqr101SefQTNMIgtchKdWadI3bvsp1KeX3DT2jjQPQnkNPEKdZ7qrbLC6I4Y9Wp7szHd8UtvQVDki8PRVkms1XqrU2VQ_MBCuYjPyxjbudE582WSf53REZcnmP0s48NPP4eT8iXy/s1600/Adolf_Hitler_PhotoGallery_Picture_058.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a><a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="262" indx="6245464" irank="39" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWyuLBLlRYKTvkvSypRRD7P3jZ49tYMYgSkM6M32TXCKmKRRijcUDT3erJi-7zIMFawD0Lu97teyGYXYnuftZ0FzIMq3NC2dor5ph-rdL-UvKiUN1J_9FMLDREQxfV1SHVnXI79JFp3c2E/s1600/Adolf-Hitler-Car.png" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /> </a></div>
<div class="separator" style="background-color: white; clear: both; font-family: Verdana, Geneva, sans-serif; text-align: center;">
<a href="https://www.blogger.com/null" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img atitle="Joseph Goebbles kimdir?" border="0" height="270" indx="6245464" irank="40" rank="421" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpszKNEe36eWrG-iWITHzCrQAIwxXLVt4v-RBad3qbZd7_1FEKZ-dTAMzqNOUWC4fQWMl5EtKvY8S0mj5goxMW6O1cX5sS-LKmKGQis2_JK8OP0xxm9r55qTOLV7V2A_Q1LwPjVCeEF1F6/s1600/tumblr_mtjzbf1txo1s8mhl4o1_1280.jpg" style="max-height: 100%; max-width: 100%;" /></a></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-24718922396369209222016-11-29T04:47:00.001-08:002016-11-29T04:47:39.603-08:00Yusuf Ekinci "Masum olduğu için öldürüldü"<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqWxrHSMnwD1Q8ODt-456vM-eIr8Affx5_nlRjNu7Pyx_NeOg2oysqKO0OOvecIVe_4qwmhJk3HglUAyrUCeI61DaK7yTO6k4cQuYtlrWB05LrEN3GpE8NUCbaw-2Wg-Fu9XDfUHC5KbiX/s1600/ScreenHunter_9773+Nov.+29+23.42.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqWxrHSMnwD1Q8ODt-456vM-eIr8Affx5_nlRjNu7Pyx_NeOg2oysqKO0OOvecIVe_4qwmhJk3HglUAyrUCeI61DaK7yTO6k4cQuYtlrWB05LrEN3GpE8NUCbaw-2Wg-Fu9XDfUHC5KbiX/s320/ScreenHunter_9773+Nov.+29+23.42.jpg" width="245" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Tarık Ziya Ekinci,
kardeşi, avukat Yusuf Ekinci'nin "devletin içinde yuvalanmış gizli bir
örgüt tarafından öldürüldüğünü" iddia ediyor</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Azer BORTAÇİNA<br />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">
<st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Ankara</st1:place></st1:city>'nın ünlü
avukatlarından Yusuf Ekinci, 1994 yılının 24 Şubat'ında bürosundan çıkıp, özel
otomobiliyle evine giderken kayboldu.<br />
Oysa o, neşeyle karısına telefon açıp,
yola çıktığını haber vermişti bile. Saat 24.00'ü vurduğu zaman eşi artık
dayanamadı ve polise telefon etti. Sonra aklına onun son günlerde söylediği
sözler geldi. Gözleri doldu, soğuk terler boşaldı bedeninden.<br />
"Ülkü, bir gün Güneydoğu'da görülen
bu faili meçhul cinayetler büyük şehirlerde de olabilir. Evlerinden alınıp
kurşuna dizilenlerden biri de ben olabilirim."<br />
Onun sezgilerine çok inanmakla birlikte
karşı çıkması, dua etmesi lazımdı. Geceyarısı acı acı çalan telefon sesiyle
irkildi, ahizeyi kulağına götürdü umutla. Konuşan yoktu ama arka fondan daktilo
sesleri geliyordu. Ardından bir sessiz telefon daha...<br />
Ertesi günü <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Ankara</st1:place></st1:city>'nın Gölbaşı mevkiinde otomobilin
yanında kurşunlanmış bir ceset bulundu. Tam 15 kurşunu Ekinci'nin vücuduna
boşaltmışlardı.<br />
Beş yıldır Yusuf Ekinci'nin avukat olan
eşi Ülkü Ekinci ve kardeşi Tahsin Ekinci'yle birlikte hukuk mücadelesi veren
ağabey Tarık Ziya Ekinci, "Bu alçakça cinayeti kim ya da kimler
işledi?" diye soruyor.<br />
"İpucu bulunmadı ya da bulunmak
istenmedi. Çeşitli makamlara çok sayıda başvuruda bulunduk ama cevap veren
olmadı. Devlet yetkilileri sanki olay Türkiye dışında geçmişçesine, tam bir
sessizlik ve ilgisizlik içindeler. Oysa devletin varlık nedeni, bireyin ve
toplumun güven içinde yaşamalarını sağlamaktır. Vatandaşların herhangi bir
saldırı ya da cinayete uğraması halinde de, olayın faillerini yakalayarak
adaletin önüne çıkarmak ve toplumun duyarlı olduğu adalet beklentisini tatmin
etmektir."<br />
Tarık Ziya Ekinci, kardeşinin hiç kimseyle
bireysel, ailevi ya da mesleki ihtilafı olmadığını ve siyasi etkinlik içine
girmediği için de Mumcu, İpekçi, Emeç gibi ideolojik terör örgütlerinden biri
tarafından öldürülemeyeceğini söylüyor:<br />
"Yusuf, Liceli, Kürt asıllı bir
aydındı. Öldürüldüğü günlerde terörle mücadelenin odak yeri Lice ilçesi ve
köyleriydi. Aynı dönemde Licelilere dönük, faili meçhul öldürme olayları da
sıklaşmıştı. Sevgili kardeşimin gizemli katlinin bu döneme rastlaması ve oluş
biçimine ilişkin nesnel veriler bu cinayetin, devletin içine yuvalanmış kimi
gizli örgütlerin yargısız infaz eylemi olduğunu gösteriyor."<br />
Cinayeti aydınlatmak için görevlendirilen
güvenlik ekibi, özensiz bir soruşturmadan sonra çalışmaya son verdiği gibi,
dava dosyası da küçük bir ilçe olan Gölbaşı Adliyesi'nde kaldı. Aile tüm
delilleriyle Adalet Bakanlığı'na başvurdu ama bakanlıktan gelen yazı ilginçti:<br />
"İlgili yazınız Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından incelenmiştir. Bu dosyanın Gölbaşı Adliyesi'nde kalması
hukuka uygundur."<br />
Cinayetin, yalnız özel harekat timlerinde
bulunan Uzi marka silahla işlendiğini söyleyen Ekinci, kuşkularını sıralarken
öfkeleniyor:<br />
"TBMM Susurluk Araştırma
Komisyonu'nda başka bir cinayet araştırması sırasında Özel Harekat Dairesi
Başkan Vekili İbrahim Şahin, Uzi marka silahların sadece kendilerinde olduğunu
açıkladı. CHP'li Fikri Sağlar da, Ekinci cinayetinde kullanılan silahın Uzi
marka olduğunu hatırlatınca, Şahin birden şaşırıp, kekeliyerek ikircikli bir
yanıt verdi."<br />
1994 yılının ilk altı ayında İstanbul, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Ankara</st1:place></st1:city> ve İzmir gibi üç
büyük şehirde yirmiye yakın Kürt kökenli işadamı, aydın, yüksek bürokrat ve
sendikacı öldürüldü. Bunların tümü faili meçhul cinayet olarak dosyalara geçti.<br />
Her yıl 24 Şubat'ta Yusuf Ekinci'nin
anısına bilimsel bir sempozyum düzenlediklerini söyleyen Tarık Ekinci, sözlerini
şöyle noktalıyor:<br />
"Cinayet işlemekle görevli örgüt,
bence, kardeşimi bir masum Kürt aydını olduğu için seçti. Amaç onun şahsında
bir mesaj vermekti. Yani `öldürülmeniz için herhangi bir eyleme katılmanız
gerekmez. En masum aydınlardan biri olan Yusuf Ekinci bile öldürüldükten sonra
bir bir sıranızı beklemelisiniz' dediler. Ama biz bu tehditlerden korkmuyoruz,
cinayetin faillerini bulana kadar mücadele edeceğiz."<br /><br />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Başarılı avukat<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">
Yusuf Ekinci, 14 Ağustos 1942'de Diyarbakır'ın Lice ilçesinde doğdu. İlk ve
ortaokulu Lice'de, liseyi ise Diyarbakır'da bitirdi. 1967 yılında Ankara Hukuk
Fakültesi'nden mezun oldu.<br />
Fakülteyi bitirdikten sonra stajını
Diyarbakır'da yaptı. 12 Mart darbesinde gözaltına alınıp, tutuklandı.
Duruşmalar sonunda aklanarak tekrar avukatlık mesleğine döndü. 80'li yıllara
doğru Ankara'ya yerleşen Yusuf Ekinci, kendisi gibi avukat olan eşi Ülkü ile
evliliklerinden iki erkek ve bir kız çocukları var.<br />
</span><span style="font-family: "Comic Sans MS";"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><b>Cinayetin sırrı
Uzi'de</b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><b>
Ercüment İŞLEYEN</b><o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">
ANKARA Barosu avukatlarından Yusuf Ekinci, 24 Şubat 1994 günü bürosundan
çıktıktan sonra evine giderken, kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırıldı
ve cesedi bir gün sonra Gölbaşı'nda kurşunlanmış olarak bulundu.<br />
Ekinci'nin öldürülmesinin ardından
başlayan soruşturmada hala bir ilerleme sağlanamadı. Oysa yanıt bekleyen
sorular birbirini izliyor.<br />
Ekinci, kaçırıldığı gün akşam saatlerinde
evine telefon açıp saat 18.00 sıralarında çıkacağını söyledi. Onun bürosundan
kaçta çıkıp nereye gideceğini eşinden başka kimse bilmiyordu.<br />
Soru: Yusuf Ekinci'nin telefonları
dinleniyor muydu?<br />
Ekinci, trafiğin yoğun olduğu bir saatte,
özel otomobili ile giderken durdurulup kaçırıldı. Kaçırıldığını gören kimse
olmadı. Ekinci'nin kendisini götürenlere direnmediği sanılıyor.<br />
Soru: Avukat Yusuf Ekinci'yi özel
otomobiliyle kaçıranlar polis kimliği mi kullanıyordu, daha önceden tanıdığı
kişiler miydi?<br />
Kaçırma gecesi, Ekinci'nin bürosunun
bulunduğu Kızılay ile evinin bulunduğu Oran semti arasındaki otoyolda görevli
trafik ekiplerinin bilgisine başvrulmadı.<br />
Soru: Yol üzerindeki polislerin bu
konudaki tanıklığına neden başvurulmadı?<br />
Kaçırıldığı gece evini arayan kimliği
belirsiz bir kişi, hiç konuşmadan telefonu kapattı. Eşi bu sırada arkadan
daktilo seslerinin geldiğini duydu. Soru: Eve gelen esrarengiz telefonla ilgili
niçin araştırma yapılmadı?<br />
Yusuf Ekinci'yi öldüren silahın daha çok
özel operasyonlara katılan polis birimlerinin kullandığı Uzi olması dikkat
çekiciydi. Cesetten çıkan özel harekat timlerinin kullandığı mavi çekirdekli
özel mermiler de çete kuşkularını arttırdı.<br />
Soru: Cinayet silahından yola çıkarak
herhangi bir soruşturma niçin yapılmadı?<o:p></o:p></span></div>
<h1 class="turkiye-tc" itemprop="headline" style="background-color: #f7f7f7; color: rgb(212, 21, 28) !important; font-family: pt_sansbold !important; font-size: 30px; font-weight: normal; line-height: 34px; margin: 0px; padding: 0px;">
<br /></h1>
<h1 class="turkiye-tc" itemprop="headline" style="background-color: #f7f7f7; color: rgb(212, 21, 28) !important; font-family: pt_sansbold !important; font-size: 30px; font-weight: normal; line-height: 34px; margin: 0px; padding: 0px;">
Ayhan Çarkın tutuklandı</h1>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaottxRy5ocXEhOI41whfFK9hFkO7-49HRNPZkR5GPuTHs0WIXpJJGvFeMczIbGLIu3nNcL1dsnSWvUXpcydqVrl2gM6b-Ua37dA7Q5zWFsUIwUrc29oxLqrBEwLE-OB7VCx8d99KSG0-t/s1600/ScreenHunter_9774+Nov.+29+23.43.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaottxRy5ocXEhOI41whfFK9hFkO7-49HRNPZkR5GPuTHs0WIXpJJGvFeMczIbGLIu3nNcL1dsnSWvUXpcydqVrl2gM6b-Ua37dA7Q5zWFsUIwUrc29oxLqrBEwLE-OB7VCx8d99KSG0-t/s320/ScreenHunter_9774+Nov.+29+23.43.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Avukat Yusuf
Ekinci’nin eşi avukat Ülkü Ekinci ve oğlu avukat Sertaç Kamil Ekinci, cesedin
bulunmasının yıl dönümü olan 25 Şubat 2011’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
faili meçhul cinayetin işlendiği tarihte görev yapan yetkililer hakkında <a href="http://www.radikal.com.tr/index/suc">suç</a> duyurusunda bulunmuştu.
(aa)<o:p></o:p></span></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-79903353905490480482016-11-11T18:07:00.003-08:002016-11-11T18:07:46.721-08:00Kıvılcımlı Üzerine Acemice Bir Giriş <!--[if !mso]>
<style>
v\:* {behavior:url(#default#VML);}
o\:* {behavior:url(#default#VML);}
w\:* {behavior:url(#default#VML);}
.shape {behavior:url(#default#VML);}
</style>
<![endif]--><br />
<!--[if gte mso 9]><xml>
<w:WordDocument>
<w:View>Normal</w:View>
<w:Zoom>0</w:Zoom>
<w:PunctuationKerning/>
<w:ValidateAgainstSchemas/>
<w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid>
<w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent>
<w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText>
<w:Compatibility>
<w:BreakWrappedTables/>
<w:SnapToGridInCell/>
<w:WrapTextWithPunct/>
<w:UseAsianBreakRules/>
<w:DontGrowAutofit/>
</w:Compatibility>
<w:BrowserLevel>MicrosoftInternetExplorer4</w:BrowserLevel>
</w:WordDocument>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml>
<w:LatentStyles DefLockedState="false" LatentStyleCount="156">
</w:LatentStyles>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 10]>
<style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Table Normal";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:10.0pt;
font-family:"Times New Roman";
mso-ansi-language:#0400;
mso-fareast-language:#0400;
mso-bidi-language:#0400;}
</style>
<![endif]--><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCc1k9qpy515WmGgy1O8ks5_ITyX1-xJ537zcSrlqbEVO8kvG_BZRJeZx5vDfMAgNfd58S2ulezXY1CAOb_f0-yBfTj4zilm_DGElLiFtppaUwmRvzsFjg3pREge4nr2OSNeXqPP9KYta9/s1600/ScreenHunter_5418+Nov.+12+13.02.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCc1k9qpy515WmGgy1O8ks5_ITyX1-xJ537zcSrlqbEVO8kvG_BZRJeZx5vDfMAgNfd58S2ulezXY1CAOb_f0-yBfTj4zilm_DGElLiFtppaUwmRvzsFjg3pREge4nr2OSNeXqPP9KYta9/s400/ScreenHunter_5418+Nov.+12+13.02.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhW2Cmh5RvSFFTfQGzeVoKz7lC1mvhhnvSt-XTqejJ7ZpTIxLGUpFCsjgsLUpYvsBOH3pMW7eGmy8GFUXz2bNhEtsEPzMvrwtYn5gQG1W3rr-_ttsQQbEUJNPCrJOjB0R5NgIef2rzQnIQ/s1600/Hikmet+K%C4%B1v%C4%B1lc%C4%B1ml%C4%B1.jpg"><span style="mso-ignore: vglayout;"></span></a></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Kıvılcımlı’nın,
geliştirdiği tarih tezi ile “Türk solu”na bir tarih bakışı kattığı söylenebilir.
Bir medeniyetten ötekine geçiş aşamasını önemsediği tarih çalışmalarının
anahtar kavramları tarihsel evrim ve sosyal devrimdir. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Tarihsel devrim, eski
egemen sınıfı yıkıp yerine yeni bir sosyal sınıfı geçirmeyi, bir üretim tarzı
değişikliğini sağlayamadığından medeniyeti kurtaramaz; sonuç olarak ya
medeniyetler yıkılıp yeniden kurulur ya da eski medeniyet Rönesans’a uğramış
olur. Modern çağa gelindiğinde tarihsel devrimler süreci sona erer, sosyal
devrimler tarihi başlar. Çünkü modernlikle birlikte insanlığın edindiği bilinç
ve teknik kazanımlar eski gerici sosyal sınıfı devirip medeniyeti kurtaracak
yeni bir sosyal sınıf imkânı sağlayabilmektedir. Kıvılcımlı, bir medeniyetten
ötekine geçişi mümkün kılacak unsur olarak üretici güçlere (teknik, coğrafya,
tarih, insan üretici güçler) vurgu yapar. Tarihin aydınlığa kavuşabilmesi için,
teknik üretici güce yüklenen aşırı önemin kırılması, insan üretici gücün öne
çıkması gerektiğini belirtir. Teknikle insan arasında yaptığı ayrım “barbarlık”
kavramına verdiği önemde özellikle açığa çıkmaktadır. Kıvılcımlı için
barbarlık, belli bir toplumsal aşamaya verilen addan öte ahlaki anlamlarla
yüklüdür, birtakım ahlaki özelliklerin bütünüdür. Söz konusu aşamaya
geçildikten sonra da bu özelliklerin devam ettiğini düşünür. Bu özellikler;
dürüstlük, kendi toplumu içinde (yurttaşına karşı) hoşgörü sahibi olmak,
eşitlikçiliktir. Kıvılcımlı, teknik ilerlemeden ziyade, belirtilen “ahlaki
özelliklerle yüklü barbarlığın” tarihi belirlediğini, onun “maddesi”ni
oluşturduğunu söyler. Yani Kıvılcımlı'nın barbarlığa ahlaki yaklaşımı
insan-teknik arasında yaptığı ayrıma açıklık getirmektedir; tersinden
söylersek, insanla teknik arasındaki ayrımdan özcü bir ahlaki anlam
çıkartmaktan bahsetmemektedir. Türkiye analizleri çerçevesinde “ordu”nun
konumunu da bu bağlamda ele alır Kıvılcımlı. Genel olarak üstün ahlaki
niteliklere ve ilkel sosyalizm geleneğine sahip “barbar savaşçıları” olarak
gördüğü ordunun, bu tarihsel misyonunu modern Türkiye’de sürdürdüğünden
bahseder. Dolayısıyla devrim konusunda Türkiye’ye özgü bir değerlendirme
sunmaktadır. Kıvılcımlı’ya göre, Türkiye’de ordu, her modernleşme hareketine
“motor ve öncü kesilmiştir”. İktidarı alaşağı ederek ama toplumun sınıf
yapısını değiştirmeyerek, ordunun yaptığı tarihsel devrimdir. Böylelikle
Kıvılcımlı, Türkiye özelinde modern çağda da tarihsel devrimin olabilirliği
sonucuna ulaşır. Kıvılcımlı’ya göre, devrimin öz gücü her zaman işçi sınıfı
olmakla birlikte, Türkiye söz konusu olduğunda insan üretici gücün bir unsuru
olarak “vurucu güç” de hesaba katılmalıdır. Vurucu güç ile kastettiği ordu
tarihsel devrimi gerçekleştirdikten sonra işçi sınıfı ön plana geçer; ve güçlü
bir işçi sınıfı mevcutsa tarihsel devrim sosyalist devrime dönüşebilir.
Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs darbesinden sonra Cemal Gürsel’e çektiği kutlama
telgrafını, 12 Mart müdahalesine “Ordu Kılıcını Attı” başlıklı yazıyla verdiği
tepkiyi bu açıdan değerlendirmek gerekir. Kıvılcımlı’nın din konusuna yaklaşımı
da tarih çalışmalarından bağımsız değildir. Kıvılcımlı’ya göre, din toplumsal
bir olaydır. Toplum dini yaratır. Ancak toplum dini etkilediği gibi, din de
toplumu etkiler. Böylelikle din, insanların düşünce ve davranışlarına, kişiler
üstü güçlerin etkilerinin yorumlanarak uygulandığı teorik bir dünya görüşü ve
pratik bir evren düzenine karşılık gelir. Belli bir dinin belli bir toplum
tarafından alımlanması belli bir medeniyet düzeyine ulaşmayı gerektirmektedir.
Bu açıdan Kıvılcımlı’ya göre, Müslümanlık, Türk toplumunda, sınıfsız toplum
davranış ve düşüncelerini, sosyal sınıflı toplum davranış ve düşüncelerine
doğru değiştirmiştir. Müslümanlık'la birlikte, yazılmamış Türk Töre’si yerine,
sosyal sınıf münasebetlerini haklı çıkarıp düzenleyen yazılı dogmalar
geçmiştir. Nitekim Kıvılcımlı <a href="http://istiraki.blogspot.com.tr/2010/09/eyup-sultan-konusmas.html">Eyüp
Sultan Konuşması</a>’nda, Hz. Muhammed’in “ben peygamberlerin sonuncusuyum”
sözünün toplumsal düzeni kuran yasaların dünyevileşmesine işaret ettiğini
belirtmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Yukarıdaki
açıklamalardan yola çıkarak Kıvılcımlı’nın tezlerini üç eksende toplamak mümkün:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">1) Tarih tezi ile
sol düşünceye kattığı tarih bakışı, diyalektik materyalizmin temel
önermelerinden uzağa düşmemek ve disiplinin içine saplanıp kalmamak kaydıyla
ayrıntılı bir antropoloji metodolojisi,</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">2) Türkiye özelinde
orduyu devrim stratejisinin bileşeni olarak konumlandırması (insan üretici
vurucu güç),</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">3) Sol-Müslümanlık
bahsi çerçevesinde dine getirdiği sosyalist ve kapsayıcı-kapsamlı yorum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh43nbHgyHv0ysSO3c6SRXZyk9eA3qBzq-_xxXoXQVzIf0shdhwtTAnzoUKk8jrcvgVhiQokob07N6T9E2I7-ztVMEbw1fj8guP3nuz7sQN49JlUO9YJ6jiBosnv2YfabXmhdZp39WwzN8/s1600/Vedat+T%C3%BCrkali.png"><span style="mso-ignore: vglayout;"></span></a></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan olarak,
Kıvılcımlı'nın dava arkadaşı Türkiye solunun bilge ismi Vedat Türkali ile
özelde bu üç başlık üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımız, bu üç
meseleyi merkeze alarak Kıvılcımlı’nın Anadolu’da yerlici bir direniş
kültürünün öznesi olarak görülüp görülemeyeceğini tartışmaya çalışıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı’nın
örgütçü kişiliğinden ve özel anılarınızdan yola çıkarsak; 27 Mayıs ve 12
Mart'ta onun ordu-siyaset ilişkisine bakışı nasıldı? Kıvılcımlı'nın yukarıda
özetlemeye çalıştığımız tezlerini yeniden düşündüğümüzde, bugün onun gözünde
ordu yine temel bir önem taşır mıydı? Ordu-sivil ilişkilerine bugün nasıl
bakardı? Sizce, alternatif bir çıkış arayacak sol, bugün ordu-siyaset
ilişkisine nasıl yaklaşabilir?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: 27
Mayıs’ı, o günkü bütün sol gibi coşkuyla karşıladı Doktor Hikmet... Daha ilericisini
de bekler oldu. ‘58 Yılında, ben Sultanahmet Cezaevi’nden, o günkü infaz yasası
gereği, Ankara Yarı Açık Matbaa Cezaevi'ne gönderileceğim sırada yaptığımız
uzun konuşmada, ülke için beklentileri konusunda, “Bu heriflerin (Ankara’daki
yöneticileri diyor) iki temel sorun var başlarında; biri ordu, öteki Kürt
sorunu... Türkiye’de bir şey patlak verecekse, bu iki yerden verecektir.”
demişti. Ordudan gelmiş biri olarak benim olası görmediğim 27 Mayıs, onun
beklediği bir olaydı yani. Bu bekleyiş, onun tarih araştırmalarından, özellikle
de Osmanlı toplum yapısına bakış açısından kaynaklanıyordu. Sonraki ilerici
bekleyişi de, salt 27 Mayıs coşkusundan doğan umma, bekleme olgusu değildi.
Burada bir anımı daha anlatacağım: Yeni Anayasa hazırlıklarının yapıldığı
günlerde, bir gün heyecanla Nişantaşı, Şair Nigâr Sokak’ta oturduğumuz eve
geldi. Ona göre, askerleri gene kandırıyorlardı! Yaptırılmak istenen Anayasa,
finans kapitale bağımlı, tefeci-bezirgân düzeni emperyalist Batı’ya entegre
etme çabasındaki bir NATO oyunuydu. Ankara’daki Milli Birlik Komitesi’nin
başındaki Cemal Gürsel’e gidip tutulan yolun yanlış olduğunu anlatacak, Vatan
Partisi çizgisindeki “doğru yol”u gösterecektik onlara! Teorik açıdan nice
doğru olursa olsun, böyle bir girişimin boşuna olacağını ne kadar söylediysem
de dinletemedim. Ankara’ya bir başkasıyla gidip, orada benim en eski arkadaşım,
Doktor’a da çok saygılı olan Sefer Aytekin’i alıp birlikte Cemal Gürsel’e
çıkmışlar. Kapısında saatlerce bekletilmişler. İzzet Cebe, ‘51 TKP davasının başyargıcı
ve MİT sorumlusuydu, gelip girmiş Gürsel’in odasına... Bunlara da yol görünmüş;
eli boş dönmüşler sonunda. Yazılarını okuduysanız, finans
kapital-tefeci-bezirgân egemenliğine karşı zaman zaman ilerici adımların, bir
yanıyla halk kökenli silahlı örgüt olarak “ordu”ca atıldığının vurgulandığını
görürsünüz. Ancak onun da çok iyi bildiği gibi, o “ilericilik” Kemalizmce
yıllar yılı çarpıtılarak sömürülmüştü. Böylece Kemalist ideolojinin, ülkenin
temel sorununu, “laik-şeriatçı” kavgası biçimindeki uyutma kalıbına indirgeyen
beyin yıkamalarından geçirilmiş bir ordu vardı karşımızda. Bu ordu, daha sonra
bir de, Soğuk Savaş dönemindeki Amerikan (NATO) damgalı anti-komünist eğitimin
ağır baskısı altında ne duruma gelmişti; bunu da özellikle göz önünde tutmak
gerekiyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bütün bunlara
karşın, çeşitli renkleriyle Türk Solu genel olarak yeni bir ilerici girişimi
(Bu herhalde sosyalizm olacaktı!), 27 Mayıs’ın getirdiği coşkuyla ordudan
bekliyordu. Bu olgu yadsınamaz. Doğan Avcıoğlu’sundan en keskin goşist atılımcıya
kadar hemen herkesin ilk günlerde en azından bilinçaltında bu vardı. Aslında,
ordunun hiç değilse “tarafsız hayırhahlığını” sağlayamamış (yani, en azından
orduyu nötralize edememiş) hiçbir devrimci devinimin başarı şansının olmadığı
bilinir. Bugün Güney Amerika'da bile, seçimle iktidar olmuş Şavez’i (Chavez),
sarayı basıp istifaya çağıran “karşı-devrim” yıkamamışsa, bunu ordunun desteği
sağladı. Ancak, 27 Mayıs'ta -bir anlamda- gafil avlanmış bizdeki karanlık
güçler, ordudaki çatlağı kapatma yollarını düşünmeye başlamışlardı. 12 Mart,
öyle anlaşılıyor ki, ordudaki Kemalist “sol!” güçlerle birlikte “ilerici darbe”
düşüne kapılanların başarısızlıklarının doğurduğu bir “karşı-darbe”dir.
Böylece, emekçi sınıfların, katmanların yeterince bilinçli, örgütlü olmaması,
sol ideoloji, teori alanındaki terslikler, yanlışlar, dağınıklıklar, (Dahi
bolluğu!!!) “12 Mart”, onun peşinden gelen “12 Eylül” rövanşlarına da ortam
hazırladı. Devrimi vuruştukları dağlardan kentlere indirecekleri inancıyla
yiğitlikle ortaya atılan gençlerimiz, tarihsel-sosyal yapımızın ordu-köylü
kayasına çarptılar. Bir yanıyla kazanım sayılabilecek ‘61 Anayasası kaldırıldı.
Daha geri bir anayasa getirildi. Soygun, sömürü düzeni, orduda temellenmiş
Kemalist gelenekle tam aldatıcı bir “dinli-dinsiz” çatışması biçimine sokularak
bereketli biçimde sürdürüldü, sürdürülüyor...</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı
bugün yaşasaydı, ordunun genel eğilimlerine baktığında, devrim stratejisinde
“vurucu güç” rolü atfettiği bu kurumu nasıl değerlendirirdi?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: “Dr.
Hikmet yaşasaydı bugün nasıl düşünürdü?” sorusu formel mantıklı spekülasyonlara
yol açar. O günlerden bu yana ülkede, dünyada, baş döndürücü bir hızla o kadar
çok şey değişti, öyle altüstlükler, zıddına dönüşler oldu ki, bu konuda yargıya
varmak kolay değil, doğru da değil. Ancak, Kıvılcımlı'nın temel tanılarındaki
saptamalar; din “İslam” olgusuna, Kürt Sorunu’na bilimsel yaklaşımlarındaki
doğruluk bugün her günden daha açık seçik ortaya çıkmış durumda. Hele Kürt
Sorunu'nda, bırakın benim sözünü ettiğim cezaevi konuşmasını, 70 yıl önce
yazdığı, “Yedek Güç Milliyet (Doğu)” bugünleri nasıl da bildirir nitelikte![1]</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Ülkemizin yapısı
konusunda benim düşüncelerim, Yalancı Tanıklar Kahvesi[2] adlı son romanımda
belirlenmiş gibidir. “Sol-sağ”, “ileri-geri” kavramları, dinsel inançlara göre
değil, bu karmaşık sömürü düzeninde halkları soyanlarla, soyulan sınıflar,
katmanlar arasındaki temel çelişkiye göre belirlenip kullanılmalıdır. Tarihin
bugünkü “globalist” aşamasında (ki finans-kapital emperyalizminin vardığı son
duraktır bu), Türkiye’nin bu sisteme “entegre” olmaya elverişli
“tefeci-bezirgân-finans kapital saltanat’lı” yapısı ülkemizin emekçi
sınıflarının acılarını olduğu kadar aldatılma grafiğini de yükseltiyor.
Soyulan, sömürülen, acılar içinde kıvranan insanları dinsel ya da din karşıtı
masallarla kandırmaya kalkışanlar, bu Müslüman halka önerecek “derde deva” bir
şey bulamazlar, gerçek kurtuluş yolunu gösteremezler. Başını örtenle örtmeyen,
namaz kılanla kılmayan, birbirlerine saygılı biçimde soyguna, sömürüye karşı
yan yana savaşmanın bilincine vardığı gün, kurtuluş yolumuz açılmış olacaktır.
Bizlere Türkiye’de bu tarihsel doğruyu, Marksizm’in Leninist bilimsel
çizgisinde yürüyen Dr. Kıvılcımlı öğretti. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bugünkü basında vardı;
“refah ülkesi!” Amerika’da tam 50 milyon insanın aç olduğunu resmen
açıkladılar. Bu sayılar, emperyalizmin yağma, soygun alanındaki İslam
dünyasında daha da korkunçtur. Türkiye’mizde kimileri “...doyuncaya,
tıksırıncaya, çatlayıncaya …kadar” yerken, kaç milyon aç insanımız var,
düşündünüz mü? Yazgı mı bu? İnsan onuruna yakışmayan bu yazgıyı kim yazıyor?
“Tanrı” diyorsanız, sizin kutsal Tanrı inancınıza da kuşkuyla bakarım,
insanlığınıza da! Tanrı'ya nasıl yakıştırabilirsiniz bunu! “Dinli-dinsiz”, “gâvur-Müslüman”
sorunu değil, “soyan-soyulan” sınıflar sorunudur bu. Dinsel inanç dedikleriniz,
bu soygunun sürüp gitmesine mi yardımcı oluyor, yoksa insan onuruna yakışır bir
dünyayı mı savunuyor? Ölçü, odur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı,
İslam düşüncesi ve İslam tarihi kaynaklarıyla yakından ilgileniyor. 15 Ekim
1957 tarihinde Eyüp Meydanı’nda yaptığı, İslamî motifler taşıyan seçim
konuşmasında dine sosyalist bir yorum getiriyor. Örneğin bu konuşmada
Kıvılcımlı, "kıyamete kadar yaşayacakmış gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi
ibadet et"; “insan için, çalışmaktan, emekten başka her şey yalandır” gibi
sözlerden hareketle Vatan Partisi’nin kendini hak ve çalışmak gibi iki prensip
üzerine kurduğundan bahseder. Ayrıca Hz. Muhammed’in sonuncu peygamber
oluşunun, artık kanunları insanların yapacağı anlamına geldiğini; camilerin
siyasi meselelerin konuşulduğu toplantı ve hesaplaşma yerleri olduğunu
hatırlatarak bunlardan dersler çıkarılması gerektiğini belirtir. Bir yandan
yaşamının sonuna kadar kendisini bir Kuvay-ı Milliyeci olarak gören, diğer
yandan sosyalist düşünceye yakın duran Kıvılcımlı’nın İslamî düşünce ile
ilişkilenme tarzını siz nasıl değerlendirirsiniz? Eyüp Konuşması’ndan yola
çıkarak, sol-İslam bağlantısını bugünkü sol açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Kıvılcımlı bugün Eyüp'te konuşsa, neler diyebilirdi?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: Eyüp
Konuşması'na dayanarak sözünü ettiğiniz dinsel alıntılar üstünde durmak,
âyetleri yorumlayarak çıkarsamalara kalkışmak uzun, ayrıntılı çalışma
gerektirir. Dr. Hikmet’in Eyüp Konuşması'nda, âyetlerden, hadislerden
alıntılarla vurguladığı noktalar, onun Marksist yöntemle İslam’a bakışının
özeti gibidir. Sözünü ettiğim romanım Yalancı Tanıklar Kahvesi’nde benim
İslam’a, bir İslam ülkesi olarak toplumumuza yaklaşımım da bu çizgidedir.
Doktor yaşıyor olsaydı ne derdi? Ne diyecek; “dediklerimi hâlâ mı anlamadınız?
Hırsızın, sömürücünün dinlisine- dinsizine değil, sınıflarına bakın; sizi
Allah, Peygamber değil, mala, mülke tapan Ebu Süfyan tayfası soyguncular
ayırıyor” derdi herhalde! Biz de onu diyoruz bugün...</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı
sağ ve sol cenahlarda bugüne kadar farklı şekillerde algılandı. Örneğin onu,
Marksizme “büyük katkı sağlayan düşünür” olarak görenler; “burjuva teorileri”
ürettiğini söyleyerek eleştirenler; milliyetçilik, etnik ve cinsel ayrımcılık,
muhafazakârlık, korporatizm, darbecilik vb.’nin şekillendirdiği Türk solu
geleneği ile bu gelenekten kopuşun tam arasına konumlandıranlar; tezini değil
de “mücadele azmi”ni önemseyenler, aynı şekilde, “Türkiye’nin orijinalitesi”
diye sunduğu şeyi değil de Türkiye’nin özgül koşullarını değerlendirmeye dönük
çabasını övenler; dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle suçlayanlar ya da
düşüncelerini hiç dikkate almayanlar oldu. Bu algılamaların sizce sorunlu
yanları nelerdi, Kıvılcımlı'nın sol ile Müslümanlık arasında kurmaya çalıştığı
bağlantılar, dönemi açısından nasıl değerlendirilebilir? Sağda ve solda
Kıvılcımlı'nın anlaşılamamasının arkasındaki etkenler neler olabilir?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: Sergilediğiniz,
Dr. Hikmet’e yönelik eleştirel düşünce akımları toplumumuzdaki kara sataşmalar,
saldırılardır. Yeri geldikçe açıklamalar yaptığımız için, bunların üzerinde tek
tek durup yanıtlamaya kalkmak zaman kaybı olur. Özetle şu denebilir: sol,
-Marksist Sol da içinde- Sosyalist dünyanın sol böğründeki Türkiye’nin politik
durumuna ister istemez koşullu kaldı. O dar çizgi içinde ürettiği özgün
düşüncelerini, hiç ödünsüz savunan, Kemalist devlet soluna yiğitçe cephe alan
Dr. Hikmet, dinsel sağın da kolay anlayıp sindirebileceği bir kişilik değildi.
İslam dünyasının Emekçi dünya Sosyalizmine, yarım buçuk da olsa soğuk bakmayan
aşaması ancak İkinci Emperyalist Savaş sonrası, nice acı denemelerin getirdiği
bir ayma ile başlamıştır. Ülkemize gelişi ise, her iyi, doğru şey gibi çok
sonraları olmuştur. Bugün de kendini tam bulmuş değildir. İçine düştüğü
çöküntünün ürküsünde kıvranan finans-kapital dünyasına bağımlı, bin bir
mafyacı, gizli servisçi, cuntacı oyunun sürdürüldüğü bir ülkede, bu iş kolay da
değildir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı’nın
tezlerinin, solun günümüz dünyasında yürüttüğü tartışmalar ışığında yeniden ele
alınması sizce anlamlı mıdır? Özellikle “sol-Müslümanlık” bahsinde Kıvılcımlı
bugün, sol tarafından nasıl örnek alınabilir? Kıvılcımlı'nın dertlerinden yola
çıkarak (yukarıda bahsettiğimiz “vurucu güç” olarak ordu, sol-Müslümanlık
ilişkileri ve tarih tezinde ısrarla üzerinde durduğu sol düşünceye antropoloji
metodolojisi katma gayreti), bugün Türkiye'de Müslüman-sol bir ittifakın varlık
şansı nedir? Bu oluşum, ülkenin siyasal hayatına ne katabilir?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Örneğin, 10 Aralık
Hareketi'nin vizyonuna ve benzer bir yapılanmanın geleceğine nasıl
bakıyorsunuz? Bu hareketlerde sizce eksik olan yanlar nelerdi? Bu gibi
hareketler, Kıvılcımlı örneğinden neler öğrenebilir? Kıvılcımlı üzerine Ekim
ayında düzenlenen etkinliklerde bu konuya nasıl yaklaşıldı?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: Burada
önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar var: Dr. Hikmet’in görüşleri
için kullandığınız “…Sol düşünceye Antropoloji metodolojisi katma gayreti!”
yargınız doğru bir yaklaşım sayılmaz; sakıncalıdır, yanılgılara götürebilir.
Dr. Hikmet, Marksist’tir. İnsana, topluma, doğaya “Tarihsel Maddeci”
kimliğiyle, Marksist metodoloji ile, yani “Diyalektik Materyalist” yöntemle
bakar. Antropoloji; 17.-18. yüzyıllardaki, Marks’tan önceki dönemde, insanın
dinle, feodal sistemle uyumsuzluğunu doğasının özünde bulunan öğeye bağlayan,
kaba materyalist bir akımdır. İnsanı, toplumdaki sosyo-ekonomik konumunda
değil, biyolojik bir olgu olarak alır. Dr. Hikmet’in çalışmalarını
Antropolojizm’le karıştırmamaya özen göstermek gerekir. Tarih üstüne yaptığı
çalışmalarda Antropoloji’nin buluşlarını da göz önünde tutmuştur. Daha
eskilerde Engels, ünlü Toplumun Kökenleri yapıtını, Amerikalı Antropolog Lewis
Morgan’ın Amerikan Kızılderili topluluklarındaki antropolojik araştırmalarına,
bulgularına dayandırmıştı. Bu bilimsel bulgular ışığında “Yabanıllık,
Barbarlık, Uygarlık” aşamalarını anlatırken Barbarlık'tan Uygarlık'a geçişte,
toprağın daha bol üretim için derin kazılmasını sağlayan “demir”in kullanılması
koşulunu o da önemle belirtir. Ancak, daha sonraki yıllarda, Gordon Childe’ın
Mezopotamya’daki araştırmaları gösterdi ki, Dicle-Fırat’ın suladığı bu bitek
topraklarda üretim bolluğu ile Barbarlık'tan Uygarlık aşamasına “demir”
döneminden önce geçilmiştir. Üç “semavi” din bu topraklarda çıktı. Gelişen
bezirgân-tefeci ilişkilerle birlikte sınıflar, devlet, para, aile, kadının
köleleşmesi bu bölgede odaklandı. Dr Hikmet’in çalışması, Engels’in Morgan’a
dayalı görüşlerini yeni bulgularla geliştirip varsıllaştırmaktır. Marks,
Darvin’in buluşlarından da güç kazanmıştı, Ekonomist Adam Smith’in emeğe dayalı
değer teorisinden de yararlandı. Marks ne Darvin’cidir, ne de Adam Smith’çi.
Kaldı ki, Marksizm, temel felsefe yanıyla Hegel’in idealist diyalektiğine,
Feuerbach’ın mekanik materyalizmine dayanır. Gerçek Marksistler bilimsel
alandaki tüm gelişmeleri izlerler; yeni bilimsel yaratışları, buluşları bilim
ölçülerine göre değerlendirip gerekirse yeni açılımlara giderler. Bilimsel
dünya görüşü bunu gerektirir. Bilimin yeni verilerine, buluşlarına sırtını dönüp
kafasına yerleşmiş hazır yargılarla her şeyi açıklayabileceğini sanmak,
dogmatik tavırdır. Öyleleri kafalarına yerleştirdikleri “doğru”ları yinelerler;
yaşamın canlı, sıcak gerçeklerine kapalı kalmaya yazgılı olurlar. Sorunuzun
diğer bölümleriyle ilgili olarak şunları söyleyebilirim: Tüm çabamız, bugünün
dünyasında Türkiye için, halk yığınlarına ters düşmeyen, doğru siyasal yolu
saptamaya yöneliktir. 10 Aralık Atılımı, Kemalist kökenli solun (Laikçi
“sol”un!) toparlanmasına, halka yaklaşan bir yolun bulunmasına yönelikti. Asıl
gövde, iktidarı yakalama yolundaki CHP’de olduğu için çamura battı. Bugün de
açıkça görünen gerçek, CHP'nin sol-sosyal demokrat değil, halk yığınlarına ters
düşmüş “sosyal şoven” bir parti olduğudur. Toplum yapısını teorik olarak doğru
saptamadan doğru “praxis” sağlanamaz. Uzatmadan altını özenle çizerek
belirtelim ki, bugün bizim üzerinde birleşmeye çalıştığımız politika yolu,
ülkede alışılmış “ilerici”- “gerici”, “sol”-“sağ” kavramlarının doğru
değerlendirilip doğru yorumlanmasına dayanan, emekçi sınıflardan, katmanlardan
oluşmuş halk yığınlarını sömürüden, soygundan kurtarmak için bilinç kazandırma
yoludur. Evet, bin bir engelli güç bir yoldur, ama tek doğru yoldur bu...</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Türkiye'de
Müslümanlık'la-sol arasındaki mesafeyi bugün nasıl görüyorsunuz? Devletin bu
mesafenin oluşmasındaki sorumluluğu/kabahati nedir? Solcuların ve Müslümanların
getirebilecekleri özeleştiriler neler olabilir? Bunlarla bağlantılı olarak, son
romanınız Yalancı Tanıklar Kahvesi'nde 70'lerin bazı solcularının
"toplumsal güç olarak din" ile ilgilendiklerini görüyoruz.
Romanınızdaki karakterlerden Kıvılcımlı'nın etkisinde kalan ve onun
mücadelesini 70'lerin sonunda devam ettirmek isteyenler var mıdır? Romanda
Kıvılcımlı nerede duruyor acaba? 2000'lerin solcularının dine ve özelde
Müslümanlık'a bakışlarını Yalancı Tanıklar Kahvesi'nin idealist solcularıyla
karşılaştırabilir miyiz?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: Bu
sorularınızın büyük bölümünün yanıtlarını yer yer konuştuğumuzu sanıyorum.
Kıvılcımlı'yla ilgili yeterince açıklama var romanda. Romancının kendi romanını
tanıtmaya kalkışması bana pek uygun gelmiyor. Roman kahramanları konuyu
tartışırken din-devrim ilişkileri sorunsalımız da çok yönüyle tartışılıyor. Bu
tartışmalar gündemdeki canlı yerini bugün de koruyor. Denebilir ki din-devrim
ve sol ilişkileri, hem de bugün, her günden daha açık, daha ağırlıklı biçimde
tartışılıyor. Yukarıda da üsteleyerek belirttiğimiz gibi, halklarımızı doğru
bilinç yolunda birleştirmemizin baş yoludur bu ilişki. Bu sorunu çözemezsek
daha uzun süre boşuna acılar çekeriz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğudan: Kıvılcımlı'nın
yukarıda üç başlık etrafında toparlamaya çalıştığımız Kıvılcımlı'nın dertlerini
birlikte düşündüğümüzde (1. Sol-Müslümanlık bahsi / 2. İnsan üretici güç ve 12
Mart'ta devrim stratejisinin bileşeni olarak “vurucu güç” ordu / 3. Tarih Tezi
ile solculara bir antropoloji metodolojisi katma fikri), sonuç olarak,
Kıvılcımlı Anadolu’da yerlici bir direniş kültürünün öznesi olarak görülebilir
mi?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Vedat Türkali: “Yerlici”
sözcüğünü, “ülkemize özgü” anlamında kullanıyorsanız, bir yanıyla “Evet”. Ama
bizim bakışımız, finans-kapital pençesinde kıvranan bu emperyalist dünyada
enternasyonaldir. Unutmayalım ki, Yalancı Tanıklar Kahvesi’nde anlatılan
Endonezya’daki Tan Malaka, İran’daki Musaddık, tüm İslam dünyasında yaşanan
benzer olaylar, içinde yaşadığımız dünyanın temel karakteristiğini oluşturuyor.
Çağa bilimsel bakış ülkemizde de bizi böyle bilince çağırıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><a href="http://heyula.net/Haber/Oku/vedat-turkali-ile-soylesi-dr-hikmet-kivilcimlinin-dusunce-tarihimizdeki-yeri-ve-guncelligi-261#.VSl8RfmUeT8">Seçil
Kavuş – Okay Bensoy</a></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Dipnotlar</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">[1] Dr. Hikmet
Kıvılcımlı, Yedek Güç-Milliyet (Doğu), Sosyal İnsan Yayınları, İstanbul.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">[2] Vedat Türkali,
Yalancı Tanıklar Kahvesi, Turkuvaz Yayınları, İstanbul, 2009.</span></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-24803781890679692512016-11-06T18:39:00.001-08:002016-11-06T18:39:36.764-08:00Emma Goldman/ Rus Devriminin Çöküş Nedenleri <!--[if gte mso 9]><xml>
<w:WordDocument>
<w:View>Normal</w:View>
<w:Zoom>0</w:Zoom>
<w:PunctuationKerning/>
<w:ValidateAgainstSchemas/>
<w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid>
<w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent>
<w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText>
<w:Compatibility>
<w:BreakWrappedTables/>
<w:SnapToGridInCell/>
<w:WrapTextWithPunct/>
<w:UseAsianBreakRules/>
<w:DontGrowAutofit/>
</w:Compatibility>
<w:BrowserLevel>MicrosoftInternetExplorer4</w:BrowserLevel>
</w:WordDocument>
</xml><![endif]--><br />
<!--[if gte mso 9]><xml>
<w:LatentStyles DefLockedState="false" LatentStyleCount="156">
</w:LatentStyles>
</xml><![endif]--><!--[if !mso]><img src="https://img1.blogblog.com/img/video_object.png" style="background-color: #b2b2b2; " class="BLOGGER-object-element tr_noresize tr_placeholder" id="ieooui" data-original-id="ieooui" />
<style>
st1\:*{behavior:url(#ieooui) }
</style>
<![endif]--><!--[if gte mso 10]>
<style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Table Normal";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:10.0pt;
font-family:"Times New Roman";
mso-ansi-language:#0400;
mso-fareast-language:#0400;
mso-bidi-language:#0400;}
</style>
<![endif]-->
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAsL4zrS84OqoxSJcAf29RcTyrfvz6G2NFebcnuTF9cb1VztgsHjZ_tilzOFu5D81m7Gup-EewiqnSLG8nQ-pG7sHo0P_G_HKpJ0qWOq1Nk9iVkrX5Qlb7jFJ5pc-kLVsKSPLxgy46CFKt/s1600/ScreenHunter_5225+Nov.+07+13.34.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="272" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAsL4zrS84OqoxSJcAf29RcTyrfvz6G2NFebcnuTF9cb1VztgsHjZ_tilzOFu5D81m7Gup-EewiqnSLG8nQ-pG7sHo0P_G_HKpJ0qWOq1Nk9iVkrX5Qlb7jFJ5pc-kLVsKSPLxgy46CFKt/s400/ScreenHunter_5225+Nov.+07+13.34.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Giriş</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rusya’da
geçirdiğim iki yıl içerisinde Amerikan basınında benimle yapıldığı iddia olunan
görüşmelerden söz eden
çok sayıda yazı yayımlandı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu yazıların
birkaçında benim düşüncelerimi değiştirdiğim, artık devrime inanmadığım ve
devrimin zorunluluğundan artık emin olmadığım beyan edildi. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hatta bir
gazete sansasyonel bir hikaye uydurup odamda kutsal bir eşya gibi bir Amerikan
bayrağı bulundurduğumu yazdı. Kısacası, Amerikan hükümetine karşı işlediği
suçların farkına varmış, günah çıkaran bir papaza benzetildim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunların tümü
tabii ki saçmalıktan ibarettir. Düşüncelerimin doğruluğuna hiçbir zaman şimdiki
kadar derinden inanmamıştım; daha önce hiçbir zaman, anarşist öğretinin iç
tutarlığına ve mantığına ilişkin bu kadar güçlü kanıtlarım olmamıştı. Ancak
kimseyle ayrıntılı bir söyleşi yapmadım.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunun nedeni
ise, Rusya’nın trajik durumunu kavrayabilecek duruma gelmek için bir yıldan
fazla bir zamana ihtiyaç duymuş olmamdı. Şimdi olduğu gibi o zamanda Rus sorununun
birkaç sıradan lafla geçiştirilemeyecek kadar karmaşık olduğuna inanıyordum.
Rusya üzerine, orada birkaç hafta ya da en iyi olasılıkla birkaç ay kaldıktan
sonra yazan insanların kitaplarının büyük bir kısmının bana çok yüzeysel
gelmesinin nedeni de budur. Kendim net bir fikir sahibi olmadan belli bir fikri
kamuoyu nezdinde açıklama sorumluluğunu hissetmiş bile olsam, bunu basın
temsilcilerine yapamazdım.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emperyalist
güçlerin Rusya’nın boğazını sıkmaya devam ettikleri bir süreçte suskunluğumu
sürdürmenin gerekli olduğunu düşünüyordum. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ayrıca
gazetecilerle yaşadığım otuz yıllık deneyim, istisnalarının olduğunu
memnuniyetle itiraf etsem de, onların dürüstlükleri konusunda beni ikna etmeye
yetmiyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Artık
suskunluk dönnemi sona erdi. Bu nedenle söylenmesi gerekenleri açıkça
söyleyeceğim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu noktada
karşılaşacağım zorlukların bilincindeyim. Gericilerin, yani Rus devriminin
düşmanlarının sözlerimi yanlış yorumlayacaklarını biliyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Komünist
Partisi ile Rus devrimini birbirine karıştıran devrimin sözüm ona dostlarının
da beni mahkum edeceklerinden eminim. Bu nedenle tutumumu iki tarafa da
açıklamamamın gerekli olduğunu düşünüyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Dört yıl önce
ABD hükümeti benden bir cani yaratarak evimi ve ülkemi terke zorladı. Ve
bunların tümü savaşa karşı sesimi yükseltme cesareti göstermemden dolayı oldu.
O zamanlar savaşın yol açacağı korkunç yıkıma, olağanüstü maddi hasara ve onun
sınırsız sayıda insan hayatına mal olacağına dikkat çekiyordum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Suçum buydu. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugün savaşı
desteklemiş olan birçok insan, savaşın genel öfke seline kapılmayanların haklı
olduğuna, savaşın bir takım şarlatanlar ve onların hempaları tarafından savaş
lordlarının çıkarları için başlatıldığına, desteklendiğine ve finanse
edildiğine inanıyor. “Demokrasi için savaş”, “savaşı bitirmek için savaş” sloganları
dünyayı gerçek bir cehenneme çevirdi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Açlık kralı
bütün ülkeleri kasıp kavururken, savaş sırasında insan etini yok ederek
zenginleşenler kralların bu en güçlüsüne kur yapıyorlar. Milyonlarca insanın
katledilmesi ve yerkürenin yarısının çöle çevrilmesiyle yetinmeyip, dünyayı bir
kaleye, halkların yüzyıllar süren savaşımla elde edilen hak ve özgürlüklerinin
zincire vurulduğu bir zindana çevirdiler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir zamanlar
“cesur ve özgür insanların ülkesi” olarak bilinen demokratik Amerika, tüm
ülkelerin başkaldıranlarına kucak açan İngiltere, özgürlüğün eşiği Fransa ve
daha önemsiz birçok ülke… hepsi bugün ruhun çöllerinden başka nedirler?
Bunların bir zamanlar konuklara açık olan kapıları bugün kapalı ve sürgülü.
Sadece politik tutukluların iniltileri, sınırsız sayıdaki işsizin küfür ve
bedduları bu düşünce ve fikir mezarlığında sessizliği bozuyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekten de
savaş lordları, eserleriyle övünebilirler. Komploları başarılı oldu. Demirden
pençeleriyle dünya halklarının enselerine çölmüş bulunuyorlar. Aslında şu Rusya
da olmasa keyiflerine diyecek yok.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">O asil sermaye
ve ordu ikilisi Rusya’da bir devrimin olacağını hesaplamamıştı. Tam da
emperyalizmin zaferinden emin olduğu, savaş ganimetlerinin su gibi akmaya
başladığı bir dönemde Rus halkının kalkıp da devrimi tüm dünyaya yayabilecek
bir yangını çıkarıvermesi hiç de “kibar” bir davranış değildi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu
“hayasızlığı” ezmek için birşeyler yapmak gerekiyordu. Almanya ile savaş,
ikiyüzlülükle, Alman halkına karşı değil, Alman emperyalizmi ve militarizme
karşı bir savaş diye sunulmuştu. Aynı hilekar dil Rus devrimine karşı
tezgahlanan haçlı seferi olumlanırken de kullanıldı. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">‘Rus halkna
değil, Bolşeviklere karşı savaşılıyordu -devrimi onlar ateşlemişlerdi, onların
yok edilmeleri gerekiyordu’ (emperyalistlerin söylemi bu.dev-demokrat). Böylece
Rusya’ya karşı savaş başlatıldı. İşgalciler milyonlarca Rus’u öldürdüler.
abluka nedeniyle yüzbinlerce kadın açlık ve soğuktan öldü. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rusya
umutsuzluğun ve ölümün kol gezdiği korkunç bir çöle dönüşmüştü. Bolşeviklerin
iktidarı sınırsız bir güce ulaşırken, Rus devrimi yerle bir olmaktaydı.
Emperyalistlerin Rusya’ya karşı yürüttükleri dört yıllık komplonun sonucu
budur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peki, bu neden
oldu? Çok basit:Devrimi tek başına gerçekleştiren ve onu ne pahasına olursa
olsun saldırganlara karşı korumaya kararlı olan Rus halkı, sınırsız sayıdaki
cephede, içteki düşmanlara gerekli dikkati gösteremeyecek derecede meşguldü.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rusya’nın işçi
ve köylüleri cephede kahramanca hayatlarını ortaya koyarlarken, içerdeki düşman
giderek güçleniyordu. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşevikler, yavaş
ama güvenli adımlarla Sovyetleri yok eden,
devrimi çökerten, bürokrasi ve despotizm açısından dünyanın bütün büyük
devletleriyle boy ölçüşebilecek merkeziyetçi bir devlet kuruyorlardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İki yıllık
gözlem ve dneyimlerime dayanarak kesin olarak söyleyebilirim ki, dıştan sürekli
bir saldırı tehdidi olmasa, Rus halkı Kolçakların, Denikinlerin ve diğerlerinin
saldırılarında olduğu gibi, içteki tehdidi görecek ve defetmiş olacaktı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emperyalistlerin
karşı saldırıları olmasa, halk, komünist devletin yıkılan Rusya’yı yeniden inşa
etmek konusundaki yeteneksizliğini, sığlığını anlayacak, onun çablarının gerçek
hedefini kavrayacaktı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu durumda
kitleler ülkenin dumura uğramış sosyal güçlerini harekete geçirebilirlerdi.
Peki halk da aynı şekilde yanılıp yolunu şaşıramaz mıydı? Tabii, bu da
mümkündü. Ancak bu durumda kendi insiyatifine ve gücüne güvenmeyi öğrenecek ve
sadece bununla bile devrim kurtarılabilecekti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yüzyılların en
büyük olayı Rus devriminin çöküşü, yalnızca yabancı güçlerin müdahalesini talep
eden bir kısım eski devrimcinin caniyane
aptallıkları ve bu müdahaleyi finanse eden
emperyalistler yüzünden gerçekleşmiştir. Bolşeviklerin, saldırıların hedefi
olmaları nedeniyle, uzunca bir süre sosyal devrimin kutsal sembolü olarak
gözükebilmelerini de buna borçluyuz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Uğursuz bir
yanılgıyı burada ortaya koymak istiyorum. Hayır, devrime inancımı yitirmedim.
Tersine, Lenin’in askeri komünizm diye adlandırdığı şeyin dünyaya dayatılması
durumunda, gelecek her devrimin yenilgiye mahkum olduğuna mutlak bir biçimde
inandığım için bu yanılgıyı ortaya koymak istiyorum. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşeviklerin
Rus Devrimine neler yaptıkları, devletin gerekliliği konusunda ikna olduğum
için değil; Rusya’da yaşananlar, hangi biçim altında ve hangi gerekçeyle
davranırsa davransın her tür devletin, kitlelerin özgür düşünmelerini ve eylem
taleplerini felce uğratan ölümcül bir ağırlık oluşturduğunu her çeşit teoriden
daha net bir biçimde gözlerimizin önüne serdiği için anlatacağım.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Bunu
anlatmayı Bolşeviklerin eliyle çarmıha gerilen devrim, eziyet edilen Rus
halkına ve yanıltılan dünyaya karşı bir borç olarak görüyorum. Ve bütün
borcumu, yazdıklarımın gerici güçler tarafından kötüye kullanılmasına ve görme
yetilerini yitirmiş radikallerin saldırılarına aldırış etmeksizin ödemek
istiyorum…</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Stokholm, Ocak
1922 – Emma Goldman</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjH17xTGy2zTeCUVp24uEb89W6WEE_xLRbC8qBLuIBn98YYAWVEklTKf49y4CDSLQjnBxMIem3pUmH2PQrBjD-m7hwVkqF3bCUw6uFV4N5A3Oruxs_7qZqn8ZkOyg0NChxDTqU1Ak9BUIwe/s1600/ScreenHunter_5226+Nov.+07+13.34.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="259" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjH17xTGy2zTeCUVp24uEb89W6WEE_xLRbC8qBLuIBn98YYAWVEklTKf49y4CDSLQjnBxMIem3pUmH2PQrBjD-m7hwVkqF3bCUw6uFV4N5A3Oruxs_7qZqn8ZkOyg0NChxDTqU1Ak9BUIwe/s320/ScreenHunter_5226+Nov.+07+13.34.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyet Devriminin Çöküş Nedenleri</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rus devriminin
boğulmasına katkıda bulunan faktörler tartışılırken, sadece karşı-devrimcilerin
bu trajedide oynadıkları role dikkat çekmek yeterli değildir. Şüphesiz ki
onların suçları sonsuza kadar lanetlenmeyi hak edecek kadar büyüktür.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu Rus
“yurtseveleri” -monarşıstler, Kadetler (anayasal demokratlar), sağcı sosyal
devrimciler vs.. – dünyayı bir dış müdahale için velveleye verdiler. Onlar bu
savaşta, kendi ülkelerinden ve başka uluslardan binlerce insanın kurban
edilmesinin baş sorumlularıdır. Kendileri tam bir güvenlik içinde yaşıyorlardı:
Onlara ne Çeka’nın kurşunları, ne de açlığın ya da tifüsün uğursuz eli
ulaşıyordu. Yurtsever rolü oynamak için bütün imkanları mevcuttu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ama bunların
hepsi yeterince bilinen şeylerdir ve yeniden açıklanmaları gerekli değildir.
Bilinmeyen, Rus devriminin çöküşüyle sonuçlanan bu büyük sosyal trajedide rol
oynayan güçlerin, sadece müdahale traftarı Ruslar ve müttefiklerinden ibaret
olmadığıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir diğer güç Bolşeviklerin kendisiydi
ve şimdi onların rolleri hakkında birşeyler söylemek istiyorum.</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Belki de Rus
devriminin kaderi daha doğarken belli olmuştu. Devrim, Rusya’nın kanını
kurutan, erkek nüfusun en seçkin kesimini yok eden ve tüm ülkeyi çöle çeviren dört yıllık
bir savaşın ardından ortaya çıktı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu koşullar
altında devrimin, dünyanın geri kalan kısmının azgın saldırısına karşı koyacak
gücü bulamaması anlaşılabilirdi. Bolşevikler, Rus halkının büyük politik
değişimler için gerekli olan ilk atılımı gerçekleştirecek güce ve özveriye
sahip olduğunu, ancak devrimci bir dönemin yavaş ve yupratıcı günlük işleri
için zorunlu olan sabra sahip olmadığını iddia etmekteler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ben bu iddianın doğru olduğunu
düşünmüyorum. </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu iddia iyi
gerekçelenndirilmiş olsa bile ben, Rus devrimini oğan ve halkı despotizm
boyunduruğu altına sokan şeyin, esas olarak dışardan gelen saldırılar değil,
Rusya’nın kendi içindeki anlamsız ve acımasız yöntemler olduğu savında
direnirdim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Bu,
Bolşeviklerin Marksist devlet sanatıydı;ilk dönemlerde devrimin başarısı için
zorunluluk olarak göklere çıkarılan, ama her tarafa sefalet, güvensizlik ve
düşmanlık yaydıktan ve halkın Rus devrimine güvenini yavşa yavaş yok ettikten
sona zararlı görülüp bir kenara atılan taktikti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Herhangi bir
dönemde, devrim için en büyük tehlikenin dış saldırılardan mı, yoksa içeride
halkın dışlanmasından, devrime olan ilgisinin felce uğratılmasından mı geldiği
yolunda bir kuşku var olduysa, Rus devrimi bu kuşkuyu ebediyen ortadan
kaldırmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Müttefiklerin
para, savaş malzemesi ve insan gücüyle destekledikleri karşı-devrim, tam
anlamıyla başarısızlığa uğramıştı. Onun yenilgisi Kızıl Ordu’daki kahramanlık
ruhundan ziyade, her saldırıya başarıyla karşı koyan halkın devrimci coşkusuyla
açıklanabilri. Buna rağmen Rus devrimi acılı bir sürecin sonunda can verdi. Bu
durum nasıl açıklanabilir?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Esas nedenler
uzakta değildir. Bir devrimin karşıdan gelen bütün direnişleri kırabilmesinde
ve engelleri başarıyla aşabilmesinde, onun sürekli olarak halkın önünü bir
meşale gibi aydınlatması, halkın ise sürekli olarak devrimin tutkulu kalp
atışını hissetmesi çok önemlidir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Başka bir
ifadeyle, kitlelerin, devrimin kendi eserleri olduğunu ve yeni bir yaşam kurmak
demek olan o zor işe fiilen katıldıklarını her zaman hissetmeleri gerekir. Kısa
bir süre için de olsa, Ekim Devriminden sonra işçiler, köylüler, askerler kendi
devrimci kaderlerinin gerçekten de sahibi olmuşlardı. ama hemen sonra komünist
devletin görünmez demir eli işin içine girdi, kendi amaçları için kllanmak
üzere devrimi halktan kopardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşevikler
Marksist kilisenin cizvit papazları gibidirler. İnsan olarak samimiyetsiz ya da
kötü niyetli oldukları için değil. Politika ve yöntemlerini belirleyen şey
onların Marksizmleridir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kullandıkları
araçlar kendi asli hedeflerini gerçekleştirilmelerini engelledi. Komünizm,
sosyalizm, eşitlik, özgürlük: Rus kitlelerin, uğruna büyük acılar çektiği her
şey, Bolşevik taktiğin “amaç bütün araçları kutsar” yolundaki cizvitçi ilkesi
ışığında anlamsızlaştırılıp kirletildi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ekim Devrimine
özelliğini veren idealist çabaların yerini kinizm ve kabalık aldı. Her türden
coşku felce uğratıldı her tür kamusal kaygı yok edildi, Bugün halka
katılımsızlık ve ilgisizlik hükmetmektedir. Ne yabancı güçlerin müdahalesinin,
ne de ablukanın halkı devrime yabancılaştırma, ona devrimle ilgili ger şeyden
nefret etme duygusunu verme gücü yoktu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunu
gerçekleştiren Bolşeviklerin iç politikaları oldu. Halk bugün “Bütün bu
değişiklikler ne için yapıldı?” diye soruyor. “Tüm egemenler birbirinin aynısı;
yoksullara ise her zaman acı çekmek düşüyor.” Bolşeviklere Rusya üzerinde
iktidarlarını kurma imkanı veren, halktaki, yüzyılların boyun eğmişliğiyle
birleşen bu kadercilikti. Peki bu deneyim, Bolşevikleri, amacın tüm araçları
kutsamadığı konusunda ikna etti mi?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şüphesiz Lenin sık sık pişmanlığını
ifade eder.</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Komünistlerin
Rusya çağındaki her Konklavesinden(1) sonra bir Mea Culpa(2) duyarız. Genç bir
komünist bir gün bana, “Lenin günün birinde Ekim Devrimini bir hata olarak
açıklarsa şaşırmam” demişti. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekten de
Lenin hatalarını itiraf ediyor. Ama bu durum onun aynı yanlış politikayı devam
ettirmesini hiçbir şekilde engellemiyor. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her yeni
deneyim Lenin ve fanatik taraftarlarınca devrimin ve bilimin zirvesi olarak
sunuluyor. Yeni yasaların haklılığını ve anlamını sorgulayanların, ölçüsüz davrananların
vay haline! Böyleleri derhal karşı-devrimci, spekülatör ya da eşkiya diye
damgalanıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak Lenin
çok geçmeden yeniden pişmanlığını beyan edip, kendi kör takipçi sürüsüyle, son
deneyimin başarılı olabileceğine inanan bu insanlarla soytarılar diye alay
ediyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lenin, tüm
dünyayı ve Rusya’yı dört yıl boyunca yanıltıp, komünizmin kurulmakta olduğu
konusunda ikna etmeye çalıştıktan sonra, Tüm Rus Sovyetlerinin son kongresinde
kendi arkadaşlarıyla alay etti, onları bugün Rusya’da komünizmin kurulabileceğine
inanacak kadar saf olmakla suçladı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lenin bu
açıklamaları yaparken cezaevi kapıları, hala, suçları aynı şeyleri üç yıl önce
ve daha hafif tonda söylemekten ibaret olan çok sayıda insanın üstüne
kapalıydı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Burada
Bolşeviklerin, hedeflerine ulaşmak için, halka değişik dönemlerde hikmetinden
sual olunmaz gerçekler diye sunup kabule zorladıkları ve sonuçta devrimin
çöküşüne neden olan yöntemleri sıralamak ilginç olurdu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak
yazımızın boyutları, Bolşevik devletin sorumluluğunu taşıdığı bu eylemlerin
ayrıntılı biçimde incelenmesine izin vermiyor. Bu nedenle, sadece en önemli
dönemleri ve çarpıcı yöntemleri kısaca anlatmakla yetineceğim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Brest-Litowsk
anlaşması, ardından gelen tüm kötülüklerin çıkış noktası oldu. Anlaşma,
Bolşeviklerin o zamana kadar dünyaya ilan ettikleri her şeyin toptan inkarıydı:
Savaş tazminatlarının reddi, her türden gizli diplomasinin ortadan
kaldırılması, tüm ezilen halklara kendi kaderlerini tayin hakkı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşevikler
buna rağmen, Alman halkını dikkate almaksızın, Alman emperyalizmiyle anlaşma
imzaladılar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu anlaşma
Letland, Finlandiya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya ihanet edilerek satın alındı.
Sonuç? Yıllar süren iç savaş, birlik olmaları devrimin savunulması açısından
yaşamsal önemde olan devrimci güçlerin parçalanması ve ülkeyi bugüne kadar
egemenliği altında tutan kızıl dehşetin başlaması.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ukrayna ve
Beyaz Rusya köylüleri Alman saldırganları geri püskütrtmeyi bildiler, ancak
Bolşeviklerin ihanetini ne unuttular, ne de affettiler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">“Çeteleri yok
etmek” için Ukrayana’da sürekli olarak bulundurulan bir milyon askerin varlığı,
Ukrayna köylülerinin Bolşevik devleti nasıl bir aşkla sevildiklerine tanıklık
ediyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Brest-Litowskihanetine
kadar işçilerle omuz omuza olan köylüler, anlaşmanın ardından, işçi ve
köylülerin temsilcileri olma iddiasındaki Bolşeviklere nefret ve tiksinti
duygularıyla yüz çevirdiler. Lenin, devrimin nefes alması için onay istiyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ama bu onun
Rusya açısından bedeli en ağır olan hatasıyd: çünkü bu, devrimin boğulması
demekti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">1:
Kardinallerin Papa’yı seçmek için yaptıkları toplantı (ç.n)<br />
2: (Latince) hata yaptım (ç.n)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Raswjorstka (Ürünlerin Zorla alınması)</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Brest-Litowsk
Anlaşmasını, Raswjorstka, yani ürünlerin köylülerden zorla alınması izledi.
Bolşevikler, Raswjorstka’ya, şehirlerin yiyecek gereksinimini karşılamayı
reddettikleri için başvurmak zorunda kaldıklarını iddia etmekteler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Bu, olsa
olsa, kısmen doğrudur. Köylüler gerçekte ürünlerini hükümetin ajanlarına
vermeyi reddediyorlar ve işçilerle doğrudan ilişki kurabilme hakkını talep
ediyorlardı. Ancak köylülerin bu talepleri kabul edilmedi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşevik
hükümetin yetersizliğii ve bürokrasinin kokuşmuşluğu köylülerin
memnuniyetisizliğinin ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Ürünlerine karşılık
olarak vaat edilen endüstri ürünleri köylülere ya hiç ulaşılmadı ya da ulaştığı
ender durumlarda da eksik, kırılıp dökülmüş olarak ulaştı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kharkowda
bulunduğum dönemde bürokrasinin merkezi mekanizmasının yetersizliğini
gözleyebilme imkanım olmuştu. Bir büyük fabrikanın deposunda çok soayıda tarım
makinası bulunuyordu. Moskova, sabotaj cezası tehdidi ile bunların iki hafta
içinde hazır hale getirilmesini emretti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emir yerine
getirildi. Ama daha sonra makinalar altı ay boyunca burada yatmaya devam etti
ve merkezi hükümet bunları makina gereksinimleri had safhada olan köylülere dağıtma
konusunda en küçük bir girişimde bile bulunmadı. Bu, Moskova’daki “sistemin”
nasıl çalıştığı, daha dorğusu çalışmadığını gösteren çok sayıdan örnekten
sadece biridir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu koşullarda
köylülerin, Bolşevik devletin yönetme yeteneğine olan güvenlerini yitirmiş
olmalarına şaşılabilir mi? İşte Bolşevikler, sonunda köylülerin güvenini ikna
ve dostlkla kazanamayacaklrını görmek zorunda kaldıkları çareyi Raswjorstka’da,
yani ürünleri köylülerden zorla almada buldular.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Köylüleri bu
kadar öfkelendirecek ve onları yeni hükümetin mutlak düşmanı haline getirecek
daha başarılı bir yöntem asla bulunamazdı. Raswjorstka, köylüleri sürekli
tehdit altında tutan bir dehşet sembolü oldu ve onların herşeyini ellerinden
aldı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu çılgın
yöntemin, çok sayıda kurbana ve davasa tahribata yol açank korkunç sonuçlarına
ilişkin tam bir dökümünün yapılması anacak gelecekte mümkün olabilecektir.
İnanılmaz gibi gözükse de açlığın en büyük nedenlerinden birinin Raswjorstka
olduğu, Rusya’da iyi bilinen bir gerçektir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çünkü bu
sistemle sadece köylülerin son pudlarına(3) değil, gelecek yıl ekecekleri
patateslerine ve tohumlarına da el konuldu. Volga
yöresindeki içler acısı durumun asıl nedeninin kuraklık olduğu doğrudur. Ama
birkaç bölgenin Volga’daki açlığa derman olacak kadar ürün yetiştireceği de en
az o kadar doğrudur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Mallarına el
konulan köylülerin hükümet ajanlarına karşı direnişlerini takip eden ve daima
“komünistlerin” yönetiminde gerçekleştirilen cezalandırma seferlerinde
köylülere karşı şiddet kullanılıyor ve genellikle, uğranılan köyün tümü tahrip
ediliyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Köylülerin
yerel makamlar ve nihayet Moskova nezdindeki protestoları da sonuçsuz
kalıyordu. Şimdilerde Rusya’da Bolşeviklerin gıda maddedileri “toplamaları” ile
ilgili anlamlı bir anekdot dilden dile dolaşmaktadır:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir köylü heyeti
Lenin’in karşısına çıkar;“Evet beybaba,” der Lenin köyün en yaşlısına, “artık
memnun olmalısınız. Toprağınız, ineğiniz, tavuğunuz, kısaca herşeyiniz var.”
“Öyle evlat, Tanrıya şükür,” diye yanıtlar köylü; “Toprak bana ait, ama ürünü
elimden alıyorsun; inek benim malım, sütü elimden alıyorsun; tavuk benim
tavuğum, yumurtayı elimden alıyorsun. Tanrıya şükür evlat.”</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu şekilde
sömürülüp aldatılan köylüler komünistlere cephe aldılar. Raswjorstka, tüm
adaletsizlikleriyle ceza seferleri, ülkede güçlü bir devrim karşıtı hissiat
yarattı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rusya
konusunda yazılar hazırlayan kimi yazalar hükümetin köylülerin
uzlaşmazlıklarıyla ilgili geliştirdiği tezi aynen kabullendiler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Örneğin,
bugünkü Rusya’nın diğerleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde en samimi ve ciddi
eleştirmeni Bertrand Russel,”Bolşevizmin Teorisi ve Pratiği” başlıklı yazısında
şöyle diyor: “Köylülerin Bolşeviklere yönelik antipatileriyle ilgili nedenlerin
yetersiz olduğunun itiraf edilmesi gerekir.” </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Açıktır ki,
Bertrand Russel’ın Raswjorstka’nın sonuçlarını gözlemleme fırsatı hiç
olmamıştır, yoksa başka bir izlenim edinirdi. İşin gerçeği, Rus köylüleri o
kadar pasif ve ağırkanlı olmasalardı, Bolşevik Devletin ömrü fazla uzun
olmazdı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Görünen o ki,
Bolşevik devlet, köylülerin pasif direnişi sonucu bile neredeyse yıkılacaktı.
Lenin’i yeni vergi politikasına ve serbest ticarete zorlayan şey –
Raswjorstka’nın insanlık dışı ve karşı-devrimci olması değil- bu gerçeğin
farkedilmesidir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">3: Pud: Eski
Rus ağırlık ölçüsü: 16.38 kg(ç.n)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rus Kooperatifleri</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rus
kooperatifleri halkın yaşamında büyük bir kültürel ve ekonomik güç
oluşturuyordu. 1918 yılında ülke çapında 25.000 şube ile büyük bir ağ oluşturan
kooperatiflerin dokuz milyon üyesi vardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Aynı dönemde,
ödenmiş sermayaleri 25 bin rubleyi bulurken, bir önceki yılda ciroları 200
milyon ruble tutuyordu. Açıktır ki, kooperatifler devrimci örgütlenmeler
değillerdi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak
varlıkları şehirle köy arasındaki ilişkilerde bağlantı unsuru olarak hayati
önem taşıyordu. Başlarında ne türden karşı-devrimciler olursa olsun bunlar, tüm
örgütlenmeye zarar vermeden, kolaylıkla ayıklanabilirlerdi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak bu
yaplanmaların faaliyetlerine izin verilmesi, kaçınılmaz biçimde, merkezi
devletin yetkilerinin sınırlanması gibi gözükecekti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle
kooperatifler “tasfiye edildi” ve böylelikle Rusya’nın yeniden inşası açısından
önemli bir unsur yok edildi. Ancak kooperatifler zafer çığlıklarıyla öbür
dünyaya gönderildikten, kooperatif hareketi içinde özveriyle çalışmış çok
sayıda kadın ve erkek yaşamlarını atıl bir şekilde cezaevlerinde geçirdikten
sonra, Lenin bir kez daha göğsünü dövüyor ve bir kez daha -mea culpa- diyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugün
kooperatifler yeniden kurulmaya ve ölü bedenler caanlandırılmaya çalışılıyor.
Kooperatiflerin yasal olarak yeniden tanınmalarından kısa bir süre önce, o sırada
ölüm döşeğinde olan Kropotkin, Dimitrof’dan altı kooperatifiçinin cezaevinden
salıverilmesi arzusunu dile getirmişti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu adamları
ciddi ve inançlarına bağlı işçiler olarak tanıyordu. Yaptıklarına sadık
kaldıkları için zaten 18 aydan beri Butyrki hapishanesinde çile çekiyorlardı.
Bunlar ancak Lenin’in kooperatiflerin yeniden kurulması gerektiğini
açıklamasından sonra serbest bırakıldılar. Kooperatiflerin Bolşevik devlet
yapısı içerisinde, tasfiye edilmelerinden önce sahip olduklar anlamı ve gücü
bir gün kazanacaklarına inanmak zordur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetler</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugünkü
Rusya’yı Sovyet Rusya, Bolşevik devleti de Sovyet Devleti diye adlandırmak
düpedüz gülünçtür. 1905 devrimi sırasında ilk kez kurulan Sovyetler Ekim
Devriminden sonra yeniden ortaya çıktılar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetlerin
Bolşevik hükümetine olan yakınlığı ilk Hristiyan hareketin Hristiyan kilisesine
yakınlığı kadardır. Köylü, işçi, asker ve denizci konseyleri Rus halkının
özgürleşen güçlerinin kendiliğinden sonuçlarıydılar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetler,
kitlelerin yüzyıllar boyu süren baskı dönemlerinden sonra dile getirdikleri
gereksinimlerine denk düşüyorlardı. Daha 1917 yılının Mayıs, Haziran ve Temmuz
aylarında Sovyetlerin dinamik gücü, işçileri ve köylüleri fabrikaların ve
toprağın mülkiyetini ele geçirmeye zorluyordu. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetler
büyük bir hızla bütün Rusya’ya yayılıp Ekim Devriminin ateşini tutuşturdular ve
çalışmalarını bu olaydan sonra da aylar boyunca sürdürdüler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetlerin
anlamını kavrayamayan bazı sosyalist politikacılar bizzat Sovyeler tarafından
bir kenara atıldılar. Bu hareketin kabaran dalgasına karşı çıkmayı deneselerdi
Bolşeviklerin başına da aynı şey gelirdi. Ancak kurnaz ve hilekar bir cizvit
olan Lenin, halkın genel çığlığını kendi parolası haline getirdi:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> -Bütün İktidar Sovyetlere!- </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak Lenin ve
sadık kullarının kendilerini koltuklarında emniyette hissetmelerinden sonra
Sovyetlerin yıpratılması süreci başladı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugün
Sovyetler Rusya’daki herşey gibi, bedensel varlıkları kaybolmuş birer siluetten
başka birşey değildirler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sovyetler,
bugün sadece Komünist Partisi’nin kararlarını tekrar ediyorlar. aşka bir
politik yaklaşımın duyulma olasılığı yoktur. Komünistlerin seçim yöntemleri
Tammany Hall’i(4) bile kıskandırıyor olmalıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rusya’ya geri
dönüşümden kısa bir süre sonra önde gelen bir komünist bana, -Murphy usta ve
Tammany Hall bizim elimize su dökemez- demişti. Ben doğal olarak adamın şaka
yaptığını düşünmüştüm. Ancak çok geçmeden gerçeği ifade ettiğini farkettim.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Komünist
oyları şişirmek için komünistler her tür hileyi kullanıyorlar. Alışılmış
yöntemlerin yetmediği yerlerde istihkakın kesilmesi ve tutuklama tehditleri
kullanılıyor. Çeka, kader gibi her an hazır ve nazırdır ve seçmenler
kendilerini neyin beklediğini bilmektedirler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle
komünistlerin neden bütün seçimleri kesin olarak kazandıklarını anlamak
kolaydır. Buna rağmen Bolşevik Rusya’da Menşeviklerin, Sol Sosyalist
Devrimcilerin, hatta Anarşistlerin ara sıra bir temsilci çıkarabilmeleri az şey
değildir. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yayın çıkarma,
özgür konuşma ve fabrikalarda yasal propaganda hakkı olmadan muhalefet partilerinin
Sovyetlere temsilci seçmeyi başarmaları bir mucize gibidir. Ancak orada sesini
duyurma olanağı hiç yoktur. Komünist şakşakçılar (kişiliksiz alkışçılar)
komünistler dşında kimsenin sesinin duyulmamasına özen göstermekteler.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Arada sırada
bir anarşist Sovyet seçilirse, hükümet normal olarak temsilciliği tanımayı
reddetmekte ya da Çeka, herhangi bir bahaneyle, seçilen kişinin karşısına
çıkarılmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">1920 yılında
Moskova’da fabrika kulüplerinden birinde bir seçimde bulunmuştum. Hükümet,
işçilerin adayı olan bir anarşistin seçilmesini ikinci kez onaylamamıştı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Karşı aday
olarak Maku sağlığı İdaresi komiseri Semasçko çıkarılmasına rağmen, işçiler
üçüncü kez anarşisti seçtiler. Semasçko’nun, rakibinin kişiliğine yönelik
hakaretleri, onu gözden düşürüme çabaları, seçmenleri yumrukla yıldırma ve
aforoz etme tehditleri fayda etmedi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İşçiler adamın
yüzüne karşı güldüler, alaycı bravo çığlıklarıyla onunla dalgalarını geçtiler
ve üçüncü kez anarşisti seçtiler. Birkaç ay sonra, seçilen kişi bir bahaneyle
tutuklandı ve ancak uzun bir açlık grevi sonunda ve o sırada Moskova’da bulunan
bir İngiliz işçi misyonunun gezisi sırasında bir skandalın patlak vermesini
önlemek isteyen Bolşeviklerce serbest bırakıldı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Moskova’yı
terk etmemden, yani 1 Aralık 1921′den hemen önceMoskova Sovyetinin üç anarşist
üyesi tutuklandı. Bunlardan birisi başkent dışına sürgüne gönderildi. Diğer
ikisi hakkında ise, sonradan öğrendiğime göre, normal olarak, sorgu yapılıp
dava açılmadan sanığın kurşuna dizilmesi ile sonuçlanan -çetecilik ve yeraltı
faaliyeti- suçlamasıyla dava açılmış. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu kişilerin
suçları Moskova Sovyetinde her şeyi açık yüreklilikle söylemekten ibaretti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Bu
yüzden oradan -uzaklaştırılmaları- gerekiyordu. Açıkça görülmektedir ki, ne
Moskova Sovyetinin, ne de Rusya’daki başka bir Sovyetin görevini yaparken kendi
başına karar verme hakkı ya da bağımsızlığı hakkı söz konusudur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hatta Komünist
Partisi’nin sıradan bir üyesinin bile orada görüşlerini açıklama konusunda
fazla olanağı yoktur. Hem Sovyetlerin, hem de tüm Bolşevik hükümetin içinde
-proletarya diktatörlüğü- çok küçük bir grubun elinde bulunmaktadır – o,
Rusya’yı ve Rus Halkını tek başına egemenliği altında tutan merkezdeki küçük
gruptur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir zamanların
ideali olan -işçilerin, köylülerin ve askerlerin özgür fikir alışverişi- halkın
artık rağbet etmediği ve tüm inancını yitirdiği bir komediye dönüşmüş
bulunuyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">4: 19.
yüzyılda Amerika’da Demokrat Parti içine yerleşmiş mafyavari bir grup (ç.n.)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Çalışma Seferberliği</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekte
angaryadan başka bir şey olmayan çalışma seferberliği dünyaya komünist sistemin
en önemli unsurlarından biri olarak övgüyle sunuldu. “</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">-Bugün Sovyet
Rusya’da herkes çalışmak zorundadır. Artık parazitler yoktur.-” Gerçi Lenin
hiçbir zaman bu uygulamanın Rusya’yı yeniden inşa için yürürlüğe konan başka
birçok benzer uygulamagibi bir hata olduğunu itiraf etmedi; ama onun,
angaryanın işçilern verimliliğini artırmak konusunda hiçbir şey gtirmediğini
net olarak anladığına inanıyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Uygulandığını
dönemde angarya, sadece kitlesel bir kölelik sistemi kurmayı ve burjuva
asalakların yerini Bolşevik asalaklar aygıtının almasını başardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Görevi
işçileri zorlamak, iş sırasında gözetlemek, tutuklamak ve zaman zaman da,
işlerini izinsiz erketmeleri durumunda, kurşuna dizmekti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekten de
işçilerin büyük çoğunluğu işyerlerine gidiyordu, ancak çalışmak için değil;
avarelik etmek, karılarının ve çocuklarının köyde un ve patatesle
değiştirebilecekleri birkaç parça malı gizlice üretmek için, Açlıktan ölmemenin
tek yolu buydu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sadece köyden
şehire bir şey getirilme imkanı üzerine bile bir kitap yazılabilir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ticaret
yasağıyla birlikte, resmi görevli olmayan herkesin köyden şehiren
getirebilecekleri mallara el koymak üzere tüm tren istasyonlarına askerler ve
Çeka elamanlarından oluşan müsadere birlikleri (Sagrhaditelniotrjad)
yerleştirilmeye başlandı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ancak büyük
zorluklarla seyahat izni alabilen, seyahat imkanı çıkana kadar günlerce, hatta
haftalarca istasyonlarda bekleyen, tıka basa dolu pis vagonlarda ayakta, bazen
de vagonların üstünde ya da merdivenlerde yolculuktan sonra bir pud un ya da
patates elde edebilen bu şanssız zavallılar, seyahatlerinin son istasyonunda
önlerine çıkan müsadere birliklerinin herşeyi ellerinden almalarını sessiz
sedasız sineye çekmek zorundalardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çoğu durumda
komünist devletin koruyucuları el konulan malları kendi aralarında
paylaşıyorlardı. Yoksul kurbanlar başlarına başka birşey gelmediyse kendilerini
şanslı saymalıydılar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çünkü değerli
yüklerinin müsadere edilmesinin dışında, işin içinde, çok sık yapıldığı gibi,
“-spekülasyon-” iddiasıyla, içeri atılmak da vardır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kıtlık
döneminde hayatta kalmaya çaba harcadıkları için Rusya’nın hapishanelerini
dolduran mutsuz insan yığınlarının yanında, gerçekten spekülasyon yaptıkları
için hapse atılanların sayısı yok denecek kadar azdır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bolşeviklerin
bir konuda haklarını teslim etmek lazım -onlar yarım iş yapmazlar. Angarya
yasallaşır yasallaşmaz acımasız bir şekilde uygulandı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Erkek kadın,
genç yaşlı, yırtık pırtık ayakkabıları ve lime lime olmuş ince elbislerine
akılmaksızın, ayrım gözetilmeksizin, buz gibi havada ve tipide kar küremeye ya
da buz kırmaya zorlandılar. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bazen odun
kesmek için gruplar halinde ormana gönderildiler. Sonuç zatülcenp, akciğer
iltihabı ya da veremdi. Ancak bu sonuçlardan sonra Kremlin’deki bilgeler
işbölümünü düzenleyecek bölümler açtılar. Bu bölüm, işçilerin bedensel güçleri
konusunda karar veriyor, onları sınıflandırıyor ve mesleklerine göre işlere
dağıtıyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İşe zorlamak
için kullanılan yöntemlere karşı derin bir nefret duydukları için, insanların
bu köleleştirici ve insanlık dışı koşullarda işten kaçmaya çalışmalarına
şaşmamak gerekiyor. İnsanlar zamanla komnist devlet, damarlarından yaşam
enerjilerini soğuran bir sülük gii görmeye başladılar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Uzun savaş
yıllarının darbelerini yaşayan, Yudeniç’in sürülerine karşı şehirlerini kahramanca
savunan, savaş ve açlığın dehşetini yaşayan, tüm Rusya’nın en devrimci işçileri
olarak nam salan Petrograd işçilerinin bile sahte devrimcilerden ve onlarla
bağlantılı her şeyden nefret etmeye başlamaları bir mucize miydi? Ancak bu
onların hatası değildi.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Onların
ideallerini ve inançlarını yıkan Bolşeviklerin zalim devlet mekanizmasıydı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> İnsanlarda,
ancak uzun dönemde aşılabilecek devrim karşıtı bir ruh hali yaratan oydu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Petrograd Sovyeti’nin bir
toplantısındaki bir sahneyi hiç unutmayacağım. </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kronstadt’ın kaderi ile ilgili kararın
verileceği geceydi.</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Komünist
liderlerin uzun konuşmalarından sonra birkaç işçi ve denizci söz istedi. ir
cephane işçisi konuşuyordu. Yüzü izleyicilere değil, oturum başkanına dönüktü.
Gerinlikten sesi titriyor, gözleri alevler saçıyor ve tüm bedeni sarsılıyordu.
Petrograd Sovyeti’nin başkanı Zinovyev’e hitap ediyordu:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">“-Üç buçuk yıl önce siz Alman ajanı,
devrim düşmanı olarak damgalanıp hafiyelerin hakaretlerine ve takibine
uğrarken, biz Petrogradlı işçiler ve denizciler sizi kurtardık, sizin için
savaştık, kan döktük ve sizi sonunda bugün olduğunuz yere getirdik. Bunu siz
halkın isteklerine tercüman olacağınızı düşündüğümüz için yaptık. Ama o andan
itibaren siz ve hükümetiniz bizden uzaklaştınız. Ve şimdi bizlere hakaretler
yağdırıyor ve bizi karşı-devrimci ilan etmekte diretiyorsunuz.Ekim Devriminde
verdiğiniz sözleri yerine getirmenizi istediğimiz için bizi hapse atıyor ve
kurşuna diziyorsunuz.-”</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Adamın başına
neler geldiğini bilmiyorum. Cüretkarlığından dolayı cezaevini ya da merzarlığı
boylamış olabilir. Ama çığlığını kimse duymadı. O çığlık, devrim döneminde
olağanüstü bir coşku düzeyine ulaşan, şimdiyse bolşevik devlet tarafından
zincire vurulan ve ölümle pençeleşen bir ruhun, tüm Rus halkının ruhunun
çığlığıydı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Çeka</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çeka, tam
adıyla Tüm Rusya Olağanüstü Komisyonu, şüphesiz Bolşevik rejimin en karanlık
kurumudur. Bolşeviklerin iktidar almalarının hemen ardından, karşı-devrime,
sabotaj ve spekülasyona karşı mücadele amacıyla kuruldu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Başlarda
İçişleri Komiserliği, Svoyetler ve Komünist Partisi’nce kontrol edilen Çeka,
zamanla tüm Rusya’nın en güçlü örgütü haline geldi. Çeka bugün devlet içinde
bir devlet değil, devlet üzerinde bir devlettir. En ücra köyüne kadar bütün
Rusya bir Çeka ağıyla sarılmış durumdadır. Devasa bürokratik sistemin her
bölümünün, tanrısal kudreti ile Rus halkının ölüm kalımı konusunda karar veren
kendi Olağanüstü Komisyonu mevcuttur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çeka’nın
yarattığı cehennemitüm dehşetiyle dünyaya anlatabilmek için Dante olmak
gerekirdi: Kendi maşaları üzerinde yarattığı bayağılaştırıcı, kişilik yıkıcı
etki; Rusya’ya yaydığı dehşet, güvensizlik, nefret, acı ve ölüm korkusu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tüm Rusya
Olağanüstü Komisyonu’nun başı Dzerjinski’dir. Başkanlığın diğer üyeleri gibi o
da denenmiş bir “komünisttir”. Kamuya açık bir raporda şöyle diyor Dzerjinski:
“Biz örgütlenmiş dehşetin temsilcileriyiz… biz Sovyet rejiminin düşmanlarını
terörize ediyoruz. Ev arama, mala ve sermayayeye el koyma, göz altına alma,
soruşturma yapma, suçlu olduğuna inandıklarımızıyargılama ve cezalandırma ve
idam cezası verme yetkisine sahibiz.”</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Başka bir
deyişle, Çeka aynı zamanda muhbir, polis, hakim, gardiyan ve cellattır. O,
kararlarına itiraz edilemeyen ve eline düşenin nadiren kurtulduğu en yüksek
otoritedir. Operasyonlarını hemen her zaman geceleri yapar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir bölgedeki
ani bir ışık seli Çeka’nın olağanüstü hızlı otomobillerinin gürültüsü, halkı
ürkütmenin ve dehşete düşürmenin sinyalleridir. Çeka gene iş başında.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu gece
tutuklanan bahtsızlar kimler acaba? Sırada kim var?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çeka devrim
düşmanlarına karşı savaşmak amacıyla kurulmuştu. Ancak Çeka’nın ortaya
çıkardığı her gerçek komplonun ardından, yeni uydurma ya da bizzat kendilerinin
teşvik ettikleri komplolar çıkıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çeka’nın en
önemli unsurunun ajan ve provokatörler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunlar
tifüs salgını gibi Rusya’nın tüm atmosferini zehirliyorlar. Kurbanlarını
kıstırmak ve onları tehlikeli karşı-devrimciler ve spekülatörler olarak
cezalandırmak için, ne kadar iğrenç ve korkunç olursa olsun, her türlü vasıtayı
kullanmaktan çekinmiyorlar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekte ise
Çeka’nın bizatihi kendisi karşı-devrimci saldırıların ve emsalsiz
spekülasyonların yuvasıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her komünist,
parti disiplini gereği, her zaman Çeka’da görev yapmakla yükümlüdür. Ancak Çeka
mensuplarının büyük çoğunluğu eski Çarlık Okhrana’sının, Kara Yüzler’in
elemanlarından ve ordunun eski üst rütbeli subaylarından oluşmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunlar
barbarca yöntemler kullanmak konusunda ihtisas sahibi kişilerdir. Batılı
ülkelere Rusya’da, başlarında işçi ve köylülerin bulunduğu halk mahkemeleri
üzerine yazılmış parlak raporlar verildi. Çeka’nın alanında bu tür mahkemelerin
esamesi bile okunmaz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Oturumları gizlidir. </span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sözüm ona
sorgular, tabii yapılıyorsa, her tür adaletin grotesk bir biçimde
çiğnenmesinden başka bir şey değildir. “Sanık” daha önceden üretilmiş
delillerle karşı karşıyadır. Ne tanığı vardır, ne de savunma imkanı
verilmiştir. Bu dehşet odasını terk ederken serbest mi bırakılacağı, yoksa
hüküm mü giyeceği konusunda bir fikri yoktur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir gece
hücresinden geri getirilmemek üzere alınıp götürülene kadar sinirleri harap
eden sürekli bir belirsizlik içinde yaşar. Ertesi gün bir Çeka mensubu kalan
pılı pırtıyı almak için hücreye gittiğinde, diğer tutuklular, soğukkanlılıkla
işlenen sonu gelmez cinayet serisine bir yenisinin daha eklendiğini öğrenmiş
olurlar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ya akraba ve
arkadaşlar?Onlar, günler haftalar boyu Çeka merkez binasının bulunduğu Lubyanka
sokağında sıraya girer, bir önceki gece kurşuna dizildiğini öğrenecekleri güne
kadar sabırla yakınlarından bir haber beklerle. Böylece bu kederli insanların
trajedilerine ve acılarına bir de aşağılanma eklenmiş olur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çarlığın eski
Okhrana’sının yaptığı gibi Bolşevik Okhrana da (Çeka.bn.dev-demokrat) yaptığı
alçakça şeyleri halktan gizliyor. Ama gerçek günün birinde gün ışığına çıkacak.
Çeka’nın duvarlarının arkasında yapılan korkunç işlerle- vahşi işkenceler,
rüşvet, yaygın spekülasyon- ilgili şimdiden oldukça önemli yazılı materyal
bulunuyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Durum hakkında
bilgi sahibi olmak için Bolşeviklerin muhaliflerine uzlaşmanız bile gerekmiyor.
Çeka’nın kendisi de zaman zaman bize bu materyali sunuyor. Örneğin Çeka’nın
haftalık yayın organının üçüncü sayısındaki bir yazıda işkencenin zorunluluğu
savunuluyor: “Bu kadar duygusallık yeter”başlığını taşıyan yazıda kelimesi
kelimesine şunlar söyleniyor: “-Rusya’nın düşmanlarına karşı mücadelede, onları
itiraf etttirmek ve sonunda başka bir dünyaya göndermek için işkenceyi
kullanmak zorunludur.”-Okuyucu asla Çeka’nın 1918′den itibaren ilerici olduğu
vehmine kapılmamalıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Geçen yıl
Profesör Tagantseff’in sözüm ona komplosu açığa çıkarıldığında tutuklulara
dayak atıldı, içecek verilmeyerek işkence yapıldı ve ek olarak benzeri
olağandışı “devrimci” yöntemler de kullanıldı. Bu bilgileri karşı
devrimcilerden değil tutuklular arasında bulunan ve Çekacı yöntemlerin
başarısına tanıklık eden çok dürüst bir komünistten aldım. Karşı-devrimciler
arasında bir komünist mi? Bu nasıl mümkün olabilir? </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çok basit.
Çeka ağını attığında suçlularla birlikte suçsuzları da, gerçekte çoğunlukla
suçsuzları da yakalar. Yoksa, bütün şehir duymadan örneğin 68 kişinin bir
komploya katılması nasıl mümkün olabilir?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gerçekten de
geçen yaz 68 kişi Petrograd’da Tagantseff komplosuyla ilişkilendirilerek
kurşuna dizildi. Ve bu sayı Çeka’nın zindanlarında ölüme gönderilen suçsuz
erkek ve kadınların, hatta çocukların küçük bir yüzdesini oluşturuyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hükümetten
tekrar tekrar bu korkunç örgütün gücünün sınırlanması talep edildi. Böyle bir
deneme 1920 yılının sonbaharında yapıldı. Ama hemen bunun ardından Moskova’da
işlenen suç sayısı hızla arttı ve “komplolar” sıklaştı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tabii ki,
Çeka’nın, Bolşevik devlet açısından vazgeçilmezliğini kanıtlaması
gerekmekteydi. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunun üzerinde
Dzerjinski’ye açık bir teşekkür mesajı gönderildi ve bu mesaj Pravda’da
yayımlandı. Petrograd Sovyeti’nin toplantılarının birinde Zinovyev, Dizerjenski’yi,
“kendini devrime adamış bir aziz” ilan etti.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Karanlık
Ortaçağ’ın tarihi bu tür martirlerle doludur. Bolşeviklerin insanlık tarihinin
en karanlık dönemini taklit etmek zorunda kalmaları ne korkunç.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu vesileyle,
Bolşeviklerin, 1917 yılında geçici hükümetin asker kaçakları için ölüm cezasını
yürürlüğe koyma girişimi sırasındaki tavırlarını hatırlamak ilginç olacaktır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> O zaman
Bolşevikler bu türden bir vahşete karşı çok şiddetli tepki göstermiş, ölüm
cezasının insanlık açısından ne kadar barbarca ve alçaltıcı olduğunu
savunmuşlardı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ekim
Devriminden hemen sonra, Sovyetlerin İkinci Tüm Rusya Kongrelerinde
Bolşevikler, diğer devrimci unsurlarla birlikte, bu cezanın kaldırılması
doğrultusunda oy vermişlerdi. Bugün Razstrels (kurşuna dizme) Çeka’nın komünist
devletçe kabul edilen ve bir komünist azizin yetkisi dahilinde uygulanan en
gözde yöntemdir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peki,
sosyalist devrimin yeni bir toplumsal yaşamın doğum eylemi olduğunu vazeden
Marksizm ne olacak? Rusya’da uygulandığı şekliyle Bolşevik yöntem ve ilkelerde
bunun bir işareti var mıdır? Bolşevik devletin kanıtladığı şey, kendisinin
şimdiye kadar Rus devrimi açısından yok edici bir komplo olduğu ve böyle olmaya
devam ettiğidir...</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1JM5q1vnzblsfptq1AoD4OruefoA2buMV3TzunLnbZl4koo2GrPID4OtPlNZP_YePxMmvNxWpcM7jlFzHuVQXhTbaHOZccApTVEOU0AiYhSkYq7mg9ZXPtz2ogyK8wT9m0AJsQt8RaUcx/s1600/ScreenHunter_5228+Nov.+07+13.35.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="232" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1JM5q1vnzblsfptq1AoD4OruefoA2buMV3TzunLnbZl4koo2GrPID4OtPlNZP_YePxMmvNxWpcM7jlFzHuVQXhTbaHOZccApTVEOU0AiYhSkYq7mg9ZXPtz2ogyK8wT9m0AJsQt8RaUcx/s400/ScreenHunter_5228+Nov.+07+13.35.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emma Goldman-</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Devrimci
Demokrat’ın Not'u ve Yorumu</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emma Goldman,
Rus devrimini, yani Bolşevikleri desteklemek için, anarşist yoldaşı Aleksandr
Berkman’la birlikte ABD’den Ruya’ya gelmiş ve yaklaşık 2 yıl Rus’ya da
kalmışlar ve gördükleri karşısında büyük bir hayal kırıklığı ve dahası şok
yaşamışlardır. (etraflı bir konu geçiyoruz, çünkü Emma ve Berkman bu konuyu
gerek başka makalelerinde, gerekse de kitaplarında daha etraflı
anlatmışlardır)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bizim şu notu
düşmemiz gençler için gerekli diye düşündük: Emma’nın burada her yaptığı
‘yoruma’ katılma durumunda değiliz. Örneğin; Brest-Litovsk anlaşması
konusunda Emma ile ters kutuplardayız. Ve bu anlaşmanın ‘elzem ve de gerekli
olduğunu, Rus devrimine bir ara soluk aldırdığını’ düşünüyoruz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Keza;‘Kızıl
Terör’ (özellikle Anya Kaplan’ın Lenin’i ‘hain’ diye vurmasından sonra
gemi iyice azıyla aldı bu terör) konusunda da farklıyız. Şöyleki; sabotajları
önlemek adına kurulan ÇEKA, giderek bütün muhalefeti tutuklayacak, hatta
sorgusuz-sualsiz onbinlerce infazlar yapacaktı Lenin’in
vurulmasından sonra. Bunları birbirinden ayırmak gerekir,diye düşünmekteyiz.
(ki,Emma buna dokunmuş zaten)</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ve elbette ki
ÇEKA, daha Lenin zamanında bile (yine Lenin’in destek ve onayıyla)
yetkileri ‘Merkez Komitesinin’ 0MK) bile üstüne çıkarılmıştı ve bu kurum ‘Parti
Üstü’ bir teşkilat oldu vede Vahşeti Alman ‘gestaposunu’ aratmayacak hale geldi
çok kısa sürede....</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İşte bu
noktada; Terör? Ama Kime karşı bu terör? Sorunu ortaya çıkıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">ÇEKA, 1918
yılı sonuna doğru her türlü ‘muhalefetin’de baş düşmanı olup çıktı. Fakat;
Lenin’i tanıyoruz, Lenin zaten hertürlü muhalefetten nefret eder, onlara sadece
yüzünü değil, sırtınıda dönerdi (Axselrod’un kulakları çınlasın). Yani,
ÇEKA’nın giderek muhalefte yönelmesi Lenin’in bilgisi dahilinde, vede onayıyla
olmuştur.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Diyeceğimiz;iç
savaşta ve devrim yıllarında, belkide devrimden sonrada kısa bir süre için,
büyük burjuvaziye ,sabotaj ve karşı-devrimci komplolara karşı bir ‘örgüt’
gerekli ama bu örgüt; Gestapo yavrusu ‘Çeka’ gibi olmamalı...</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">-NEP dönemine
de farklı yaklaşıyoruz Emma’dan. (Bence,Emma aslında ‘aşırılıkları’ çok güzel
eleştiriyor yerden yere vuruyor bunları çok haklı olarak ama ‘telefuzda’ farklı
anlatıyor,diye düşünüyorum, belki de çeviri hatası bu dil?) 14 Ülkenin işgal
ettiği Rusya’da devrim olurken ekonomide ve siyasette ‘savaş komünizmi’ diye
bir tutum alınması çoğu zaman zorunluktur (‘eleştirenlerin tutuklanması,
doğrudur’ demiyorum elbette) AMA, ‘savaş komünizmi’ adına, KÖR BİR TERÖR
bataklığına saplanmadan, ÇEKA’ya benzemeden.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lenin
Rusya’sı,rejimi,malesef dozunu kaçırmış bu ‘terörün’ ve dahası; savaş bittikten
sonra da, ne muhaliflere, ne işçi sınıfına, nede köylülüğe, veya ‘sivil
toplum’ kuruluşlarına bile, söz, eleştiri ve eylem, ‘örgütlenme’,
‘basın-yayın’ hakkı vermemiş, ‘Tek Parti Devleti’ kurarak ‘Totaliter’
(her türlü demokrasiden uzak) bir rejim inşa etmiş, Stalin gibi insan ve
insanlık düşmanının iktidara gelmesinin önünü de bizzat kendisi açmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emma
Goldman’ın,ÇEKA’nın vahşi terörünü kınarken burada görmediği şudur;
ÇEKA’nın kendisi, ‘İşçi Köylü Teftiş Kuruluna’ bağlıdır ve ‘kurumun’ başında da
STALİN vardır! (Fakat,Emma’nın kitaplarını ve makalelerini yazdığı dönemlerde
Stalin’i duymamıştı ve tanınmıyordu, bu yüzden olsa gerek 1928 yılında kitabını
yazarken de Stalin’e yer vermemiş) (bolşevik partide bile tanınmıyordu Stalin’i
1922 yılına kadar).Ama O, az ilerde açık çehresi ile ortaya çıkacak, haşmeti ve
vahşetiyle, tanıtacaktır kendini Rus kamuoyuna.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Fakat, herşeye
rağmen, bütün farklı düşüncede olan parti ve örgütleri kapatan, ‘her türlü
yetkiyi’, ‘partisinin’ ve ‘kendi elinde’ toplayan ‘Tek Adam’, ‘Tek Parti’
rejimi kurarak koskoca Rusya’yı ‘hapishane’ haline dönüştüren, Lenin’dir,
Stalin sadece bu totaliter rejimin,CengizHan’ı veya korkunç İvan’ıdır. O kadar.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir diğer
gerekli açıklamamız; Emma burada adeta ‘komünizme’ saldırıyor gibi bir dil
kullanıp, sanki anti-komünistmiş gibi bir imaj yaratmış olmasıdır.Okur şunu
bilmeli; Emma Goldman, kendisini (tıpkı Alexandr Berkman gibi)
‘Anarşist-Komünist’ olarak tanımlamaktadır kitaplarında (bakınız; Emma Goldman,
‘Hayatımı Yaşarken’.Cilt.1.Cilt.2. Metis-Kaos yayınları). Burada ‘komünist’
derken Emma, ‘Bolşeviklerin ve Lenin’in’, (Emma’nın deyimi ile) ‘Diktatör
Komünizmini’ kast ediyor. Yani Emma’nın buradaki dili genç okurların
kafasını karıştırmamalı, komünizme karşı biri değil Emma, çünkü kendisi
komünist-anarşist. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yukarıdaki
Emma Goldman makaleleri, 1922 tarihini taşıyor, yani; bolşevik Rusya’dan
ayrıldıktan (1 Aralık 1922’de Lenin Rusya’sından ayrıldı)lar Emma ve Alexandr
Berkman) hemen sonraki yıl yazdığı yazılar. ‘Hayatımı Yaşarken’ adlı iki
çiltlik kitaplarını ise, 1928 yılında kaleme almış Emma. Bu kitaplarda
‘açıklamaları ve anlatımları’ daha detaylı....</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Emma’nın ‘Rus
Devriminin Çöküş Nedenleri’, yazdığı makaler ve kitapları aşan bir konu ama iyi
bir gözlemci olduğuda inkar edilemez. Çünkü olayların nedenini ve toplumun o
anki içinde bulunduğu durumu bize aktaran en önemli iki tanıktan (diğeri;
Alexandr Berkman) biridir Emma Goldman.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Halim Kar</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">6 Eylül 014-</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-37863033696106500082016-08-09T23:58:00.001-07:002016-08-09T23:58:31.549-07:00Asker kaçakları nasıl asılır?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcsXePh_Wi2B9KgNJhZbBhzqQE2cZGsiKW5TZXTuC-vBlu8-RP47QWBZqrbe2_9kzu9U7Hij8679ZKg5VLmRFm8JGKAhZ_pfXrjhbk4rdtHmxYnUBOfn36H6YGuMMhtCgdhQMkw_MAUoOA/s1600/ScreenHunter_2839+Aug.+10+16.56.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="237" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcsXePh_Wi2B9KgNJhZbBhzqQE2cZGsiKW5TZXTuC-vBlu8-RP47QWBZqrbe2_9kzu9U7Hij8679ZKg5VLmRFm8JGKAhZ_pfXrjhbk4rdtHmxYnUBOfn36H6YGuMMhtCgdhQMkw_MAUoOA/s400/ScreenHunter_2839+Aug.+10+16.56.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Mehmet Altan<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Cevat Şakir’in
Bodrum’a sürgün gitmesine yol açan yazısı, gerçekten de “memlekette isyan
bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici” miydi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br />
Kanlı ve affedilmez darbe girişimi ertesinde yaşadığımız çok sıkıntılı dönem ve
ilan edilen olağanüstü hal, onun ardından gelenler, bizi geçmişteki
olağanüstü hal şartlarına ve basın ilişkilerine savurdu.<br />
<br />
Geçen yazıda buna değinmiştik, kaldığımız yerden devam edelim.<br />
<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin “medya” anlayışını, Şeyh Sait İsyanı ardından
çıkarılan ve özgürlükleri boğan 4 Mart 1925 tarihli “Takrir-i Sükûn”
yasası temsil eder.<br />
<br />
Bu anlayışın özeti, devletin ya da siyasal iktidarın punduna getirdiği an,
canını sıkan herkesi ve her şeyi susturması, saha dışına atmasıdır.<br />
<br />
Bu anlayışın bugün de değişmediğini görüyoruz, 2016 yılındaki yazılı ve
görsel basın sansürleri bunu zaten ispatlıyor.<br />
<br />
Bugünün de tarihini yarın birileri tabii ki yazacaktır ama gelin biz şimdi bu
zihniyetin dününü hatırlayalım.<br />
<br />
***<br />
<br />
Takrir-i Sükûn yani Sessizlik Yasası çıktıktan bir gün sonra, 6 Mart 1925 Cuma
günü Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul'da yayınlananTevhid-i Efkâr, Son
Telgraf, İstiklâl, Sebilürreşat, Aydınlık, Orak Çekiç kapatılır.<br />
<br />
Bir gün sonra da Adana’da Toksöz Gazetesi susturulur.<br />
<br />
9 Mart 1925'te de farklı kentlerde yayınlanan beş gazete daha kapatılır: Sadayı
Hak, İstikbâl, Kahkaha, Presse du Soir, Savha.<br />
<br />
15 Nisan 1925'te Tanin ve Resimli Ay Dergisi süresiz
olarak kapatılır.<br />
<br />
12 Ağustos’da Vatan Gazetesi aynı akıbete uğrar.<br />
<br />
Ardından kapatılan gazetelerin sorumluları tutuklanır ve kurulan İstiklâl
Mahkemeleri’nde yargılanırlar.<br />
<br />
<br />
***<br />
<br />
Bu gazetelerin neden ve nasıl kapatıldığını, çıkarılan yasanın nasıl ve hangi
amaçlarla uygulandığını en iyi anlatan örneklerden biri Resimli Ay Dergisi’nin
hikâyesidir.<br />
<br />
1 Şubat 1924 günü yayın hayatına başlayan Resimli Ay, yayın hayatının ilk
devresinde "ülkede gerçek bir demokrasinin kurulabilmesini ve sosyal
problemlerin incelenmesini" amaçlıyordu.<br />
<br />
Siyasi fikir yazılarını Zekeriya Sertel ile eşi Sabiha Sertel yazıyor; edebî
yazıları ise Mehmet Rauf, İbn-ül Refik, Ahmet Nuri, Reşat Nuri, Yusuf Ziya,
Hakkı Sûha, Ercüment Ekrem, Hıfzı Tevfik, Sadri Ertem, Selim Sırrı, Mahmut
Yesari, Yakup Kadri kaleme alıyordu.<br />
<br />
***<br />
<br />
Daha sonra Halikarnas Balıkçısı mahlasını alacak olan Cevat Şakir’in dört asker
kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak Hüseyin Kenan takma adıyla kaleme
aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile
Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü dergi kapatıldı ve
sorumlu müdür Zekeriya Sertel ile Cevat Şakir İstiklâl Mahkemesi'nde
yargılandı.<br />
<br />
Kısa süren bir yargılama sonunda Zekeriya Sertel üç yıl Sinop'ta kalebentliğe
mahkûm edildi. Bu zindan bugün adetâ bir zulüm müzesi olarak duruyor. Benim de
birkaç kez gezmişliğim vardır.<br />
<br />
Cevat Şakir de İstanbul İstiklâl Mahkemesi tarafından “Memlekette isyan
bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak”tan suçlu bulundu.<br />
<br />
Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de,
Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü.<br />
<br />
Üç yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı.<br />
<br />
***<br />
<br />
Cevat Şakir, cezasının diğer yarısını da İstanbul'da tamamladıktan sonra,
sürgünlük döneminde çok sevdiği Bodrum'dan uzak kalamadı ve yeniden dönüp
yaklaşık yirmi beş yıl orada yaşadı.<br />
<br />
Bodrum'un antik çağdaki adı olan Halikarnas'ı mahlas olarak benimseyen Cevat
Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı.<br />
<br />
Edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrum’da yazdı.<br />
<br />
1926'dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı. Konularını Ege Bölgesi ve Akdeniz
Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olaylardan çıkardı. İçinde
yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asi denizi, kaderleri
denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin
bir terim ve mitologya hazinesinden beslenerek anlattı.<br />
<br />
***<br />
<br />
Cevat Şakir Bodrum'da yaşadığı dönemde arkadaşları ile ilk Mavi Yolculuk
turlarını da gerçekleştirdi.<br />
<br />
Bu mavi yolculuklarda yanlarına aldıkları şeyler: Peynir, su, İstanköy
peksimeti, tütün ve rakı idi. Mavi Yolculuk’ta gazete okumaz, radyo
dinlemezlerdi.<br />
<br />
Amaç dünyadan kaçmak ve medeniyetten uzak olarak kafayı dinlemekti. Haftalarca
denizde kalınır, sadece acil ihtiyaçları temin etmek için karaya çıkılırdı.<br />
<br />
Bu yolculuklar Halikarnas Balıkçısı’nın edebî eserlerini de büyük oranda
etkiledi.<br />
<br />
***<br />
<br />
Peki, Cevat Şakir’in Bodrum’a sürgün gitmesine yol açan ve bütün hayatını
değiştiren yazısı, gerçekten de “Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri
isyana teşvik edici” bir yazı mıydı?<br />
<br />
Benim de çocuk yaşlarımda Yaşar Kemal’in evinde bir kez karşılaştığım Cevat
Şakir, Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke döneminde siyasi olmayan bir suçtan
dolayı uzun bir süre hapis yatmıştı.<br />
<br />
Bu çok uzun süren hapishane günlerinde yaşadıklarını öykülerle anlatıyordu. Resimli
Ay’da yayınlanan öykü de onlardan biriydi.<br />
<br />
Yazıda, idama mahkûm edilen üçü yirmi, biri de yirmi altı yaşında olan dört
“asker kaçağı”nın son günleri anlatılıyordu.<br />
<br />
***<br />
<br />
Öykü, kararı öğrendikten sonra kullanılabilir neleri varsa, “başlarındaki fesi,
sırtlarındaki camadanı, ayaklarındaki kalçınları bile” satarak elde ettikleri
“paraları (...) mevkufların en fakirlerine dağıtan” mahkûmlarla başlar.<br />
<br />
“Mühim cinayetleri işlemiş” canilerin salıverildiği bir zamanda “pek genç
yaşlarında çirkin, soğuk ve şanssız bir ölümle öldürülecek olmaktan” başka bir
üzüntüleri yoktur.<br />
<br />
O denli ki “Teselliye muhtaç sanki kendileri değil idi, bilakis kendilerini
ziyarete gelenleri onlar (...) teselliye uğraşıyorlardı.”<br />
<br />
***<br />
<br />
Cevat Şakir, özünde “asker kaçaklığı”nın gerisinde yatan insanî durumu
vurgulamak istiyordu:<br />
<br />
“Mehmed, seferberlik ilan edilince askere alınmıştı. Harp esnasında
Çanakkale’de mükerreren yaralanmıştı. Uzun seneler zarfında kendisi hak ettiği
halde ancak iki kere köye gitmek için izin almıştı. Halbuki evlatlarını çok
özledi. (...) Bir kere uzak serhadlere doğru şimendiferle sevk edilirken tren,
köylerinin ta yanı başından geçmişti. İşte yüz adım ötede köyünün evlerini ve
hatta kendi çatısını görüyordu. Uzun zamandan beri görmediği çocukları ta
şuracıkta o çatının altında yaşıyorlardı. Kendisi Filistin cephesine gidiyordu.
Ama gidip de geri dönmemek vardı. Çocuklarımı bir defa daha göreyim dedi. (...)
Velhasıl trenden atladı. Bu, işte bir firar vakası olmuştu.”<br />
<br />
Zekeriya Sertel’inde anılarında belirttiği gibi gerçekten de ‘’hikâyenin
o günün olayları ile uzaktan yakından hiçbir bağı yoktu.”<br />
<br />
Ama “bağ kurmak” bizim buralarda son derece kolay ve sıradandır… Hukuk
olmayınca siyasi mülahaza her türlü bağı kurmakta mahirdir. Aynen bugün olduğu
gibi…<br />
<br />
<br />
***<br />
<br />
Cevat Şakir’le birlikte mahkûm olan Zekeriya Sertel de 1927 yılında
İstanbul'a dönebildi.<br />
<br />
Bu süre içinde eşi, derginin yayınını Resimli Ay, Resimli Perşembe,
Sevimli Ay adlarıyla sürdürdü ve "Türkiye'nin ilk kadın
gazetecisi" unvanını aldı.<br />
<br />
Zekeriya Bey'in dönüşünde dergiyi yeni bir hava içinde çıkarmaya başladı.<br />
<br />
1928’den 1930’a kadar olan bu ikinci devrede yazı ve hikâyelerde ilerici ve
sosyalist fikirler ön plana çıkmış, yazı kadrosunda da birtakım değişiklikler
yaşanmıştı. Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Suat Derviş, Vâlâ Nureddin gibi
yazarlar derginin yazı kadrosunda yer aldılar.<br />
<br />
Nâzım Hikmet'le başlattığı “Putları Yıkıyoruz” yazı dizisi ile tepkileri üstüne
çekti. Bu dizide Nâzım ve Sertel, yeniliklerin önünü tıkadıklarına inandıkları
Namık Kemal, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit, Hamdullah Suphi, Ahmet Haşim gibi
ünlü edebiyatçıları “tahttan indirmeyi” amaçlamışlardı.<br />
<br />
***<br />
<br />
Böylesine parlak kadrolarla yayınlanan ve basın tarihinde derin bir iz bırakan Resimli
Ay’ın yöneticisi ve yazarı neden bu çileleri çekti?<br />
<br />
Zekeriya Sertel’den dinleyelim : <br />
<br />
“O dönemde halk arasında geniş ölçüde hoşnutsuzluk vardı. Tek parti
sistemi halkı bıktırmıştı. Memleketin kaderini bir parti elinde tutuyor, bu da
keyfî yönetime yol açıyordu. Yurttaş düşündüğünü söyleyemiyordu. Seçim hakkını
bile özgürce kullanamıyordu. Ben Son Posta’nın ilk sayısında 'Boğuluyoruz,
biraz hava istiyoruz’ başlıklı bir yazıyla o günün baskısına karşı ilk isyan
bayrağını açtım. Bu yazı o vakit büyük bir tepki yarattı. Çünkü halkın o günkü
şikâyetlerine cevap veriyordu. Büyük Millet Meclisi halkı değil, Halk Partisini
temsil <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
göstermelik bir kurum olmuştu. Halk Partisi’nin dışında siyasî parti kurmak
yasaktı. Basın sıkı bir baskı altında yaşıyordu. Telefonla gazete
başyazarlarına verilen emirlerin dışına çıkılmazdı. En ufak bir hata yüzünden
gazete haftalarca kapatılır, sorumlular mahkemeye verilirdi. Yani tek kelime
ile halk nefes alamıyordu. Havasızlıktan ve hürriyetsizlikten boğuluyordu.”<br />
<br />
***<br />
<br />
Zaten buranın basın tarihinin özeti de herhalde “havasızlıktan ve
hürriyetsizlikten” boğulanların hakkını koruyanlar ile hürriyetleri boğanlara
alkış tutanlar arasındaki çatışmadır.<br />
<br />
“Hürriyetsizliği” savunanlar hep daha kalabalık oldu, hürriyeti savunanlar da
hep saygıyla anıldı.</span><span style="font-size: 8.5pt;"><br />
<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-78295465523601775872016-07-16T04:41:00.003-07:002016-07-16T04:41:38.597-07:00XVII. yy' da Osmanlılar' da cezalar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEitK4tPnWucd5kyIDVonX0n30o0zBfFRtDmW30_GtK5LwEvwOvgPOfq68lfYthOwqZSyqQnMN7cE_oSUef2LXl0V-3xORNTERi13ZZbDaLij2Mue_h8uCVdFNFo8MtCpzxE9Jqnia0o0siw/s1600/ScreenHunter_2188+Jul.+16+21.39.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="282" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEitK4tPnWucd5kyIDVonX0n30o0zBfFRtDmW30_GtK5LwEvwOvgPOfq68lfYthOwqZSyqQnMN7cE_oSUef2LXl0V-3xORNTERi13ZZbDaLij2Mue_h8uCVdFNFo8MtCpzxE9Jqnia0o0siw/s320/ScreenHunter_2188+Jul.+16+21.39.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="http://blog.milliyet.com.tr/AramaBlog/?search=Osmanl%C4%B1" style="font-family: "Bookman Old Style";">Osmanlı</a><span style="font-family: "Bookman Old Style";">larda </span><a href="http://blog.milliyet.com.tr/AramaBlog/?search=ceza" style="font-family: "Bookman Old Style";">ceza</a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> kaynakları
üçtür. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunlardan biri, İslam Ceza </span><a href="http://blog.milliyet.com.tr/AramaBlog/?search=Hukuk" style="font-family: "Bookman Old Style";">Hukuk</a><span style="font-family: "Bookman Old Style";">u
“ukuubat”, ikincisi Türklerin İslam dinini kabulden önceki gelenekleri,
özellikle Türk-Moğol yasaları, üçüncüsü ise Osmanlıların sonradan çıkardıkları
yasalar ve “siyaseten katl” anlayışıyle koydukları cezalardır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İslam’daki
cezalar üçe ayrılır: Had, kısas, diyet ve Ta’zir. Had cezalar (çoğulu hudut),
Allah’a karşı işlenen suçlar için Allah’ın hakkı olan, bu yüzden de
değiştirilemez cezalardır. Bunlar kanunda gösterilen cezalar gibidir. Had
cezasını gerektiren suçlar zina, kazif (veya zina iftirası) şarap içme,
hırsızlık, haydutluk gibi olanlardır. Bunlardan zina için recim ve 100 değnek
cezası, kazif için 80 değnek, şarap içme için 80 değnek, hırsızlık için bir
organın kesilmesi, haydutluk, yol kesme için duruma göre öldürme, teşhir bir
organın kesilmesi gibi cezalar verilirdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kısas ve diyet
bir çeşit ödeşme, takas cezalarıdır. Bunlar öldürme, bir organın kesilmesi veya
para, mal olarak ödeşme olup, bu sonuncuya, Osmanlı kanunlarında “kanlık”
denmektedir. Kısas, kama, bıçak gibi araçlarla yapılır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Taz’ire
gelince, bundan önce belirtilen cezalardan farklı olarak taz’irde önceden
sayılmamış suçlardan gene önceden sayılmamış cezaları olup, bunlar, yargıcın
takdir hakkına bırakılmıştır. Yargıç isterse suçluyu bağışlar, sürgüne
gönderir, tutuklar, teşhir ettirir, değnek cezasına çarptırırdı. Burada “had”
cezalarına göre sınırlamalar tanınmıştır. Ayrıca devletin dirliği ve çıkarları
için şeyhülislamdan alınan bir fetva üzerine hükümdarın “siyaseten katl”
denilen ceza verme yetkisi tazir’e benzetmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">“Siyaseten”
çok defa ölüm cezası anlamınadır. Şeriatla işbirliğiyle verilen bu ceza,
padişahın can ve mal üzerinde sınırsız yetkisine dayanan bir örf hukukudur.
Bunu gerektiren suçlar ise padişahın tahtını tehlikeye düşürme, padişahın
canına kasd, tahkir, devlete karşı ayaklanma, padişaha yalan söylemek,
kalpazanlık, halk malını çalma, zulüm, nüfuzu kötüye kullanma, casusluk,
eşkıyalık, görevde başarısızlık, sadrazama karşı işlenen suçlar, padişaha baskı
yapılması ve benzeri suçlardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Türklerin
İslam’ı kabulden önceki geleneklerinden, Türk-Moğol cezalarından hangilerinin
Osmanlılara geçtiğini kestirmek kolay değildir. Moğollar’da görülen sert
cezalar arasında kafa kesme, suçlunun gövdesini parçalara ayırma, yırtıcı
kuşlara parçalatma, ağza taş tıkama, güneşte bırakma, boğma, ateşte yakmak,
deri yüzme, filin ayakları altında ezdirme gibileri vardır. Kazık, çengel gibi
cezaların buradan Osmanlılar’a geçtiği ileri sürülebilir. Ala’ud-Devle Bey
kanununda bulunan burun, kulak, dil kesme gibi cezaların da buradan geldiği
düşünülebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">XV. ve XVI.
yüzyıllarda yürürlükte olan kanunlardan Fatih Sultan Mehmet Kanunnamesi, Kanuni
Sultan Süleyman Kanunnamesi, Bosna Kanunnamesi gibi kanunlarda da çeşitli
cezalara rastlanır. Bunlar içinde cerime, siyaseten salb “asma”, “çomak urma”,
“çomaklama”, sakal kesme, suçlunun alnını “dağ etme” (pezevenklik suçlarında),
işkence, el kesme, kollara bıçak sokup gezdirme, sürülme, kat-ı uzuv, teşhir,
alna damga basma, siyaseten teşhir, topluca yemin ve ceza, kasâme gibi cezalar
bulunmaktadır. Bu kanunnameler incelenince birçok İslam uygulamalarının
değişmiş olduğu, İslam’da had olan cezaların taz’ire dönüştüğü, bazı kanunlarda
suçlar için zımmilerin Müslümanlardan daha az cezaya çarptırıldığı, bazılarında
ise zımmilerle Müslümanlar arasında eşitlik olduğu görülür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yargıcın
takdirine bırakılmış cezalarda suçu yüze vurma, öğüt verme, azarlama, kulak
çekme, teşhir, <st1:country-region w:st="on"><st1:place w:st="on">mali</st1:place></st1:country-region>
cezalar, mirastan yoksun bırakma gibi bir ölçüde hafifleri de bulunmaktadır.
Her zaman rastlanmayan fakat tarih kitaplarının kaydettiği çeşitli ağır cezalar
arasında mağaraya kapatıp içine duman salarak öldürme, çuvala koyup suya atma,
XVI.yüzyılda rastlanan ve adı, topa bağlama olan suçluyu topun ağzına koyarak
mermi gibi atmak, linç etmek (keşkeş), deri yüzme, çarmıh, kazık, çengel
gibileri bulunmaktadır. Casuslara uygulanan çarmıh cezasında, suçlunun bedenine
yanmakta olan iri balmumları dikildiğini biliyoruz. Buraya alınan resimde
görülen çengel cezası da korsanlara, casuslara uygulanırdı. Eminönü’nde
kalaslardan bir iskele kurulur, suçlu makaralı iplerle kalasların üst
basamağına çekilir, buradan daha alt basamakta olan ucu sivri çengelin üzerine
bırakılırdı. Bazen suçlu hemen ölmez, çengele takılı olarak bir süre can
çekişirdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İslam’da da
görülen recm yani suçlunun yarı beline kadar toprağa gömülüp taşlanarak
öldürülmesi cezasına İslam’da da Osmanlı’larda da pek az başvurulmuştur.
Osmanlı tarihinde yalnız bir defa görülmektedir. Naima tarihi 1091/1680’de
Kazasker Beyazizade Ahmet Efendi’nin İstanbul Kadısı iken Aksaray’da kavaf
Abdullah Çelebi’nin karısının bir Yahudi ile zina etmesi üzerine kadını
Sultanahmet’te recm ile öldürttüğü, Yahudi’nin de boynunu vurdurttuğunu
yazmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Suçlunun,
buraya alınan resimlerde görüldüğü gibi, boynuna veya ayaklarına ağır
cendereler, çanlar takılarak teşhir edilmesi ve işkence görmesi de sık
rastlanan cezalardandı. Bu çeşit cezalardan biri tomruk cezasıdır. Büyük bir
ağaç kütüğünün yuvalarına suçlunun ayakları sokulur, kilitlenirdi. Bazen de
suçlunun başı dışarda kalmak üzere bütün gövdesi tomruk içine konur. Suçunu
söyleyinceye kadar bunun içinde kalırdı. Nitekim bugün İstanbul Valiliği’nin
olduğu yerin karşısındaki bir binaya eskiden Tomruk Dairesi adı verilmişti. Bu
dairenin başındaki görevlinin adı da tomruk ağasıydı. Tanzimat’tan sonra
kaldırılmıştır. Kemend denilen yağlı iple boğarak öldürme, daha çok kanları
akıtılmadan öldürülmesi inancına uyularak çoğunlukla hanedandan olanlara
uygulanan bir cezadır. Boğma, ipekten “keman girişi” ile yapılırdı. Evliya
Çelebi, II.Osman’ın yumurtalıklarının sıkılarak öldürüldüğünü yazar. Sarayda
öldürmeler çok defa uykuda yapılırdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Değnek veya
falaka cezasına da çok rastlanırdı. Orduda, okullarda da yakın çağlara kadar
görülen bu ceza, İslam Hukukunun önemli cezalarındandı. İslam’a göre bu cezada
yalnız değnek sayısı değil, fakat uygulanışta da gözetilmesi gereken bir takım
kurallar vardı. Değnek cezasını, erkekler ayakta, kadınlar oturarak çekerdi,
değnek deriye vurulu, aynı yere, yüze, karına, tenasül yerine vurulmazdı.
XVI.yüzyıl gezginlerinden Pierre Belon, Türkiye’de gördüğü falaka cezasını çok
beğenmiş, yerinde bir ceza olarak görmüştür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Teşhir
cezaları içinde XVI. y.y. da yapılmış ve buraya alınan iki resimde görüldüğü
gibi daha çok zina suçunda verilen bir ceza da suçlunun bir eşek üstüne ters
bindirilmesi, başına işkembe sararak sokaklarda dolaştırılmasıdır. Nitekim,
Türkiye üzerine XVI. yüzyılda bir kitap yayınlamış olan İtalya doğumlu Fransız
Teodora Spandugino La Genealogie du Grand Turc adlı kitabında şu bilgiyi
vermektedir. “Bir zımni bir Türk kadını ile zina ederse Müslüman olmazsa
yakılırdı. Bir zımni veya Müslüman Türk bir zımni kadınla zina ederken
yakalanırsa, hem erkek, hem kadın sokaklarda bir eşeğin üzerine ters oturtulur,
başına koyun işkembesi sarılır, eşeğin kuyruğunu yular gibi tutarak sokaklarda
dolaştırılırdı.” Nitekim Evliya Çelebi de bu cezanın bir oyunu konu olduğunu şu
satırlarla belirtmektedir. “Bir çingane avratını bir Yahudi ile tutub her
ikisine de işkence ile ikrar-ı cürm ettürmeleri garib, acib bir temaşadır.
Çingane karısına necisli işkembe giydürüb, ters eşeğe bindürüb, Yahudi dahi diğer
bir eşek üzere siyaset için geldüklerinde öyle bir hay u huy-i taklid olur ki,
adam gülmeden kalır.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Cezaların
infazı suçlunun toplumsal sınıfına göre değişirdi. İnfaz muhzır ağa (bu daha
sonra tomruk ağası olmuştur), buyruğunda kapı kahyaları ki bunlardan beşi
falakacıydı, subaşı, asesbaşı, çadır mehterleri, dilsizler, solaklar eliyle
olurdu. Sarayda infazlarda orta kapı ile çizme kapısı arasındaki Siyaset
Çeşmesi önündeki Seng-i İbret’te kesilen başlar, ibret için teşhir edilirdi.
Önemli kişilerin kesik başları gümüş tepsi içinde padişaha gösterilirdi. Kimi
zaman da kesik kafalar Edirnekapı’da teşhir edilirdi. Suçluların asıldıkları
ağaca dar-ı siyaset deniyordu, halk ağzında bu dar ağacı olmuştur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Türkiye’ye
gelmiş yabancı müşahitler, Türkiye’de adaletin sağlam ve çabuk işleyişine
hayranlıklarını belirtmişlerdir. Bunlardan XVI. yüzyılda Türkiye’ye gelmiş olan
Guillaume Postel, ufak bir hırsızlığın bile hoş görülmediğini, parasını
ödemeden bir yumurta alana elli sopa atıldığını, at çalanın ise asıldığını bildiriyor.
1548’de İran seferine katılan Jacques Gassot ise, parasını ödemeden alınan
şeylerin cezalandırıldığını, öyle ki düşmanın buğday tarlasına girmenin
yirmiden kırka kadar kamçıyla cezalandırıldığını söylüyor. 1526’da Kanuni’nin
Macaristan seferinde iki askerin at çaldıkları, iki sipahinin ise ekinleri
biçilmemiş tarlada hayvanlarını otlattıkları için kafaları kesilmiştir.
Düşmanlarına yapılcak haksızlıklarda bil Türkler’in ne kadar titiz olduklarını
WVII. Yüzyılda da görüyoruz. Nitekim XVII. Yüzyılda Bağdat’ın son kuşatılışında
yerli halka zarar verenlerin ufak bir ihbar üzerine ölümle
cezalandırıldıklarını gene yabancı bir kaynak bildirmektedir. Gene XVII. Yüzyıl
gezginlerinden Stochove da ceza ve hukuk yargılamasının hiçbir ülkede
Türkiye’deki kadar çabuk bitmediğini, en krışık davanın bile üç, dürt gün
içinde sonuçlandığını belirtiyor. Ancak gene aynı tanık adalet mekanizmasının
bu çabukluğu yüzünden kimi vakit suçsuzun da suçluyla birlikte ceza görmesine
yol açtığını belirtiyor. Daha erken tarihlerde ise yabancı tanıklar Türkiye’de
adaletin fazla sertliği üzerinde durmuşlardır. Sultan Bayezid’in 1396’da,
içlerinde Korkusuz Jean’ın da bulunduğu Fransız tutsaklarına adaletle nasıl
yakından ilgilendiğini gösterdiğini Froissart iki olayla belirtiyor. Yabancı
tanıkların Türkiye’de adalet mekanizması ve cezalar üzerine verdikleri bilgiler
incelenirse, Avrupa’ya örnek olacak bir yetkinliğe ulaştığı görülecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu çalışma,
Nisan 1969 tarihli Hayat Tarih Mecbuası'nın 3. sayısında çıkan bir çalışmadan
esinlenilerek çeşitli kaynaklardan derlenerek tarafımca hazırlanmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-35969785395376131022016-06-23T23:35:00.002-07:002016-06-23T23:35:34.830-07:00ANARŞİZM ÇEŞİTLERİ NELERDİR ?<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1HGhF7IyFApbdLskbBqboUiWPSJn07uJ4SrVCdqf_WEBpSFUPRRwlJC6Ki-F-hJ8HyB7WRbDWj_Qvb27DTDH2or6lfhKNMVAoyHz96zVLEnD9IJKp1gW8FBfKaC4cBAFVAkxS6aCuQAyv/s1600/ScreenHunter_1122+Jun.+24+16.34.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="318" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1HGhF7IyFApbdLskbBqboUiWPSJn07uJ4SrVCdqf_WEBpSFUPRRwlJC6Ki-F-hJ8HyB7WRbDWj_Qvb27DTDH2or6lfhKNMVAoyHz96zVLEnD9IJKp1gW8FBfKaC4cBAFVAkxS6aCuQAyv/s640/ScreenHunter_1122+Jun.+24+16.34.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">A.3.1 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k1">Bireysel ve
Toplumsal Anarşistler Arasındaki Ayrımlar Nelerdir ?</a><br />
A.3.2 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k2">Farklı
Toplumsal Anarşizm Çeşitleri Varmıdır ?</a><br />
A.3.3 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k3">Yeşil
Anarşizmin Hangi Çeşitleri Vardır ?</a><br />
A.3.4 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k4">Anarşizm
Pasifist'midir ?</a><br />
A.3.5 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k5">Anarko-Feminizm
Nedir ?</a><br />
A.3.6 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k6">Kültürel
Anarşizm Nedir ?</a><br />
A.3.7 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k7">Dinsel
Anarşistler Var mıdır ?</a><br />
A.3.8 <a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#k8">"Sıfatları
Olmayan Anarşizm" Nedir ?</a> </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarşistler,
bazı temel fikirleri tümü paylaşmakla beraber, insan özgürlüğüne en uygun
ekonomik düzenlemeler konusundaki görüşlerine dayanılarak bazı geniş
kategorilerde sınıflandırılabilirler.Ama yine de, tüm anarşist görüşler temel
bir yaklaşımı paylaşırlar. Rudolf Rocker'ın sözleriyle:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Sosyalizmin
kurucularıyla ortak olarak, Anarşistler tüm ekonomik tekellerin yıkılmasını ve
kullanımı hiçbir ayrım yapılmadan herkese açık olmak üzere, toprak ve üretim
araçlarında ortak mülkiyeti talep ederler; çünkü kişisel ve toplumsal özgürlük,
ancak herkese eşit ekonomik imkanların sağlanması temelinde tasavvur
edilebilir. Bizzat sosyalist hareketin içinde Anarşistler, tarihte ekonomik
sömürünün her zaman siyasi ve toplumsal baskı ile yan yana bulunması nedeni
ile, kapitalizme karşı savaşımın siyasi gücün tüm kurumlarına karşı savaşım
olduğu görüşünü temsil ederler. İnsanın insan tarafından sömürülmesi ve insanın
insan üstünde tahakkümü birbirinden ayrılamaz, ve her biri diğerinin koşuludur. [Anarcho-Syndicalism,
s. 17-18].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İşte bu genel
çerçeve içinde anarşistler görüş ayrılıklarına sahiptirler. Her ne kadar her
birinin ekonomik düzenlemeleri tamamı ile birbirini dışlamasa da, temel ayrım "bireysel" ve "toplumsal" anarşistler
arasındadır. Bunlardan, toplumsal anarşistler (komünist-anarşistler,
anarko-sendikalistler ve diğerleri) her zaman geniş bir çoğunluğu oluştururken,
bireysel anarşizm ise genel olarak ABD ile sınırlı kalmıştır. Bu kısımda
anarşist hareket içinde yer alan bu ana akımlar arasındaki farkları ortaya
koyacağız. Az ileride anlaşılacağı üzere, hem toplumsal hem de bireysel
anarşistler devlet ve kapitalizme karşı çıkarken, özgür toplumun doğası
(ve nasıl ulaşılacağı) konusunda birbirlerinden farklılaşırlar. Kısaca,
toplumsal anarşistler toplumsal sorunlara komünal çözümler bulunmasını, ve iyi
bir toplumun (yani bireysel özgürlüğü koruyan ve geliştiren bir toplumun)
komünal bakış açısının olması gerektiğini savunurlar. Bireysel anarşistlerse,
isimlerinden de anlaşılacağı üzere, bireysel çözümlerin taraftarıdırlar ve yine
iyi bir toplumun bireysel bakış açısına sahip olması gerektiğini savunurlar.
Fakat bu okulların ayrılıkların onların ortak noktalarını gölgelemesine müsade
etmemeliyiz; yani bireysel özgürlüğü azamileştirme, devlet ve kapitalist
hakimiyet ile sömürüyü sona erdirme istekleri.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu önemli
anlaşmazlıklara ek olarak, anarşistler sendikalizm, pasifizm,
"yaşamtarzı", hayvan hakları ve diğer bazı konularda da görüş
ayrılıklarına sahiptirler; ancak yine de bu ayrılıklarına rağmen bunlar aslında
anarşizmin farklı yönlerini temsil etmektedir. Bazı temel fikirler hariç olmak
üzere, anarşist hareket (aynen yaşamın kendisinin olduğu gibi) devamlı bir
değişim süreci, tartışması ve düşüncesi içindedir -- özgürlüğe oldukça fazla
değer veren bir hareketten bekleneceği üzere.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kağıtlarımızı
açık oynamak için, bu SSS (Sıkça Sorulan Sorular)'ın yazarları kendilerini
anarşizmin "toplumsal" kanadı içine yerleştirmektedirler. Bu bizim
bireysel anarşizmle ilintili pekçok önemli fikri gözardı edeceğimiz anlamına
gelmemektedir; biz sadece hem bireysel özgürlüklerin varolması için gerekli
güçlü bir temeli oluşturmakta, hem de bizim yaşamayı arzuladığımız toplumu daha
yakından temsil etmesi noktalarında, toplumsal anarşizmin modern toplum için
daha uygun olduğu görüşündeyiz.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k1"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.1
Bireysel ve Toplumsal Anarşistler Arasındaki Ayrımlar Nelerdir ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her ne kadar
bu iki kampta da yer alan anarşistler, diğer kampın önerilerinin bir çeşit
devlet yaratılması ile sonuçlanacağını iddia ederlerse de, toplumsal ve
bireysel anarşistler arasındaki farklılıklar çok büyük değildir. Her ikisi de
devlet-karşıtı, otorite-karşıtı ve anti-kapitalist'dir. Temel farklılıklar iki
yönlüdür.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Birincisi
hemen, şu anda yapılması gereken eylem metodları hakkındadır (yani, anarşinin
ortaya çıkacağı tarz ile ilgili). Bireyciler, genellikle eğitim ve alternatif
kurumlar --yardımlaşma bankaları, birlikler, komünler gibi, oluşturulmasına
öncelik verirler. Genellikle, grev ve diğer şiddet-dışı toplumsal protesto
biçimlerini desteklerler (kira grevleri, vergilerin ödenmemesi vb.). Onlar, bu
tip faaliyetlerin mevcut toplumu giderek hükümetsizliğe, ve böylece de anarşist
bir topluma doğru geliştireceğini iddia ederler. Asıl olarak devrimci değil,
evrimcidirler ve toplumsal anarşistlerin devrimci durumlar yaratmak için
doğrudan eylem kullanılması metodunu onaylamazlar. Onlara göre devrim
kapitalist mülkiyete el kolmayı, yani otoriter araçların kullanılmasını
gerektirdiği için anarşist ilkelerle çelişir. Bunun yerine servetin, mülkiyetin
yeni ve alternatif bir ekonomik sistemin araçları kullanılarak (yardımlaşma
bankaları ve kooperatifler çerçevesinde temellendirilen) ortadan kaldırıldığı
bir topluma ulaşmayı hedeflerler. El koyma ile değil, reform aracılığı ile sağlanan
anarşizmle böylece genel "toplumsal tasfiye(ing. liquidation) kolayca
gerçekleştirilebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
anarşistlerin çoğu, eğitimin ve alternatifler (liberter birlikler gibi)
yaratılmasının gerekliliğini <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ederler, ama bunların kendi başlarına yeterli olmadığına inanmaktadırlar. Her
ne kadar kapitalizmin içinde, toplumsal mücadelelerle gerçekleştirilecek
reformların liberter eğilimleri arttırmasının önemini gözardı etmeseler de,
kapitalizmin parça parça reforme edilerek anarşizme dönüştürülebileceğini de
düşünmemektedirler. Aynı zamanda, otoriteyi (ister devlet olsun ister
kapitalist) yıkmanın otoriterce olmadığından hareketle, devrimin anarşist
ilkelerle çatışma içinde olduğunu da düşünmezler. Yani, toplumsal devrim ile
kapitalist sınıfın tasfiye edilmesi ve devletin yıkılması; doğası itibari ile,
büyük bir çoğunluğu yöneten ve sömürenlere karşı yürütüldüğü için otoriter
değil, liberter bir harekettir. Kısacası, toplumsal bir devrimle kapitalist
sistemi yıkmayı çabalarken, sistemin içinde liberter eğilimleri güçlendirmeye
çalışan, toplumsal anarşistler genellikle evrimciler ve devrimcilerdir.
Ama, bazı toplumsal anarşistlerin tamamen evrimci olmasından anlaşılacağı
üzere, bu farklılık toplumsal anarşistleri bireycilerden ayıran en önemli
farklılık değildir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İkinci temel
ayrım noktası ise önerilen anarşist ekonominin biçimi hakkındadır. Bireyciler,
toplumsal anarşistlerin ihtiyaç-temelli sisteminin yerine, dağıtımın
piyasa-temellinde yapıldığı bir sistemi tercih ederler. Her ikisi de mevcut
kapitalist mülkiyet sisteminin ortadan kaldırılması gerektiği konusunda
hemfikirdirler, ve kullanım hakları mülkiyet haklarının yerini almalıdır
(rantın, faizin ve kârın ortadan kaldırılması; ya da bireysel anarşistlerin bu
üç kutsal olmayan üçlemeyi adlandırırken tercih ettikleri isimle "usury").
Öz olarak, her iki akım da Proudhon'un klasik çalışması What is Property ?'nin
görüşlerini takip ederek, özgür toplumda kontrol'ün (ing. possession) mülkiyetin
yerini alması gerektiğini savunurlar (anarşistlerin mülkiyet hakkındaki
tartışmaları için Kısım B.3'e bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Fakat bu
kullanım-hakları anayapısı içinde, anarşizmin iki okulu farklı sistemler
önerirler. Toplumsal anarşistler komünal (ya da toplumsal) sahiplik ve
kullanımı savunurlar. Bu kullandığınız şeylerin yaratılmasında kullanılanlar
hariç, kullandığınız şeyler için kişisel sahipliliğin hala varolduğu, ama
üretim ve dağıtım araçlarında toplumsal sahipliliğin olduğu bir sistemi ifade
eder (kolunuzdaki saat sizindir, ama saat fabrikası insanlara aittir" [Alexander
Berkman,The ABC of Anarchism, s. 68]). Berkman "güncel kullanımın
sadece bir tanımlama olduğunu --sahiplilik değil ama kontrol için" olduğunu,
ve "örneğin, kömür işçileri kömür ocaklarının başında olacaklardır;
ama sahibi olarak değil de işleten bir mümessil olarak . . . Topluluğun
faydasına işbirliği ile idare edilen kolektif sahiplik, kâr güdüsü ile beslenen
özel kişisel mülkiyetin yerini alacaktır." [aynı yer (a.y.), s. 69].
Bu sistem işçilerin kendi kendilerini yönetmesi ve (pekçok toplumsal anarşistin
kabullendiği üzere) emeğin ürününün serbest paylaşımı ilkelerine dayanır (yani,
paranın olmadığı bir ekonomik sistem). Karşılıkçılar (ing. mutualists)gibi
bazı toplumsal anarşistler ise, bu tip bir hürriyetçi (ya da özgür) komünizm
sisteminin karşısındadırlar, fakat genel olarak toplumsal anarşistlerin
çoğunluğunun paranın kullanımının sona ermesi ve böylece alım, satımın ortadan
kalkması konusunda hemfikir olduğunu söyleyebiliriz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunun tersine
bireyci anarşistler bu kullanım-hakları sisteminin işçilerin emeğinin ürününü
de içermesini <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
etmezler. Toplumsal sahipliliğin yerine bireyci anarşistler, işçilerin kendi
üretim araçlarına sahip olacağı ve emeklerinin ürününü diğer işçilerle
serbestçe değişebilecekleri, daha piyasa temelli bir sistem önerirler.
Kapitalizmin gerçekte serbest piyasa olmadığını iddia ederler. Aksine,
kapitalistler ekonomik ve toplumsal güç yaratmak ve sonra da onu korumak (diğer
bir deyişle, emekçi sınıfı için piyasa disiplini, yönetici sınıf için ise
devlet yardımı) için, devlet aracılığı ile piyasayı adeta zincire vurmuşlardır.
İşte bu devlet tekelleri (para, toprak, dış ticaret tarifeleri ve patentler)
yaratmıştır, ve kapitalist mülkiyet ilişkilerinin devletçe uygulanması ekonomik
eşitsizlik ve sömürünün kaynağıdır. Hükümetin ortadan kaldırılması ile gerçek serbest
rekabetin oluşacağını ve bunun da kapitalizmin ve kapitalist sömürünün sonunun
gelmesini sağlayacağını savunurlar (bu argümanın mükemmel bir özeti için
bakınız, Benjamin Tucker'ın State Socialism ve Anarchism).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bireyci
anarşistler üretim araçlarının (toprak hariç) bireysel emeğin ürünü olduğunu
öne sürerek, bu nedenle insanların <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city>
isterlerse kullandıkları üretim araçlarını satabileceklerini savunurlar. Ama,
kapitalist anlamdaki mülkiyet haklarını redderek, onun yerine "ikamet
(ing. occupancy) ve kullanım" sistemini desteklerler. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city> üretim araçları,
örneğin toprak, kullanılmıyorsa yeniden ortak mülkiyete dönüştürülür ve
diğerlerinin kullanımına sunulur. Onlara göre, bu sistem --bunu karşılıkçılık
olarak adlandırırlar, üretimin işçiler tarafından kontrolünü sağlayacak, ve
kapitalist sömürü ve tefeciliği sona erdirecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu ikinci
ayrım en önemli olanıdır. Bireyciler bir topluluğa katılmaya zorlanmaktan ve
böylece özgürlüğünden yoksun bırakılmaktan çekinirler (diğerleri ile serbest
olarak değişim özgürlüğü dahil olmak üzere). Max Stirner bu durumu iyi
saptamıştır; "Komünizm, tüm kişisel mülkiyeti ortadan kaldırarak,
genellik ya da kolektivite adı altında beni bir başkasına daha fazla bağımlı
hale getirir... (bu da) benim serbest hareketimi sınırlayan, üzerimde bir hakim
gücün oluşması durumudur. Komünizm doğru bir şekilde bireysel sahiplerden
çektiğim baskıya karşı isyan eder; ama bundan daha korkunç olanı ise
kolektivitenin ellerine verdiği güçtür." [The Ego and Its Own, s.
257]. Benzer şekilde Proudhon komünizmde komünün sahip haline geldiği, ve bu
nedenle kapitalizm ve komünizmin her ikisinin de mülkiyete ve otoriteye
dayandığını söyleyerek; komünizme karşı durur (Mülkiyet Nedir ? adlı
kitabının"Komünizmin özellikleri ve mülkiyet" adlı kısma
bakınız). Bu nedenle bireysel anarşistler komünizmin bireyi toplum veya komüne
tabii kıldığı noktasından hareketle toplumsal sahipliğin bireysel özgürlükler
için tehdit oluşturduğunu ifade ederler. Yine bireysel ahlâk gözönüne
alındığında, "toplum"un işçiye ne üretmesi ve emeğinin ürününden ne
alması gerektiğini söylediği noktada da toplumsallaşmanın emeğin kontrolünü
efektif olarak imkansız kılacağından korkarlar. Gerçekte, komünizmin (ve
genelde toplumsal sahipliğin) patronların otoritesi ve sömürüsü yerine
"toplum" tarafından yapılanı koyması nedeni ile kapitalizme benzer
olacağını söylerler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her ne kadar
söylemeye gerek olmasa da, toplumsal anarşistler bu görüşleri <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> etmezler. Stirner ve Proudhon'un
yorumlarının doğru olduğunu, ancak bunların sadece otoriter komünizm hakkında
geçerli olduğunu söylerler. Kropotkin'in söylediği gibi, "1848 ve
öncesinde, [komünizmin] teorisi, Proudhon'un onun özgürlük üstündeki etkileri
hakkındaki güvensizliğini tamamen haklı çıkaracak şekilde şekillenmişti. Eski
Komünizm fikri, yaşlıların ya da bilim adamlarının katı kurallarla rahipleri
yönlendirdiği ruhban komünlerinin bir düşüncesiydi. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city> insanlık böyle bir komünizme doğru
yönelseydi, özgürlüğün ve bireysel enerjinin son kırıntıları da yok edilmiş
olacaktı." [Act for Yourselves, p. 98]. Kropotkin her zaman
komünist-anarşizmin yeni bir gelişme olduğunu ve bu nedenle de
1870'lerden kalma Proudhon ve Stirner tarafından yapılan uyarıların buna karşı
söylenmiş <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilemeyeceğini savundu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bireyin
topluma tabii olacağı fikrinin aksine toplumsal anarşistler komünal sahipliğin,
her ne biçimde olursa olsun mülkiyet sahibinin gücünü ortadan kaldırarak,
yaşamın tüm yönlerinde bireysel özgürlüğü korumak için gerekli çerçeveyi
oluşturacağını savunurlar. Buna ek olarak, tüm bireysel
"mülkiyet"in yokedilmesi görüşünün aksine, komünist anarşistler
bireysel sahipliğin ve bireysel alanın öneminin farkındadırlar. Bu nedenle
Kropotkin komünizmin, "hep aynı evin içinde yaşamayı gerektiren ...ve
bu nedenle de hep aynı erkek ve kız kardeşlerle birarada olmayı zorunlu
kılan ... tüm toplumu bir aile modeli içinde yönetme arzusunun, ... her bireye
olabildiğince özgürlük ve ev hayatı sağlamayı garantilemeyi denemenin aksine bu
şekildeki 'büyük aile'yi dayatmasının en büyük hatası" olduğunu
söyler [Small Communal Experiments and Why They Fail, s. 8-9].
Anarşist-komünist hareketin amacı, yine Kropotkin'den alıntılarsak, "toplanmış
ya da üretilmiş olan ürünün herkesin kullanımına [ÇN. sunacak], kendi evinde
nasıl arzularsa öyle tüketmesi serbestliğini tanıyacak şekilde" olmasını
sağlamaktır [The Place of Anarchism in the Evolution of Socialist Thoght, s.
7]. Bu bireysel zevk ve arzuların, yani bireyselliğin ifade edilmesini
sağlayacaktır --hem üretimdehem de tüketimde, toplumsal anarşistlerin
işçilerin kendi-yönetiminin yılmaz destekçesi oldukları noktasında.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle,
Bireyci Anarşistlerin komünizme karşı çıkmaları, devlet ya da otoriter
komünizme karşı çıkma bağlamında geçerli olsa da, komünist-anarşizmin temel
doğasını ihmal etmektedir. Komünist anarşistler bireyselliği komünlükle
değiştirmezler, sadece komünü bireyselliği savunmakta kullanırlar. Bireyci
Anarşistlerin korktuğu, toplumun bireyi kontrol etmesinin aksine, toplumsal
anarşizm bireyselliğe ve bireyselliğin ifade edilmesinin önemini vurgularlar:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Anarşist
Komünisler tüm zaferlerin en değerlisini --bireysel özgürlük-- savunurken, onu
genişleterek ve politik özgürlüğün olmazsa olmaz koşulu olan güçlü temeline
--ekonomik özgürlük-- oturturlar; tanrıyı, evrensel tiranı, kral tanrıyı ve
meclis tanrısını reddetmiş olan bireylere, kendisini aslen bahsedilenlerden
daha korkunç olan bir tanrıya --Toplum tanrısı-- tabii kılmasını, ya da kendi
bağımsızlığından, iradesinden, zevklerinden değişerek vazgeçmesini ve daha önce
çarmıha gerilmiş tanrısına yaptığı asketizm<a href="https://www.blogger.com/null" name="bf1"></a><a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#f1">01</a> yakarmalarını
tekrarlamasını istemez. Aksine, ona 'hiçbir toplum, birey özgür olmadıkça özgür
olamaz' denildi!... [a.y., s. 14-15].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Buna ek olarak
toplumsal anarşistler her zaman gönüllü kolektifleştirmenin gerekliliğinin
farkındadırlar. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city>
insanlar kendi başlarına çalışmak isterlerse bu sorun yaratmaz (Kropotkin'in The
Conquest of Bread, s. 61 veAct for Yourself, p. 104-105'e bakabilirisiniz;
ayrıca Malatesta'nınLife and Ideas, s.99 ve a.103'e de bakılabilir). Bunun
yanısıra, toplumsal anarşistler için birlik (ing. association), ancak onu
oluşturan insanların faydasına varolabilir; bunun anlamı, [birlik] insanların
ortak ihtiyaçlarını karşılamak için yardımlaşmalarının bir aracıdır. Bu nedenle tüm anarşistler,
anarşist toplumun temeli olarak serbest anlaşmalarının önemine dikkat çekerler.
Yani tüm anarşistler Bakunin'in şu sözlerine katılmaktadırlar:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Özgür
toplumda, kolektivizm yukardan dikte edilerek değil, aşağıdan gelen
kendiliğinden oluşmuş hareketlerin olayları dayatması ile
gerçekleşebilir."[Bakunin on Anarchism, s. 200].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">Eğer</span></st1:place></st1:city><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> bireyciler kendileri için çalışmayı ve
malları diğerleri ile değiştirmeyi arzularsa, toplumsal anarşistlerin buna hiç
bir itirazı olmaz. Dolayısıyla bizim yorumumuz bu iki anarşizm biçiminin
tamamen birbirini dışlamadıklarıdır. Bireysel Anarşistler komünal birlikleri de
içeren bir yapı içinde, bireylerin kendi sahipliliklerini kendilerine uyan
şekilde toplamalarına izin verirken, toplumsal anarşistler bireyin komün'e
katılmama hakkının varlığını desteklerler. Ama, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city> serbestlik adı altında, birey başkalarını
sömürmek için mülkiyet hakları talebinde bulunursa, toplumsal anarşistler
"özgürlük" adı altında devletçiliği yeniden yaratma çabalarının
karşısında durmakta gecikmezler. Anarşistler yönetici olma
"serbestliği"ni kabullenmezler. Luigi Galleani'nin sözleriyle:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Anarşizmin
rahat örtüsü altında, bazılarının hükmetme fikrini öne çıkarmaları eğilimi daha
az karmaşık değildir ... Hükmetmenin habercileri, bunu kendi egoları adına
pratik bireyselliklerinde aklamaktadırlar; ancak diğerlerinin boyun eğen, çekilmiş
ve etkisiz egoları üstünde." [The End of Anarchism?, s. 40].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunun da
ötesinde toplumsal anarşistler için, üretim araçlarının satılabilmesi fikri
anarşist toplumda özel mülkiyetin tekrar inşa edilebileceğini anlamına gelir.
Eğer "başarısız" rekabetçiler işsizliğe itilirse, ve hayatta
kalabilmek için "başarılı" olanlara emeklerini satmak zorunda
kalırlarsa; bu otoriter toplumsal ilişkilerin canlanması ve çoğunluğun azınlık
tarafından "serbest kontratlar" yolu ile tahakküm altına alınması
sonuçlarını doğuracaktır. Bu tip kontratların zorla uygulanması (ve buna benzer
diğer başkalarının), tüm olasılıklar dahilinde, "'savunma' başlığı
altında devletin tüm fonksiyonlarının tekrar vücuda getirilmesi için yolu ...
açar"[Peter Kropotkin, Kropotkin's Revolutionary Pamplets, s. 297].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Liberalizm ve
serbest piyasa fikirlerinden en çok etkilenen, etkili anarşistlerden birisi
olan Benjamin Tucker da, tüm soyut bireycilik okullarının karşılaştığı
sorunlarla yüz yüze geldi --özellikle, "hürriyet"in bir ifadesi
olarak otoriter toplumsal ilişkilerin <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilmesi. Bunun nedeni ise mülkiyetin devlete olan benzerliğidir. Tucker'a göre
devlet iki şeyle nitelendirilebilir; saldırganlık ve "verili bir
alanda ve onun dahilinde, kendine tabii olanların daha yetkin bir şekilde bastırılması
ve [Ç.N. etkin olduğu alanın] sınırlarınının daha da genişletilmesi amaçları
için otoritenin amirliğinin uygulanması" [Instead of a Book, s. 22].
Öte yandan, patron ve toprak sahibi de belli bir alanda (ilgili mülkiyet) ve
onun dahilinde (işçiler ve kiracı köylüler) otoriteye sahiptirler. İlki
diğerinin eylemlerini nasıl devlet yurttaşlarını ya da tabii olanlarınkini
yapıyorsa, kontrol eder. Diğer bir deyişle, aynı kaynaktan gelmeleri açısından
(belli bir alanda gücün ve onu kullanma tekeline sahip olma), bireysel mülkiyet
devlet tarafında yaratılan toplumsal ilişkileri aynen yeniden üretir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
anarşistler, Bireyci Anarşistlerin <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ettiği bireysel mülkiyet ve bireysel özgürlükler kavramlarının, kökeninde
otoriter/devletçi doğaya sahip ve bu nedenle de bireysel özgürlüklerin
reddedilmesi sonucunu doğuracak, bir toplumsal ilişkiler yapısı oluşturacağını
iddia ederler. Malatesta "bireycilerin özgürlüğün soyut kavramına
aşırı önem vererek; gerçek, elle tutulur özgürlüğün ancak dayanışma ve gönüllü
işbirliğinin sonucu olacağını anlamakta başarısız kaldıklarını ya da yetersiz
olduklarını" [The Anarchist Revolution, s. 16] söyler. Böylece,
örneğin nasıl yurttaşlık yurtttaşı devlete karşı konumlandırıyorsa, ücretli
emek de emeği patronla aynı tip bir ilişki içinde konumlandırır; yani tahakküm
ve tabii olma ilişkileri. Aynı şey kiracı köylü ve toprak sahibi arasında da
geçerlidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu tip bir
toplumsal ilişki sadece devletin diğer unsurlarını üretmekten öte bir şey
yapamaz. Albert Meltzer'in dikkat çektiği gibi, bu ancak ve ancak devletçi
yansımalara yol açabilir, çünkü "Benjamin Tucker'ın okulu
--bireysellik adına-- işverenlerin 'özgürlüğü'nü garanti altına almak için
grevlere müdahale edecek olan bir polis gücünün gerekliliğini savundu.
Bireyciler adı altında <st1:city w:st="on">kabul</st1:city> edilen bu okulun
tümü polis gücünün gerekliliğini ve böylece hükümeti, hem de anarşizmin ana
tanımı hükümetsizliği <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ederler." [Anarchism: Arguments For and Against, s. 8]. İşte kısmen
bu nedenledir ki, toplumsal anarşistler bireysel hürriyeti korumak için en iyi
araç olan toplumsal mülkiyeti savunurlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bireysel
mülkiyetin <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edildiği durumda bu sorun, ancak Proudhon'un (Tucker'in ekonomik fikirlerinin
kaynağı olan) birden çok işçi gerektiren durumlarda, işyerini çalıştırmak için
önerdiği kooperatifler kurulması ile üstesinden gelinebilir. Bu doğal olarak
toprak ile ilgili olarak, toprak sahipliği kurumunu ortadan kaldıracak "işgal
[ÇN. kullanmak için ikamet etme anlamında] ve kullanma" haklarını
desteklenmesini gerektirir. Ancak kaynağı kullananlar ona sahip olursa,
bireysel mülkiyet hiyerarşik bir otoriteye (devletçilik/kapitalizm gibi) yol
açmaz. Bu çözüm, Kısım G de tartışacağımız üzere, Bireyci
Anarşistlerce de kabuledilmiş gözüküyor. Örneğin, Josep Labadie'yi oğluna
yazdığı mektupta, ücretli emekten ve "diğerlerinin
tahakkümünden" bir an önce uzaklaşması çağrısı yaparken buluyoruz
[Carlotta Abderson tarafından alıntılanmış,All American Anarchist, s. 222].
Yine Wm. Garry Kline, ABD'li anarşistlerin "servet açısında dikkate
değer farklılıklar olmayan, büyük ölçüde kendi işine sahip insanların toplumunu"
arzuladığına değinir [The Individual Anarchist, s. 104]. Bu kendi işine sahip
bireylerin toplumu görüşüdür ki, onların ülkülerinin gerçek anlamda anarşist
olmasını temin eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunun da
ötesinde bireysel anarşistler "tefeciliğe" (ing. usury) saldırırken,
piyasalara girmeye engel teşkil <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
ve bu nedenle tefeciliği bir başka biçimde yeniden oluşturan sermaye birikimi
sorununu gözardı ederler (bunun için kısım C.4, "Neden piyasa büyük
firmaların hakimiyetinde"e bakınız). Böylece, Tucker ve diğer Bireysel
Anarşistlerin taraftarlığını yaptığı bankalarda "serbest piyasa"
uygulaması, kooperatif yatırımın yerine kapitalistlerin ekonomik çıkarlarını
gözeten, az sayıda bankanın hakim hale geleceği bir sonuç ortaya çıkarabilir
(bu biçimin kooperatiflerden daha yüksek getiri sağlayacağı gözönüne alınırsa).
Bu soruna tek çözüm, Proudhon'un önerdiği gibi bankalarda toplumun sahipliğini
ve yönetimini sağlamak olacaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kapitalist
ekonomi içindeki bu gelişme bilindiği için toplumsal anarşistler;
toplumsallaşmış, merkezi mekanizmalardan arındırılmış, serbest ve
kooperatif emekçe üretimin yapıldığı bir sistem lehine bireysel anarşistlerin
görüşlerini <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
etmezler.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k2"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.2
Farklı Toplumsal Anarşizm Çeşitleri Varmıdır ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Evet.
Toplumsal anarşizm içinde dört ana eğilim vardır --karşılıkçılık (ing.
mutualizm) , kolektivizm, komünizm ve sendikalizm. Farklılıklar çok
ayıredilebilecek cinsten değildir, ve genellikle strateji temelinde
farklılıkları içerir. Karşılıkçılık ve diğer toplumsal anarşizm çeşitleri
arasında bir büyük farklılaşma vardır. Karşılıkçılık piyasa sosyalizmi olgusu
üzerinde şekillenir --emekçilerin kooperatifleri, komün bankaları aracılığı ile
emeklerinin ürünlerini değişirler. Bu karşılıklı banka ağı "risk ve
harcamalar çıkarıldıktan sonra ... verilen boçlar üzerinde hiç bir faizin
uygulanmadığı [ÇN. tarzda] ... herhangi bir bireye ya da sınıfa özel ayrıcalık
sunulmadan, tüm toplumun faydasına [ÇN. çalışacaktır]." [Charles A.
Dana, Proudhon and his "Bank of the People", s.
44-45.]. Bu sistem, "her yerde değişim ve kredi [ÇN.
mekanizmalarında] uygulanarak, emeğe yeni unsurlar verecek ve onu gerçek
anlamda demokratik yapacaktır." [a.y., s.45].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Karşılıkçılık'ın
toplumsal anarşizmdeki şekli, bireysel anarşistlerde var olan bağımsız
kooperatiflerin yerine yerel toplumca (ya da komünce) sahiplenilen karşılıklı
bankalar olması nedeni ile farklılaşır. Bu onların kapitalist girişimler yerine
kooperatifler için yatırım fonları sağlamasını sağlar. Bir başka fark ise,
hürriyetçi komünlerin federasyonunu tamamlayacak tarzda, bazı toplumsal
anarşist karşılıkçıların Proudhon'un "tarımsal-endüstriyel
federasyon" olarak tanımladığı oluşumu desteklemeleridir. Bu "ticaret
ve endüstri'de karşılıklı emniyeti sağlayacak ... bir konfederasyondur" ve
yollar, demiryolları gibi büyük ölçekli gelişmeleri sağlayacaktır. Bu,"belirli
federal düzenlemelerle, federal devletlerin vatandaşlarını hem içerden hem de
dışardan gelebilecek kapitalist ve finansal feodal [ÇN. tehditlerden]
korunayacaktır". Bunun nedeni ise "politik hakların ekonomik
haklarla desteklenmesi [ÇN. gereğidir]. Böylece, tarımsal-endüstriyel
federasyon toplumun anarşist doğasının, piyasa kontrolündeki değişimin
istikrarsızlaştıran (servette ve dolayısıyla güçte eşitsizliği arttıran)
etkilerinden sakınmasını sağlayacaktır. Bu çeşit bir sistem, "endüstrilerin
kardeşler olduğu; aynı bedenin parçaları olduğu; birisinin acısını diğerlerinin
paylaştığı [ÇN. bir sistemdir]. Bu nedenle, hep birlikte tükenmek ve
karmaşıklığa düşmek için değil, ortak refah durumunun koşullarını birlikte
sağlamak için federe hale gelmeliler ... Bu tip bir düzenleme onların
hürriyetinden bir şey eksiltecek değildir; basitçe onların hürriyetine daha çok
güvenlik ve güç katacaktır."[The Principle of Federation, s. 70,67 ve 72].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
anarşizmin diğer biçimleri karşılıkçıların, kapitalist-olmayanlar için olsa
bile, piyasalara verdiği desteği paylaşmazlar. Bunun yerine özgürlüğün, en iyi
şekilde üretimin komünal hale gelmesi ve bilgi ile ürünlerin serbestçe
kooperatifler arasında paylaşılmasını yolu ile sağlanacağına inanırlar. Diğer
bir deyişle, toplumsal anarşizmin diğer biçimleri, karşılıkçılık'ın bireysel
kooperatifler sisteminin yerine, üretici birliklerinin federasyonu ve komünler
aracılığı ile sağlanan ortak (ya da toplumsal) sahipliğe dayanan bir sistemi
oturtur. Bakunin'in dediği gibi, "geleceğin toplumsal
organizasyonları tamamen aşağıdan yukarıya doğru yapılmalıdır; ilk olarak
onların sendikalarında, sonra komünlerde, bölgelerde, uluslarda ve nihayet
uluslararası ve evrensel büyük federasyonlarda" ve "toprak,
emek araçları ve tüm kapital toplumun tümünün kolektif mülkiyetinde olacaktır ve
sadece işçiler tarafından, diğer bir ifade ile tarımsal ve endüstriyel
birlikler tarafından kullanılacaktır." [Michael Bakunin: Selected
Writings, s. 206 ve s. 174). Ancak kooperatif ilkesini bireysel çalışma yerinin
ötesine genişletmekle bireysel hürriyet azamileştirilebilir ve korunabilir
(anarşistlerin çoğunun piyasaya neden karşı çıktıkları konusu için Kısım
I.1.3'e bakınız). Bu açıdan aslında Proudhon ile aynı zemini paylaşmaktadırlar.
Endüstriyel konfederasyonlar, "bu gruplardan birinin mülkiyetinde
olan ve karşılıklı bir anlaşma ile tüm ... federasyonun kolektif mülkü haline
gelecek üretim araçlarının ortak kullanımını garanti edecektir. Bu yolla,
grupların federasyonu ... toplumun dalgalanan ihtiyaçlarını karşılamak için
gerekli üretim oranlarını düzenleyebilecektir." [James Guillame, Bakunin
on Anarchy, s. 376].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu anarşistler
karşılıkçıların kooperatifler içinde işçilerin üretimi kendi yönetmeleri
fikrini desteklerler, ancak piyasa yerine, bu birliklerin (ing. associations)
konfederasyonunun karşılıklı yardımlaşmayı (ing. mutual aid) temsil <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> canalıcı nokta
olduğunu savunurlar. "Farklı fabrikalarda çalışan işçiler, üretim
araçları üzerinde oldukça zorlu bir süreç sonucunda elde ettikleri kontrolü,
kendini 'anonim şirket' olarak adlandıran üstün bir güce devretmekte isteksiz
olacakları" [a.y., s. 364] bilinirken, çalışma yeri otonomisi
ve kendinden yönetim tüm federasyonların temelini oluşturacaktır. Bu
endüstri-geneli federasyona ek olarak, herhangi bir belli endüstriyel
federasyonun fonksiyonu veya yetkisi dahilinde bulunmayan, ya da toplumsal
boyutu olan konularla ilgili olacak endüstriler-arası ve komün
konfederasyonlarını teşkil edilecektir. Yine burada da Proudhon'un karşılıkçı
görüşlerine benzerlikler görmekteyiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
anarşistler üretim araçlarının ortak mülkiyeti konusunda ısrarlı bir tutum
içindedirler (tamamen bireyler tarafından kullanılanlar hariç olmak üzere), ve
bireycilerin onları kullananların "satadabileceği" görüşünü <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> etmezler. Bunun
sebebi, daha önce de belirtildiği gibi, bunun serbest bir toplumda kapitalizm
ve devletçiliğe tekrar gerekli zemini yaratacağı fikridir. Buna ek olarak,
diğer toplumsal anarşistler karşılıkçıların, ortak (ing. mutual) bankacılık
sistemi aracılığı ile, kapitalizmin reforme edilerek hürriyetçi sosyalizme
dönüştürülebileceği fikrini de kabullenmezler. Onlara göre kapitalizm ancak
toplumsal bir devrimle yerini özgür topluma bırakabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kolektivistler
ve komünistler arasındaki temel ayrım devrimden sonra "para"nın rolü
sorusu üzerindedir. Anarko-kolektivistler üretim araçlarında özel mülkiyetin
sona erdirilmesini anahtar olarak görürken, anarko-komünistler paranın ortadan
kaldırılmasına asıl önemi verirler. Kropotkin'in belirttiği gibi, kolektivist
anarşizm"üretim için gerekli olan herşeyin emek grupları ve özgür komünler
tarafından sahip olunduğu bir durumu ifade ederken, emeğin karşılığının
verilmesinin yollarının, komünist olsun ya da olmasın, her grubun kendisince
halledilmesi gerektiğini savunur" [Kropotkin's Revolutionary Pamplets,
s. 295]. Yani, hem komünizm, hem de kolektivizm üretimi üretici birlikleri
aracılığı ile aynı şekilde organize ederken, üretilen malların nasıl
dağıtılacağı konusunda farklılaşırlar. Komünizm serbest tüketime dayanırken,
kolektivizm katkıda bulunulan emek ölçüsünde malların dağıtımı temeline
dayanır. Ama, anarko-komünistlerin pekçoğu zamanla üretkenlik arttıkça ve
topluluk olgusu geliştikçe, paranın ortadan kalkacağına inanırlar. Böylece her
iki grup da, uzun dönemde, toplumun komünist deyişteki--"herkesten
yeteneğine göre, herkesin ihtiyacına göre", gibi işleyeceği konusunda
hemfikirdirler. Sadece bunun ne kadar zamanda gerçekleşeceği konusunda
uzlaşamazlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-komünistlere
göre, devrimden sonra "komünizm --en azından kısmi--, bu kolektivizmi
inşaa etmede daha fazla şansa sahiptir" [a.y., s. 298].
Kolektivizmin, "üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti
kaldırdığında başlaması ancak, eşitsizliklerin yeniden oluşması demek olan
sarfedilen emeğe göre ücret sistemine tekrar dönüşle kendisinin oluşumunu
tersine çevirmesi" [Alexander Berkman, The ABC of Anarchism, s.
80] özellikleri nedeni ile, komünizme doğru yönelimin hayati derecede önemli
olduğuna inanırlar. Komünizme ne kadar çabuk geçilirse, o ölçüde yeni
eşitsizliklerin gelişmesinin önlenebileceğine inanırlar. Söylemek her ne kadar
gereksiz olsa da, bu duruşlar aslında farklı değildirler, ve pratikte
anarşizmi öne çıkaranların siyasi bilinç düzeyleri ve toplumsal devrimin
gereksinimleri her alanda hangi sistemin uygulanacağını belirleyecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yani,
kapitalizm altında dahi, anarko-sendikalistler "özgür üreticilerin
özgür birliğini" yaratmayı amaçlarlar. Bu birliklerin "anarşizmin
pratik okulu" olarak işlev göreceğini düşünürler ve Bakunin'in
işçilerin örgütlerinin devrim öncesi dönemde "sadece fikirleri değil
aynı zamanda bizzat geleceğin gerçeklerini" yaratmaları gerektiği
saptamasını da oldukça ciddiye alırlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-sendikalistler,
diğer tüm toplumsal anarşistler gibi, "Sosyalist ekonomik düzen
hükümet kararnameleri ve yasaları ile düzenlemeyeceğine, aksine ancak ve ancak
üretimin her branşında işçilerin el ve beyinleri ile dayanışmacı ortak
çalışması sonucu gerçekleşebileceğine kanaat getirmişlerdir, yani üreticilerin
tüm fabrikaların yönetimini --genel ekonomik organizmanın bağımsız üyeleri olan
ayrı gruplar, fabrikalar ve endüstri branşları gibi formlarda-- kendilerinin
bizzat üstlenmesi ve özgür karşılıklı anlayış temelinde topluluğun faydasına
üretimi ve ürünün paylaşılmasını sistematik bir şekilde devam
ettirilmesini" [Rudolf Rocker,Anarcho-syndicalism, s. 55] savunurlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sendikalistler
ve diğer devrimci toplumsal anarşistler arasındaki farklar oldukça muğlaktır ve
tamamen anarko-sendikalist sendikalar sorusu etrafında şekillenmektedir.
Kolektivist anarşistler hürriyetçi sendikaların kurulmasının önemli olduğu
konusunda hemfikirdirler, ve bu nedenle de "emekçi kitlelerin
toplumsal (ve bunun sonucunda, siyaset-karşıtı) gücünün ... geliştirilmesi ve
organizasyonizasyonun sağlanmasını" [Bakunin, Michael Bakunin:
Selected Writings, s. 197] için emekçi hareketinin içinde çalışmanın hayati
olduğu konusunda hemfikirdirler. Komünist anarşistler ise genelde emekçi
hareketinin içinde çalışmanın önemini kabullenmekle beraber, sendikalist
organizasyonların mücadele içinde işçilerce şekillendirileceğine inanırlar, ve "isyan
ruhunun"canlandırılmasının sendikalist birlikler kurulmasından daha önemli
olduğuna ve işçilerin bunlara katılacağını ümit ederler. İşyeri oluşumlarına
fazla önem vermezler, çünkü onlara göre bu mücadele kadar hiyerarşiye ve işyeri
dışındaki tahakküme karşı mücadele de önemlidir (anarko-sendikalistlerin
pekçoğu da buna katılacaktır, ama bu genelde sadece bir vurgu sorunu
olmaktadır). Komünist-anarşistlerin küçük bir bölümü emekçi hareketinin
reformist doğası nedeni ile onun içinde uğraş vermenin gereksizliğine
değinirler, ama bunlar küçük bir azınlıktırlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hem komünist,
hem de kolektivist anarşistler tamamı ile saf anarşist organizasyonlar içinde
birlik olmanın gerekliliğini <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ederler. Anarşistlerin fikirlerinin belirginleşmesi ve diğerlerine iletilmesi
için anarşistlerin birarada çalışmasının hayati olduğunu düşünürler.
Sendikalistler anarşist grup ve federasyonların önemini sık sık reddederler,
çünkü onlara göre devrimci endüstriyel ve topluluk birlikleri kendi başlarına
yeterlidirler. Sendikalistler anarşist ve sendika hareketlerinin tek bir
oluşuma indirilebileceğini düşünürler, ama diğer pekçok anarşist buna <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> etmez. Sendikalist
olmayanlar sendikacılığın reformist doğasına dikkat çekerek, sendikalist
sendikaların devrimci karakterinin devam ettirilmesi gereğine dikkat çekerler,
bunun içinde anarşistler [ÇN. sendikalar] içinde anarşist gruplar ve
federasyonların bir parçası olarak çalışmalıdırlar. Sendikalist olmayanların
pekçoğu anarşizmin ve sendikalizmin tekbirleşmesinin (ing. fusion) ayrı
ayrı görevlerinin başarısız olmasına yol açacak bir karışıklık yaratacağına
inanırlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Pratikte,
anarko-sendikalistlerin çok azı anarşist federasyonlara gereksinim olduğu
fikrini toptan reddeder, öte yandan pek az anarşist tamamen sendikalizm
karşıtıdırlar. Örneğin, Bakunin hem anarko-komünist hem de anarko-sendikalist
fikirlere esin kaynağı olmuştur; Kropotkin, Malatesta, Berkman ve Goldman gibi
anarko-komünistler de hep anarko-sendikalist hareket ve fikirlere sempati ile
yaklaşmışlardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
anarşizm çeşitleri üzerine daha ileri okumalar için şunları önerebiliriz:
karşılıkçılık genellikle Proudhon'un, kolektivizm Bakunin'in, komünizm
Kropotkin, Malatesta, Goldman ve Berkman'ın çalışmaları ile özdeşleşmiştir.
Sendikalizm ise, "ünlü" isimlerin çalışmalarından ziyade mücadelede
emekçilerin bir ürünü olması nedeni ile bir şekilde farklıdır (her ne kadar bu
George Sorel'in sendikalizmin babası olarak adlandırılmasını engellemese de --o
da varolan bir sendikalist hakkında yazmıştır aslında. Emekçi sınıfların
kendilerinin kendi fikirlerini geliştireceği fikri genelde havada kalmaktadır).
Ama, Rudolf Rocker genellikle anarko-sendikalist teorinin en önde gelen ismi <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> edilir, yine
Fernand Pelloutier ve Emile Pouget'in çalışmaları da anarko-sendikalizmi
anlamak için temel okumalar arasında sayılır. Toplumsal anarşizmin gelişiminin
ve önde gelenlerinin ana çalışmalarının mükemmel bir özeti için, Daniel Guerin'in No
Gods No Masters antolojisinden daha iyisi yoktur.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k3"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.3
Yeşil Anarşizmin Hangi Çeşitleri Vardır ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ekolojik krize
çözüm olarak anarşist fikirlerin öne sürülmesi, bugünkü anarşizm biçimleri
içinde yaygın olan bir tondur. Bu eğilim, anarşist toplumun, hem el ve zihin
emeğini, hem de endüstri ile tarımın merkezden dağıtılacağı (ÇN. eski tabiri
ile adem-i merkeziyetçilik) (ing. decentralization) ve
birbirine eklemleneceği bir toplulukların konfederasyonuna dayanacağını
söyleyen Kropotkin'e kadar gider (klasik eseri Fields, Factories, and
Workshops'a bakınız). Ekonominin"küçük güzeldir" fikri (E.F.
Schumacher'in Yeşil klasiğinin başlığını kullanırsak), alınıp yeşil hareket
haline gelmeden 70 yıl kadar önce öne sürülmüştü. Bunun yanısıra, Kropotkin Mutual
Aid'de türlerin kendi içinde ve kendi aralarında, ve aynı zamanda çevreleri ile
işbirliğinin onlara rekabetten daha çok fayda sağlayacağını ortaya koymuştur.
Kropotkin ile beraber, William Morris ve Reclus kardeşlerin (Kropotkin gibi her
ikisi de dünyaca tanınmış coğrafyacılardı) çalışmaları, ekolojik konularda
anarşistlerin güncel ilgisinin temellerini şekillendirmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her ne kadar,
klasik anarşizmin içinde ekolojik doğa temalarının kullanılması varsa da,
ekolojik düşünce ile anarşizm arasındaki benzerliklerlerin öne çıkarılması
ancak son zamanlarda olmuştur (özellikle Murray Bookchin'in "Ecology
and Revolutionary Though" (Ekoloji ve Devrimci Düşünce) adlı
makalesinin 1965'te yayınlanmasından sonra). Aslında, Morray Bookcin'in
fikirleri ve çalışmalarının ekolojiyi ve ekolojik konuları, anarşizmin ve
anarşist ideallerin ve yeşil hareketin pekçok yönünün analizinin kalbine yerleştirildiğini
söylemek mübalağa olmayacaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yeşil
anarşizmin çeşitlerini tartışmadan önce nelerin anarşizm ile ekoloji
arasında ortak noktalar olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Murray
Bookchin'den alıntı yapacak olursak, "hem ekolojistler hem de
anarşistler kendiliğindenlik'e (ing. spontaneity) vurgu yaparlar" ve "hem
ekolojisler hem de anarşistler için, devamlı-olan büyüme artan farklılaşma ile
olmaktadır. Genişleyen bir bütün onun parçalarının farklılaşması ve
zenginleşmesi ile meydana getirilir". Bunun da ötesinde,"aynen
ekolojistlerin eko-sistemin alanını genişletmeyi ve türler arasında özgür
karşılıklı etkileşimini yaygınlaştırmayı amaçlamaları gibi, anarşistler de
toplumsal deneyin alanını genişletmeyi ve onun gelişmesindeki tüm engelleri yoketmeyi
amaçlarlar" [Post-Scarcity Anarchism, s.78].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece
anarşistlerin özgür gelişme, merkezileşmeden dağıtım, çok çeşitlilik ve
kendiliğindenlik konularındaki ilgileri, ekolojik fikir ve ilgilere de
yansımıştır. Hiyerarşi, merkezileşme, devlet ve refahın (belli ellerde)
yoğunlaşması çok çeşitlilik ve bireylerin özgür gelişmesi ve onların
toplumlarının oluşmasını doğal olarak engelleyecektir; böylece toplumsal
eko-sistemi ve aynı zamanda da onun bir kısmı olan varolan eko-sistem insan
toplumlarını zayıflatacaktır. Bookchin'in belirttiği gibi, "ekolojinin
yeniden yapılandırmaya yönelik mesajı ... [şudur] çeşitliliği korumamız ve
teşvik etmemiz", ama modern kapitalist toplumun içinde "[t]üm
kendiliğinden, yaratıcı ve bireyselleşen şeyler standartlaştırılmış,
düzenlenmiş ve kitleselleştirilmiş ile çevrelenmiştir" [Op. Cit., s.
76, p. 65]. Pekçok açıdan, anarşizmin bireylere ve topluluklara güç vererek, ve
de politik, toplumsal ve ekonomik gücü merkezden dağıtarak hem bireyin ve
toplumsal hayatın özgürce gelişmesini, hem de böylece doğasının artan şekilde
farklılaşmasını garanti altına almayı amaçlaması, ekolojik fikirlerin topluma
uygulanması olarak düşünülebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peki ne gibi
yeşil anarşizm çeşitleri vardır ? Eko-anarşizmin iki akımı, anarşizm içinde iki
çekim noktasına sahiptir; Toplumsal Ekoloji ve "ilkelci" anarşistler.
Buna ek olarak, ne kadar da sayıca çok olmasa da, bazı anarşistler Derin
Ekoloji'den etkilenmişlerdir. Şüphesiz Toplumsal Ekoloji en etkili olan
akımdır. Toplumsal Ekoloji, 1950'lerden beri ekolojik konularda, ve 1960'lardan
beri de bu konuları devrimci toplumsal anarşizm ile biraraya getirme çabası
içinde eserler veren Murray Bookchin ile birlikte ifade edilir. Post-Scarcity
Anarchism, Toward an Ecological Society, The Ecology of Freedom çalışmalarından
bazılarıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toplumsal
Ekoloji ekolojik krizin kökenlerini, insanlar arasındaki tahakküm ilişkileri
ile sıkı bir şekilde örtüştüğünü belirtir. Doğaya tahakküm böylelikle toplum
içindeki tahakkümün bir ürünü olarak görülür, ama bu hükmetme kriz haline ancak
kapitalizm altında varır. Murray Bookchin'in sözleriyle:<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"İnsanın
doğaya hükmetmesi gerektiği kavramı doğrudan doğruya insanın insana hükmetmesi
olgusundan kaynaklanır ... Ama organik topluluk ilişkileri ... ancak piyasa
ilişkilerine yol açacak şekilde çözüldüğünde, gezegenin kendisi bir sömürü
kaynağına indirgendi. Bu yüzyıllarca süren eğilim en yoğun gelişmesini modern
kapitalizmle beraber gösterdi. İçsel olarak sahip olduğu rekabetçi doğası
nedeni ile, burjuva toplum [ÇN. sadece] insanoğlunu birbirine düşürmekle
kalmadı,aynı zamanda da insanlık kitlelerini doğa dünya ile birbirine düşürdü.
Nasıl ki insanlar mallara dönüştürüldüyse, benzer şekilde doğanın herbir öğesi
de bir mala, üretimde kullanılacak ve pazarlanabilecek bir kaynağa umarsızca
dönüştürüldü."[a.y., s. 63].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"İnsanlığın
maneviyatının piyasa alanınca yağmalanması ile yerkürenin sermaye tarafından
yağmalanması bir birine paraleldir." [a.y., s.65].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle
toplumsal ekolojistler, ekolojik sorunların ana nedeni olarak uygarlaşmaya
değil ama hiyerarşiye ve kapitalizme saldırmayı temel unsur olarak
nitelendirirler. Bu ise onların [ÇN. toplumsal anarşistlerin], modern yaşamın tüm yönlerini
çok daha eleştirel bir yaklaşımla ele alan "İlkelci" anarşistlerle --
teknoloji ve büyük ölçekli organizasyonların tüm biçimlerini reddedecek şekilde
"uygarlığın sona erdirilmesi gibi oldukça ileri uçlara gidenleri de
içeren, olan temel farklılaşma alanıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">En aşırı
durumda, "İlkelci" anarşistler, doğası gereği hiyerarşik olduklarını
söyledikleri teknolojiye karşı çıkarak, inasan toplumunun
"Avcı-Toplayıcı" biçimine geri dönmesinin taraftarlığını yaparlar.
İngiltere merkezli "Green Anarşist" [ÇN. Yeşil Anarşist]
adlı bu fikrin sözlü temsilciliğini yapmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ama aslında
pek az anarşist bu kadar aşırıya kaçar. Gerçekten de, pekçok anarşist,
toplumsal altyapının çöktüğü durumda geri dönülen "Avcı-Toplayıcı"
toplumun hemen hemen tüm ülkelerde kitlesel bir kıtlığa yol açacağını
belirterek, "İlkelcilik"in aslında anarşizm bile olamayacağını
belirtir. İnsanların büyük kısmı için "İlkelci" fikirlerin içsel
olarak çekici olmaması nedeni ile, bu hiç bir zaman liberter araçlarla (yani
bireylerin kendi davranışları ile yarattıkları bireylerin özgür tercihi ile),
ve bu nedenle de bu durumu çok az kişinin gönüllü olarak kabulleneceği
düşünülürse, anarşist olarak da nitelendirilemez. Bu ise "Yeşil
Anarşistler"in bir tür eko-öncülük biçimi, Rousseau'nun ifadesini kullanırsak,
"insanları özgür olmaya zorlamak", geliştirmesine yol
açmaktadır (terörist saldırıları kutlayan 1998'de basılan makaleden görüleceği
üzere). Buna ek olarak, "zamanı geriye döndürmek" şeklinde ifade
edilebilecek bu görüş önemli açmazları içinde barındırmaktadır; her ne kadar
ilk [ÇN. yerli olarak da çevirilebilir, ing. aboriginal] toplumlar genel
olarak anarşist olsalarda, bu "ilkelci anarşizm"in cevap
olamayacağını gösteren şekilde bu toplumlar istisnasız olarak devletçi,
mülkiyet temelli toplumlara evrilmişlerdir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ama,
eko-anarşistlerin çok az bir kısmı bu aşırı durumun taraftarıdır.
"İlkelci" anarşistlerin büyük bir kısmı, teknoloji-karşıtı ve
uygarlık-karşıtı olmaktan ziyade, (David Watson'un ifadesi ile) "ilkel
yaşam tarzlarının kabul edilmesi" ve teknoloji, akılcılık ve ilerleme
gibi konulara Toplumsal Ekoloji bakışından daha eleştirel bir yaklaşımın
izlenmesi gerektiği konularında farklılaşmaktadırlar. Bu eko-anarşistler "doğrusal
bir şekilde ilk köklerimize dönebileceğimizi öne süren dogmatik
ilkelciliği" de, "ilerleme" fikrini de; ve de "hem
Aydınlanmanın hem de Aydınlanma-Karşıtlığının yüceltilmesi" fikrini
ve geleneklerini reddederler. Bu tip eko-anarşistler için, İlkelcilik "devletin
yükselmesinden önceki yaşamın bir görüntüsünü yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda
uygarlaşma ile oluşan hayatın gerçek koşullarına karşı geçerli bir cevaptır
da", bu nedenle saygı gösterilmeli ve "eski ve yeni taş devri
gerçek geleneklerinden" dersler çıkarılmalıdır (yerli Kuzey Amerika
kabileleri ve diğer yerel insanlar gibilerinden). Bu bağlamda,"her ne
kadar laik [ÇN. bu dünyevi olarak da çevrilebilir, (ing. secular)] düşünme
ve hayata bakış biçimlerini bir kenara bırakamasak da, ve bırakmamamız gerekse
de ... hayat deneyimini, ve nihayetinde asli ve kaçınılmaz olan neden yaşadığımız, nasılyaşadığımız
sorularını da laik terimlere indirgeyemeyiz ... Bunun da ötesinde, tinsel
(ruhani) olanla laik olan arasındaki sınır pekde belirgin değildir. Tarihimizin
yanlızca "el ideal" için ölen ateist İspanyol devrimcilerini
onurlandırmasını değil; aynı zamanda dinsel pasifistleri, düşünce tutsaklarını,
Lakota hayalet dansçılarını, taoist çilecileri ve süfi mistisizmcileri de
onurlandırmasını teşvik edici sebeplerin kabullenmesi diyalektik anlayışı
[ÇN.-na sahip olmalıyız]." [David Watson, Beyond Bookchin:
Preface for a future social ecology, s. 240, s. 103, s. 240, s. 66-67].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu tip
"İlkelci" anarşizmi çoğu, Fifth Estate gibi, ABD merkezli
olan, farklı dergilerle ilişkilidir. Örneğin, teknoloji konusunda bu tip
eko-anarşistler şunu öne sürerler; "[p]iyasa kapitalizmi ateşi
çıkaran kıvılcımken, ve bütünün (ing. complex) merkezinde olmaya devam
ederken, aslında daha büyük olan bir şeyin bir parçasıdır; organik insan
toplumlarının ekonomik-araçsal uygarlaşmaya, ve sadece hiyerarşik ve dışsal olmakla
kalmayıp giderek "hücresel" ve içsel olan kitle tekniklerine zorla
uyumlanması. Bu sürecin pekçok bileşenlerinin, önce neden ve sonra ikincil
etkiler mekanistik hiyerarşisi içinde, katmanlaşması hiç bir anlam ifade
etmez." [David Watson, a.y., s. 127-8].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle,
"İlkelci" anarşistler, toplumsal ekolojistlerin insanlığı ve
yerküreyi özgürleştirmek için temel gördükleri uygun teknoloji
kullanımı çağrısını da içermek üzere, teknolojinin tüm yönlerine daha eleştirel
yaklaşırlar. Watson'un belirttiği gibi:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Teknolojik
toplumdan bahsetmek aslında, kapitalizm içinde oluşturulmuş tekniklerden,
dolayısıyla da sermayenin yeni biçimlerini oluşturacak tekniklerden bahsetmek
demektir. Bu teknolojiyi belirleyen toplumsal ilişkilerin kendine özgü (belli)
bir alanı olması kavramı sadece tarihsel olmayan ve diyalektik olmayan bir şey
değildir, aynı zamanda basitleştirilmiş alt-üst yapı şeması çeşidini de
yansıtır." [a.y., s. 124].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece,
teknolojiyi kimin kullandığı, onun etkilerini belirleyen şey
değildir, aksine teknolojinin etkisi büyük ölçüde onu meydana getiren toplum
tarafından belirlenir. Diğer bir ifade ile, toplumda hangi teknolojinin
kullanacağını seçenlerin genel olarak gücü elinde bulunduranlar olması nedeni
ile, seçilen teknoloji hiyerarşik gücü tekrar oluşturma eğilimine sahiptir
(zulmedilen insanların teknolojiyi güçlüler aleyhine kullanabilme
yeteneği, ve teknolojik değişme ile toplumsal mücadelenin karşılıklı ilişki
içinde olması hakkında Kısım D.10'a bakınız). Bu nedenle, teknolojilerin
kimler tarafından kullandığından bağımsız olarak bazı etkilerinin olduğu
dikkate alınırsa, uygun teknolojinin kullanımı konusu bile, sadece eldeki
mevcut teknolojiler arasında seçim yapmaktan daha öte bir şeydir. Bu da,
bireysel özgürlüğün, yetkilendirmenin ve mutluluğun azamileştirilmesi söz
konusu olduğunda; teknolojinin tüm yönlerinin değerlendirilmesi, ve gerekirse
düzenlenmesi ve hatta reddedilmesi sorusudur. Toplumsal Ekolojistlerin pek azı
buna karşı çıkacaklardır, farklılıklar genelde derin bir siyasi noktadan ziyade
yapılan vurgu sorusudur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Nihayet,
"İlkelci" anarşistler, pekçok diğer anarşist gibi, Toplumsal
Ekolojistlerin belediye seçimlerinde yarışan adayları desteklemesini
eleştiririrler. Toplumsal Ekolojistlerin bunu, halkçı kendinden-yönetim
meclisleri ve devlete karşı bir güç oluşturmakta araç olarak görmesini pek az
anarşist <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edecektir. Bunu içsel olarak reformist, ve toplumsal değişimi meydana
getirmekte seçimleri kullanma olanağı hakkında naif bulurlar (bunun ayrıntılı
tartışması için Kısım J.5.14'e bakınız). Radikal fikirleri sulandırarak ve
ilgili insanları bozulmasına yol açarak, seçim kampanyası yürütmenin çıkmaz bir
sokak olduğunu belirterek, bunun yerine anarşist ve ekolojik fikirlerin öne
çıkarılmasının aracı olarak doğrudan eylemi önerirler (Kısım J.2 -- Doğrudan
Eylem Nedir ?'e bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"İlkelci"
anarşizm hakkında daha çok bilgi için John Zerran'ın Future Primitive ve Elements
of Refusal, ve David Watson'un Beyond Bokkchin ve Against the
Mega-Mashine adlı eserlerine bakılabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Son olarak,
biyo-merkezli doğası nedeni ile pekçok anarşist tarafından insan-karşıtı olarak
nitelendirilen "derin ekoloji" akımı vardır. İnsanların, insan
olarak, ekolojik krize yol açtığına inanan anarşistler vardır, ki bu derin
ekolojistler tarafından öne sürülmetedir. Örneğin, Murray Bookchin derin
ekolojiyi ve içindeki insan-karşıtı fikirleri devamlı eleştiren birisi olmuştur
(örnek olarak Which Way for the Ecology Movement'a bakınız). David Watson
da Derin Ekoloji'ye karşı çıkmıştır (George Bradford adı ile yazdığı How
Deep is Deep Ecology adlı çalışmasına bakınız). Anarşistlerin pek çoğu,
insanların değil sistemin sorun olduğunu, ve sadece insanların onu
değiştireceğini savunurlar. Murray Bookchin'in sözleriyle:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"[Derin
Ekoloji'nin sorunu] 'İnsanlık' ve 'Toplum' olarak adlandırılan soyutlamalardan
değil; devamlı olarak yokolmakta olan insanlık duygusunu saklamak için 'doğal
yasa' kullanan, ve konuştuğumuzun kapitalizm olduğu gerçeğini ihmal
ederek toplumsal gerçekliğin aşırı ihmal edilmesinin üzerini örten, kaba
biyolojizmin otoriter çizgisinden kaynaklanmaktadır." [The Philosophy
of Social Ecology, s. 160].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ekolojik
eleştiri ve analizi insan ırkının protestosuna indirgemek ekolojik yıkımın
gerçek nedenlerini ve dinamiklerini ihmal eder; böylece de, bu yıkımın
önlenmesini sağlayacak olanın bulunamamasını sağlar. Basitçe ifade edilecek
olursa, insanların büyük bir kısmı yaşamlarını, topluluklarını, endüstrilerini
ve eko-sistemlerini etkileyen kararlar üzerinde gerçekten bir söz söyleme
yetkisine sahip değilken, suçlanacak olanın insanlar olması bayağı güçtür.
"İnsanlık" üzerine odaklanarak (ve böylece zengin-yoksul,
erkek-kadın, beyaz-renkli, sömürenler-sömürülen, ve hükmeden-hükmedilen
arasında bir ayrım yapmayarak), içinde yaşadığımız sistem ve ekolojik
sorunların kurumsal nedenleri gözardı edilmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Önde gelen
temsilcilerinin fikirlerinin anarşistler tarafından devamlı olarak
eleştirilmesi sonucu pekçok Derin Ekolojist, hareketlerinin insan-karşıtı
fikirlerinden uzaklaşmıştır. Derin ekoloji, özellikle Earth First! (EF!),
zaman içinde oldukça değişmiştir, ve bugün EF! sendikalist birlik olan Industrial
Workers of the World(IWW) ile yakın çalışma ilişkileri içindedir. Derin ekoloji
eko-anarşizmin bir kolu olmamakla beraber, pekçok ortak fikire sahiptir; ve
(EF! gibi) toplumsal olmayan fikirlerini reddederek, giderek insan
ırkının değil hiyerarşinin sorun olduğunu görmeye başladıkları anarşistler
tarafından da <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilmektedir (Murray Bookchin ve önde gelen Earth First!'çü Dave Foreman
arasındaki tartışma için Defending the Earth adlı kitaba bakınız).<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k4"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.4
Anarşizm Pasifist'midir ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Leo Tolstoy'un
önde gelen simalarından biri olduğu pasifist kol anarşizm içinde uzun süreden
beri varolmaktadır. Bu kol genellikle "anarko-pasifizm" ("şiddet-karşıtı
anarşizm" terimi de bazen kullanılmaktadır, ama bu kullanım doğru
olmayan bir şekilde hareketin geri kalanının şiddet taraftarı olduğu anlamını
ima etmesi açısından talihsiz bir kullanımdır) olarak adlandırılır. Anarşizmin
temel ülküleri ve argümanları verili iken, anarşizmin ve pasifizmin birliği
şaşırtıcı olmaz. Her şeyden öte, şiddet, ya da şiddet veya zarar tehditi,
bireysel özgürlüğe zarar veren temel araçlardır. Peter Marshall'ın belirttiği
gibi " anarşistlerin bireyin egemenliğine saygısı dikkate alınırsa,
uzun dönemde şiddet değil, şiddet-karşıtlığı anarşist değerler tarafından ifade
edilmektedir" [Demanding the Impossible, s.637).Malatesta ise "anarşizmin
temel politik platformu şiddet'in insan ilişkilerinden soyutlanmasıdır" [Life
and Ideas, s.53] derken daha açıktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her ne kadar
pekçok anarşist şiddeti reddederek pasifistlik taraftarı olduğunu belirtse de,
genel olarak hareket özünde pasifist değildir (her zaman şiddetin her türlüsüne
karşı olma anlamında). Aksine o [ÇN. anarşizm], devletin organize şiddetine
karşı olmakla beraber, tahakküm edenlerin uyguladığı şiddet ile tahakküme maruz
kalanlarınki arasındaki farka dikkat çeken, askeriye-karşıtıdır. Bu da,
anarşist hareketin her zaman ordu teşkilatına ve kapitalist savaşa karşı
çıkmakta bu kadar zaman ve enerji harcarken, aynı zamanda tahakküme karşı
silahlı mücadeleyi desteklemesi ve organize etmesini açıklar (Rus Devrimi
sırasında, hem Kızıl hem de Beyaz ordulara karşı direnen Makhnovist ordu, ve
İspanyol Devrimi sırasında faşistlere karşı direnişi organize eden gerillalar örneklerinde
oloduğu gibi --sırasıyla Kısım A.5.4 ve A.5.6'a bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddet-karşıtlığı
sorununda, kaba şekilde bir ilke olarak, hareket Bireyci ve Toplumcu çizgilere
ayrışır. Bireyci anarşistlerin büyük bir kısmı, Karşılıkçılar gibi, toplumsal
değişimin tamamen şiddet-karşıtı taktiklerini destekler. Ama, Bireyci anarşizm
tam anlamı ile pasifist olarak nitelendirilemez, pekçoğu saldırı karşısında
kendini savunma temelinde şiddet fikrini destekler. Öte yandan, toplumcu
anarşistlerin çoğu baskıcı gücü iktidardan uzaklaştırmak ve devletle kapitalist
saldırıya direnmek için fiziksel güce sahip olmanın gerektiğini belirterek,
devrimci şiddetin kullanımını desteklerler (her ne kadar pasifist klasik The
Conquest of Violence'i yazan Bart de Ligt bir anarko-sendikalist olsa da).
Malatesta'nın vurguladığı gibi, şiddet "kendi başına şeytani olsa da
... bir kimsenin kendisini diğerlerinin şiddetine karşı korumak için kullandığı
durumda <st1:city w:st="on">kabul</st1:city> edilebilir" ve "köle
her zaman geçerli bir savunma durumundadır, ve sonuçta patrona, tahakküm edene
karşı onun şiddet uygulaması ahlâki olarak her zaman <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> edilebilir" [a.y., s. 55, s.
53-54]. Bunun da ötesinde, Bakunin'in sözleriyle, toplumsal tahakküm "bireylerden
ziyade şeylerin organizasyonlarından ve toplumsal konumlardan kaynaklandığı
için", ve anarşist devrimin amacı ayrıcalıklı sınıfların varlığını sona
erdirmek olduğu için --"bireyler olarak değil, sınıflar olarak",
anarşistler insanlardan ziyade "acımasızca konumları ve şeyleri
yoketmeyi"amaçlarlar [Richard B. Saltman'ın alıntısı,The Social and
Political Thought of Michael Bakunin, s. 121, s. 124 ve s. 122].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Aslında,
şiddet sorunu anarşistlerin çoğu için göreceli olarak önemsizdir, bu nedenle
onu yüceltmezler ve herhangi bir toplumsal mücadele ve devrim sırasında onun
[ÇN. kullanımının] asgari düzeyde tutulması gerektiğini savunurlar. Bütün
anarşistler Hollandalı pasifist anarko-sendikalist Bart de Ligt'in şu
argümanına katılacaktır; "kapitalist dünyanın karakteristik koşulları
olan şiddet ve saldırganlık, sömürülen sınıfların tarihsel misyonu olan bireyin
özgürleşmesi ile bir arada olamaz. Şiddetin açık bir şekilde devrimin emrine
verildiği durumda dahi, daha fazla şiddet daha zayıf bir devrim anlamına
gelecektir" [the Conquest of Violence, s. 75].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Benzer
şekilde, tüm anarşistler Ligt'ın kitabının kısımlarından birisinin ismi olan "burjuva
pasifizminin anlamsızlığı" görüşünü paylaşacaklardır. De Ligt ve tüm
anarşistler için, şiddet kapitalist sistem için içsel bir konudur ve
kapitalizmi pasifist yapma çabası başarısız kalmaya mahkumdür. Bunun nedeni
ise, savaşın aslında başka araçlar kullanılarak yapılan bir ekonomik rekabet
olduğu gerçeğidir. Uluslar genellikle bir ekonomik krizle karşılaştıklarında
savaşa giderler, ekonomik mücadele içinde elde edemediklerini çatışma ile elde
etmeye çalışırlar. Diğer yandan, "şiddet modern toplumun ayrılmaz bir
parçasıdır ... [çünkü] o olmadan, her ülkedeki yönetici sınıf sömürü altındaki
kitlelere karşı sağladığı ayrıcalıklı konumunu korumayı başaramaz. Ordu
öncelikli olarak, hoşnutsuzluk içinde bulunan işçileri kontrol altında
tutmak için kullanılır" [Bart de Ligt, a.y., s. 62]. Devlet ve
kapitalizm varoldukça şiddet kaçınılmazdır; bu nedenle, anarko-pasifistler
için, tutarlı bir anarşistin pasifist olması gerektiği gibi tutarlı bir
pasifistin de anarşist olması gerekir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Pasifist
olmayan anarşistler için, şiddet tahakküm ve sömürünün kaçınılmaz ve talihsiz
bir sonucu olduğu gibi, ayrıcalıklı sınıfların güç ve servetlerinin devamını
sağlayacak tek araçtır. Otorite durumundakiler nadiren kendiliklerinden
güçlerinden vazgeçerler, bu nedenle de zorlanmalıdırlar. Bu nedenle, "insanlığın
çoğunu hizmetkârlık konumunda tutmakta kullanılan daha büyük ve devamlı şiddete
son vermek için geçiçi" [Malatesta, a.y., s. 55] şiddete
gereksinim vardır. Şiddet ve şiddet-karşıtı konusu üzerine yoğunlaşılması,
gerçek sorunu yani toplumu daha iyi için nasıl değiştireceğimiz sorununu ihmal
eder. Alexander Berkman'ın belirttiği gibi pasifist anarşistler, "çalışmak
için kollarını sıvamayı çalışmanın kendisidir" diyenlere benzer
olarak meseleyi yanlış ele almaktadırlar. Aksine," [d]evrimin kavga
aşaması sadece kollarınızı sıvamaktır. Gerçek, asıl görev bundan sonradır" [ABC
of Anarchism, s. 40]. Ve aslında, toplumsal mücadelerin ve devrimlerin çoğu
göreceli olarak barışçıl başlar (grevler, işgaller ve benzerleri gibi) ve ancak
güç [ÇN. iktidar] konumunda olanlar konumlarını korumak için çaba
gösterdiklerinde şiddete doğru evrilir (1920'lerde işçilerin fabrika
işgallerini takip <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
faşist terörün yaşandığı İtalya bunun klasik bir örneğidir -- Kısım A.5.5.'e
bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yukarıda da
belirtildiği üzere, bütün anarşistler militarizm-karşıtıdırlar, ve hem ordu
mekanizmasına (dolayısıyla da "savunma" endüstrisine) hem de
devlet/kapitalist savaşlarına (her ne kadar, Rudolf Rocker ve Sam Magdolf gibi
bazı anarşistler ikinci dünya savaşı sırasında, daha az kötü olarak
değerlendirdikleri faşizm-karşıtı kapitalistleri destekleselerde) karşı
çıkarlar. Fransız CGT'nin askerleri itaat etmemeye ve grevdeki kardeş
işçilerini bastırmamaya çağıran broşürlerini basan İngiliz ve Kuzey Amerikan
sendikalistleri ve anarşistleri, birinci dünya savaşının başlamasından çok daha
önceleri anarşistlerin ve anarko-sendikalistlerin savaş aygıtı-karşıtı olan
mesajlarını yaymaktaydı. Emma Goldman ve Alexander Berkman, 1917'de Zorunlu
Askeliğe Hayır Birliğioluşturdukları için tutuklanarak Amerika'dan sınırdışı
edilirken, birinci ve ikinci dünya savaşlarında silahlı kuvvetlere katılmayı
reddeden pek çok anarşist ise tutuklanarak, hapsedildiler. Savaş taraftarı olan
güçlü elit sınıflara karşı tehdit oluşturan organizasyonu ve savaş-karşıtı
mesajları nedenleri ile, anarko-sendikalist etkisindeki IWW, hükümet baskısının
azgın bir dalgası ile ezildi. Daha yenilerde ise, anarşistler (Noam Chomsky ve
Paul Goodman gibi insanlar) halen varolan barış hareketlerinde ve savaş-karşıtı
hareketlerde aktiftirler. <st1:city w:st="on">Anarşistler</st1:city>, <st1:country-region w:st="on">Vietnam</st1:country-region> Savaşı, <st1:place w:st="on">Falkland</st1:place>
savaşı ve Körfez savaşı gibi savaşlara karşı çıkmışlardır (İtalya'da örneğin
protesto amacı ile grevler organize edilmesine yardım etmişlerdir).
Anarşistlerin savaşa karşıtlığını hoş bir şekilde özetleyen "Savaş
değil ama sınıf savaşı" sloganı bu son anlaşmazlıkta ortaya çıkmıştır
-- farklı ülkelerin tahakküme maruz sınıflarının, kendi yöneticilerinin
iktidarı ve kârları için birbirlerini öldürmelerinin gözlendiği herhangi sınıf
temelli bir sistemin kötü bir sonucu olarak. Bu organize katliamın bir parçası
olmaktansa; anarşistler emekçi insanları, sahiplerinin amaçları için değil
kendileri için uygun olan amaçlar için organize olmaya çağırırlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Her
zamankinden daha çok şimdi tavizler vermekten kaçınmalıyız; kapitalistler ile
ücretli köleler arasındaki ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki uçurumu daha
da derinleştirelim; insanlar arasındaki kardeşliği, herkes için Adaleti ve
Özgürlüğü sağlamanın yegane araçları olan devletlerin yokedilmesi ve özel
mülkiyetin dağıtılmasını destekleyelim; ve de bunları gerçekleştirmek için
hazırlanmalıyız." [Malatesta,a.y.,s.251].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">(Malatesta'nın
bu sözlerinin kısmen, yıllardır yazdıklarını inkâr ederek, I. Dünya Savaşı'nda
Alman otoriterizmine ve emperyalizmine karşı müttefik güçleri destekleyen Peter
Kropotkin'e karşı yazdığına dikkat etmemiz gerekir. Malatesta'nın dikkat
çektiği üzere, "tüm Hükümetler ve tüm kapitalist sınıflar ... kendi
ülkelerinin işçilerine ve isyankârlarına ... kötülükler yaparlar." [a.y.,
s. 246].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece,
pasifizmim anarşistlere çekici gelmesi bir açıklık kazanmış oluyor. Şiddet otoriter
ve zorlayıcıdır, ve bu nedenle de onun kullanımı anarşist ilkelerle çelişkiye
yol açar. Bu nedenledirki, anarşistler Malatesta'nın şu sözlerine
katılacaktırlar; "[b]iz ilke olarak şiddete karşıyız ve bu nedenle de
toplumsal mücadelenin mümkün olduğunca insancıl olmasını isteriz." [a.y.,
s.57]. Katı olarak pasifist olmayan anarşistlerin hepsi olmasa da büyük bir
kısmı, pasifist-anarşistlerin şiddetin sık sık, insanları yabancılaştırarak ve
devlete hem anarşist hareketi hem de toplumsal değişim için oluşan halk
hareketlerini bastırmak için bir mazeret yaratarak olumsuz olabileceği
argümanına katılacaklardır. Tüm anarşistler radikal değişim için daha iyi
yollar olan şiddet-dışı doğrudan eylemi ve sivil itaatsizliği desteklerler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Toparlamak
gerekirse, saf-pasifist anarşistler oldukça azdır. Büyük bir kısmı şiddet
kullanımını zorunlu bir kötülük olarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
eder ve kullanımının asgari düzeyde olmasını sağlık verir. Tümü, şiddeti kurumsallaştıran bir
devrimin devleti yeni bir biçimde tekrar oluşturacağına katılır. Öte yandan,
otoriteyi yıkacak tabii ki otoritenin kendisi olmayacaktır, ve şiddete karşı
koymak için şiddet kullanılmalıdır. Bu nedenle, her ne kadar anarşistlerin çoğu
pasifist olmasa da, pekçoğu kendini-savunma dışında -ki o durumda dahi bu asgari
düzeyde tutulmalıdır, şiddeti reddeder.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k5"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.5
Anarko-Feminizm Nedir ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Her ne kadar
otoritenin tüm biçimlerine ve devlete karşı çıkma 19. yüzyıl ilk feministleri
arasında güçlü bir sese yol açmışsa da, 1960'larda başlayan daha yenice olan
feminist hareket anarşist pratik üzerinde şekillenmiştir. İşte burada, faaliyet
içinde bulundukları daha geniş feminist ve anarşist hareketler içinde onlara
ilkelerini hatırlatmak için ortaya çıkan, kadın anarşistleri ifade <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> anarko-feminizm
ortaya çıkmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarşizm ve
feminizm her zaman birbirine oldukça yakın bağlantılar içinde olmuşlardır.
Pekçok önde gelen feminist --hareketin lideri olan Mary Wollstonecraft (A
Vindication of the Rights of Woman'ın yazarı), Komüncü Louise Michel,
Voltairine de Cleyre ve kadınların özgürleşmesinin yılmaz şampiyonu Emma
Goldman (örneğin onun ünlü makaleleri, "The Traffic in Women","Woman
Suffrage", "The Tragedy of Woman's Emancipation","Marriage
and Love" ve "Victims of Morality"e bakınız) dahil
olmak üzere, aynı zamanda anarşistlerdi. En eski anarşist gazetelerden birisi
olan Freedom 1886'da Charlotte Wilson tarafından kurulmuştur.
Bunların yanısıra, önde gelen anarşistlerin hepsi (Proudhon hariç) kadınların
eşit olmasını desteklemişlerdir. İspanyol devrimi sırasında İspanya'da ortaya
çıkan "Özgür Kadınlar" hareketi, temel özgürlüklerini
korumak ve kadınların özgür ve eşit olacağı toplumu yaratmak için kendiliğinden
organize olan anarşist kadınların klasik bir örneğidir (bu önemli organizasyon
hakkında daha ayrıntılı bilgi için Marta Ackelsberg'in Free Women of Spain adlı
çalışmasına bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarşizm ve
feminizm oldukça ortak olan bir tarihe sahiptirler; ve yine bireysel özgürlük,
dişil cinsten üyeleri için eşitlik ve saygıya olan ilgi ortaktır (ama, aşağıda
daha ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi, anarşistler güncel/liberal feminizmi
yeteri kadar ileri gitmemeleri noktasında eleştirir). Bu nedenle, 1960'ların
yeni feminizm dalgasının kendisini anarşist anlamda ifade etmesi ve Emma
Goldman gibi anarşist şahsiyetlerden esinlenmesi şaşırtıcı olmamaktadır. Cathy
Levine'in belirttiği gibi, bu dönem boyunca " bağımsız kadın grupları
eril solun yapısı, liderleri ve diğer yükümlülüleri olmadan faaliyet göstermeye
başladılar; bağımsız ve eşanlı olarak yılların ve bölgelerin anarşist organizasyonlarına
benzer organizasyonlar yaratmaya başladılar. Bunların hiçbirisi de birer kaza
ile olmuş değildirler." [Anarchy: A Graphic Guide adlı eserde,
Clifford Harper tarafından alıntılanmıştır, s.182].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu bir kaza
değildir, çünkü feminist araştırmacıların da belirttiği üzere, Neolitik dönemin
sonlarında başladığı düşünülen baaberkilliğin ve tahakküm ideolojilerinin
yükselmesi ile ortaya çıkan hiyerarşik toplumun ilk kurbanları arasında
kadınlar yer alırlar. Marily French (Beyond Power'da), insan ırkının ilk önemli
toplumsal katmanlaşmasının, kadının etkin olarak "daha düşük" ve
"daha aşağı" bir toplumsal sınıf haline sokulduğu, erkeğin kadına
hakim hale geldiği zaman oluştuğunu iddia eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peggy
Kornegger anarşizm ile feminizm arasında, hem teoride hem de pratikte varolan
güçlü bağlantılara dikkat çeker. "Radikal feminist bakış açısı
neredeyse tamamı ile saf anarşizmdir" diye yazar. "Ana
teori çekirdek ailenin tüm otoriter sistemlerin temelini oluşturduğunu öne
sürer. Babadan öğretmene, patrona ve tanrıya kadar kimden olursa olsun, bir
çocuğun öğrendiği ders Otoritenin bilinmeyen büyük sesine itaat etmektir.
Çocukluktan erişkinliğe terfi etmek ise, hiçbir sorgulama yetisi olmayan ve
hatta açıkça düşünemeyen tam anlamı ile bir robot olmak demektir." [a.y.].
Benzer şekilde, Zero Collectives, Anarko-feminizmin"feminizmin
anarşizminin farkına varılması ve bilinçli olarak onun geliştirilmesinde
varolduğunu" [The Raven, no. 21, s. 6] savunur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-feminizm
tahakküm, sömürü, saldırganlık, rekabetçilik, duyarsızlaşma gibi otoriter
nitelik ve değerlerin hiyerarşik uygarlıklarda yüce olarak değer biçildiğine,
ve geleneksel olarak "eril" olarak değinildiklerine dikkat çekerler.
Bunun aksine, işbirliği, paylaşma, duyarlılık, yakınlık gibi otorite-karşıtı
nitelik ve değerler ise geleneksel olarak "dişil"dirler ve aşağı
değerde görülürler. Feminist araştırmacılar bu olgunun izlerini, erken Bronz
Çağı'ndan önce varolan "dişil" niteliklerin ve değerlerin süregeldiği
ve saygı gördüğü işbirliği temelinde varolan "organik" toplumların
fethedilerek, babaerkil toplumların serpilmesine kadar sürerler. Bu fethi
takiben, bu gibi değerler giderek -özellikle erkekler için, erkekler tahakküm
ve sömürünün yapılmasından sorumlu olma durmunda bulundukları için, aşağılık
olarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilmeye başlandılar [örneğin Riane Eisler'inThe Chalice and the Blade ve
Elise Boulding'in The Underside of History adlı eserlerinde].
Böylece, Anarko-feminizm "toplumun dişilleştirilmesini" ,
yani işbirliğine, paylaşıma, karşılıklılığa vb. dayanan otoriter olmayan
anarşist toplumun yaratılmasını temsil eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-feministler
toplumun "dişilleştirilmesine", kendinden-yönetim ve
merkezden-dağıtımın her ikisinin de olmadan erişilemeyeceğine dikkat çekerler.
Bunun nedeni ise altetmek istedikleri babaerkil değer ve geleneklerin
hiyerarşiler içinde barındırılması ve yeniden üretilmesidir. Böylece feminizm
merkezden-dağıtılmayı, ve sonuçta da kendinden-yönetimi ima eder. Hiyerarşik
yapıları ve rekabetçi karar almanın biçimlerini ortadan kaldıran kolektif
feminist organizasyon biçimlerinin deneyimlerinden görüldüğü üzere, pekçok
feminist bunun farkındadır. Bazı feministler ise doğrudan demokratik
organizasyonların özellikle dişi siyaset biçimleri olduğunu öne sürerler [buna
örnek olarak Nancy Hartsock'un, Zeila Eisenstein'ın editörlüğünü yaptığı Capitalist
Patriarchy and the Case for Socialist Feminism adlı kitaptaki "Feminist
Theory and the Development of Revolutionary Strategy," adlı yazısına
bakınız, s. 56-77]. Tüm anarşistler gibi, anarko-feministler de
kendini-özgürleştirmenin (ing. self-liberation) kadınların eşitliği, ve böylece
de özgürlüğü için anahtar olduğunu <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ederler. Emma Goldman şöyle der:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Onun
[ÇN. kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi
aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir
şahsiyet olaral değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi
vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek,
Tanrı'ya, Devlet'e, topluma, kocaya, aileye, vb. hizmetçi olmayı reddederek;
yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak. Yani, yaşamın anlam ve
özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun
değeryargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek." [Anarchism
and Other Essays, s. 211].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-feminizm,
feminizmi hem sağdan hem de soldan kaynaklanan otoriter ideolojilerin
etkilerinden ve hakimiyet kurmasından kurtarmaya çalışır. Bu doğrultuda,
hiyerarşik ve merkezi organizasyonlar ve yine daha çok kadın patronlar,
siyasetçiler ve askerler olmasını eşitliğe doğru bir adım olarak algılanması
illüzyonunu yaratan, "resmi" feminist hareket tarafından el üstünde
tutulan kitlesel reformcu kampanyalar yerine, anarko-feminizm doğrudan eylem ve
kendinden-yardım (ing. self-help) ilkelerini öne çıkarır.
Anarko-feministler kapitalist şirketlerde kadınların yönetici olabilmek için
öğrenmeleri gereken, güya "yönetim bilimi" diye adlandırılan şeyin,
aslında yekvücud (ing. corporate) hiyerarşilerde ücretli işçinin
kontrolü ve sömürüsünün tekniklerinin bir paketi olduğunu belirtirler; öte
yandan toplumun "dişilleştirilmesini için" ise; ücretli-köleliğin ve
yönetimsel tahakkümün toptan ortadan kaldırılması gerektiğini belirtirler.
Anarko-feministler nasıl etkin bir sömürücü ya da bastırıcı olunacağının,
eşitliğe giden bir patika olmadığının farkındadırlar (Mujures Libres'in bir
üyesinin belirttiği gibi, "[b]iz feminist hiyerarşiyi erkeklerinkinin
yerine geçirmek istemiyoruz" [Martha A. Ackelsberg'in Free Women
of Spain adlı eserindeki alıntısı, s.2] -- babaerkillik ve hiyerarşi
konusu hakkında daha ayrıntılı bir tartışma için Kısım B.1.4'e bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece,
anarşizmin kadınların özgürleşmesi ve eşitliğini desteklerken, liberal (ya
da güncel hakim olan) feminizme geleneksel düşmanlığı anlaşılabilir.
Federeica Montseny (İspanyol Anarşist hareketinin önde gelen ismi) bu tip
feminizmin kadınların eşitliğini savunurken, mevcut olan kurumlara bir tehlike
oluşturmadığını belirtir. Ona göre, (günümüzün hakim) feminizminin "tek
tutkusu, belirli bir sınıfa dahil kadınlara mevcut ayrıcalıklar sistemine
katılılabilmek için daha fazla fırsat verilmesidir" ve eğer bu
kurumlar "erkekler onun avantajlarından faydalanırken adil değilse,
kadınlar da onun avantajlarından faydalandığında yine adil olmayacaktır." [Martha
A. Ackelsberg'in Free Women of Spain adlı eserindeki alıntısı, s.
90-91, s. 91].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece,
Martha A. Ackelsberg'in belirttiği gibi, tarihsel anarşist harekette,
liberal/güncel hakim feminizmin hep "cinsiyet mücadelesinin sınıf
mücadelesinden veya bir bütün olarak anarşist projeden soyutlanamayacağı
noktasında, kadınların özgürlüğüne kavuşması için bir strateji olarak, ancak
çok sınırlı bir anlamda hedefe sahip olduğu" [a.y., s. 91]
belirtilir. Bu geleneği sürdürerek, anarko-feminizm sadece baberkil değil, tüm
hiyerarşi biçimlerinin yanlış olduğunu belirtir; ve <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city> feminizmin tüm arzusu yanlızca kadına
-aynen erkeğin olduğu gibi, patron olma şansını elde etmesine imkan yaratmaksa,
o zaman feminizm kendi idealleri ile çelişkiye düşmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle
anarko-feministler , tüm anarşistler gibi özgürlüğün reddi demek olan
kapitalizme karşı çıkarlar. Kadını özgürleştireceği iddia edilen "eşit
fırsat" kapitalizmi ideali, böyle bir sistemde hala çalışan kadınların
patronları tarafından (kadın ya da erkek olsun) baskı altında tutulacağı
gerçeğini gözardı eder. Anarko-feministler için, kadınların özgürleşmesi
mücadelesi hiyerarşiye karşı mücadeleden soyutlanamaz, L. Susan Brown'un
ifadesi ile;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Anarşist-feminizm,
feminist kaygılara uygulanan anarşist duyarlılığın bir ifadesi olarak, bireyi
başlangıç noktası olarak ele alır ve, tahakküm ve tabi olma ilişkilerine karşı
çıkmada, hem erkekler hem de kadınlar için bireysel varlıksal özgürlüğü koruyacak,
araçsal olmayan ekonomik biçimleri ele alır." [The Politics of
Individualism, s. 144].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anarko-feminizm,
hiyerarşik uygarlıkların otoriter değerlerinde, ekolojik krizlerin kaynaklarını
anlamamız için önemli katkılarda bulunabilir. Örneğin, bazı feminist
araştırmacılar, doğaya hakimiyet kurulması ile, tarih boyunca doğa ile birlikte
tanımlanan kadına hakimiyet kurulması arasında bir paralellik olduğuna dikkat
çekmektedirler (örneğin bakınız, Carline Merchant'ın eseri, The Death of
Nature, 1980). Hem kadın, hem de doğa otoriter kişiliği karakterize <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> kontrol etme
tutkusunun birer kurbanıdırlar. Bu nedenle, giderek artan sayıda radikal
ekolojist ve feminist, amaçlarının gerçekleştirebilmesi için hiyerarşilerin
parçalanması gerektiğinin farkına varmaktadırlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunlara ek
olarak, anarko-feminizm kadınlarla erkekleri birbirine eşit tutarken, onların
farklılıklarına da saygı göstermenin önemini bize hatırlatır. Diğer bir
deyişle, çeşitliliği fark etmek ve ona saygı göstermek hem erkek, hem de kadın
için geçerlidir. Sıkça pekçok erkek anarşist cinsiyetçiliğe karşı oldukları
için (teoride), pratikte de cinsiyetçi olmadıklarına inanırlar. Böyle bir
varsayım yanlıştır. Anarko-feminizm teori ve pratikte tutarlılık sorununu
toplumsal aktivizmin önüne sunar, ve sadece dışsal değil aynı zamanda da içsel
kısıtlarla çarpışmamız gerektiğini bize hatırlatır.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k6"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.6
Kültürel Anarşizm Nedir ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Amacımıza
yönelik olarak kültürel anarşizmi, toplumun "ekonomik" ya da
"siyasal" yanlarından ziyade geleneksel olarak "kültürel"
olarak değerlendirilen yanları ele alarak otorite-karşıtı değerlerin öne
çıkarılması olarak tanımlayacağız --örneğin, sanat, müzik, drama, edebiyat,
eğitim, çocuk-yetiştirme pratikleri, cinsel etik, teknoloji vb. ele alınarak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kültürel ifadeler,
otoriter değer ve tavırları -başta tahakküm ve sömürü olmak üzere, öne
çıkarmaya yarayan en geleneksel kültürel biçimlerin eğilimlerine saldırdıkları,
zayıflattıkları, veya bastırdıkları ölçüde anarşist olarak
değerlendirilebilirler. Bu nedenle, savaşın kötülüklerini betimleyen bir roman,
basitçe "savaş cehennemdir" modelinin dışına çıkarak, okuyucunun
militarizmin otoriter kurumlarla (örn. kapitalizm ve devletçilik) veya otoriter
belirlemelerle (örn. geleneksel babaerkil aile içinde serpilmesi) nasıl bir
ilişki içinde olduğunu görmesine olanak verdiği takdirde kültürel anarşizm
içinde ele alınabilir. Ya da, John Clark'ın ifade ettiği gibi, kültürel
anarşizm "tahakküm sisteminin faklı yönlerini gün ışığına çıkaran
sanat, medya ve diğer sembolik biçimlerin geliştirilmesini ima eder ve onları
özgürlük ve topluluk temelli değerler sistemi ile karşılaştırır." [The
Anarchist Moment: Reflections on Culture, Nature and Power].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kültürel
anarşizm önemlidir --aslında hayatidir, çünkü aslında otoriter değerler, siyasi
ve ekonomik yönlerin ötesine geçen çok yönlü bir tahakküm sisteminin içinde yer
almaktadırlar. Bu nedenle, nüfusun büyük bir kısmında köklü psikolojik
değişimler olmadan, ekonomik ve siyasal kombinasyonlu bir devrim ile bile bu
[ÇN. otoriter] değerlerin kökü kazınamaz. Bunun sebebi ise, bugünkü sistemde
gözlenen kitlesel sessiz onamanın, son beş ya da altı bin yıldır süregelen
babaerkil-otoriter uygarlıkla beraber gelişen, pekçok belirleme ve
toplumsallaştırma biçimlerince üretilmiş olan insanoğlunun tinsel yapısında
(Wilhelm Reich'in ifadesi ile,"karakter yapısı") kök salmış
olmasıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Diğer bir
deyişle, hemen yarın kapitalizm ve devlet defedilse bile, insanlar kısa bir
zamanda onların yerine yeni otorite biçimleri yaratacaklardır. Otorite aslında
--güçlü lider, emir-komuta zinciri, birisinin emirler vererek diğerini kendi
başına düşünmenin sormluluğundan kurtarması-- itaatkâr/otoriter kişiliğin en
uyumlu olacağı durumdur. Ne yazıkki, insanoğlunun çoğunluğu gerçek özgürlükten
korkmaktadır, ve aslında onunla ne yapacağını da bilmemektedir --özgürlük,
demokrasi ve eşitlik devrimci ideallerine ihanet edilerek, yeni hiyerarşi ve
yönetici sınıfların çabucak yaratıldığı başarısız devrimler ve özgürlük
hareketlerinin uzun listesinden gözleneceği üzere. Bu başarısızlıklar
genellikle reaksiyon gösteren politikacıların ve kapitalistlerin
manipülasyonlarına ve devrimci liderlerin ihanetlerine bağlanır; ama
reaksiyoner politikacılar, ancak sıradan insanların karakter yapısında otoriter
ideallerinin yeşermesi için elverişli bir zemin olduğundan yandaş
bulabilmektedirler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu nedenle,
insanların yavaş yavaş kendi içlerindeki itaatkâr/otoriter niteliklerin farkına
vardıkları, belirlemelerle bu niteliklerin nasıl yeniden üretildiğini
gördükleri, ve yeni kültür biçimlerle --özellikle yeni çocuk yetiştirme ve
eğitim metodları, bunların üstesinden nasıl gelinebileceğini, nasıl ortadan
kaldırılabileceğini anladıkları bir bilinçlilik-artımı dönemi anarşist bir
devrimin önkoşuludur. Bu konuyu Kısım B.1.5'te (What is the
mass-psychological basis for authoritarian civilisation?), Kısım J.6'da
(What methods of child rearing do anarchists advocate?), ve Kısım J.5.13'te
(What are Modern Schools?) daha etraflıca tartışacağız.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kültürel
anarşist fikirler hemen hemen anarşizmin tüm okullarınca paylaşılmaktadır, ve
bilinçlilik-artımı anarşist hareketin hayati bir kısmı olarak görülmektedir.
Anarşistler için, yaşamımızın tüm yönlerinde "eski kabuğun içinde
yeni bir dünya kurmak" önemlidir, ve anarşist bir kültür yaratılması
da bu faaliyetin bir parçasıdır. Öte yandan, anarşistlerin pek azı bilinçlilik-artımını
kendi başına yeterli görür, ve bu nedenle kültürel anarşizm faaliyetlerini,
kapitalist toplumda doğrudan eylem kullanımı ve hürriyetçi alternatifler
kurulması ile birleştirirler. Anarşist hareket, her bir faaliyetin diğerini
beslediği ve desteklediği, pratik kendinden-faaliyet ile kültürel faaliyeti bir
araya getiren bir harekettir.<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k7"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.7
Dinsel Anarşistler Var mıdır ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Evet. Her ne
kadar anarşistlerin büyük bir kısmı, köklü bir şekilde insan-karşıtı ve
dünyasal otorite ve köleliği olumlayıcı olması nedeni ile, Tanrı fikrine ve
dine karşı olsa da; bazı inananlar (dinsel) fikirlerini anarşist sonuçlara
vardırmışlardır. Tüm anarşistler gibi, bu dinsel anarşistler de, devlete karşı
çıkmalarını, özel mülkiyet ve eşitsizlik bağlamında eleştirel duruşları ile
birleştirirler. Diğer bir deyişle, anarşizmin ateist olması gerekmez. Aslında,
Jacques Ellul'e göre, "İncil'de ki görüşler doğrudan anarşizme yol
açar, ve bu da Hristiyan düşünürlerle uyumlu olan tek siyasi anti-siyasi
duruştur." [Peter Marshall'ın Demanding the Impossible eserindeki
alıntısı, s. 75].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Dinsel
fikirlerden ilham almış pekçok farklı anarşizm çeşitleri vardır. Peter
Marshall'ın dikkat çektiği üzere, "ilk anarşist duyarlılığın açıkça
ifadesi, M.Ö. altıncı yüzyılda varolan, eski Çin'de ki Taoist'lere kadar takip
edilebilir" ve "Budizm, özellikle Zen formundaki, ... güçlü
bir hürriyetçi ruha ... sahiptir." [a.y., s. 53, s. 65]. Bazıları ise
anarşist fikirlerini Pagan ve Tinselci etkilerle birleştirir. Ama, dinsel
anarşizm genellikle, bizim de yoğunlaşacağımız, Hristiyan Anarşizmi biçiminde
şekillenir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hristiyan
Anarşistler, İsa'nın takipçilerine söylediği, "krallar ve yöneticiler
insanlar üzerinde hakimiyet hakkına sahiptirler; aranızda bunun gibi olanlar
olmasın"sözlerini ciddiye alırlar. Benzer şekilde, Paul'un<br />
yargısı, "Tanrı'dan başka bir otorite yoktur" toplumda
devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu
nedenle, gerçek bir Hristiyan için, devlet Tanrı'nın otoritesine el
koymaktadır; ve her bireyin kendini yönetmesi ve Tanrı'nın Krallığının
Kendi İçinde Olduğunun (Tolstoy'un ünlü bir kitabının başlığını kullanacak
olursak) farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Benzer
şekilde, İsa'nın gönülü yoksulluğu, servetin bozucu etkileri üstüne yorumları
ve İncil'deki dünyanın insanlar için ortak olarak faydalanmak üzere yaratıldığı
yolundaki ifadeler özel mülkiyetin ve kapitalizmin toplumsal eleştirisi için
hep birer temel olarak ele alınırlar. Aslında, ilk Hristiyan kilisesi (her ne
kadar daha sonra onları devlet dini içine sınırlandırsa da, kölelerin
özgürleşme hareketi olarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilebilecek olan), radikal Hristiyan hareketlerinde (aslında, İncil tahakküm
altında olanların hürriyet özlemlerinin bir ifadesi olarak kullanılagelmiştir,
ki bu daha sonra anarşist ya da Marksist terminoloji biçimini almıştır) tekrar,
tekrar ortaya çıktığını gözlemlediğimiz maddi malların komünsel paylaşımına
dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, İngiltere'deki 1381 Köylü Ayaklanması'nda dini
lider John Ball şu ifadeyi kullanmıştır:<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Adam
bellenir ve Eva karışlanırsa,<br />
O zaman centilmen kimdir ?"<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hristiyan
anarşizminin tarihçesi, Orta Çağ'da Özgür Ruhun Dinsel İnançlara Aykırı
Mezhebi (ing. heresy) hareketi, sayısız Köylü ayaklanmaları ve 16.
yüzyılAnabaptistler hareketine kadar uzanır. Hristiyanlık içindeki
hürriyetçi gelenek 18. yüzyılda William Blake'in yazılarında tekrar yüzeye
çıkar, ve Adam Ballou 1854'te yazdığı Practical Christian Socialism adlı
eserinde anarşist sonuçlara varır. Ancak Hristiyan anarşizmi, gerçek anlamı ile
anarşist hareketin bir parçası haline ünlü Rus yazarı Leo Tolstoy ile gelmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tolstoy
İncil'in mesajını ciddiye alarak, gerçek bir Hristiyanın devlete karşı çıkması
gerektiği sonucuna varır. İncil'i okumasından, Tolstoy anarşist sonuçlara
varır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"yönetmek
güç kullanmak demektir, ve güç kullanmak ise gücün kullanıldığı kişinin
yapmaktan hoşlanmadığının ve de gücü kullananın kendisine yapılmasından da
kesinlikle hoşlanmayacağının ona [ÇN. gücün kullanıldığı kişiye] yapılmasıdır.
Sonuç olarak, yönetmek bize yapılmasını istemediğimiz şeylerin başkalarına
yapılması demektir, yani yanlış yapılmasıdır." [The <st1:place w:st="on"><st1:placetype w:st="on">Kingdom</st1:placetype> of <st1:placename w:st="on">God</st1:placename></st1:place>
is Within You, s. 242].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tüm
anarşistler gibi, Tolstoy da özel mülkiyet ve kapitalizme karşı eleştireldir.
Henry George gibi (Proudhon gibi onun [ÇN. Tolstoy] üstünde önemli etkisi
olmuştur), toprak üzerindeki özel mülkiyete şöyle diyerek karşı çıkar; "toprak
mülkiyetinin savunulması ve sonucunda fiyatında yükselme olmasaydı, insanlar bu
kadar dar alanlarda kümelenmeyeceklerdi, aksine halen dünyada oldukça bol olan
serbest topraklara doğru yayılacaklardı.". Bunun da ötesinde, "bu
mücadelede [toprak mülkiyeti için], hiçbir zaman toprakta çalışan değil, aksine
daima hükümetin şiddetinde pay sahibi olanlar avantaja sahiptirler." [a.y.,
s. 307]. Tolstoy, kullanım dışındaki bütün mülkiyet haklarının varolmasının,
onların korunması için devlet şiddetini gerektireceğinin farkındadır (iyelik
[ÇN. burada kullanım hakkı anlamında]"her zaman gelenekçe, kamuoyunca,
adalet ve karşılıklılık hislerince korunmaktadır, ve bu nedenle de şiddet
tarafından korunmaları gerekmez."[a.y.]. Aslında, şöyle demektedir:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">"Tek bir
sahibi olan onbinlerce dönümlük ormanın --binlerce insanın yakacağı yokken--
şiddet kullanılarak korunması gerekir. Aynı şey, pek çok işçinin ve soylarının
aldatıldığı ve halen aldatılmakta olduğu, fabrikalarda ve işyerlerinde de
geçerlidir. Yine aynı zamanda, tek bir kişi tarafından sahip olunan yüzbinlerce
kilelik hububat, kıtlık zamanında üç kat fiyatla satılmak üzere
saklanmaktadır." [a.y.].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tolstoy
kapitalizmin bireyleri hem ahlâki hem de fiziksel olarak mahvettiğini ve
kapitalistlerin "köle-tüccarları" olduğunu ifade eder. "Sanayici
(ing. manifacturer) gelirini işçilerinkini sömürerek elde eder, ve tüm
faaliyeti zorunlu, doğal olmayan emeğe bağlıdır" diyerek gerçek bir
Hristiyanın kapitalist olmasının imkansız olduğunu söyler; ve bu nedenle,"öncelikle,
kendi kârı için insan yaşamlarını mahvetmekten vazgeçmesi gerekir." [The
<st1:place w:st="on"><st1:placetype w:st="on">Kingdom</st1:placetype> Of <st1:placename w:st="on">God</st1:placename></st1:place> is Within You, s. 338, s. 339]. Hiç
de şaşırtıcı olmayacak şekilde, Tolstoy kooperatiflerin "şiddetin
tarafı olmak istemeyen aklâklı, kendine saygılı bir kimsenin katılabileceği tek
toplumsal faaliyet" [Peter Marshall'ın alıntısı, a.y., s. 378]
olduğunu belirtir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddete karşı
çıkmasından dolayı, Tolstoy hem devleti hem de özel mülkiyeti reddeder ve
toplumdaki şiddetin sona erdirilmesi ve adil toplum yaratılması için pasifist
taktiklerin kullanılmasına çağırır. Nettlau'nun ifadesi ile, o [ÇN. Tolstoy], "şeytana
karşı direnilmesini ... öne sürdü; ve direniş yollarından birisine - aktif
güç- yeni bir yol ekledi: itaatsizlik yolu ile direniş, pasif güç." [a.y.,
s 251]. Özgür toplum fikrinde, Tolstoy gözle görülür bir şekilde kırsal Rus
yaşamından vePeter Kropotkin (örneğin, Fields, Factories and
Workshops), P-J Prodhon ve anarşist olmayan Henry George'un çalışmalarından
etkilenmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tolstoy'un
fikirleri, İngilizleri Hindistan'dan kovmak için halkından şiddet-dışı direniş
uygulamalarını isteyen Gandhi'yi derinden etkilemiştir. Bunun da ötesinde,
Gandhi'nin bağımsız Hindistanı köylü komünleri federasyonu olarak tasavvur
etmesi de Tolstoy'un özgür toplum görüşüne benzerdir (her ne kadar Gandhi'nin
anarşist olmadığını vurgulamamız gerekse de). 1933'te, ABD'de Catholic
Worker adlı gazeteyi kuran, inançlı bir Hristiyan pasifist ve anarşist
olan Dorothy Day ve Catholic Worker Group yine Tolstoy'dan (ve
Proudhon'dan) oldukça etkilenmişti. Tolstoy'un ve dinsel anarşizmin etkileri,
Hristiyanlık fikirlerini işçi sınıfı ve köylüler arasındaki toplumsal
etkinlikler ile biraraya getiren, Latin ve Güney Amerika Liberation
Theology hareketlerinde de görülebilir (ama Liberation Theology'nin
anarşist fikirlerden ziyade, devlet sosyalizmi fikirlerinden etkilendiğine
dikkat etmemiz gerekir).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İrlanda'da,
Güney Amerika'nın bazı kesimlerinde, ve ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl başı
İspanyasında olduğu gibi, Kilise'nin de facto siyasi güce sahip
olduğu ülkelerde anarşistler tipik olarak din-karşıtıdırlar, çünkü Kilise karşı
çıkanları ve sınıf mücadelesini bastırmak için gücünü kullanmaktadır. Böylece,
anarşistlerin çoğu ateist (yani Bakunin'in <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city> Tanrı varolsaydı, insanoğlunun özgürlüğü
ve onuru için, onu ortadan kaldırmak gerekirdi deyişine katılarak) olmakla
beraber, anarşizm içinde dinden anarşist sonuçlar çıkarsayan bir azınlık
geleneği vardır. Ek olarak, toplumsal anarşistlerin çoğu, daha büyük
kötülüklere karşı durmak için şiddet kullanılması (bazen) gerektiğini görerek,
Tolstoycu pasifizmi dogmatik ve aşırı olarak değerlendirirler. Ama
anarşistlerin büyük bir kısmı, anarşist bir toplum yaratmanın anahtarının
değerlerin herbirinin değişimini sağlamak olduğu konusunda ve genel bir taktik
olarak şiddet-karşıtlığının önemli olduğu konusunda, Tolstoyculara
katılacaklardır (yine, anarşistlerin ancak çok az bir kesiminin, başka hiç bir
seçenek kalmadığı durumlarda, kendini savunma amacı ile olsa bile şiddet
kullanımını reddettiğini vurgulamalıyız).<br />
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="k8"></a><b><span style="font-family: "Bookman Old Style"; font-size: 14.0pt;">A.3.8 "Sıfatları
Olmayan Anarşizm" Nedir ?<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tarihçi George
Esenwein'ın sözleriyle, "sıfatları olmayan anarşizm", en geniş
anlamı ile, "anarşizmin tiresi (-) olmayan biçimini; yani, komünist,
kollektivist, karşılıkçı ya da bireyci gibi niteliksel etiketleri olmayan bir
doktrini ifade eder. Diğerleri için ... [o], farklı anarşist okulların birarada
bulunmasına hoşgörü gösteren bir davranış tarzı olarak algılanmıştır." [Anarchist
Ideology and the Working Class Movement in <st1:country-region w:st="on"><st1:place w:st="on">Spain</st1:place></st1:country-region>, 1868-1898, s. 135].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu kelimeyi
Kasım 1889'da, Barcelona'da kullanan Küba doğumlu Fernando Tarrida del Marmol
bu ifadenin yaratıcısıdır. Yorumlarını, o dönemde kendi teorilerinin üstünlüğü
üzerine yoğun bir tartışma içinde bulunan İspanyol komünist ve kollektivist
anarşistlere karşı yapmıştı. "Sıfatları olmayan anarşizm", anarşist
eğilimler arasında daha çok tolerans gösterilmesini sağlamak, ve anarşistlerin
önceden tasarlanmış ekonomik planlarını hiç kimseye dayatmamaları gerektiğini
vurgulamak için yapılmış bir teşebbüs idi. Özgür toplumun tek kuralının özgür
deneme olması bağlamında, anarşistler için ekonomik tercihlerin, kapitalizmi ve
devleti yoketmeye göre "ikinci derecede önemli" olması
gerektiği belirtiliyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böylece "anarquismo
sin adjetives" ("sıfatları olmayan anarşizm") olarak
bilinen kuramsal görünüm, aslında hareketin bizzat kendi içindeki yoğun
tartışmaların bir yan ürünüydü. Bu görüşün kökenleri, 1876'da Bakunin'in
ölümünü takiben gelişen Komünist Anarşizm'de görmek mümkündür. Kollektivist
Anarşizm'e tamamen zıt olmamakla beraber (James Guillaume'nin, Bakunin and
Anarchism adlı eserin içinde yer alan ünlü yazısı "On Building the
New Social Order"dan da görüleceği üzere, kollektivistler kendi ekonomik
sistemlerinin özgür komünizme doğru evrildiğini söylüyorlardı), Bakunin'in
Proudhon'un çalışmalarını geliştirmesi, derinleştirmesi ve zenginleştirmesi
gibi; Komünist Anarşistler de Bakunin çalışmalarını geliştirip, derinleştirip,
zenginleştirdiler. Komünist Anarşizm Elisee Reclus, Carlo Cafiero, Errico
Malatesta ve (en ünlüsü) Peter Kropotkin ile birlikte anılır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İspanya hariç,
tüm Avrupa'da Komünist-Anarşist fikirler kısa zamanda Kolektivist Anarşist
fikirlerin yerini aldılar. Burada esas konu komünizm sorusu değildi (her ne
kadar Ricardo Mella için bu rol oynamış olsa da), esas sorun Komünist Anarşizm
tarafından belirtilen strateji ve taktiklerin uyumlandırılması idi. O
zamanlarda (1880'lerde), Komünist Anarşistler genel olarak sendikacılığa karşı
çıkan (militan işçi örgütlerinin önemini görenlerden birinin de Kropotkin
olmasına rağmen), aynı zamanda da bir biçimde organizasyon-karşıtı olan, yerel
(saf) anarşist militan hücrelerinin öneminden bahsediyorlardı. Ortaya çıkan
taktik ve stratejilerde ki değişim ise, işçi sınıfı örgütlenmesi ve mücadelesinin
ısrarlı taraftarı olan İspanyol Kolektivistleri arasında büyük tartışmalara yol
açtı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu çatışma
kısa zamanda İspanya'nın dışına taştı ve Paris'te La Revolte'nin
sayfalarında kendisine yer buldu. Bu pekçok anarşisti Malatesta'nın şu
sözlerini kabullenmeye yönlendirdi, "[s]adece hipotezler üzerinden
anlaşmazlığa düşmek, bizim için doğru değildir." [Max Nettlau'nın, A
Short History of Anarchismadlı eserindeki alıntısı, s. 198-9]. Zamanla,
anarşistlerin çoğunluğu (Netlau'nun sözleriyle) "geleceğin ekonomik
gelişmesini önceden tahmin edemeyiz" [a.y., s. 201] şeklindeki
yargıyı kabullendiler, ve farklı görüşlere sahip oldukları özgür toplumun nasıl
işleyeceğinden ziyade, ortak olanlara (kapitalizm ve devlete karşı çıkma) vurgu
yapmaya başladılar. Zaman geçtikçe, Kolektivist-Anarşistler komünist ülkülere
bağlılıklarını ve bu ülkülere devrimden sonra değil, devrimden önce ulaşılması
gerektiğini vurgulamaya başlarken; Komünist-Anarşistlerin çoğu da, işçi
hareketini gözardı etmenin fikirlerinin işçi sınıfına ulaşmamasına neden
olduğunu gördüler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Benzer
şekilde, aynı zamanlarda ABD'nde ise Bireyci ve Komünist anarşistler arasında
yoğun bir tartışma yapılmaktaydı. Benjamin Tucker Komünist-Anarşistlerin
anarşist olmadığını söylerken, John Most ise Tucker'ın fikirleri hakkında
benzer şeyleri söylüyordu. Aynen Mella ve Tarrida gibi kişilerin anarşist
gruplar arasında hoşgörü olması fikrini öne sürmeleri gibi, bazı anarşistler
de, örneğin Voltairine de Cleyre, "kendisini sadece 'Anarşist' olarak
adlandırmaya başladı; ve devletin yokluğunda, en uygun biçimi bulmak amacı ile
muhtemelen farklı yerlerde pekçok farklı denemeler yapılacağı için, Malatesta
gibi 'Sıfatları olmayan Anarşizm' çağrısında bulundu." [Peter
Marshall, Demanding the Impossible, s. 393].<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">De Cleyre, Malatesta,
Nettlau ve Reclus gibi bilinen anarşistlerin "sıfatları olmayan
anarşizm" ifadesinde içerilen hoşgörülü bakış açısını kabul etmeleri ile,
bu tartışmalar anarşist harekette süregelen etkilere neden oldu (bunun mükemmel
bir özeti için Nettlau'nun A Short History of Anarchism'e bakınız, s.
195'den 201' e kadar). Bize göre de bu diğer eğilimlerin de kendilerini
"anarşist" olarak adlandırma haklarının kabul edildiği --tabii ki,
anarşist teorinin belli çeşitleri hakkında kendi tercihleri ve diğer çeşitlerin
neden kusurlu oldukları konusunda kendi görüşleri olmak üzere--, anarşist
hareket içinde bugünkü hakim tavırdır. Ama, anarşizmin farklı biçimlerinin
(komünizm, sendikalizm, dinsel, vb.) tamamen birbirini dışlayan şeyler
olmadığını, ve birini desteklerken diğerlerinden nefret etmeniz gerekmediğini
vurgulamak istiyoruz. Bu hoşgörü "sıfatları olmayan anarşizm"
ifadesinde yansıtılmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Son bir konu
olarak, bazı anarko-kapitalistler kendi ideolojilerinin,"sıfatları olmayan
anarşizm" ile ilişkili hoşgörüyü kullanarak, anarşist hareketin bir
parçası olarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Ne de olsa, 'anarşizm devletten kurtulmak
üstünedir, ekonomi ikinci planda gelir' demektedirler. Ama, zamanında
tartışılan ekonomi çeşitlerinin kapitalizm-karşıtı (yani sosyalizm
yanlısı) olduğu hatırlanırsa, "sıfatları olmayan anarşizm"in bu
şekilde kullanımı sahte bir kullanımdır (ÇN. aldatıcıdır). Diğer bir deyişle,
kapitalizmin devletle beraber ortadan kaldırılması gerektiği <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> edilmiştir, ve ancak bu yapıldığı zaman
özgür deneme gelişecektir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, devlete
karşı mücadele tahakküm ve sömürüyü sona erdirmek için yapılan daha kapsamlı
bir mücadelenin sadece bir parçasıdır, ve bu daha geniş hedeflerden
soyutlanamaz. Kapitalizmin devletle beraber yokedilmesi gerektiğini hedeflememeleri
noktasında, "anarko"-kapitalistler anarşist değildirler, ve
"sıfatları olmayan anarşizm" kendilerini "anarşist"
kapitalistler olarak adlandıranlara uygulanmaz ("anarko"-kapitalizmin
neden anarşist olmadığına hakkında Kısım F'e bakınız).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">ÇEVİRİ:
Anarşist Bakış<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="f1"></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://www.isyan.8m.com/anarsizm_cesitleri_spunk.htm#bf1">01</a>asketizm:
tinsel disiplini sağlamak amacı ile kendini alıkoyma, hatta kendi-varlığını
reddetme, çilecilik. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-51414146908852431842016-06-21T00:10:00.002-07:002016-06-21T00:10:11.324-07:00Işçiler Sosyalist Parti’nin Kapitalist Dayatmalarına Direniyor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMn9q5bpwU7meR9-kz1YTpdwTMiYuQ5n_06k9jDWUBbu834woefojxk9QTAVlxGWru-Tdws-dMHKyWN78W5FbONvLfvK75RMIuv81Gryu5w_vpBwiCpqwh0PmsYsUZPOn0pxkWFhRVP-BW/s1600/ScreenHunter_1040+Jun.+21+17.06.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMn9q5bpwU7meR9-kz1YTpdwTMiYuQ5n_06k9jDWUBbu834woefojxk9QTAVlxGWru-Tdws-dMHKyWN78W5FbONvLfvK75RMIuv81Gryu5w_vpBwiCpqwh0PmsYsUZPOn0pxkWFhRVP-BW/s400/ScreenHunter_1040+Jun.+21+17.06.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Fransa’da
Sosyalist Parti’nin hazırladığı El Khomri Yasası’na karşı, geçtiğimiz Mart
ayından bu yana eylemler sürüyor. Birçok farklı şehirde örgütlenen eylemler,
hükümetin yasayla birlikte artırmak istediği kapitalist ekonomi dayatmalarına
ve yaratmak istediği ekonomik adaletsizliklere karşı toplumsal bir direnişe
dönüştü.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Fransa’da
yaşanmakta olan bu hareketlilik, toplumun farklı kesimlerinden birçok insanı ve
siyasi örgütlenmeyi kapsarken; Fransa’da hareket etmekte olan anarşist
örgütlenmeler de bu hareketlilik dahilinde yeni eylemler organize edip,
kapitalist dayatmalara karşı yeni mücadele hatları örgütlüyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Fransa’da
bulunan anarşist örgütlenmelerden biri olan Alternative Libertaire’in kaleme
aldığı, sosyalist hükümetin hazırladığı bu yasaya karşı sürmekte olan direnişi
ve direniş yöntemlerini değerlendirdiği “Kapitalizm Olmadan: Başka Bir Gelecek”
adlı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kapitalizm
Olmadan: Başka Bir Gelecek<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu bahar,
eylemler çok sıcak değil mi? PS-Medef hükümetine karşı gerçek muhalefet, ne
cumhuriyetçilerin Sarkozist köpekbalıkları, ne FN (Ulusal Cephe)’nin
revizyonist teknoktratları, ne de Sol Cephe’nin yorgun parlamenterleri… Gerçek
muhalefet, toplumsal harekettir. Hepimiz birden, ekonomiyi bloke edebiliriz. Ve
aynı zamanda toplumu dönüştürebiliriz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Üç ay süren
eylemlilikler ve 15 gün süren grevlerden sonra, iş yasasına karşı başlayan
hareket durmaksızın devam ediyor. Hareket kendini ispatladı ve gündemi sarstı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hareket
sürüyor, hükümet zayıflıyor<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Buna karşılık,
hükümet neyi tehlikeye attığını gayet iyi biliyor; geniş çapta gözden
düştüklerini anlayan <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Holland</st1:place></st1:city>
ve Valls, kendileriyle birlikte bütün Sosyalist Parti’yi ve sosyal liberalizmi
çöküşe doğru götürme yolunda. Bu yüzden hareketi etkisiz hale getirmek için
hükümet:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ulusal
mecliste birçok otoriter kanun yürürlüğe koydu;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sınırsız gaz
ve cop yetkisi vererek eylemleri şiddetli bir şekilde bastırdı;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Hareketin
yayılmaması için taşımacılara, öğretmenlere, demiryolu işçilerine ve pilotlara
birçok vaat verdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kazanmak için,
şimdi zamanı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kazanmak için
ekonomiyi bloke etmeliyiz. Yalnızca enerji kaynaklarını değil, mümkün olan
bütün üretim sektörlerini bloke etmeliyiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ücret
alanların dostça desteklediği ama yalıtılmış halde mücadele <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> bir ya da iki sektörle sınırlı olan,
düşük düzeyde kalan protestolardan kaçınmalıyız.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Aksi halde
hükümet, iş yasasını elden bırakmadan, bu sektörlerin özel taleplerini
karşılayarak tartışmayı hızlıca sonlandırabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tam tersine, herkesin
ucundan tutabileceği bir çekice; birkaç saat bile olsa, yapabilen herkesin
katıldığı bir greve ihtiyacımız var. Grevçok yararlıdır çünkü protesto ve eylem yapabilmek
için zamanınız olur. Sadece genele yayılan bir grevin hükumete yaptırımı olur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Alternatif bir
özyönetim için<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çalışma
yasasına karşı kazanmak, toplumsal muhalefet kanadımıza olan güveni yeniden
sağlayacak ve patronların kanunlarına karşı adım adım yeni hakların kazanıldığı
mücadelelerin ivmesini artıracaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çünkü mesele,
bu çalışma yasası reformunun ötesinde, toplumsal hakların kemer sıkma
politikalarıyla yok edilmesine son vermektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tarihsel bir
politik dönemdeyiz. Sosyalist Parti(PS) seçmenini hüsrana uğrattı ve muhtemelen
2017’de parçalanacak; sağın önerdiği reçete, işçilere daha fazla saldırması
dışında PS ile aynı; aşırı sağ ise hiçbir şey söylemiyor ama ellerini
ovuşturarak politik hayatın çürümesini izliyor ve reformist sol, aldatıcı bir
kapitalizmi yamalama projesi etrafında şekillenen bir başka siyasi oluşumun
hayalini kuruyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Politikacılar
ve medya için, ufukta 2017 seçimleri var. Fakat ne yiyeceğimizi bilmek için
seneye kadar bekleyemeyiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şimdi ve
burada, gerçekten nasıl bir toplum istediğimizi tartışmaya başlamalıyız.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bunu şimdi,
mücadelelerin içinde, iş yerlerinin içinde ve mahallelerin içinde inşa etmeye
başlamamız gerekir ve bu şu anda direnişin ve örgütlenmenin içindedir.
Gelecekte, kapitalistlerin istimlak edilmesine, işletmelerin özyönetimine ve
herkes için doğrudan demokrasiye hazır olmak için antikapitalist, özgürlükçü ve
devrimci bir mücadele hattı inşa etmeliyiz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çeviri:
Emircan Kunuk<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu yazı Meydan Gazetesi’nin
34. sayısında yayımlanmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-62817280594032144672016-06-07T19:27:00.001-07:002016-06-07T19:27:07.270-07:00Tayyip Abi dayanışmaya çağırıyor<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXxg30ABPpdvE3JXhUac_Agm9I-wfc1H6DxAIxiry4fmMS0d4el2Rwy0Zt554SZjRvPYykxFhhRV4h5T4lSDLuvQQh6JVzYLjSs4atxHpRTPqkG6x1vaoyLXMyTkkJjjGI8Q6qWRVQZ6z5/s1600/ScreenHunter_869+Jun.+08+01.38.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="149" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXxg30ABPpdvE3JXhUac_Agm9I-wfc1H6DxAIxiry4fmMS0d4el2Rwy0Zt554SZjRvPYykxFhhRV4h5T4lSDLuvQQh6JVzYLjSs4atxHpRTPqkG6x1vaoyLXMyTkkJjjGI8Q6qWRVQZ6z5/s320/ScreenHunter_869+Jun.+08+01.38.jpg" width="320" /></a><span style="font-family: Bookman Old Style;">YILDIRIM TURKER</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">25/10/2010<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gönüllü-gönülsüz
seçmenleri Erdoğan'ı hoyratlığına, nadanlığına rağmen değil, tam da o yüzden
seviyor bana kalırsa.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://www.radikal.com.tr/yazarlar/yildirim-turker/tayyip-abi-dayanismaya-cagiriyor-1025417/"><o:p></o:p></a></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Babalık
imgesi, liderlerle ilişkisinde bu toplumun en sorunlu damarlarından birini
oluşturur.<br />
Ömrümüzün uzun baharını kimi babaların gölgesi altında geçirmiş bir toplum
olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın, liderlik geleneğimizde yarattığı kopuş üstüne
nice çalışmalar bekliyor akademiayı.<br />
O, kendi liderliğinin babayla kopuş temsilini, devletle arasındaki gerilim;
statükoyla arasındaki savaşla biçimlendirdi. Uzun süren bir seyire kilitlendik;
devletin sopasından bezmiş bir halk olarak onun sıcak delikanlılığıyla ısındık.
Bizim adımıza devletten intikamını alacak olan serkeş büyük abimiz için duacı
olduk.<br />
Şimdi Zizek’in totaliter demokrasi tanımındaki saptamasını hatırlamamak ne
mümkün: “Öznelerin liderlerini takip etmeleri yetmez. Aktif bir şekilde onu
sevmeleri de gerekir.”<br />
Tayyip Erdoğan’ın yüzünü okumak, onun liderlik konusundaki kelamını doğru
anlamak için yeterli. Aynı yola baş koymuş hırsı kavi, genleri namüsait lider
adayı iktidar süprüntüleri tarafından hırpalandıkça, haksızlığa uğradıkça iyice
keskinleşmiş, şahin edalı bir bakış. Kendine sonsuz güvenen bir savaşçının her
an her şeye meydan okuyan bakışları.<br />
Kendine soru yöneltme cüretini gösteren hadsizlere lisenin alikıranbaşkeseni
edasıyla itişerek kısa cevaplar vermeler. Her an herkes tarafından
sorgulanıyorum paranoyasıyla ilmek ilmek örülmüş bir kendini savunma nadanlığı.<br />
Recep Tayyip Erdoğan’ın çift kişiliğinden dem vurmak; kimi konuşmalarına şükranla
taşmış gözyaşları dökerken kimi tavırları karşısında, “Yine hırsı-nefreti fazla
kaçırmış, yine yanlış naralar atıyor” diye gönül koymamız; yani onda
tutarsızlık dediğimiz şey, RTE’nin siyasi hayatını, hayır efendim, asla
kısaltmıyor.<br />
Hatırlatmıyor mu?<br />
Bu noktada Adorno’nun bir tahlilini hatırlatmasam olmaz. Tahlilin faşist
lider/Hitler nesnesini, demokrasiye geçmemek için taklalar atan bir bahtsız
ülkenin en az 30 yılını sultası altına alacağa benzeyen, alternatifsiz bir
lider olarak okursanız, gereksiz infiale kapılmazsınız.<br />
Daha ellili yıllara gelmeden, Freud’un ‘Grup Psikolojisi ve Ego’nun Tahlili’
üstüne düşünürken Adorno, odak ilkenin birey ve kitle arasındaki bağın
libidinal özelliği olduğunu saptar ve bunu kendi faşizm ve faşist propaganda okumasına
izdüşürür. Ailenin çöküşü sonucu, artık baba yegâne koruyucu olmaktan çıkmış,
psikolojik olarak da üstün bir sosyal fail olma özelliğini kaybetmiştir.<br />
<br />
Adorno’nun saptaması<br />
Adorno da Hitler’in bir baba figürü, bir Kayzer değil bir ‘Führer’, bir ağabey
figürü olduğunu saptar. Babanın yerini ve bütün yetkilerini devralan ama onunla
fazla özdeşleşmekten kaçınan bir ağabey. Böylelikle faşist lider ve kitlesi
arasındaki libidinal bağ, özdeşleşmeye ve narsisizme izin veren bir ilişki
iklimi yaratır. Takipçisi, liderinde olmak istediğini görür. Dolayısıyla faşist
liderin, bendelerinin günlük hayatından fazla kopmadan, ürkütücü bir farklılık
göstermeden varlığını sergilemesi gerekmektedir. Kendini takip edenlere
benzemeli ve bu benzerliği hissettirmelidir. Adorno, Hitler’in imgesini de bu
stratejiyle açıklar. Ona göre Hitler kendini King Kong ile bir taşra berberi
kırması olarak sunar. Faşist lider, kendini takip <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> küçük adamların bütün kolektif
tıynetlerini daha geniş ve zengin biçimde kendisinde birleştiren bir ‘büyük
küçük adam’dır. Adorno’nun o zamanlar yeterince ciddiye alınmamış faşist lider
analizi tam da bu nokta üstüne kuruludur: “Hitler, ucuz soytarılıklarına rağmen
değil tam da bu nedenle, sahte vurgulamaları ve maskaralıkları yüzünden sevilmiştir.”<br />
<br />
En can alıcı nokta<br />
Faşist liderin ağabey olarak imgesinin en can alıcı noktası da baba
karşısındaki ikirciktir. Babanın yerine geçip aynı zamanda onun iktidarını
tehdit <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
‘Ağabey’, iktidar adına babanın asla izin vermeyeceği kolektif şiddete de onay
verir, hatta kışkırtır.<br />
Erdoğan’ın yeri geldiğinde haykırdığı, “Lider olunmaz, lider doğulur” şiarı da
kaçınılmaz olarak kendinde sınırsız haklar vehmeden doğuştan seçilmiş bir
liderin dokunulmazlık garantisi oluyor.<br />
Gönüllü-gönülsüz seçmenleri de Erdoğan’ı hoyratlığına, nadanlığına rağmen
değil, tam da o yüzden seviyor bana kalırsa. Burnundan kıl aldırmayan,
mahallenin güçlüsü bir ağabey gerek gizlice gerek iştiyakla seviliyor. Ortada
bir tutarsızlık görenler; bildik parametreleri eriten AKP karşısında
teçhizatsız kalıyor, bildiklerinin kekemesi oluyorlar.<br />
AKP, sınıflar arası, kimlikler arası kutuplaşmaları karşılıksız ilan edip bütün
toplumun ilgisini laik-dindar eksenine çekerek tehlikeli kutuplaşma
ihtimallerini berhava etmiş oluyor.<br />
Erdoğan, geçen gün yaptığı bir konuşmada, haddini bir kez daha zorluyordu:
“Önce kadınların kendi dayanışmasını sağlamamız gerekiyor. Bakıyorsun bir
başörtülü bayan kalkıp başı açık olan bayan için her türlü mücadeleyi vereceğim
diyor ama öbür tarafta başını örtmeyen hanım kardeşim kalkıp başörtülü için
‘Ben de senin için bu mücadeleyi vereceğim’ demiyor. İşte sıkıntı bu”,
buyurduklarından birkaç cümle.<br />
Bütün hanım kardeşlerinden üçer çocuk doğurmalarını, onca protestoya rağmen
yüzü hiç kızarmadan ısrarla talep etmişliği olan Başbakan, şimdi de sadece başı
açık hanım kardeşlerine görevlerini hatırlatıyor. Kadınların kendi
dayanışmalarını sağlayacağız ya.<br />
<br />
Feministlerin payı<br />
Şimdiye kadar, üniversitelerde ve çeşitli platformlarda türban yasağına karşı
canla başla mücadele vermiş olan sosyalist, feminist kadınlar ve onların
direniş tarihi, elbette Başbakan’ın ilgi ve kayıt alanına girmiyor. Türbana
özgürlük mücadelesinin görünürlük kazanmasında hakları gasp edilen öğrencilerle
birlikte, onların yanı başında mücadele vermişlerin payını görüp de ne olacak.<br />
Yiğit ağabeyimiz, kadınları başı açıklar-kapalılar diye iki kutupta
değerlendirmenin politik yararlarına inanmış bir kere.<br />
İyi-dindar Kürtler ve kötü dağlı Kürtler ayrımından bir sonuç alamadan
kadınları ‘dayanışmacı mağdur başı örtülüler’le ‘bencil tuzu kuru başı açıklar’
olarak iki hücreye yerleştiriyor. Böyle olduğunda bakımı daha kolay değil mi bu
türün?<br />
Erdoğan’ın dayanışmadan ne anladığını tahmin etmek güç değil.<br />
Çünkü başı açık-kapalı kadınların bu dünyaya karşı ortak itirazlarını
seslendirecekleri güçlü bir dayanışma hattı, Başbakan ve temsil ettiği
adamların ucuz kahramanlıklarının, hoyrat şefkatsizliğinin alanını yerle bir
eder.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-67204730503373223052016-06-04T21:25:00.004-07:002016-06-04T21:26:23.264-07:00Zayıflığın Tiranlığı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL3eOZPVKYgZQpSJd1SLfaO7qNSL0qSD9_PBTFSiCtgYpQHq4dYhJVZVidH4QlydGhu_YUw4zGXvQ9JZYu4UTtrscUNk15Natr2N2gZNxuIiNM9ek-7u5e_umcGbB0saPc3PBsKhVy_QR6/s1600/ScreenHunter_847+Jun.+05+14.22.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="178" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL3eOZPVKYgZQpSJd1SLfaO7qNSL0qSD9_PBTFSiCtgYpQHq4dYhJVZVidH4QlydGhu_YUw4zGXvQ9JZYu4UTtrscUNk15Natr2N2gZNxuIiNM9ek-7u5e_umcGbB0saPc3PBsKhVy_QR6/s400/ScreenHunter_847+Jun.+05+14.22.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";"> </span><span style="font-family: "bookman old style";">İktidarın
laboratuvarları bizim için yeni bir vazgeçiş modeli programlıyor. Sadece bizim
için, elbette. Kazanan azınlık ‘içeridekiler’ için, model halen agresifliktir
ve fetihtir. Artık, bir zamanlar ayaklanmalarda ve kontrol edilemez isyanlarda
patlayan kana susamış, öfkeli barbarlar değiliz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Alfredo Maria
Bonanno<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Bugün heryerde
zayıflıkla karşı karşıyayız. Zayıfız ya da sanki farklı görünme korkusuyla
hareket ediyoruz. Kendinden emin olmak ya da kendi veya diğerleri veya bir
şeyler hakkında bilgi sahibi olmak artık moda değil. Bunlar artık modası geçmiş
görünmekte ve adeta kötü bir tat vermektedir. Bir şeyleri düzgün yapmak için
artık herhangi bir çaba sarf etmiyoruz ve bununla yapmayı tercih ettiğimiz
şeyleri ne pahasına olursa olsun yapmaya inandığımızı kastediyorum. Bunları
mantığın kendisine karşı, berbat, yüzeysel ve detaylara önem vermeden
yapıyoruz. Tabii ki, tam olarak bu zayıflıkla övünmüyoruz, ancak onun arkasına
saklanacak bir çeşit perde olarak kullanıyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Böylece bizler
bu yeni, hızlı yayılan efsanenin köleleri haline gelmiş olduk. Burada yapmak
istediğimiz ‘güç’ hakkında konuşmak değil—ki ‘güç’ de hiçbir zaman bir çeşit
gizli zayıflıktan başka bir şey olmamıştır—aksine bu duruma açıklık
getirmektir. Bu, yaşamak ve düşmanlarımıza saldırmak için kazanmamız gereken
değerlerin ayaklar altına alınması ve araçların tahrif edilmesi meselesidir.
Bugün hüküm süren model, kaybedenin mücadeleden vazgeçmesi, bırakması ya da en
basitinden hız kesmesidir. İktidar yapısının bu eğilimin devam etmesini
görmekteki çıkarı büyüktür. Artık çok zor düşünüyoruz ve çeşitli bilgi
kanalları tarafından yayılan mesajlara pasif ve yetersiz bir şekilde boyun
eğiyoruz ve konuşmalarımız bu yönde oluyor. Tepki vermiyoruz.<br />
Aptallar ile pul koleksiyoncuları arasında bir yerde bir kişilik inşaa
ediyoruz. Çok az anlıyoruz, ancak çok şey biliyoruz: ayrılıklara yol açan
lüzumsuz bir sürü şey, cep ansiklopedisi bilgisi. Aptal, cahil ve kaybedenler
olmaya hakkımız olduğuna ikna edilmişiz.<br />
Etkiyi düşmana geri çevirmiştik, bunu iktidar mantığına ait bir modelmiş gibi
düşünerek. Ve bu doğruydu, bir zamanlar kaçınılmazdı. Sınıf düşmanına zarar
vermek söz konusu olduğunda, işe gitmemek ve işe karşı olmak doğruydu. Ama
şimdi bu duruşu kendi içimize yansıttık ve bu rövanşı kazanan düşmanımız oldu.
Kendimiz ve gerçekten istediğimiz şeyler söz konusu olduğunda bile pes ettik.
Ve böylece, pek işe yaramayan ve açıkgözlülükten yoksun modeller olan oryantal
felsefe, alternatif ürünler ve farklı düşünme biçimlerinin kelebek
yakalayıcılarına döndük. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, onları tek
tek çektik. Şimdi mutluyuz ve dişsiziz.<br />
İktidarın laboratuvarları bizim için yeni bir vazgeçiş modeli programlıyor.
Sadece bizim için, elbette. Kazanan azınlık ‘içeridekiler’ için, model halen
agresifliktir ve fetihtir. Artık, bir zamanlar ayaklanmalarda ve kontrol edilemez
isyanlarda patlayan kana susamış, öfkeli barbarlar değiliz. Bizler, bıkkın ve
züppe, eyleme inancı olmayan, hiçbir şeyin filozofları haline geldik. Dilimizi
ve beyinlerimizi daralttıklarının dahi farkına varamadık. Artık diğerleriyle
iletişim kurmak için önemli olan yazmakta bile zorlanıyoruz. Artık
konuşamıyoruz. Bizler iletişimi görünür bir şekilde kolaylaştıran, ama gerçekte
onu alçaltan ve iğdiş <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
televizyon, spor ve kışla tarzı gazetecilikten gelen bayağılıklardan oluşan
bodur bir jargonla kendimizi tanımlıyoruz.<br />
Ama daha kötüsü, artık herhangi bir şey yapmak için bile çaba sarfetmemiz çok
zor. Kendimizi adamıyoruz. Bir kaç zaman sınırı, yapılacak bir kaç şey, ama
okumak yok. Bir toplantı, orda burda bir eylemle yere serilir ve bitkin düşeriz.
Diğer taraftan saatlerimizi, içerikten yoksun müziklerle (hiçbir şey
anlamadan), anlamadığımız dillerdeki şarkılarla ve fabrikayı, yarış arabalarını
veya motorsikletleri andıran gürültülerle harcarız. Hatta doğa konusunda derin
düşüncelere dalarak (ondan kalan şeyler hakkında) kendimizi kaybettiğimizde
bile gerçekten yürüyüşe bile çıkmıyoruzdur. Kapitalizmin ekolojik ve natüralist
modeller (yeni alternatif versiyonunda, elbette, ondan önce gidenden bile daha
kötü) gibi bayağılıklarla karşımıza çıkmasını <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> ediyoruz. Ancak sırf derin düşünme
değil, sorumluluk ve güç, saldırganlık ve mücadele gerektiren doğayla gerçek
bir ilişki konusunda herhangi bir deneyime sahip değiliz.<br />
Ve bana toleranslı bir davranışı geliştirmemiz gerektiğine karşı olarak
saldırgan kapitalist davranışlar hakkında bir şeyler söylemeyin. Kapitalizmin
veya Paris-Dakar rekabetindeki iştirakçilerin saldırganlığının ne anlama
geldiğini gayet iyi biliyorum. Ben bundan bahsetmiyorum. Aslında ben sadece
saldırganlıktan da bahsetmiyorum. Kelimeler bizi aldatabilir. Gemiden alevler
yükselirken birilerinin zamanlarını aylaklık ederek harcamadan eylemlerini
gerçekleştirmeleri gerektiğinden bahsediyorum.<br />
Geniş kapsamlı değişimlerin gerçekleştiği konusunda ikna edildik veya
edilmedik. Kapitalizm ve iktidar, on yıllardır iyiliğimiz için mevcut
yaşamlarımızın keyfini kaçıracak olan bir dönüşüm geçiriyor. Şayet bu konuda
derinlemesine ikna olmadıysak, o zaman gramer ve dille aramıza makul bir mesafe
koyarak, hayallerimizin kelebeklerini, budizmin efsanelerini, tedavileri, Zen
felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu, zevk aldığımız herşeyi kovalamaya devam
edebiliriz.<br />
Ama şayet ilk varsayıma ikna olduysak, özellikle kendi zincirlerimizi görme
olasılığından bile bizi yoksun bırakan kültürel bir köleliğe indirgemeye
meyilli bir proje olduğuna dair ikna olduysak, o halde mücadeleyi bırakmaya
veya terketmeye tolerans ve eğilim göstermelere artık katlanamayız. Ve burada
bahsettiğimiz şey, devrimci yükümlülüklerini çoktan geride bırakmış ve şimdi
yeşiller, portakallar, Budistler ve benzeri topluluklar arasında epeyce sakin
bir şekilde otlayan yoldaşlar için gereklidir. Ayrıca burada kendilerini halen
devrimci olarak tanımlayan ancak günden güne fiziksel ve zihinsel kirlenme
trajedisini yaşayanlara gönderme yapıyoruz.<br />
Bu basit bir eylem çağrısı değildir. Mezarlıklar bu tarz çağrılarla dolu.
Bizler sermayenin laboratuvarlarında çalışılan ve şimdi kusursuz bir şekilde
işleyen bir projeden bahsediyoruz. Bu projenin amacı bizim mücadele
kapasitemizi azar azar ve acıtmadan etkisiz hale getirmektir. Bu proje
sermayenin derinlemesine yeniden yapılanmasıyla el ele yürüyor. Bizimkisi bir
gönüllülük çağrısı, veya isterseniz, çölde bir çığlık değildir. Bu, kısıtlı ve
benzer olsa da, çevremizdeki dünyada gerçekleşen derin değişikliklerin
anlaşılmasına küçük bir katkıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Alfredo Maria
Bonanno Kaynak: <a href="http://sosyalsavas.org/">sosyalsavas.org</a><o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-1716690303298554672016-05-20T07:41:00.003-07:002016-05-20T07:41:41.678-07:00Ann Vartabedyan Talanyan arşivi - Belmont, ABD<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<h1 style="color: #620206; font-family: Arial, Helvetica, FreeSans, sans-serif; font-size: 30px; margin: 0px 0px 10px; padding: 0px;">
<span style="color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; line-height: 23px;">Bu fotoğrafları, Rupen Vartabedyan’ın (1893-1983) kızı Ann Vartabedyan’ın (evlendikten sonra Talanyan) kızı Deborah Talanyan tarafından elimize ulaştırıldı. Fotoğraflar, Harput Ovası’nın Hüsenik şehrinde (günümüzde Ulukent) yaşayan Vartabedyan ailesinin üyelerine aitler. Kapriel Vartabedyan ile karısı Anna’nın (evlenmeden önceki soyadı Bozoyan) kızları, Maritsa (1891-1967), Anjel, Sara (1892 doğumlu), Zabel ve oğulları Rupen olmak üzere beş evlatları olur. Vartabedyan ailesi Hüsenik’in tanınmış ipek üreticilerindendi. Kendilerine ait bir fabrikaları ve şehrin içinde inşa edilmiş çok güzel bir konutları vardı. Kapriel’in babası Boğos Vartabedyan, Bursa’daki ipekböcekçiliği okulundan mezun olmuştu.</span></h1>
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Kapriel ve Anna’nın çocuklar Hüsenik’teki okullara gitmişler. Anjel’in, Hüsenik’e komşu olan Harput şehrindeki Fırat Koleji’ne de gittiği bilinmektedir. Anjel daha sonra Şıkhloyan soyadlı (adı bilinmiyor) Diyarbakırlı Ermeni bir avukatla evlenir ve Diyarbakır’a taşınır. Şıkhloyanlar aslen Harputlu’dur. Diğer kız kardeşleri Sara ve Maritsa, 1907 dolaylarında Birleşik Devletler’e göç ederler. Sara, Hampartzum Boğosyan’la, Maritsa ise Krikor Aroyan’la evlenir. Sara birkaç yıl sonra Hüsenik’e döner ancak 1913’te tekrar Birleşik Devletler’e gider.</div>
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Sara, Rupen ve Maritsa hariç ailenin tüm fertleri Soykırıma kurban giderler.</div>
</div>
<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="allImages" style="margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/ef8566ea10.jpg" rel="fancybox17518" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" height="444" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/09da68b7d9.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="600" /></a></div>
</div>
<div class="textBlock" style="margin: 0px; padding: 0px;">
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Vartabedyan ailesi, Hüsenik, 1907. Soldan sağa: Anjel Vartabedyan, Anna Vartabedyan (evlenmeden önceki soyadı Bozoyan), Anna’nın kucağındaki Zabel Vartabedyan, Rupen Vartabedyan, Kapriel Vartabedyan. Fotoğraf Sursuryan tarafından çekilmiş.</div>
</div>
</div>
<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="allImages" style="margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/2f8c64d59b.jpg" rel="fancybox17474" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" height="625" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/fb0c70b985.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="413" /></a></div>
</div>
<div class="textBlock" style="margin: 0px; padding: 0px;">
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Hüsenik, 1911. Sağda Rupen Vartabedyan, Osmanlı Ordusunda askerlik yaptığı sırada. Yanında oturan Türk komutanı. Soldakinin kimliği bilinmiyor. Harput Ovası Ermenilerinin yok edildiği Soykırım yıllarında Rupen’in, bu konutanın uyarısı sayesinde hayatını kurtardığı anlatılmaktadır. Fotoğraf Sursuryan.<br style="margin: 0px; padding: 0px;" /></div>
</div>
</div>
<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="allImages" style="margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/ead6c3cd84.jpg" rel="fancybox17475" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" height="473" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/b0ea0cfb12.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="600" /></a></div>
</div>
<div class="textBlock" style="margin: 0px; padding: 0px;">
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Hüsenik, 1912/1913 civarı. Vartabedyan ve Şıkhloyan aileleri. Soldan sağa: Şıkhloyan, Anjel Şıkhloyan (evlenmeden önceki soyadı Vartabedyan), Anna Vartabedyan (evlenmeden önceki soyadı Bozoyan, Anjel’in annesi), Sara Vartabedyan (evlendikten sonra Boğosyan). Fotoğraf Sursuryan tarafından çekilmiş.</div>
</div>
</div>
<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="allImages" style="margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<div class="picw-302" style="background-color: #fcf7f3; height: 302px; margin: 0px; padding: 0px; width: 302px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/aed7a187c8.jpg" rel="fancybox17476" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;" title="1
"><img alt="" border="0" height="302" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/f455dd7f29.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="217" /></a></div>
<div class="caption" style="height: 25px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div style="font-size: 13px; line-height: 23px; padding: 4px 0px 0px;">
1</div>
</div>
</div>
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<div class="picw-302" style="background-color: #fcf7f3; height: 302px; margin: 0px; padding: 0px; width: 302px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/032c6bd178.jpg" rel="fancybox17476" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;" title="2"><img alt="" border="0" height="302" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/843b436470.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="198" /></a></div>
<div class="caption" style="height: 25px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div style="font-size: 13px; line-height: 23px; padding: 4px 0px 0px;">
2</div>
</div>
</div>
</div>
<div class="textBlock" style="margin: 0px; padding: 0px;">
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
1) Hüsenik, 1913։ Solda Sara Boğosyan (evlenmeden önceki soyadı Vartabedyan), sağda kız kardeşi Anjel Şıkhloyan (evlenmeden önceki soyadı Vartabedyan). Fotoğraf Sursuryan tarafından çekilmiş. Bu fotoğraf, Sara’nın Birleşik Devletler’e gitmesi öncesinde çekilmiş. Böylece Sara, iki sene sonra Harput Ermenilerini yok edecek olan Soykırım’dan da kurtulmuş olur.<br style="margin: 0px; padding: 0px;" />2) Hüsenik, 1905 civarı. Anna Vartabedyan (evlenmeden önce Bozoyan) ve kocası Kapriel Vartabedyan. Fotoğrafta Anna’nın hamile olduğu görülmektedir; daha sonra Zabel’i dünyaya getirecektir.</div>
</div>
</div>
<a href="https://www.blogger.com/null" id="c17630" style="background-color: white; color: #620206; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; padding: 0px;"></a><a href="https://www.blogger.com/null" id="c17631" style="background-color: white; color: #620206; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; padding: 0px;"></a><a href="https://www.blogger.com/null" id="c17632" style="background-color: white; color: #620206; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; padding: 0px;"></a><a href="https://www.blogger.com/null" id="c17633" style="background-color: white; color: #620206; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; padding: 0px;"></a><a href="https://www.blogger.com/null" id="c17634" style="background-color: white; color: #620206; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; padding: 0px;"></a><br />
<div class="ceMainCol" style="background-color: white; color: #333333; font-family: Georgia, Palatino, 'Palatino Linotype', FreeSerif, serif; font-size: 16px; margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="allImages" style="margin: 0px; overflow: hidden; padding: 0px;">
<div class="image" style="float: left; margin: 0px 10px 10px 0px; padding: 0px;">
<a class="zoom" href="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/6d62a21f14.jpg" rel="fancybox17477" style="color: #620206; margin: 0px; padding: 0px; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" height="508" src="http://www.houshamadyan.org/typo3temp/pics/e43d2ca26b.jpg" style="margin: 0px; padding: 0px;" width="600" /></a></div>
</div>
<div class="textBlock" style="margin: 0px; padding: 0px;">
<div style="line-height: 23px; padding: 5px 0px 15px;">
Hüsenik, 1905 civarı. Ayaktakiler, soldan sağa: Rupen Vartabedyan, Sara Vartabedyan (evlendikten sonraki soyadı Boğosyan), Anjel Vartabedyan (evlendikten sonraki soyadı Şıkhloyan), Maritsa Vartabedyan. Oturanlar, soldan sağa: Anna Vartabedyan (evlenmeden önce Bozoyan), Kapriel Vartabedyan. Fotoğraf Sursuryan tarafından çekilmiş.</div>
</div>
</div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-20591209470493466802016-05-17T21:51:00.000-07:002016-05-17T21:51:18.515-07:00Neşe Düzel’in Mete Tunçay ile yaptığı Taraf gazetesinde yayınlanan röportajından:<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLKjbwcNqMfIBzbKOA33-sjVcMYPal_iN46-XEM1Zq5tHGcmrlgaJNnxlOappJQN3wbz84L489S8F9dNcDiyb7eKix0jfEUcByM1hMlRWxv9RTNQYEgsLoG_y0mCAR-wp9uDVgALWoa0ZQ/s1600/ScreenHunter_8651+May.+18+14.50.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLKjbwcNqMfIBzbKOA33-sjVcMYPal_iN46-XEM1Zq5tHGcmrlgaJNnxlOappJQN3wbz84L489S8F9dNcDiyb7eKix0jfEUcByM1hMlRWxv9RTNQYEgsLoG_y0mCAR-wp9uDVgALWoa0ZQ/s400/ScreenHunter_8651+May.+18+14.50.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">‘Milli
Mücadele’de, insanları Türk milliyetçiliği adına harekete geçirmek mümkün
değildi… Milli Mücadele tamamen İslam dininin istismarına dayanan bir şekilde
kuruldu…’ dediniz. Milli Mücadele dini nasıl istismar etti?</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Mesela…
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, memleketteki bütün İslam
yurttaşları ‘tabii aza’ sayıyordu. Gayrımüslimler ise Cemiyet’e üye
olamıyorlardı. Mesela… Hiçbir Osmanlı Mebusanı’nda kürsüden Kur’an okunmamıştı.
Büyük Millet Meclisi’nde ise kürsüden Kur’an okunuyor, Hacı Bayram’a Cuma
namazına gidiliyordu. Meclis’in açılış günü bile Cuma’ya denk getirildi.
Dolayısıyla İslam, Osmanlı’nın Meşrutiyet döneminde sahip olmadığı öneme, Milli
Mücadele döneminde sahip oldu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Dinin
kullanılması ne kadar sürüyor?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Askerî zafere
kadar sürüyor. 9 Eylül 1922’de İzmir’e girildikten sonra Atatürk Ankara’ya
dönüyor. Kendisine “Hacı Bayram’a gidip şükran duası edelim” dendiğinde de,
“Benim böyle bir borcum yok” diyor. Mesela… Milli Mücadele yıllarında, ‘İslam
milleti’ anlamına gelen, “biz burada sadece Türk değil, Kürdü, Arabı, Lazı, ve
Çerkesiyle tam bir birliğiz” denirken, Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra
bu milli birlik, ‘Türk milli birliğine’ dönüştürülüyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İslamiyet
birleştirici unsur olmaktan çıkıyor mu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Birleştirici
unsur Türklüğe çevriliyor. Ancak bu süreç adım adım ilerliyor. Çok kişi unuttu
ama… 1922’nin kasımında Saltanat kaldırıldı ve Mecit Efendi halife oldu. Onun
halifeliği bir buçuk sene sürdü. Bu bir buçuk senenin dört ayı Cumhuriyet
dönemidir. Yani, bizim önce ‘halifeli bir cumhuriyetimiz’ vardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugün ciddi
bir biçimde sorgulanan Cumhuriyet’in iki temel kurumuna dönersek… Neden bizim
ordumuz ve yargımız Avrupalı ülkelerden farklı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bizim ordunun
siyaseti dikte etme imkânı var. Ve, ordu da bunu yapıyor. Aslında ordunun ne
kadar laiklik ve ilericilik yanlısı olduğu konusunda karar vermek güç. Ama şu
kesin. İlerici ve laiklik yanlısı görünmek, orduya dominant güç olma imkânını
sağlıyor. Zaten ordunun istediği de…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ordunun asıl
istediği nedir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ordunun istediği
de, Türk toplumu üzerindeki egemen konumunu sürdürmek. Bütün bu laiklik ve
Atatürk devrimleri vurgusu, topluma direktif vermeyi sürdürmenin bir bahanesi
oluyor ordu için. Ordunun ilericiliği bana açıkçası bahane gibi geliyor.
Toplumdan niye daha ileride olsunlar ki? Bunlar, öyle felsefe ve metafizik
eğitimi görmüyorlar ki. Toplumdan daha ileride olabilmeleri için bir neden yok.
Ama Abdülhamit’e Kanun-i Esasi’yi yeniden ilan ettirdikten bu yana, bu ülkede
atılacak adımlara hep ordu karar verdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Cumhuriyet
kurulduğunda toplumun yapısı nasıldı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bugün 72,5
milyonluk nüfus var. O gün 12 milyonluk bir kitleden bahsediyoruz. O kitlede
muhacirlik, mübadillik, yerlilik, ayırımını da düşünmek lazım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Niye?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şunu unutmamak
lazım. Teknoloji, medya, iletişim ve ilişkiler bugünkü gibi değildi. Ankara’da
cumhuriyet vardı ama Atatürk, İstanbul’a küs idi. Yani İstanbul, Atatürk’ün küs
olduğu bir şehirdi. 1927’ye dek Atatürk İstanbul’a gelmedi. Ancak 1 Temmuz
1927’de şehri affetti. O güne dek, İstanbul’a hep kötü gözle bakıldı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Atatürk
İstanbul’a niçin küstü?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İstanbul
kendisine karşı muhalefetin, eleştirilerin, gazetelerin olduğu bir yerdi.
İstanbul’da bir demokrasi talebi vardı. Mesela 1923’ün son günlerinde,
Halife’nin istifa edeceği lafları çıkıyor. İstanbul Barosu Başkanı Avukat Lütfi
Bey, Halife’ye “sakın ha istifa etmeyin” diye açık mektup yazıyor. Bunun
üzerine İstiklal Mahkemesi Lütfi Fikri’yi yargılıyor ve beş sene hapse mahkûm
ediyor. Lütfi Fikri hapishanede özel af için dilekçe veriyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Affediliyor
mu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Dilekçesi <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> ediliyor. Birkaç ay
sonra hapisten çıkıyor ve İstanbul Barosu onu gene başkan seçiyor. Bu,
Ankara’ya posta koymak değildir de nedir? Cumhuriyet’in kuruluşunda toplumun
yapısını sormuştunuz… Ona dönersek… Rumelilik ve Anadoluluk hikâyesi de
Cumhuriyet’in kuruluşu bakımından çok önemlidir. Rumeli’den Anadolu’ya bir
buçuk milyon Müslüman geliyor o dönemde.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rumelilik ve
Anadoluluk ayırımı niye önemli? Rumelililerle Anadolulular arasında bir çatışma
mı var?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Olmaz olur mu?
Atatürk zamanındaki yeraltı muhalefetinde, “ulan, bizi, ‘abe’ diye konuşanlar
idare ediyor” deniyor. Çünkü Atatürk’ün kendisi de dahil böyle konuşuyor ve
ortaya bir Anadoluculuk muhalefeti çıkıyor. Unutmayın ki, Cumhuriyet’i kuran
kadro, geniş ölçüde Rumeli’de görev almış olanlardan oluşuyor. Zaten Mustafa
Kemal’in kurmay subaylığı döneminde iyi subaylar Asya’ya gitmez, Rumeli’ye
giderlerdi ve o sırada önemli olan Makedonya’da görevlendirilmekti. Mustafa
Kemal, Şam’a ceza olarak gönderilmişti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peki,
çatışmayı kim kazanıyor? Anadolulular mı Rumelililer mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rumelililer
kazanıyor. Bugün AKP, bir açıdan Anadolu’nun intikamı olarak da yorumlanabilir.
Yalçın Küçük bir ara, insanların tek tek isimlerine bakıp, ‘dönmelik’
hikâyesini ortaya attı. Eğer Yalçın, “Sabetaycılık, Selanik’te önemli bir gruba
hâkim olmuştu. Bunlar, iyi eğitim aldılar ve başkalarını da yetiştirdiler.
Bunlar, Cumhuriyet’i kuran sivil kadro içinde çok önemli oldular. Bunların
Sabetaycı kökenleri, Cumhuriyet’in laikliğinin formüle edilmesinde etkili oldu”
deseydi, bu sözler <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edilebilirdi ve Yalçın, yararlı bir hipotez getirebilirdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ama yapılan
yayınlar ve daha sonra başkaları tarafından da öne sürülen tezler, Cumhuriyet’i
Sabetaycıların kurduğuna kadar vardı. Cumhuriyeti Sabetaycılar mı kurdu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yok canım.
Böyle bir şey söylemenin manası yok. Sabetay kökenli insanların laiklik
anlayışımızın gelişmesinde bir etkisi oldu. Ki, bunlar Cumhuriyet’te sorumlu
makamlara getirildiler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Atatürk hukuk
konusunda bilgili miydi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir kurmay
subay ne kadar hukuk biliyorsa, o da ancak o kadar biliyordu. Mesela Enver Paşa
için, “yok kanun, yap kanun” denir. Her yaptığı işin bir kanuna göre
yapılmasını istediği için Enver, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eğer</st1:place></st1:city>
yapılan işin bir kanunu yoksa, hemen o iş için kanun yaptırırmış. Atatürk’te de
böyle bir meşruiyet fikri vardı. Çeşitli konuları Meclis’in onayından geçirmek
gibi bir tutumu vardı. Ama şu var! Atatürk’e icazet veren kurumlar, yani
onayına başvurduğu kurumlar, aslında kendisinden kaynaklanan kurumlardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Anlamadım…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Mesela bir
milletvekili, ancak Halk Partisi içindeki bir kurulun kendisini aday
göstermesiyle milletvekili seçilebiliyordu. Ve o kurulu da, cumhurbaşkanı tayin
ediyordu. Tabii şekilden ibaret bir meşruiyet sistemidir bu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Böyle bir
meşruiyet sistemini benimseyen bir cumhuriyeti nasıl tanımlamak gerekir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Söyle anlatayım…
Atatürk ve yakın çevresi, toplumun neye ihtiyacı olduğunu bildiklerine
inanıyorlar. Bu yüzden topluma danışma ihtiyacında değiller. Bütün mesele,
kafalarındaki modeli topluma <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
ettirmek. Tek parti dönemi, demokrasiye hazırlık dönemi olarak yorumlanıyor ya…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Demokrasiye
hazırlanılmıyor muydu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bakın…
Özgürlük, aykırı olabilmektir. Özgürlük, hayır diyebilmektir. İsmet Paşa,
1938’de cumhurbaşkanı oluncaya dek, ortada böyle bir özgürlük ve demokrasi
niyeti yoktu. Ama 1937’de İsmet Paşa, Atatürk tarafından birden bire
başbakanlıktan kenara atılınca, şoke oldu. Atatürk öldükten sonra Cumhurbaşkanı
olduğunda, İsmet paşa’nın, Atatürk’ün el atamadığı bir şeyi başarmak, onu
geçmek gibi bir derdi oluştu. “Atatürk her şeyi yaptı ama demokrasiyi
getiremedi, onu da ben getireceğim” dedi adeta.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Peki ordu,
‘kuruluştaki’ görevini, Cumhuriyet kurulduktan sonra da sürdürdü mü?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sürdürdü.
Mustafa Kemal’e, Meclis namına yetki kullanma hakkı tanınmıştı. Yani,
‘diktatörlük hakları’ tanınmıştı. Böylece M. Kemal’in ağzından çıkan her emir
kanun kuvvetindeydi ve Meclis namına yetki kullanma hakkı, üçer aylık sürelerle
uzatılıyordu. M. Kemal, 1922’de “artık lüzum yok” dedi ve hak uzatıldı. Sadece,
“Başkomutanlık, sonsuz olarak M. Kemal’de kalsın” diye bir karar verildi. Bunu
söylerken, Kanun-i Esasi gereğince, başkumandanın padişah olduğunu da akılda
tutmak lazım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Padişahın
yetkisi, M. Kemal’e mi geçti bu durumda?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">M. Kemal’e
geçti. Zaten Cumhurbaşkanı olunca, Atatürk’ün sivil olduğunu düşünmek yanlış.
Cumhuriyet’in cumhurbaşkanı mareşaldi ve askerdi. Unutmayın ki, İsmet Paşa da
Başbakan’ken orgeneralliğe terfi etti. Atatürk 1927 haziranında askerlikten
emekli oldu ve emekli maaşı aldı. İnönü de öyle…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ordu, Atatürk
zamanında da kendisini ayrıcalıklı görüyor muydu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Başta da dedim
ya, Atatürk, Abdülhamit’in hatasını yapmadı. Orduyu güçlendirmedi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ordu Atatürk’e
karşı darbe yapabilir miydi ki?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Gayet tabii
yapabilirdi. Atatürk’ün ruhiyatını çok iyi bilemeyiz ama, muhtemelen böyle bir
şeyden endişesi var. Mesela Hint Müslümanlarından gelen paralar meselesi…
1927’de Büyük Nutku söylerken, gazetecilere, “bu paraları millete vereceğim”
diyor. Ancak on yıl sonra veriyor ve İş Bankası’na yatırıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Daha önce ne
yapıyor o paraları?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kendi elinde
tutuyor. Dışarıdan veya içeriden bir darbe olursa, bu parayı kullanarak
kendisine bir başka hayat yaratabileceğini mi düşünüyordu, Atatürk’ün iç
âlemini bilemeyiz ama böyle bir endişesi olabilir. Ya da Hintliler, “Hilafeti
kaldırdın, bu parayı geri ver” derlerse diye de düşünüyor olabilir. Atatürk,
600 bin lira dolayındaki bu paranın yüz bin lirasını, Büyük Taarruz’dan önce
Milli Müdafaa Vekâleti’ne ödünç veriyor ve sonra geri alıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Milli Savunma
Bakanlığı’na ödünç para mı vermiş Atatürk?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Savaş için
ödünç vermiş sonra geri almış. Atatürk, İsmet Paşa başbakanken ona da para
yardımı yapıyor. Bu, İsmet Paşa’nın anılarında var.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Başbakan,
sadece devletten maaşını almakla kalmıyor, cumhurbaşkanından da mı para alıyor?
Bir ülkenin başbakanını aşağıya çeken bir durum değil mi bu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">“Bu para
yetmez, sen bu maaşla idare edemezsin” diye para veriyor herhalde. Tabii,
demokratik bir şey değil. Padişahlık gibi bir şey bu. Atatürk’ün bir de
bakanları var. Başbakan Celal Bayar da olsa, İsmet Paşa da olsa, Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya hiç değişmiyor. Atatürk
ölüp de İsmet Paşa cumhurbaşkanı olunca, Celal Bayar’a, “Siz, başbakanlıkta
devam ediniz efendim” derken, “bu iki adamı da bakanlıktan atın” diyor ve
atılıyorlar. Bu arada, İsmet Paşa’nın Atatürk’ten sonra cumhurbaşkanı olması
için ordunun parmak oynattığı tahmin ediliyor. Ordu, İsmet Paşa’yı destekliyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Orduya bu
ayrıcalıklı konumunu kim verdi? Atatürk mü?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Aslında
Atatürk, ordunun gücünü iktidara karşı kullanmamasının yolunu sağlıyor. Ve,
Atatürk’ün döneminde ordu gücünü iktidara karşı kullanmıyor. Atatürk askere,
“Ya üniformayı çıkarıp siyasete girin, ya da orduda kalın” diyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Üniformayı
çıkarıyorlar mı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çoğu orduda
kalıyor. Çünkü o sırada, üniformayı çıkarmanın manası, Atatürk’e karşı
muhalefete katılmak. Nitekim, daha sonra Takrir-i Sükûn Kanunu geliyor ve
muhalefetin kurduğu Terakki Perver Fırka’nın canına ot tıkanıyor. Üniformayı
çıkaranlar tasfiye ediliyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Takrir-i Sükûn
Kanunu neydi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bu,
dinginliğin sağlanması adıyla getirilen bir kanundur. Şöyle anlatayım… Terakki
Perver Fırka hareketi başlayınca, Halk Partisi’nden çözülmeler, istifalar
oluyor. M. Kemal, İsmet İnönü’nün askerlikten gelme sertliğiyle insanları
ürküttüğünü düşünüyor ve çok daha yumuşak bir asker olan Fethi Okyar’ı başbakan
yapıyor. Yani İnönü, başbakanlıktan uzaklaştırılıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">O dönemde
Atatürk’e karşı ciddi bir muhalefet mi vardı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tabii. En
büyük problem, başta Yunanistan, kısmen de Bulgaristan ve Girit’ten gelen
mübadiller konusunda çıkıyor. Çünkü Türkiye, mübadeleye hazırlıksız
yakalanıyor. Yunanistan, Türkiye’den gelen mübadiller için dış krediler
alırken, bizimkiler, ağızları yandığı için dış borç istemiyorlar. Bir de o
dönemde yolsuzluklar olmuş. Güya giden 600 küsur bin kadar Rumun boşalttığı
yerlere, gelen 450 bin Müslüman yerleştirecek ama ne mümkün?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Niye mümkün
değil?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Rumların
boşalttıkları yerlere, yerel mütegallibe çoktan el koymuş. Rumların <st1:country-region w:st="on"><st1:place w:st="on">malı</st1:place></st1:country-region> mülkü
güçlü adamlar tarafından kapışılmış. Hatta o sırada Mübadele, İmar ve İskân
Vekaleti var. Onun işlemlerine ait Meclis’te sorulan bir soru, gensoruya
dönüşüyor. Terakki Perver’in 1925’te Meclis’te ortaya çıkışı da bu yolsuzluk
tartışmaları üzerinden oluyor. Kısa bir süre sonra da Genç Vilayeti’nde Şeyh
Sait adında bir Nakşibendi şeyhi ayaklanıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şeyh Sait
ayaklanması irtica ayaklanması mıdır, Kürt ayaklanması mıdır?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İkisi birarada
bence. Başbakan Fethi Okyar, önlem olarak “yerel sıkıyönetim ilan edelim ve
oraya bir miktar asker kaydırmak için bütçeye ek ödenek koyduralım” diyor.
İsmet Paşa ise, “hayır bunlarla böyle mücadele edilemez. Zaten asıl mesele
sadece o başkaldıran Kürtler değil. Asıl mesele, o havayı yaratan İstanbul’daki
soysuz aydınlardır” diyor. İsmet Paşa’nın Şeyh Sait ayaklanmasına koyduğu
teşhis bu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Cumhuriyet’in
kuruluş yıllarında yaşananlar bugün yaşadıklarımıza ne kadar çok benziyor. Öyle
değil mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Çok benziyor.
“İstanbul’daki aydınlar ‘demokrasi’ deyip duruyorlar. Demokrasi isterseniz,
başınıza böyle ayaklanma çıkar işte” deniyor. Böylece Kürt ayaklanması,
muhalefeti tasfiye etmek için bahane olarak kullanılıyor. İsmet Paşa’nın arzusu
üzerine, 1925 mart başında, Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ne kadar
sürüyor?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kanun iki
seneliğine çıkarıldı ve iki kez uzatılarak 1929’da kaldırıldı. Bu kanun,
hükümete, mahkeme kararı gerekmeksizin sonsuz yetkiler verdi. Hükümet her
örgütü kapatabiliyor, her yayını yasaklayabiliyor ve her gazeteyi ortadan
kaldırabiliyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Takrir-i Sükûn
döneminde neler yaşandı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Meclis biri <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Diyarbakır</st1:place></st1:city>’da, diğeri
Ankara’da iki tane İstiklal Mahkemesi kurdu. Ankara’dakinin yetki alanı bütün
Türkiye oldu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ayaklanma
Doğu’da olmuyor mu? Niye Ankara’da da mahkeme kuruluyor?<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Eee, başka
yerlerde de alçaklar olabilir! Bu kanuna dayanarak, Ahmet Emin Yalman’a
varıncaya kadar, İstanbul’un belli başlı bütün gazetecilerini toplayıp isyan
bölgesine gönderiyorlar. “Demokrasi ve özgürlük isteyerek, Şeyh Sait
ayaklanmasını dolaylı olarak desteklediler” diye gazetecileri yargılıyorlar. Bu
kanun, sadece muhalefetin canına ot tıkamakla kalmıyor, ülkedeki her türlü
özgürlüğün de canına okuyor. Takrir-i Sükûn, çok büyük bir dönüm noktasıdır.
Takrir-i Sükûn, erken Cumhuriyet açısından gerçek bir kırılmadır. Cumhuriyet’in
ilanı o kadar önemli bir şey değildir. Ama Takrir-i Sükûn öyle mi?<o:p></o:p></span></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-63977103179994823602016-05-14T21:08:00.000-07:002016-05-14T21:08:00.160-07:00ŞİDDET VE ŞİDDETSİZLİK Alfredo Bonanno<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMXolA2AZ26cPJTyskD0vgerNykeBph7NkMwUOty5TSyP0S_yg6S8fVrtMhAwRqttaDXmZoDDTkseahVr2_E2YZxKtRa11g4Aue_i-_O5NZ9NzKx99JxxBaNouSuVPh7X3VMxsE8rE2N8K/s1600/ScreenHunter_8576+May.+12+23.52.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMXolA2AZ26cPJTyskD0vgerNykeBph7NkMwUOty5TSyP0S_yg6S8fVrtMhAwRqttaDXmZoDDTkseahVr2_E2YZxKtRa11g4Aue_i-_O5NZ9NzKx99JxxBaNouSuVPh7X3VMxsE8rE2N8K/s320/ScreenHunter_8576+May.+12+23.52.jpg" width="234" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Bookman Old Style';"> </span><span style="font-family: 'Bookman Old Style';">Şiddet
ve şiddetsizlik arasındaki fark sorgulanırken, sınıfsal çıkarlar ve tetiklediği
duygusal tepkilerden dolayı soru, genelde yanlış bir biçimde ortaya atılır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Devlet
şiddeti ve patronların terörizmi, hiçbir sınır veya hiçbir ahlaki engel
tanımaz. Devrimciler ve özellikle anarşistlerin, bu şiddete devrimci şiddetle
karşılık vermeleri tamamen haklıdır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddetsizliği
savunanların pozisyonunu incelediğimizde çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Ayrı
tutularak bakıldığında, şiddetsiz olan ve görünüşte barışçıl metotları seçerler,
yani düşmana fiziksel olarak saldırmazlar. Mücadelenin genel yapısı içerisinde
görüldüğünde, müdahaleleri (her şeyi olduğu gibi bırakmaya bir mazeret olarak
şiddetsizliği kullanan örgütlerin dışında) 'şiddet' taraftarları tarafından
gerçekleştirilenler kadar şiddetli olduğu anlaşılır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">‘Pasifist’
eylemcilerin bir yürüyüşü, sömürü düzenini bizzat bozan şiddetli bir eylemdir.
Bu bir direnç eylemi, güç gösterisidir. Bu en azından amaç seçiminde 'şiddetli'
bir gösteriden farklı değildir. Stratejik ve devrimci bir bakış açısından,
askeri bir zafer kazanmaya ve gerçekleştirmeye muktedir şiddetli bir eylem
fikri bugün akla gelmez. Böyle söyleyerek, devrimci şiddeti reddetmemiz
gerektiğini ima etmiyoruz. Sadece bir elde makineli silahı kutsamaktan ve
diğerinin onun polisine dönüşmesinden kaçınmak için açık olmak zorunda olduğumuzu
anlatmaya çalışıyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddet
ve şiddetsizlik arasında sadece sözlü ayrım yapmak yanlıştır. İyi beslenmiş bir
burjuva, burjuva sınıfına karşı şiddeti rahatça teorize edebilir, ama sadece
devrimci göreve tamamen adanmışlık gerektiren koşullarda uygulamaya koyacağı
bir açmazlıkla. Çoğu zaman şiddeti sözlüdür. Pratikte, ateşli retoriğini tatbik
etmeye devam etmesini sağlayan diğer şeyler arasında, durumun olduğu gibi
kalmasını tercih eder.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Aynı
şekilde başka iyi beslenmiş bir burjuva kendisini şiddetsizliğin yüceltilmesine
nakleder, gene de mücadelenin negatif içgüdülerini kınayan, barışın ve
kardeşliğin pozitif içgüdülerini kutsayan, teorik bir şey olarak. Bata çıka da
olsa, bu burjuva sosyal mücadeledeki bütün gündelik varoluşunda şiddetsizlik
ilkelerini pratiğe dökecektir. Barış ve kardeşlik hayallerini sürdürebileceği
durumun rahatlığını olduğu gibi tercih edecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddet
ve şiddetsizlikten bahsetmeden önce, sorgunun gerçek bir duruma uygulanıp
uygulanmadığına veya bunun adeta soyut bir teori olup olmadığı ve bunu bilfiil
uygulama niyetinin olup olmadığına dair bir ayrım yapılmalıdır. Sadece ilk
bahsedilen durumda, şiddetsiz metotları daha az etkili ve iktidar tarafından
daha kolay alt edilebilir kılan stratejik ve askeri koşulları tartışmak mümkündür.
Ancak bu tartışma daha sonra gelen, aslında bir metot sorunu olan ve asla soyut
olmayan bir tartışmadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Bizler
türlerin vs. kalıtsal biyolojik şiddetin ilahiyat kokan teorizasyonlarına yol
açacak felsefi tartışmalarla ilgilenmiyoruz. Önemli olan mücadeleye kendi
gerçekliğinde yaklaşmaktır. Gerisi; araçları ve bu araçları uygulamaya koymanın
en iyi yolunu seçme meselesidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Şahsen
şiddetsiz metotların sosyal mücadelede bugün uygunsuz olduğuna ikna olduğumuz
için kendi mücadele biçimini şiddetsiz metotlarda gören yoldaşlara karşı
değiliz. Önemli olan, mücadeleye ciddi bir şekilde iştigal etmek ve şiddetsiz
mücadelenin polisin bizi rahat bırakacağının mazereti olduğunu savunmakla
sınırlamamaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Bookman Old Style";">Şiddet
üzerine soyut tartışmalar (neredeyse çoğu zaman ateşli ve kanlı), tıpkı
şiddetsizlik üzerine soyut tartışmalar gibi (neredeyse çoğu zaman ahmakça ve
cennete dair) aynı ölçüde iğrençtir. Bizler mücadelede herhangi bir aracı
seçerek sömürü, terörizm ve kurumsal şiddetin tarihsel suçuna etkili bir
şekilde yanıt olabiliriz ancak. Kelimelerin ve konuşmaların şiddeti (veya
şiddetsizliği) hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-73697539869393520302016-05-02T16:39:00.003-07:002016-05-02T16:43:08.424-07:00KÖY ENSTİTÜLERİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8D1BoWxlXYdsGq87KsroYcYYiimaDDIsKwW6tPjpjJW7kQjkgNAx9yi-ws0izigOc14Yr9cujTrqYuF4kuQ3aJL-FVChNe0QqY-A3GDyCehVVELq2HV97S16SC27jevW1gj6LygPoIqmd/s1600/ScreenHunter_8211+May.+03+09.17.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="282" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8D1BoWxlXYdsGq87KsroYcYYiimaDDIsKwW6tPjpjJW7kQjkgNAx9yi-ws0izigOc14Yr9cujTrqYuF4kuQ3aJL-FVChNe0QqY-A3GDyCehVVELq2HV97S16SC27jevW1gj6LygPoIqmd/s400/ScreenHunter_8211+May.+03+09.17.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerini Hazırlayan Nedenler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";"><br />
Cumhuriyetin ilk yıllarında her açıdan Türk köyleri geri kalmıştır.Kurtuluş on
beş yıl önce gerçekleşmişti ancak ne dil devrimi ne de okuma yazma
seferberliği köyün gelişmesine yetmemişti.Eğitim alanında kırsal kesimde
yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına
pratik bilgi vermek amacıyla 1936’ta Saffet Arıkan’ın Vekilliği döneminde Köy
Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Askerliğini
onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, modern tarım tekniklerini
uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği’nde yetiştirilerek köylere
gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım
yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEho3zB5bAxnEGGmcl83kwm9D2n3vIBeWOljwMGN095-tI_DLXZwIIe_EXpF-CXxjiYb-XLKyBhCtnMgyaF0zOWQsTn6Jo7S5Q3avnXbwifExZMJ855wq-52OkW4Z-NxWMB0Fw9gfAAsi4r3/s1600/ScreenHunter_8209+May.+03+09.12.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a><span style="font-family: "bookman old style";">İsmail Hakkı
Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939
yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi
yaygınlaştırılır. Kırsal kesime yönelik bu eğitim uygulaması hiç şüphesiz daha
sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratmış ve Köy
Enstitüleri’ne geçişi kolaylaştırmıştır.<br /><br />
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy Enstitülerinin Kuruluş ve Amaçları<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEho3zB5bAxnEGGmcl83kwm9D2n3vIBeWOljwMGN095-tI_DLXZwIIe_EXpF-CXxjiYb-XLKyBhCtnMgyaF0zOWQsTn6Jo7S5Q3avnXbwifExZMJ855wq-52OkW4Z-NxWMB0Fw9gfAAsi4r3/s1600/ScreenHunter_8209+May.+03+09.12.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="290" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEho3zB5bAxnEGGmcl83kwm9D2n3vIBeWOljwMGN095-tI_DLXZwIIe_EXpF-CXxjiYb-XLKyBhCtnMgyaF0zOWQsTn6Jo7S5Q3avnXbwifExZMJ855wq-52OkW4Z-NxWMB0Fw9gfAAsi4r3/s400/ScreenHunter_8209+May.+03+09.12.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tamamen
Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde
Milli Eğitim Bakanı olan <a href="http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_Ali_Y%C3%BCcel">Hasan Ali Yücel</a> bizzat
yönetmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen 3803 Sayılı Yasaya göre
kurulmuştu. Köy Enstitüleri köye öğretmen yetiştirme bakımından önceki çabalara
benzemekle birlikte; kuruldukları yerler, eğitim ve öğretim etkinlikleri ve
kuruluş amaçları yönünden farklılıklar göstermektedir. Bu durum, bu kurumların
kendine özgü olma özelliğini ortaya koymaktadır. Çünkü, öğretmen yetiştirmenin
yanı sıra köyün kalkınmasında öncülük yapacak diğer meslek erbaplarının da
yetiştirilmesi amaçlanmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerini bitirerek öğretmen olarak atananlar, gittikleri köylerde hem
eğitim öğretim etkinliklerini düzenlemek, hem de köylüye örnek olması ve
rehberlik etmesi acısından ziraatın bilimsel bir şekilde yapılmasını sağlamakla
sorumludurlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerinin Kuruluş Yerleri<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitüleri genellikle şehir ve kasabaların dışında demiryoluna veya karayoluna
yakın köy ve köylerin bitişiğinde veya ortasında kurulmuşlardır. Kuruluşlarında
genellikle şu ilkeler göz önünde tutulmuştur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tarım işlerine
elverişli arazinin olması ve bu arazinin devlete ait olması,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Arazinin çok
verimli, işlenmesi kolay ve işlenmiş bağ ve bahçelerle zenginleştirilmiş
olması,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Seçilen yerin
2-3 il için bölge merkezi olmasına elverişli, hava ve su bakımlarından sağlık
koşullarına uygun yerler olması dikkate alınmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";"> </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVB0ltDJ8STSLKzQEq4D9rwJRm6VA2ugdOiof9xateoN1QFpuC4K4m6IHAfHg-YRyYYGDYHOCZco4GuJntv-9r9PCybcTyyioW2oWfK2bzir0_-XBHRQIsNwWKn7BaWkoDOHEk5UsF9pvY/s1600/ScreenHunter_8212+May.+03+09.21.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVB0ltDJ8STSLKzQEq4D9rwJRm6VA2ugdOiof9xateoN1QFpuC4K4m6IHAfHg-YRyYYGDYHOCZco4GuJntv-9r9PCybcTyyioW2oWfK2bzir0_-XBHRQIsNwWKn7BaWkoDOHEk5UsF9pvY/s320/ScreenHunter_8212+May.+03+09.21.jpg" width="274" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy Enstitülerinde Öğrenci Seçme<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerine öğrenci seçiminde ise, bazı ölçütler konulmuş ve bu ölçütlere
uyanlar enstitülere öğrenci olarak alınmıştır. Bu özellikler şöyle
sıralanabilir:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köylü çocuğu
olmak,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Sağlıklı ve
sağlam olmak,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Zeki ve
çalışkan olmak,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Kendi
yaşıtlarına göre, bilgili ve başarı düzeyi daha iyi olmaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerine, kız çocuklarının da alınması ayrıca bir önem taşımıştır.
Yönetici ve öğretmenlerin enstitülere kız öğrenci bulmakta güçlük
çekmekteydiler,nedeni ana-babaları ikna etmekte zorlanmalarıydı. Buna karşın
belli oranda kız öğrenci, yönetici ve öğretmenlerin çabalarıyla enstitülere
alınmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerinde Eğitim ve Öğretim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitüleri eğitim ve öğretim etkinliklerinin esasını iş ve iş içinde öğretim
oluşturmaktadır. Günlük, haftalık, mevsimlik ve yıllık programlar bu esasa göre
düzenlenmiştir. Bilginin kullanıldığı zaman anlamlı olacağı görüşü ağır
basmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerinin kendi binalarını kendilerinin yaptığı ve kendi gereksinmesi
olan buğdayını, meyve ve sebzesini kendisinin ürettiği göz önünde
tutulursa durum daha açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Köy Enstitülerinin
programında öğrencilere kuramsal bilginin yanı sıra tarım ve teknikle ilgili becerilerin
de kazandırılmasının amaçlandığı görülmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Eğitim
süresi beş yıldır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
enstitülerinde öğretmenlik, sağlık memurluğu ve ebelik olmak üzere üç branşta
eğitim-öğretim veriliyor,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">programı da üç
kısımdan yani </span><span style="font-family: "bookman old style";">genel eğitim,</span><span style="font-family: "bookman old style";">tarımsal
uğraşılar ve</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">teknik
çalışmalardan oluşuyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">44 saatlik
olan haftalık ders programının,22 saati genel kültür dersi, 11 saati tarım, 11
saati de teknik çalışmalardan oluşuyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Sabahın erken
saatlerinde kalkan öğrenciler 8:00’e kadar temizlik, spor, kahvaltı ve sabah
okuması yaparlar, saat 8:00’den sonra öğleye kadar derslere ve işlere
dağılırlardı. Saat 12:00’de yemekte toplanırlar, öğle sonu çalışmaları
13:00’den 18:00’e kadar sürer, geceleri en az iki saat okuma ve ders
hazırlığından sonra saat 22:00’de yatarlardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerinde haftalık çalışmalar sonunda cumartesiyi pazara bağlayan akşam
eğlence etkinlikleri düzenlenir, böylece haftanın yorgunluğu atılmış olurdu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">İngiliz
Tarihçi Arnold Toynbee, Eğitimci John Dewey, Fransız
gazetesi Le Mondetarafından övgüyle bahsedilen köy enstitüleri İsrail,
Tayland ve Tunus gibi ülkeler tarafından da benimsenmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitülerinin sayısal gelişimine bakıldığında 1941-1942 yılında 103 öğretmen,
1946-1947 yılında 2089 öğretmen,1951-1952 yılında 1795 öğretmen köy
enstitülerinden mezun olmuştur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
Enstitüleri ilk mezunlarını 1942 yılında vermiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Şubat 1954’te
yayınlanan 6234 sayılı kanunla köy enstitüleri, geleneksel ilköğretmen
okullarıyla birleştirilmiştir. Öğretim yaptıkları son yıl olan 1954’e kadar köy
enstitüleri<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">
1398 kadın,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">
15943 erkek olmak üzere<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Toplam 17
341 öğretmen yetiştirmişlerdir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">8675 eğitmeni
de köy enstitüsü örgütü içinde değerlendirildiğinde toplam olarak 26 016 eğiticiyi
yetiştirdikleri görülmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Ayrıca bu
enstitüler faaliyet gösterdikleri 13 yıl içinde 1284 sağlık memuru
yetiştirmiştir<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Öğretmeni
yetiştirme politikası,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">01 1954 tarih
ve 6234 sayılı kanun ile son bulmuş, öğretmen yetiştiren kurumlar “İlköğretmen
Okulu” adı altında birleştirilerek Köy Enstitüleri kaldırılmıştır. İlköğretmen
Okullarında eğitim süresi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">ilkokul
mezunları için 6,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">ortaokul
mezunları için 3 yıl olarak belirlenmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">1949 yılından
sonra köy enstitülerine çeşitli çevrelerden eleştiri gelmeye başlamıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Hem sağ kesim
hem sol kesim hem de enstitü müdürü veya öğretmeni tarafından sadece
kendilerine ait sözlerin çeşitli çevreler tarafından genelleştirilerek tüm köy
enstitüsüne yansıtmalar köy enstitülerini yıpratmıştır<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPsDsDPdJMYfSs4X3_Lu-0N4CPo2DbYisAKyoFjHKoGGdpD1qo8Yq21zZxflve-vCCZgOQqVrC0pKomTo74XFVyTPLpM5C_bFvDXZNm5ZfnymOpLR_8COIzdntBJIjiyIow7VBPydZxK7l/s1600/ScreenHunter_8208+May.+03+09.11.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="210" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPsDsDPdJMYfSs4X3_Lu-0N4CPo2DbYisAKyoFjHKoGGdpD1qo8Yq21zZxflve-vCCZgOQqVrC0pKomTo74XFVyTPLpM5C_bFvDXZNm5ZfnymOpLR_8COIzdntBJIjiyIow7VBPydZxK7l/s320/ScreenHunter_8208+May.+03+09.11.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">KÖY
ENSTİTÜLERİ 1953 YILINDA KAPATILDI.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">KAPATILMA
NEDENLERİ ;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy okulu
yapımı, arazi sağlanması gibi konular öğretmenle köyü arasında sürtüşmelere yol
açmıştır.Bu seçimlerde siyasi bir istismâr konusu olmuştur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Öğretmenin
genellikle kendi köyüne atanması kıskançlıklara yol açmış, köylü içlerinden
birinin, aralarına büyük amaçlarla, kurtarıcılık görevi ile gelip akıl
vermesine bazen hoş karşılamamıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Öğretmenlik
meslek bilgisi ve meslek derslerinin biraz zayıf işlenmesi onların öğretim
yapmalarını, öğrencilerini ve çevrelerini iyi anlayıp değerlendirmelerini zorlaştırmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Enstitü
öğretmenlerin “sol” görüşlü olduğu biçiminde gelişen propagandalar onlara şüphe
ile bakılmasına neden olmuş, girişimin güç ve cesaretini kırmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Köy
enstitüleri konusu, siyasi partiler, hükümetler arasında bir siyasal çekişme
haline getirilmiş, konuya bilimsel açıdan ve soğukkanlılıkla yaklaşmamış,
aksayan yönlerin düzeltilmesine gidilmemiştir.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/89MG-sgrbf4/0.jpg" frameborder="0" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/89MG-sgrbf4?feature=player_embedded" width="320"></iframe></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe width="320" height="266" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/FWqMhhfaF60/0.jpg" src="https://www.youtube.com/embed/FWqMhhfaF60?feature=player_embedded" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-25510931860312462562016-04-20T21:16:00.001-07:002016-04-20T21:16:31.846-07:00Bilinmeyen Yönleriyle Tolstoy<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwz5A2JbnHhrdbP39QY0XYebfbCqIiimZ2O3JHbB0x8TQb7UMnDEP6r3l0zm4DAY7bmk4xatqgNsEiURIzzev9tXO2jQgk6z-j6_Czkl1VhmQGICNoShADsCUo0CySe8zrT3NHTJTjhNM9/s1600/ScreenHunter_7277+Apr.+21+14.09.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwz5A2JbnHhrdbP39QY0XYebfbCqIiimZ2O3JHbB0x8TQb7UMnDEP6r3l0zm4DAY7bmk4xatqgNsEiURIzzev9tXO2jQgk6z-j6_Czkl1VhmQGICNoShADsCUo0CySe8zrT3NHTJTjhNM9/s320/ScreenHunter_7277+Apr.+21+14.09.jpg" width="318" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">Dünya
edebiyatına dev yapıtlar kazandıran Lev Nikolayeviç Tolstoy (Rusça: Лев Никола</span>́<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">евич Толсто</span>́<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">й), asil bir ailenin çocuğu olarak 9
Eylül 1828 tarihinde Moskova’da dünyaya geldi. Ne eğitim hayatında ne de
iş hayatında dikiş tutturamayan yazar; ilk gençlik yıllarında içki ve kadınlara
olan düşkünlüğünün yanı sıra bohem ve sefil bir hayat yaşamıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">23 yaşında
orduya girdi ve edebiyatla bu dönemde tanıştı. Onun edebiyata yönelmesinde
Rousseau, Puşkin, Dickens ve Turgenyev’in büyük etkisi olmuştur. İlk
romanlarını para ve ün için yazdı. İlerleyen zamanlarda yüksek sosyeteden bir
kıza tutulduysa da bu aşk başarısızlıkla sonuçlandı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kazga.com/wp-content/uploads/2015/06/Tolstoy-.jpg"></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ünlüydü,
övgülerin odağıydı; ama mutlu değildi. Hatta intihar etmeyi bile düşündü ve
kurtuluşu ‘’aile hayatı’’nda görüyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir gün Sofiya
adlı, kültürlü, lükse ve eğlenceye düşkün, asil bir genç kadına aşık oldu.
1862’de evlendiler, evlendiklerinde Sofiya 18, Tolstoy 34 yaşındaydı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7ILxCY0pUzb99tRDHpjuHWOrhb4skEkC0HhaaCicPYrJeF5o04gh0kPLEwzuMUQqjnsjh0WP-mZPnS9xe1BJQHJuprt36pvpysnwKqztl3o5ZGGHGMj-4RE3X4VnFAhMxnvRMpnJck0gt/s1600/ScreenHunter_7278+Apr.+21+14.11.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7ILxCY0pUzb99tRDHpjuHWOrhb4skEkC0HhaaCicPYrJeF5o04gh0kPLEwzuMUQqjnsjh0WP-mZPnS9xe1BJQHJuprt36pvpysnwKqztl3o5ZGGHGMj-4RE3X4VnFAhMxnvRMpnJck0gt/s320/ScreenHunter_7278+Apr.+21+14.11.jpg" width="248" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">Evliliklerinin
ilk on beş yılı hem en mutlu hem de en verimli çağlarıdır. Savaş ve Barış ile
Anna Karennina gibi iki dev yapıta işte bu on beş yıl içinde imza attı. Tolstoy
yazıyor, Sofiya onun yazdıklarını kopya ediyordu. Sofiya, eserlerini okuyor;
öğütlerde bulunuyor, Tolstoy bu öğütleri önemseyip yapıtlarında değişiklik
yapıyordu.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bir gün, neden
olduğunu bilmediğimiz bir sebepten dolayı eşinden nefret etti. Sadece eşinden
değil, çocuklarından ve çalışmaktan da. Hayatla bağları kopma noktasına geldi,
hayranlarından gelen hiçbir mektubu okumaz, hiçbir dostu ile görüşmez oldu. Bu
dönemde hem Tolstoy hem de eşi günlük tutmaya başladılar, ilginç olan ise
birbirlerinin günlüklerini okuyor olmaları idi. Bu durum da ilişkilerini daha
karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale soktu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Esasında
Tolstoy ile eşi birbirinden oldukça farklıydı. Tolstoy lüksten ve şatafattan ne
kadar nefret ediyorsa Sofiya o denli seviyordu. <st1:place w:st="on">Para</st1:place>,
şöhret, zenginlik Sofiya’nın vazgeçilmezleriydi. Tolstoy ise tüm bunlara artık
değer vermiyordu. Ve en kötüsü eşi, Tolstoy’u her şeyden ve herkesten
kıskanıyordu. Kıskançlığı adeta hastalık derecesindeydi. Dostlarını,
hayranlarını, kendi kız kardeşini; hatta kızını bile kıskanıyordu. Bir gün
Tolstoy’un odasında duvarda asılı duran, öz kızının fotoğrafına ateş edecek
kadar tehlikeli bir hal almıştı kıskançlığı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4YyorPzJOPhejEWUZdcnBN85OYXTfNJfkTXph61GZp1CFmw9TH9rhktYIfBKBs6D0Svu-9WVkmJGtgbHovNHv7rq-bCytrU81WbtLAhbQFD-IGWPgBGAg5ytiQ_gfqRXMc7SAN9N9VyUm/s1600/ScreenHunter_7279+Apr.+21+14.13.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4YyorPzJOPhejEWUZdcnBN85OYXTfNJfkTXph61GZp1CFmw9TH9rhktYIfBKBs6D0Svu-9WVkmJGtgbHovNHv7rq-bCytrU81WbtLAhbQFD-IGWPgBGAg5ytiQ_gfqRXMc7SAN9N9VyUm/s320/ScreenHunter_7279+Apr.+21+14.13.jpg" width="249" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kazga.com/wp-content/uploads/2015/06/tolstoy-1.jpg"></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Günlüğüne
aynen şunları yazmıştı: ‘’Halkla ilişkisi bana tiksinti veriyor, kıskançlıktan
kendimi öldüreceğim.’’ Tolstoy ise bu olanlar karşısında son derece
umutsuz ve çaresizdi. Hayatın güzelliğine olan inancını yitirdikçe, önceleri
inkar ettiği Tanrı’ya sığınıyordu. Hatta bu mutsuzluğu o kadar kronik bir
hal aldı ki cinsel ilişkiden suçluluk duymaya ve kendinden iğrenmeye başladı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tolstoy
hayatının son yirmi yılında şanının ve şöhretinin doruklarındaydı. Ona bir
kerecik dokunabilmek, yüzünü bir an görebilmek ve sesini bir nebze de olsun
duyabilmek için hayranları, kapısının önünde kuyruğa giriyordu. Yaşadığı yeri,
hayranları hacca gidercesine ziyaret ediyorlardı. Atı ile gezintiye çıktığında
köylüler, sanki onların güçlü efendisiymişcesine önünde saygı ile
eğiliyorlardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kazga.com/wp-content/uploads/2015/06/Tolstoy-3.jpg"></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tolstoy tüm
bunlar karşısında ne mi yaptı: Bütün topraklarını ve değerli tüm eşyalarını
dağıttı. Ailesini çok kızdırsa da eserlerinin telif haklarını Rus halkına
bağışladı. Edebi işlerinin başına da dostu Vlademir Çerkov’u getirmesi, eşinin
gururunu kırdı ve onu ziyadesiyle kızdırdı. Ve Tolstoy ile Vlademir Çerkov’un
eşcinsel bir ilişki içinde oldukları iddiasını ortaya attı.<br />
Tüm bunlar yaşandıktan sonraki dört yıl Tolstoy için eşinin azarlamaları,
öfkesi, her işinde kusur bulması ve onu incitmesiyle geçti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Günlüklerinden
edindiğimiz bilgilere göre Sofiya, Tolstoy’u, acımasız derecede soğuk ve aşırı
bencil olduğu için suçluyordu. Ona göre Tolstoy, Sofiya’dan ruhen oldukça
uzaktı.<br />
Günlüğünün bir yerine şu satırları yazmıştır: ‘’Çalışma odasının kapısını
araladığımda ‘Hiç rahat bırakmıyorsun beni.’ dedi.’’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Mutsuz olan
sadece Tolstoy değildi, eşi de büyük ızdıraplar içinde kıvranıyordu. Hep eski,
mutlu günlerine özlem duyuyor; o günleri yeniden yaşamak istiyordu. On üç
çocuğundan yedisini kaybetti. Ve bu onun için büyük bir yıkım oldu. İntihara
meyilliydi ve donarak ölmeyi denemiş, başaramayınca da zehir içmeye
kalkışmıştır. Tolstoy ile yaşadığı her olumsuz durumda da intihar fikri beynini
kurcalamıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7nrV7mqKO25cSY30LSvoCosRH7uKzJecTdXnsRPVygDEPgFI7So0JMv-7ehk9rKBjT1xr79ElQsfDvzkKSOAN8s5-TpoQn4Pcpb8n2FIyygo45Gxrg-15iOaP5JxB815U4-MnF3oU0ZsJ/s1600/ScreenHunter_7276+Apr.+21+13.59.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="176" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7nrV7mqKO25cSY30LSvoCosRH7uKzJecTdXnsRPVygDEPgFI7So0JMv-7ehk9rKBjT1xr79ElQsfDvzkKSOAN8s5-TpoQn4Pcpb8n2FIyygo45Gxrg-15iOaP5JxB815U4-MnF3oU0ZsJ/s320/ScreenHunter_7276+Apr.+21+13.59.jpg" style="cursor: move;" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Tostoy ise
aradığı mutluluğu ve huzuru dünyevi aşkta bulamayınca Tanrı’ya yöneldi ve ilahi
aşkın peşinde koştu. Hıristiyanlığı, Museviliği ve İslamiyet’i inceledi. Ona
göre Hıristiyanlık, yaşama anlam veren bir öğretiydi; ama mezhepler arasındaki
kafir suçlamalarına, aforozlara, inancı tekeline <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">alma</st1:place></st1:city> ideallerine anlam veremiyordu. Sevgiyi
hayatın gayesi olarak gören Tolstoy, özellikle ‘’öldürme’’yi anlayamıyordu. Bir
fikir belirdi kafasında, yeni bir dinin kurulması, İsa’nın dininin; ama her
türlü mucize ve dogmadan arınmış olarak. Bunun gerçekleşmesi için tüm hayatını
feda edeceğini bile söylemiştir.<br />
Tabii kilise, Tolstoy’a cephe aldı. O zamanlarda eşini, bir kez daha
kağıtlarını karıştırırken yakalayınca her şeyi geride bırakarak kaçtı. Tüm her
şeyden uzaklaşma yolunu tercih etti. Çünkü hayat artık ona çok ağır
geliyordu ve yalnızlığı özlüyordu. Evinin hapishaneden bir farkı yoktu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kazga.com/wp-content/uploads/2015/06/Tolstoy.jpg"></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Onun şanını,
evini, eşini, çocuklarını bırakarak yalnızlığa ve huzura doğru kaçması aslında
dünyevi hayatı terk etmesi anlamına geliyordu. Çünkü kusursuzluğa ulaşabilmesi
için İncil’in istediği gibi eşini ve çocuklarını terk etmesi, kutsallığa
ulaşabilmek için de mülkiyet ve kazançtan vazgeçmesi gerektiğine inanıyordu.
İnsan ne kadar yalnızsa Tanrı’ya o kadar yakındır fikrine sahipti. Ama
amaçlarını alt üst <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city>
bir şey olmuştu, bindiği tren daha hareket etmeden kompartımanın önüne onu
görmek isteyen hayranları doluşmuş, ülkenin dört bir yanından gazeteciler onun
peşine düşmüştü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMIkO8_c4rqBp9WanME99SfJXhijI8hZLi6QuzqtCINMUSefkJEYZQ69OLwQx94Nizw36RZRwOprQRX9nLqjGj2s4mXU1cyOKAR5-WHy8LCitIeoVglCdztQbNzXQYooWM4opvvla1fv1e/s1600/ScreenHunter_7280+Apr.+21+14.15.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="173" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMIkO8_c4rqBp9WanME99SfJXhijI8hZLi6QuzqtCINMUSefkJEYZQ69OLwQx94Nizw36RZRwOprQRX9nLqjGj2s4mXU1cyOKAR5-WHy8LCitIeoVglCdztQbNzXQYooWM4opvvla1fv1e/s320/ScreenHunter_7280+Apr.+21+14.15.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yolda
hastalandı, ailesine haber verildi. Hasta yatağında iken tek istediği eşinin
yanına getirilmemesiydi. Ancak bilincini yitirdikten sonra eşi odasına
girebildi ve gözyaşları içinde kocasına veda etti.<br />
Ölürken son istediği eşinin cenazesine gelmemesi idi. 20 Kasım 1910 tarihinde
ölürken, son sözleri ise şunlar oldu: ‘’Tanrı her şeyi yoluna koyacaktır,
arayınız, her zaman arayınız.’’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><o:p></o:p></span><span style="font-family: Bookman Old Style;">http://www.insanokur.org/tolstoy-devlet-yurttaslari-sadece-somurmeye-degil-ayni-zamanda-ahlaksizlastirmaya-yonelik-bir-komplodur/</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Bookman Old Style';">By </span><a href="http://kazga.com/author/esen-kartal/" style="font-family: 'Bookman Old Style';" title="Posts by Esen Kartal">Esen Kartal</a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-78980012619768552922016-04-04T23:16:00.001-07:002016-04-04T23:19:22.223-07:00HAFIZA VE GEÇMİŞİN TALEBİ OLARAK TARİH ARASINDAKİ AYRIM <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmYsY-72HKaBIKlO2CXo3SRB2IFGSklc_JNWiMi6gqBYJybpQkzOnTgWj0fU3NH50XApUyMtMgciiAaLMaAp2t5_o8bDEKB2oRI5KAuhe5IL6RCItuv_Shkvzd7XulS1Fo-WuWOd7Cn7ix/s1600/ScreenHunter_6327+Apr.+05+16.11.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="430" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmYsY-72HKaBIKlO2CXo3SRB2IFGSklc_JNWiMi6gqBYJybpQkzOnTgWj0fU3NH50XApUyMtMgciiAaLMaAp2t5_o8bDEKB2oRI5KAuhe5IL6RCItuv_Shkvzd7XulS1Fo-WuWOd7Cn7ix/s640/ScreenHunter_6327+Apr.+05+16.11.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Ayşe Uslu
ayuslunna@gmail.com <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Özet <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Bu yazı,
günümüzde tarih ve hafızanın tanımlarının muğlaklaştığı ve birbiri yerine geçmeye
meylettiği hesaba katılarak, bu ikisinin farkını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Yazıda, tarihin “hafıza” yaratmaya özenen temsiliyet mekanizmaları ve doğrudan
insanların yaşam pratiklerinde açığa çıkan sürekli oluş halindeki yaşayan
hafıza arasındaki ayrım bağlamında, hafıza sayesinde geçmişin şimdinin
pratiğinde nasıl yaşadığı felsefece tartışılacaktır. Bu anlamda; birinci
olarak, Fransız tarihçi Pierre Nora’nın hafıza mekanları ve gerçek hafıza
ortamları ayrımı üzerinde durularak, yaşayan hafızanın tarihten nasıl ayrıldığı
incelenecektir. İkinci olarak, yaşayan hafızanın düzlemini oluşturan kavramlar
–bedenlenme, bağlam oluşturma, temsile dayanmama– Merleau Ponty fenomenolojisi
ve bedenlenme tezi açısından ele alınacaktır. Ayrıca genişletilmiş hafıza kavramının,
gerçek hafıza ortamı sayılıp sayılmadığı üzerinde durulacaktır. Böylece,
hafızanın yaşamsal pratikler içinde nasıl süreklilik kazandığı ve zaman
algısını nasıl oluşturduğu tartışılacaktır. Üçüncü olarak da, yaşayan hafıza,
belirlenimsizlik ve oluş kavramları bağlamında, sabitleyici bir güç olarak
tarihle karşılaştırılarak, aralarındaki karşıtlık zaman felsefesi üzerinden
anlaşılmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Hafıza mekanları, gerçek hafıza
ortamları, bedenlenmiş hafıza, oluş, tarih. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbua-hFb8H4hWCf0qRtMdeDJOJwmd5_0SrsWkFuCvcE6p8WGOOFk9wAEsQJ12p31LAaIo2cGBKe4UBsFpmXgJOPhzvqfkceXeDRY5W020nJAe8Q6QVto4RhpBg6oXo5qf2dJDjAs8pHEdv/s1600/ScreenHunter_6325+Apr.+05+16.11.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="392" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbua-hFb8H4hWCf0qRtMdeDJOJwmd5_0SrsWkFuCvcE6p8WGOOFk9wAEsQJ12p31LAaIo2cGBKe4UBsFpmXgJOPhzvqfkceXeDRY5W020nJAe8Q6QVto4RhpBg6oXo5qf2dJDjAs8pHEdv/s640/ScreenHunter_6325+Apr.+05+16.11.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";"> </span><span style="font-family: "bookman old style";">Giriş</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tarih 22 Kasım
1989 saat 12:08 yer Bükreş. Günlerce süren kanlı protestolar ve halkın, yayın
binaları, kamu kuruluşları ve polis karakollarını ele geçirmesi sonucunda
iktidarı kaybettiğini anlayan, Romanya devlet başkanı Nikolay Çavuşesku ve
karısı Bükreş’ten helikopterle kaçma girişiminde bulunurlar ve 25 Aralık günü
idam edilirler. Bir anlığına durup, Romanya tarihiyle ilgili, arka plana dair
“bildiğimiz” her şeyi paranteze alarak, birçokları içinden bu kısa tarih
anlatısının bizde yarattığı duygulanıma odaklanalım. Askıya aldığımız
bilgilerin içine tüm bagajlarıyla birlikte, Doğu Avrupa tarihi, sosyalizm ve devrim
kavramlarını da ekleyelim. Hatta çiftin, askeri mahkeme tarafından
yargılanmalarına dair video görüntülerini de zihninizden silin. Ayıklama işlemi
bittiyse şimdi bu paragrafı tekrar okuyabiliriz. Geriye kalan şeyin, takvimden
bir yaprak koparmak kadar “nesnel” bir mesafe olduğunu fark edeceksiniz. Kuru
bir bilgi yığını. Bizde hiçbir his uyandırmayacak kadar kuru bu bilgi yığını,
ancak bir takım analizlerin ve doğrulama çalışmalarının konusu olabilir. </span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcAJ0ESyEjOs26GzHJKZ6PBTnudJ8C__kQZI_D4Q6Wv0iqWjH4Nfx8JkDzEiVHwyVrEG5BhEdVAS2fo3mfBzrw3DrCuhChTtl2bAukvcaWL6yrNNbWnsUpZGtKpoJpbYgUT21NRR8UXwGq/s1600/ScreenHunter_6328+Apr.+05+16.11.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="193" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcAJ0ESyEjOs26GzHJKZ6PBTnudJ8C__kQZI_D4Q6Wv0iqWjH4Nfx8JkDzEiVHwyVrEG5BhEdVAS2fo3mfBzrw3DrCuhChTtl2bAukvcaWL6yrNNbWnsUpZGtKpoJpbYgUT21NRR8UXwGq/s320/ScreenHunter_6328+Apr.+05+16.11.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Corneliu Porumboiu, 12.08 East Of Bucharest / Bükreş’in Doğusu filminde, bu
nesnel anlatımı bize sorgulatacak farklı bir yol izler. Bizi bu olaydan 16 yıl
sonrasına, Bükreş’in doğusunda kendi halinde küçük bir kasabaya götürür
yönetmen. Derme çatma yerel bir televizyon kanalında, Noel gecesinde izleyicilerine
bir sürpriz yaparak, 16 yıl önceki devrim ışığını tekrar alevlendirmek adına
tartışma programı hazırlamak isteyen Jderescu, telefon rehberinden tesadüfen
bulduğu iki ismi konuk eder programına. Kasabanın emektar Noel babası Emanoil
ve kazandığı tüm parayı içkiye yatıran alkolik tarih öğretmeni Tiberiu.
Tartışma programının sorusu açıktır: “A fost sau n-a fost?” Orda mıydın değil
miydin? On altı yıl önce saatler 12:08’i gösterdiğinde dalga dalga Bükreş’e
ulaşan devrim ateşi yanarken, bizim kasabanın sakinleri meydana o saatten önce
mi toplanmışlardır yoksa devrim olduktan sonra mı? Jderescu iki konuğa da o
saatte nerede olduklarını sorar. Böylece onların tanıklığına güvenerek devrimin
bu kasabaya gerçekten 2016/1 44 uğrayıp uğramadığını öğrenecektir. Kasaba halkı
gerçekten de devrim ateşini yakanlar arasında sayılabilecek cesur devrimciler
midir? Yoksa başkalarının mücadelesiyle patlak veren devrime sonradan alkış
tutan korkaklar mı? Yani kısaca bu kasabada devrim olmuş mudur, olmamış mıdır?
Emektar Noel baba pek iddia sahibi görünmez ve devrimin kesinlik kazanmasından
sonra sokağa çıktığını itiraf eder. Diğer yandan alkolik tarih öğretmeni, o gün
sabahın erken saatlerinden beri köy meydanında olduğundan emindir. Programa
telefon bağlantısıyla katılan tüm tanıkların aksi yönde ifadelerine rağmen bir
devrimciye yakışır şekilde, kasabanın öncülüğünü yapacak kadar devrimin bir
parçası olduğundan, kısacası köyde bir devrim olduğundan kuşku duymaz. Fakat,
program esnasında bunları söylerken bile sarhoş olup olmadığı belli değildir.
Porumboiu’nun kara mizahı, tarih hakkında çok üzerinde durulmayan bir gerçeği
aydınlatır. Tarih, kitaplara geçen resmi anlatının bize sunduğu “gerçeklere” mi
dayanır, yoksa bizzat onu deneyimleyenlerin canlı hafızası mıdır? Program yapımcısı
Jderescu’nun amacı, kasabanın devrimin bir parçası olduğunu kanıtlamaktır.
Fakat nihayetinde, herkesin o gün hakkında farklı bir anlatıya sahip olduğunu
görür. Elbette gerçekler karşısında sarhoş tarih öğretmenine güvenmek saçmadır.
Ama diğerlerinin de öğretmenden bir farkı yoktur. Jderescu geçmişten, devrimin
gerçekliğini ve onun bir parçası olunduğunun bilgisini talep eder. Devrim
değişim demektir, talep edilen şey değişimdir. Jderescu, her biri birbirinden
farklı bakış açılarına sahip konukların yarattığı karmaşıklığı bir an olsun
yatıştırabilmek ve programın akışını doldurmak için, Herakleitos’un sözlerini
sayıklayıp durur: “aynı nehre iki kez girilmez.” Bu yönetmenin bize alttan alta
hissettirdiği bir mesaj gibidir; belki de devrim hiç olmamıştır! Belki de
kasaba insanlarının hayatı, bir gecede sözde bir devrimle hiç değişmemiştir.
Belki de devrim kasabadaki kimsenin umurunda değildir! 16 yıl boyunca devrimin
ihtişamına dair onca anlatılan o hikayeler içinde kendine bir yer arayanlara
inat, bunca yıl kasabada hiç bir şeyin değişmediğini işaret eder bir çok
ayrıntı film boyunca. Yıkık dökük gri binalar, her şeyin eski olması,
insanların renksiz giyimleri ve kasabanın durağanlığı insanların
karakterleriyle iç içe geçmiştir. Sıradan bir adamdır Noel baba Emanoil ve
Çavuşesku’nun söz verdiği 100 Ley parayı alamadan devrim olmasına üzülmektedir
daha çok. Bunca özgürlük ve kurtuluş nidası sonucunda ne değişmiştir, kazanılan
nedir? Devrim olup biter, acımasız komünist sistem devrilir ama halk için
işsizlik ve borçlar baki kalır. Filmin bir noktasında asıl soru kendini belli
eder: Bir mağarayı, daha büyük bir mağara için mi terk ettik? 2016/1 45</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPJTPGiKoY1cs65zOUQfhgdwppyLVHv2qcuANPTdhyArbSWrnhIQjnbZsq3rlsPx99ebOPvr6co6lDA1CkhukxQnjGTL4XjHEBcRb-zNbTsa5J-M2p3VoCtHvQXXcfo-Z6PnzHXTMiq7Sn/s1600/ScreenHunter_6323+Apr.+05+16.07.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="159" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPJTPGiKoY1cs65zOUQfhgdwppyLVHv2qcuANPTdhyArbSWrnhIQjnbZsq3rlsPx99ebOPvr6co6lDA1CkhukxQnjGTL4XjHEBcRb-zNbTsa5J-M2p3VoCtHvQXXcfo-Z6PnzHXTMiq7Sn/s320/ScreenHunter_6323+Apr.+05+16.07.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tarih ve
Hafıza arasındaki Ayrım <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Fransız
tarihçi Pierre Nora (1989) “Between Memory and History: Lex Lieux de Mémoire”
makalesinde tarihin, modern toplumların bugüne dair umutsuzca değişim
arayışlarının sonucu olarak geçmişi düzenlemek ihtiyacından doğduğunu iddia
eder. Kaybolmakta olan şimdinin saklanması ihtiyacı ve bu konudaki hassasiyetin
getirdiği baskının, geleneklerin, adetlerin ve atadan kalanın tekrarının içinde
hala canlı olarak yaşayan deneyimin yerini aldığını belirtir. Çünkü benlik
bilinci, ya da kimlik oluşumu diyelim, hali hazırda olmuş olanın göstergeleri
içinde ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, zaten başlamış olan bir şeyin
gerçekleşmesi olarak kendini gösterir. “Gerçek hafıza ortamlarının” (milieux de
mémoire) ortadan kalkmasıyla, geçmişten kopan bilincin, geçmişe dair hafızayı
yeniden uyandırma ve onu kristalleştirerek cisimleştirme çabası olarak “hafıza
mekanları” (lieux de mémoire) kurar modern insan. Böylece, geçmişin devamlılığı
sağlanacaktır. Örneğin, endüstri sonrası toplumlarıyla birlikte, kolektif
hafızaları sayesinde uzun yıllardır değerlerini koruyan ve aktaran toplumların
yok oluşunu görürüz. Geçmişlerinden ya bir tepkisellik olarak ya da ilerleme,
örneğin, bir devrim arzusu peşinden giderek kopmuşlardır. Hatta, geçmişten
şimdiye geçişi yumuşatan ya da bize geçmişten neyi saklamamız gerektiğini
anlatan ideolojilerin bile ölümüne tanıklık ederiz. Bugün tarih algısı, bizim
adımıza her türlü olaya tanıklık ederek, bu olayların muazzam arşivlerde ve
hatta doğrudan video kaydı olarak saklanmasını sağlayan medya aracılığıyla
genişlemiştir. Modern toplumun umutsuz unutkanlığıyla başa çıkmak adına
geçmişin talebi olarak tarih, parçalardan bir bütün haline getirdiği, dayatmacı
bir hafıza anlayışı kurar. Bu uğurda kahramanlar, kökenler ve mitler
yaratmaktan da çekinmez. Bu anlamda Nora’nın iddiası, arkaik bir kimlikten
kopuşun getirdiği sarhoşlukla, bu tarih isteminin gerçek hafıza alanlarını
istila etmiş olmasının bir yan etkisi olarak, hafıza ve tarihin birbirine
eşitlenmiş olmasıdır. İşin ilginç yanı, yaşanmış tarih (hafıza) ve yaşantı
üzerinde yürütülen entelektüel işlemin (tarih), yani aslında bu yaşantının
temsilinin, aynı şey olarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city>
edildiği bir dönemece girmiştir modern Dünya. Zaten bu nedenle, yaşanmış
tarihin müzelerde sonsuz kılınması, saklanması ve zamansız bir antite olarak
sabitlenmesi gerekir. Değişim talebinin motive ettiği tarih ve hafıza birbirine
eşitlendiği oranda, gerçek hafıza ve tarih arasındaki uçurum daha da
derinleşir. Nora, tarih ve hafızayı kavramsal olarak birbirinden ayırmak ister.
Tarihin alanı, iz, temsil, dolayımlama ve 2016/1 46 mesafe iken, gerçek
hafızanın alanı, yaşayan toplumların hareket halindeki yaşamıdır. Kalıcı bir
evrime tabi gerçek hafıza ortamları, unutmanın ve hatırlamanın diyalektiğine
sahiptir. Tarih geçmişin temsili iken, hafıza, toplumsal deneyime dayalı
edimsel fenomenal alanın sürekliliği içinde genişleyen bir şimdidir.
Entelektüel üretime dayalı tarihin tersine, daha çok duygulanımsallığa ve
doğrudan eyleme dayalı hafıza, kolaylıkla temsil edilebilir süreçlere
dayanmadığından, tarih gibi analize ve eleştiriye gelmez. Tarih geçmişi şimdide
var etmeye çalışan, geçmişin talebi iken, hafıza geçmişin şimdide en pratik
anlamıyla yaşamasıdır. Gerçek hafıza, jestlerde, alışkanlıklarda, sözsüz
geleneklerle nesilden nesile aktarılan becerilerde, bedenin kendinde var olan
kendi-bilgisinde, reflekslerinde, yerleşmiş hafızasında kendine yer bulur. Buna
ek olarak, denilebilir ki, hafızanın bedene dayalı olması onun bireysel
psikolojik süreçlere indirgenmesini gerektirmez, daha ziyade toplumsal bir
oluşa dahil edilebilir olduğunun işareti olarak okunabilir. Çünkü örneğin
alışkanlık yalnızca bireysel zihin süreçlerini değil, öznelerarası bir
paylaşımı gerektirir. Bu anlamda beden, öznelerarasılığın en somut zeminidir.
Hafızanın bedensel yönü onun bir bağlama dayalı doğasını açığa vurur. Bu fikri
yazının sonraki bölümlerinde tekrar ele alacağım. Nora’nın Maurice
Halbwachs’dan alıntılayarak söylediği gibi; “farklı topluluklar kadar çeşitli
hafıza vardır, hafıza doğası gereği çoklu ve özgündür; kolektif, çoğul ama yine
de tekildir” (Nora, 1989, s. 9). Tarihse birilerine değil herkese aittir; tarih
evrenselliği talep eder. Geçmişin hepimiz için geçerli olan evrenselliğini.
Hafıza ise yerini somut olanda, gerçek yaşam mekanlarında, jestlerde, imgelerde
ve nesnelerde bulur. Tarih kendini zamansal sürekliliğe, devamlılığa ve
ilerlemeye bağlı tutarken, hafıza somut olanın mekânsal mutlaklığını ilan eder.
Hafızanın bağlamdan bağımsız var olmayışı karşısında tarih, hafızanın
göreceliğinden her zaman uzak durmaya çalışmış ve ona karşı daima bir kuşku
içerisinde olmuştur. Bu noktada, Nora’nın (1989) da dile getirdiği gibi,
tarihin asıl misyonunun hafızayı bastırmak ve onu evrensellik ilkesi uyarınca
yok etmek olduğu söylenebilir. Bu nedenle yaşayan gerçek hafıza ortamları
neredeyse hiç bir zaman yukarıda bahsedilen hafıza mekanlarının içinde kendine
yer bulamaz. Tarih “gerçek” bir hafıza yaratmaya çalıştıkça, kolektif hafızaya
daha çok yer ayırır, tikeli ya indirger ya görmezden gelir, ve yaşantısal
gerçek hafızadan o oranda uzaklaşır. Nora, eleştirel olmayan bir tarihin var
olmadığı konusunda ısrarcıdır. Her tarihçi kendinden önce gelenlerin iki yüzlü
mitolojilerini ihbar etmek peşindedir ve bu nedenle bugün tarih neredeyse
sadece kendi tarihini yazma noktasında sonsuz bir döngüye girmiştir. Nora bu
eleştiriyi suçlama noktasına eriştirerek, bugün hafıza mekanları, çevreleyip,
kuşatmaya çalıştığı gerçek hafıza ortamlarını 2016/1 47 serbest bıraksaydı, her
biri işlevsiz dev harabelere dönerdi fikrine gönderme yapar. “<st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city> hafızayı bugün bu mekanlar üzerinden
tanımlıyorsak, bizim hafıza dediğimiz şey gerçek hafıza değil aslında tarihtir”
(Nora, 1989, s. 13). Tarihin devamlı olarak hafızayı işgal etmeye çalışması,
sadece basitçe geçmişin belli bir çerçeve içinde talebi olarak değil, talep
ettiği geçmişi geleceğe dair bir ilerleme tahayyülü kurmak için kullanıyor
olması açısından da düşünülebilir. Toplulukların ve özellikle ulusların gelişim
çizgisini, bize neden-sonuç ilişkisi içerisinde sunabilmesini sağlayan bu
ilerleme fikridir. Böylece ulusların geleceği hakkında öngörüde bulunabiliriz.
Fakat ulus kimlikler kuran ve hafızayı hiyerarşilere tabi tutan tarih yerini
bugün hafızaya bırakmaktadır. Otoriter tarih yavaş yavaş ölmekte ve yerini
“hafıza bireylerine” bırakmaktadır. Hafızanın bireylerde kimlikler olarak
tarihselleşmesi, onun demokratikleştiğinin belirtisi sayılabilir Nora’ya göre.
Bu noktada, Nora’nın yaptığı bu ayrımın, resmi tarih anlatımları ile çoğul
tarihler ya da karşı-tarih yazımları arasındaki ayrıma tekabül ettiği
düşünülebilir. Böylece, hem tarihe hem de tarih yazıcığının kendisine atfedilen
nesnellik ve evrensellik iddiası eleştirilebilir. Ve biraz daha detaylara
odaklanılıp, tarihsel anlatı epistemolojik bir soru olarak ortaya atıldığında,
tarihsel gerçekliğe dair hakikat iddiasının altı, onun hakkında ürettiğimiz
önermelerin de aslında yorumcuların çıkarları arasındaki devamlı bir çekişmenin
tarihsel olarak, olumsal bir sonucu olduğu yorumuyla oyulabilir. Tarih ne onu
da aşacak olan bir “aklın” ne de ona yön veren bir “erekselliğin” ürünüdür.
Bugün elimizde bulunan kurumlar ve toplumsal yaşantı bu ikisinin bir sonucu
olmaktan ziyade, geçmiş üzerinden yürütülen söylemler arası iktidar oyunlarının
bir ürünüdür. Michel Foucault hem History of Madness (1961) hem de The Order of
Things (1966) kitaplarında bu durumun, tarihin bu iktidar oyunlarının arkasında
yatan kaynağı ya da tam da bu iktidar oyunlarının kökenini çalışması gerektiği
anlamına gelmediğini belirtir. Tam tersine, Nietzscheci bir tavırla işaret
edilen, tarihle ilişkilenme biçimimizin düpedüz değişmesidir; asıl köken
fikrinin kendisi bir kenara bırakılmalı ve tam da bu söylemler arası
çatışmaların ortaya çıkardığı tutarsızlıklar ve ansızın beliriveren
uyumsuzluklar üzerine odaklanılmalıdır. Zamanın ilerlediği fikrinden
kurtulmanın yolu, altında yatan belirlenimsizliğin kendisine işaret etmekten
geçer. Fakat bu noktada şuna dikkat etmek gerekir, Nora’nın tarih ve hafıza
arasındaki ayrımı sadece, tarihin kendisinin büyük anlatılardan kurtarılması ve
karşı-tarihlerin uyanışı, örneğin, maduna ait tarihler, bakımından okunmamalıdır.
Tarihi kuşatan belirlenimsizlik, tarihi epistemolojik bir sorun olarak ortaya
atmadan önce, ontolojisi bakımından incelemeye tabi tutarak belki daha kolay
anlaşılabilir. 2016/1 48 Eğer zamanın otoriter bir şekillenişi olarak algılanan
tarihi bir kenara bırakır, hafızanın kendisine odaklanırsak, tarihselliğin
sadece üzerinden nesnellik ve yasalara bağlı düzenlilik iddiası ürettiğimiz bir
araştırma alanı değil, daha ziyade “yaşamak” zorunda olduğumuz yaşamsal bir
deneyim olduğu gerçeğini görebiliriz. Bu deneyimin çoğu zaman bilincimizin
kontrolü dışında gelişen süreçlere bağlı olduğunu ve tam da bu nedenle
belirlenimsizlikle daha kolay anlaşılabileceğini, zamanın bizim için bir
çizgisellik hattında ve hatta belli bir yönde birikmekten ziyade basitçe
süreklilik fikriyle bağlantılı olduğunu düşünebiliriz. Bir sonraki bölümde
bizde süreklilik hissini yaratarak hafızayı meydana getiren koşullardan
bahsedeceğim. Bükreş’in doğusunda kendi halinde bir kasabada geçmişin bir
parçası olmanın, değişimi arzulayan kasaba halkınca hem talep edilmesinin, hem
de bireylerde yaşayan hafızaların varlığına bağlı olarak, bu talebin her
defasında aynı oranda geri tepmesine yol açacak bir yaşantının aynı anda
varlığından bahsetmiş oluruz. Gerçekleşmiş olması muhtemel bir devrimin hafıza
mekanı olarak kasaba meydanı, belli ki Bükreş’in doğusunda fazla ilgi
görmemiştir. Alkolik tarih öğretmeni Tiberiu o gün sarhoştur ve sabaha karşı
meydanda bir köşede sızıp kalır ve o sabah yaşlı Emanoil karısının dünden kalan
küskünlüğünü hafifletmek için ona çiçek almaya çıkmıştır ve devrimi hiç mi hiç
umursamamaktadır. Hafıza bireyleri, ihtişamlı tarih anlatılarını her defasında
suya düşürecek, zamanın varsayılan akışını yutan kara deliklerdir. Kimileri
hafızanın “tarihe” karşı koyuşunu, öznel anlatıların tarihin nesnelliğine karşı
geliştirilmiş bir yanılsama dünyası yarattığı ve bunun da bir tür göreceliliğe
neden olduğunu savunarak eleştirebilir. Bu öznel anlatıların, evrenselleşme ve
mutlaklaşma talebinde bulunarak genelleştirilebilir yasalar ortaya çıkarmaya
meylettiği oranda eleştiriye tabi tutulmasında bir haklılık payı görülebilir.
Fakat, hafızanın öznelliğinden, önemi git gide azalan tarihin nesnelliğini
kaybetmemek uğrunda kaçmak bizi yine aynı kapıya çıkaracaktır. Bu demektir ki,
hafızanın öznelliğini anlamak ve onun birey-toplum ayrımı dolayımında değil de
“toplumsallık” üzerinden anlaşılması için yeni kavramsal araçlara ihtiyacımız
vardır. Bireyleri “devrimi” umursamamaya götüren şeyi, toplumsal bağlamından
kopuk bireysel bir boşvermişlik ya da vazgeçmişlik duygusuna bağlamadan önce,
bireysel psikolojik bir süreç deyip geçerek, varlığını kafatasının içine
hapsetmeye meylettiğimiz hafızayı daha iyi anlamamız gerekir. 2016/1 49 <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Bedenlenmiş,
Gömülmüş, Konumlanmış Hafıza <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Hafıza konusunda
en eski ve günümüzde dahi en baskın görüş, hafızayı geçmiş yaşantıya dair
edinilen bilgilerin saklanması ve şimdiki anın ihtiyaçlarına göre yeniden
düzenlenerek kullanılması olarak tanımlar. Bize Dünya’nın istisnai durumlar
dışında tanışıklığını ve tarihselliğimizin yeniden canlanmasını sağlayan
hafızadır. Hafıza sayesinde, tekrar mekanizmaları işler kılınabilir, devam <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> bir benlik etrafında
kimlik bu sayede kurulur. Şu an gözümüzün önünde cereyan etmeyen olayları onun
sayesinde hatırlarız. Dolayısıyla, hafıza bir bilgi kaynağıdır. Bu bilgileri
hatırlama, temel akıl yürütme ve karar verme mekanizmaları için olmazsa
olmazdır. Buraya kadar genel geçer bir hafıza tanımı vermiş gibi görünüyoruz.
Fakat, hafızanın bir bilgi kaynağı olması önermesini derinlemesine ele
aldığımızda, bu önermenin altında yatan varsayımın, geleneksel olarak hafızaya
yaklaşımları büyük oranda etkilemiş olan, hafızanın bir depoya ya da bir kayıt
cihazına benzetilmesi olduğuna dikkat çekmek gerekir. Platon Theaetetus’da
hafızanın çalışma mekanizmasını bal mumu tableti benzetmesiyle açıklar
(191a–196c). Duyu algısından gelen veriler bal mumu tableti üzerinde bırakılan
izler gibidir. Bu izler bize dış dünyanın temsillerini sunarlar. Yani
hatırlanmak üzere zihne işlenen ve üzerinde işlem yapılacak olan bilgiler, dış
dünyanın temsillerini oluştururlar. Sadece doğrudan duyu verileri değil, ayrıca
geçmiş deneyimlerin belirlediği dünyaya dair inançlar da temsiller olarak
hafızada depolanır. Hatırlama eylemi bu nedenle hali hazırda depoda bekleyen
temsillerin geri çağrılması olarak anlaşılır. Hafızanın benzetildiği cihazların
ve yüzeylerin biçim ve nitelikleri zaman içinde değişse de, onun depolanarak
saklandığı fikri baki kalmıştır. 20 yy.’ın bazı bilimsel çevrelerinde,
hafızanın temsilleri hiçbir ayrım gözetmeksizin depoladığı fikri eleştirilerek
aşılmış olsa da, çünkü hafıza mekanizması her şeyi olduğu gibi kaydetmekten
ziyade, seçmekte, ayıklamakta, arka plandaki diğer bilgilerle
birleştirmektedir, yine de bilginin depolandığı fikri bugün hala devam ediyor
gibi görünmektedir (Schacter, 1996). Bu durumda hatırlamak, hali hazırda
oluşmuş temsillerin geri çağrılması olarak değil, geçmişin temsillerinin
üretilmesi olarak anlaşılır. Yani hatırlama geçmiş hakkında yeni inançlar
üretmektir. Fakat, hafıza konusundaki bilimsel söylemler içindeki görüş
değişikliklerine rağmen ortak bir varsayımdan asla vazgeçilmez; hafıza zihinsel
temsillerle işleyen bir sürece dayanır ve bu temsiller öyle ya da böyle
depolanabilir antitelerdir. Zihni ve düşünme sürecini temsiliyetçilik
(representationalism) 2016/1 50 bağlamında ele <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">alma</st1:place></st1:city> yaklaşımı, rasyonalizm geleneğiyle
beslenir ve bugün bilişsel bilimlerdeki bilişselcilik (cognitivism) gibi baskın
kavramsal çerçevelere dayanaklık etmektedir. Buna göre düşünce, bir bilgi-işleme
süreci olarak anlaşılmaktadır ve bu süreçte dış gerçekliğe ait girdilere dayalı
temsillerin ya da depolanmış içsel durumların (hafıza) beyinsel mekanizma
içerisinde, belli sentaktik kurallara uyarak, değişikliğe uğratılmasıyla, çıktı
yani davranış üretildiği düşünülmektedir. Bu günümüzün bilgisayar cihazı
temelli bilgi işleme modeline dayalı biliş süreci açıklamasıdır. Hafıza da
bundan nasibini almıştır. Hafızanın bu anlamda şimdiye ait algı temsillerinden
farkı, geçmiş deneyimlere dair olmasıdır; algı temsilleri ve içsel zihin
durumları yani hafıza temsilleri arasında, depolanıyor olmaları bakımından bir
fark yoktur. Edward Casey (1984), düşünce tarihi boyunca baskın gelmiş temsil
temelli depolama ve hatırlama anlayışına karşı farklı bir hafıza anlayışını
sunan ilk felsefeci olarak Henri Bergson’a işaret eder. Bergson Matter and
Memory (1994 [1911]) kitabında, yerleşik hafıza anlayışlarını krize sokan bir
fikir atar ortaya. Geri çağırma sayesinde işleyen hafızadan farklı olarak
“alışkanlık hafızası”ndan bahseder. Alışkanlık hafızası ne Platon’da olduğu
gibi fiziksel olarak zihinde bırakılan izlere ne de tamamıyla zihinsel
temsillere dayalı içsel durumlara başvurularak anlaşılabilir. Kartezyen
bağlamda ne “düşünen şeye” ne de “uzamsallığa” tekabül <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> alışkanlık hafızası, hem zihinsel hem de
bedenseldir (Casey, 1984, s. 280). Hem zihinsel hem de bedensel olma fikrini,
Maurice Merleau Ponty fenomenolojisine bakarak daha kolay kavramak mümkündür.
Merleau Ponty (1962) “alışkanlığa bağlı beden” (habitual body) kavramıyla,
yönelimselliğin ve ortaya çıkan davranışın birbirinden ayrılamayacak kadar iç
içe geçmiş olduğunu, bu anlamda da hem “zihinsel” hayal gücü hem de bedenin
harekete geçmesinin eş zamanlı işlediğini görür. Bu fikir, hafızanın hem
geçmişin yeniden zihinde canlandırılması olarak zihinsel olduğunu savunan
görüşlere, hem de deneyimden gelen izleri depolayan beyne ya da tekrarlanan
hareketlerin hafızasını tutan kaslara dayanarak hafızanın sadece bedene
dayandığını söyleyen görüşlere karşı bir cevap oluşturmaktadır (Casey, 1984, s.
280). Bu kavramın asıl önemi, hatırlamanın ve nihayetinde hafızanın bir takım
temsillerin değişikliğe uğratılması ya da geçmişin yeniden çağrılması olarak
anlaşılan hafıza anlayışına karşı çıkıyor olmasıdır. Geçmişi temsili sembollere
başvurmadan hatırlayabiliriz. Bu fikri daha iyi anlayabilmek adına kısaca
Merleau Ponty’nin fenomenolojisindeki bazı kavramları açık kılalım. Kartezyen
zihin-beden ayrımıyla ilişkisi içinde, yalıtılmış akıl sahibi bir varlık olarak
2016/1 51 tanımlanmış modern özne, fenomenolojinin yalıtılmış zihnin varlığını
eleştirmesiyle reddedilmiştir. Zihin-beden ayrımının beraberinde getirdiği
Kartezyen psikoloji, zihni fiziksel/uzamsal dünyadaki nesnesinden ayrı kavrar.
Özne ve nesne ayrımı, bu ikisi arasında epistemik bir boşluk oluşturmuştur.
Mesele, Descartes’ın ortaya attığı ikici töz –düşünen şey ve uzamlı şey–
anlayışından ziyade, Kartezyen psikolojinin neden olduğu ve bunca yıl da
bilişselcilik tarafından çözülememiş özne-nesne arasındaki epistemik boşluğun
nasıl doldurulacağı sorunudur (Wheeler, 2005, s. 22). Epistemik boşluk kısaca
şöyle açıklanabilir; düşünen özne ve bu öznenin zihninde dış dünya hakkında
inançlar üreten nesneler arasında varsayılan ikilik, özne-nesne ayrımı
yaratarak başka bir ikiliğe neden olmuştur. Düşünen zihnin dışında, onu
deneyimleyen özneden bağımsız ifade edilebilen ya da açıklanabilen nesnel bir
dünya vardır. Descartes özne ve nesnel dünya arasındaki bu epistemik boşluğu
kapatabilmek için işe girişir ve ortaya “idea” ya da çağdaş tanımıyla “temsil”
terimini atar (Descartes, 1984 [1641], Vol. II, s. 25-6). Temsiller, öznenin
zihninde yer alırlar ve dış dünyadaki nesnelerin yerini tutarlar. Kısaca
temsiller öznenin zihni ve fiziksel nesneler arasında aracı bağlardır. Dış dünya
en iyi şekilde –belki de matematiğe başvurarak– temsil edildiği ölçüde bilginin
hakikati mümkün olabilir. Bu temsil anlayışının bugünkü biliş anlayışları
içinde baskın bir yer kapladığını belirtmek gerekir. Temsillerin en bariz
özelliklerinden biri bağlamdan kopuk olmalarıdır. Dünya üzerinde eyleyen,
düşünebilen bir bireyin önceki deneyimleri, geleceğe dönük projeksiyonları,
ihtiyaçları ve arzularından bağımsız şekilde dış dünyayı “yansıtma” işlevine
sahiptirler (Wheeler, 2005, s. 25). Tüm bu saydığımız başlıklar, zaten bu
temsillerin zihin tarafından işlenmesiyle oluşan zihinsel ürünlerdir. Merleau
Ponty’nin müdahalesi bu noktada başlıyor. Merleau Ponty (1962) zihinbeden
ayrımına karşı “beden-özne” kavramını öneriyor. Buna göre, bilinç, Dünya ve algılayan
insan bedeni birbirinden ayrı antiteler değil, tam tersine iç içe dolanmış
karşılıklı olarak birbirine bağlı var olmaktadırlar. Merleau Ponty, Kartezyen
psikolojiden kaynaklı bu epistemik boşluğu ortadan kaldırmak için, iç (zihin)
ve dış (algılanabilir dünya) ayrımını ortadan kaldırır algı felsefesi
sayesinde. Çözüm basitçe şudur, Merleau Ponty, fenomen dünyasının, insan bedeni
ve onun duyusal-motor işlevlerinin eşleniği olduğunu iddia eder. Fenomen
dünyası zihnin ya da bilincin bir ürünü değil, yani fenomen dünyası dış
dünyanın zihnin içsel dünyasındaki bir yansıması değil, tam tersine bu ikisinin
iç içe geçmesiyle oluşur. Merleau Ponty, deneyimi düşünümsellik-öncesi ve
düşünümsellik-sonrası olarak ikiye ayırarak anlar ve düşünümsellik-öncesinde,
yani henüz bilincin kendi edimleri üzerine dönüp 2016/1 52 onları kendi
edimleri olarak algılamasından önce, beden bir “yapabilirim” bilinciyle hareket
etmektedir. “Nasıl” ve “ne” soruları düşünümsellik-sonrasını ilgilendirir.
Düşünümselliksonrası bilgileri, düşünümsellik-öncesinde bedenin dünyayla
girdiği birlik durumu üzerine kurulur zorunlu olarak. Bu birlik durumu herhangi
bir sözsel, dilsel ya da bilişsel bir işleme dayanmamaktadır. Dünya ve bedenin
motor kabiliyetleri arasında adeta radyonun ayarını bulması gibi birbirine göre
uyumlanma ilişkisi vardır. Çevre belli bir beden hareketini çağırır ve böylece
beden çevreyle birlikte çalışarak ona uyum sağlar ve tepki verir. Dünya da
benim bedenimi böyle algıladığı için ben de onu öyle algılıyorum. Karikatürize
edilmiş gibi duran bu cümleyi bu kısa yazıda Merleau Ponty’nin etraflı
betimlemeleriyle örneklendirmek mümkün değil. Kısaca, beden-özne bedenlenmiş
bir varlığa sahiptir, yani insan bedenli bir varlık olarak yaşadığı çevre
içerisine gömülü (embedded) ve batmış (immersed) durumdadır. Buna
fenomenolojide “dünyada olmaklık” (being-in-the-world) denir. Algıyı kontrol <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> şey işte tam da
çevresi içine gömülü ve de çoktan konumlanmış (situated) bedenin
yapabilirlikleri ölçüsünde hareket halinde olması, eylemesidir. Bu anlayış
karşımıza şu sonucu çıkarıyor, kavrayışlarımızı kuran kavramlar ve onların
ilişkileri soyut ve bir takım mantıksal kriterlere göre değil, tamamıyla pratik
bir kriter tarafından belirleniyor; dünyayla olan pratik uyumumuz. Bu uyum,
karmaşık gibi duran bir veri ağı içinde bir bilinç ve bir anlam dünyası
yaratıyor. Bu uyumu yaratan yalıtılmış bir zihin değil, tam da çevresiyle
uyumlanma ilişkisine giren beden. Bu noktada en başa dönersek, fenomonoloji
geleneğinin vurgusu, bilişsel faaliyetlerin ve becerii gerektiren eylemlerin
zihinsel temsillere başvurmadan açıklanabilir olduğudur. Yani, bedenin
kazandığı beceriler ya da dünyayı algılayışı temsiller olarak depolanmazlar.
Daha ziyade onlar, bedenin dış dünyayla girdiği ilişkide çevresine verdiği tepkinin
ürünüdürler. İnsan pasif biçimde dünyanın temsilleri üretmek yerine, dünyayla
girdiği ilişkide ortaya çıkan yönelimselliği çerçevesinde eylem üretir. Her
eylem, nesnelere hali hazırda yönelmiş olan bedenin bir bağlam içinde ürettiği
uyumun sonucudur. Düşünmek gibi hatırlamak da bedenin dünyayla girdiği ilişkide
ortaya çıkan bağlam üzerinden oluşur. Dünyayı hep birden algılamayız, bedenin
girdiği ilişkiler içinde oluşan seçme ve ihtiyaçları bağlamında anlam kurma
eylemine göre, duruma uygun olan şeyleri algılarız. Bunun gibi, geçmiş
deneyimleri bilişsel bir hesaplama sürecinin sonunda soyut bir bağıntılılık ya
da ilgililik (relevance) kuralına göre değil, bedenin pratik olarak gömülmüş
olduğu bağlam ve ilgililik çerçevesi 2016/1 53 içinde hatırlarız. Bu hatırlama
süreci, bedenin düşünümsellik-öncesi dünyayla birliğine, kazanmış olduğu,
kendinde taşıdığı ve ancak kendini pratik içinde var edebildiği alışkanlıkları
ve becerilerine dayanır. Dolayısıyla, konu hafızaya geldiğinde de, zihnin
temsil ettiği bir dış dünya ve zihnin iç dünyası arasında ayrım yapmaya
bedenlenme tezi açısından gerek yoktur. Algı için olduğu kadar, hafıza için de,
temsillerin aracılık işlevi ortadan kalkmıştır. Bu şu anlama gelir, geçmişin
hatırlanması beynin ya da zihnin içinde depolanmış olan temsillerin geri
çağrılmasından çok, kendini pratik içinde açığa çıkaran ve hatta var olmadığı
durumda dünyayla ihtiyaçlar dolayımında anlamlı bir bağ kurmanın mümkün
olmayacağı bedenlenmiş bir süreçtir. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city>
bedenlenmiş hafızamız eylemlerimiz için, bize ancak geçmiş deneyimlerimizle
oluşan bir bağlam sunmasaydı, bedenimizin bulunduğu odadan çıkmak için kapının
kolunu indirmesi ve kapıyı açması dahi mümkün olamazdı denilebilir. Geçmiş
deneyimlerimiz alışkanlıklara bağlı bedenimizde tortulaşırii . Dans etme
yeteneğim, jestlerimde, duruşumda, hareketlerimde vb. alışkanlığa dayalı
yatkınlıklarımda tortulaşır. Bu tortulaşma süreci birden oluşmaz, öğrenme,
tekrar ve deneyim içinde gelişir. Deneyim nesnel bir bilinç kipinde ve
tarihlendirilmiş bir “an” olarak temsil biçiminde yaşamaz (Merleau Ponty, 1962,
s. 83-98). Geçmişimiz, bedenlenmiş bir hafıza olarak deneyimlerimiz içinde
yaşar ve bu deneyimler hareket içinde devam ettiği sürece de yeni deneyimlere
katılarak dönüşür ve değişir. Yani, kasıtlı bir geri çağırma işleminin
sonucunda var olmaz. Bu anlamda Bergson’un zaman felsefesine de gönderme
yaparak söylersek, geçmiş geride kalmış şimdilerin birikmesi değil, şimdide
yaşayan bir eylemlilik halidir. Değişime ve dönüşüme açıktır. Daha da önemlisi,
depolanarak saklanan bir geçmiş ve şimdi arasında aracı, bağ kurucu temsiller
ortadan kalktığı için geçmişin imgeleri üzerinde epistemolojik bir doğruluk
araştırması yapma gerekliliği de ortadan kalkmıştır. Yani, bireysel hatıraların
öznel değer taşıdığı ve bu nedenle nesnelliği tehlikeye düşürdüğü iddiası
ışığında, ancak geçmişin temsili imgelerinin gerçekte ne kadar geçmişle
örtüştüğünün doğrulamasını yapmak gibi bir gereklilik ortadan kalkmaktadır.
Hafıza, bizzat yaşayan bedenin dünyayla kurduğu ilişkiden kaynaklanan ve ancak
deneyimle kazanılan, bilinçdışı beceri mekanizmalarında tutulmaktadır. Bedenim
sayesinde yaparak ortaya koyduğum her şeyde ve tüm eylemlerimde yaşayan bir
hafızadır geçmiş ve kendiliğinden ortaya çıkar, yani bilişsel bir hesaplama
sürecinin sonucu değildir. Böylece, temsiliyetçi görüşlerin statik geçmiş
imgelerindense, elastiki, değişime açık ve aynı zamanda bedenimle birlikte
yaşlanan bir hafızaya sahibimdir. Süreklilik hissini yaratarak zaman algısını
oluşturan şey, alışkanlıklara bağlı tekrarların 2016/1 54 devamlılığıdır. Bu
devamlılığın sağlanması bedenin hayatta kalması için gerekli olduğu kadar,
istisnai durumlar dışında bizim iradi kontrolümüze bağlı olmayan kendiliğinden
oluşan bir süreçtir. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city>
geçmiş deneyimler bedenin dünyayla girdiği ilişkide kendiliğinden belirmeseydi,
kişi bir sonraki adımı bile atmayı zorlaştıracak kadar eylemlerindeki
yönelimselliği ve ilgililiği kaybeder, her saniye boş bir levha gibi çevreyle
ilişkisinde yeniden denge kurmak zorunda kalırdı. Sonuç olarak, şimdiye dair
pratik deneyimimiz büyük oranda geçmişe dair bedenlenmiş bilgimize dayanır ve
bu bilginin dayandığı bağlam içinde oluşur. Bu bağlam, algı içinde beliren
nesnelerden oluştuğu kadar toplumsaldır da. Hali hazırda, algılayan ve
hatırlayan bedenin deneyimlediği dünya atomik unsurlardan oluşmaz. Bahsedilen
bağlam, nesneler dünyasıyla birlikte toplumsallığı da birbirlerinden
ayrılamayacak kadar iç içe örmüştür. Bedenlenmiş hafıza bu nedenle aynı zaman
da toplumsaldır. Hatırlama zihne ya da beyne sınırlandırılmış bilişsel bir
süreç olmadığından, nesnesinden kopuk anlaşılamaz. Hafızanın, bedenlenmiş
olmasının beraberinde getirmiş olduğu gömülü olma ve konumlandırılmış olma
durumlarını da hesaba katarak, hafızanın ne sadece öznenin zihninde ne de sadece
onun dışında ondan bağımsız varolan nesnenin kendisinde varlığını sürdürdüğünü
söyleyebiliriz. Hafıza bedenin dış dünyayla ilişkisinde ortaya çıkan bir
durumdur. Bu ilişkide sürekli dinamik bir geri besleme bağıntısıyla oluşur.
Hafızanın, beynin ya da zihnin sınırlarına sıkıştırılamadığı gibi, bireysel bir
bedenin sınırlarıyla da açıklanıp bırakılamaz. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Eğer</st1:place></st1:city> biraz daha geniş bir bakış açısıyla
yaklaşılırsa, “genişletilmiş hafıza” çalışmaları da bu fikre destek verecektir.
Hafıza kendine farlı maddeselliklere ait doğal ve toplumsal çevrelerden
“eşlenikler” (coupling) yaratabilir. Yine bu noktada da, iki taraflı hem
zihinsel hem de dış nesneye ait temsil iddiasına başvurmadan, hafızanın
eşleniklerini bedenin dışında da yaratarak farklı bilgi sistemlerini bir parçası
haline getiriyor olduğu söylenebilir. Beden bilgi seviyesi arttıkça,
deneyimlerini tekrar etmek yerine, dışsal aracıları arayüzlemeyi öğrenir ki
böylece, dışsal hafıza kaynaklarını da kullanabilsin (Sutton, 2012). Şimdi,
doğal olan ve toplumsal olan arasındaki ilişkinin de benzer şekilde var
olduğunu düşünün. “Bir çok çeşitte sürekli karşılıklı nedensellik formu içinde
birbirine bağlı olan beyin [beden] ve dünya [toplumsallık], sıklıkla, uyum
sağlama eylemlerinin sonuçları aracılığıyla devam <st1:city w:st="on">eden</st1:city>
etkileşimli bir dans içinde birbirlerine bağlanırlar” (<st1:place w:st="on">Clark</st1:place>,
1997, s. 163–6, akt. Sutton, 2012). Andy Clark’ın vurgusu şudur: Hatırlama
süreci, beynin dışına çıkıp yayılabilir ve Dünya’da yer yapabilir kendine.
2016/1 55 Clark’ın bu ifadelerini beynin ötesine taşıyıp, cümlelerde beyin
yerine bedeni koyarak anlarsak: “Aynı kendi problem-çözme yeteneklerimizin,
tasarımcı çevreler inşa ederek aklımızı yayma yeteneklerimize bir bölümüyle
bağlı olduğu gibi” (Clark,1997,s. 180-191), “dolayısıyla, bilgiye ulaşma, onu
kontrol edebilme ve üzerinde değişiklik yapma yeteneklerimiz de bir bölümüyle,
kendimizi prize takmak amacıyla kullanmak için inşa ettiğimiz teknolojik ve
kültürel sembolik ağlara bağlıdır” (Donald 1991, s. 269-360; Rowlands, 1999, s.
119-147; Sutton, 2009). Böylece Nora’nın bahsettiği yaşayan hafızanın, sadece
insan bedeninin becerilerine bağlı alışkanlıklar hafızasıyla beden bazlı
yaratıldığını değil, aynı zamanda bedenin ilişkiye girdiği ve hafızasının
uzantısı haline getirdiği tüm maddeselliklerle birlikte kurulduğunu görürüz.
Genişletilmiş hafıza, düğümlemek, tekerleme söylemek, kodlar yaratmak ve
diyagramlar oluşturmaktan, yapay hafıza teknikleri, fotoğraflar, kitaplar,
ritüeller ve bilgisayarlara, hatta en basitinden bir küçük not defterine ve arkasındaki
takvime kadar bir çok kayıt yüzeyini içinde barındırabilir (Sutton, 2012).
Toplumsallığımızı belirleyen bu nesnelerin de hafızanın bir parçası olduğunu
düşünebiliriz. Şimdi, gerçek hafıza ortamlarının bağlamının bu kadar geniş
olduğunu da hesaba katarak, toplumsal hafızanın yaşayan hafıza içinde nasıl
yaşadığını anlamaya çalışabiliriz ve bu “yaşamaktan” neyi kastettiğimizi daha
ayrıntılı biçimde inceleyebiliriz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Hafıza Oluş
Versus <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tarih Bedenin
geçmiş deneyimlerin taşıyıcısı olmasının, pratik olarak deneyim alanında,
bilinçli bir bilişsellik sürecine ve her zaman dilsel ya da kavramsal temsile
dayanmadan nasıl mümkün olduğunu fenomenolojinin bedenlenme tezi üzerinden
göstermeye çalıştım. Bu konuyla ilgili üzerinde durulması gereken bir diğer
konu, bu bedenselliğin nasıl aynı zamanda toplumsal bir karaktere sahip olduğu
ve değişimi nasıl yarattığıdır. Böylece bedensel derken, hafızayı
bireyselleştirici ve sabitleştirici bir yorumdan uzak durmuş olabiliriz.
Toplulukların ortaklaştıkları toplumsal hafızayı meydana getiren, toplumsal
bağlamda birçok farklı yoldan hatırlama biçimi, genellikle dilsel biçimleri
üzerinden anlaşılırlar, örneğin, geçmişe dair hafızayı sakladığı düşünülen
ritüeller çoğunlukla sembolik karakterleri üzerinden “okunur”. Fakat bu, ritüellerin
sadece sembolize ettikleri ya da temsil ettikleri anlamlar tarafından kurulup
hayatta tutulduğu anlamına gelmez. Bu anlamların ve onlara dair bir hafızanın
2016/1 56 oluşma sürecinin, bedenin duruşu, hareketi, taklit etme ve toplumsal
olarak öğrenme süreçleri vb. üzerinden anlaşılabileceği düşünülebilir. Paul
Connerton How Societies Remember (1989) kitabında, ritüeller gibi bedenlenmiş
pratiklerin toplumsal olarak öğrenildiğini, becerilere dayalı hafızanın bedene
“gömülmüş” olarak yaşadığını ve beden aracılığıyla da toplumsal manada
iletişime sokulduğunu anlatırken, becerilere ya da alışkanlıklara dayalı
hafızanın yazılı ve daha genel manada hakketmeye (inscribing) dayalı
pratiklerden ayrıldığını vurgular. Buna ek olarak da, becerilere dayalı hafızanın
bilişsel bir hafıza olmadığını, yaşayan toplumsal hafızanın çoklukla
metinsel-yazınsal ve bilişsel olmayan yollarla saklandığını iddia eder
(Connerton, 1989, s. 102-3). Toplumsal hafızayı büyük oranda meydana getiren
şey, bedensel toplumsal hafızadır. Toplum hayatının pratik deneyim alanı,
Connerton’a göre, alışkanlık hafızası üzerinde kurulur ve bu öznelerarası
hafıza üzerinden işlemektedir. Toplumsal uzlaşımların, kodların ve kuralların
edimselleşmesinde alışkanlık hafızası geniş ve önemli bir yer tutar (Connerton,
1989, s. 36). Böylece, kuşaktan kuşağa aktarılan toplumsal düzeni sağlama ve
koruma altına <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">alma</st1:place></st1:city>
edimlerinin kalbinden de alışkanlık hafızasının geçtiğini söylemek zor
değildir. Hatta, biyopolitika tartışmaları kapsamında düşünüldüğünde, toplumsal
alışkanlık hafızası, iktidar ilişkilerinin şekillenişinde bedenin zorunlu bir
yer tutuyor olmasının başlıca nedeni olarak görülebilir. Toplumsal hafızaya
ayna tutma iddiasındaki tarih çalışmalarının pek de üzerinde durmadıkları bir
konu olarak toplulukların kuşaktan kuşağa aktarımları, genellikle arkada
bırakılan metinsel, belgesel ve genel anlamda bırakılan nesnelere bakarak
çalışılır. Oysa geçmişin bugünde “nasıl” yaşadığını anlamak istiyorsak,
kuşaklar arası hafıza bağını kuran şeyin, belgeler, metinler ve binalara,
anıtlara, ailevi ya da kişilere ait eşyalara “kazınmış” olan geçmişe ait
anlamlar üzerinden anlaşılması zor görünür. Kuşaktan kuşağa asıl aktarılan şey
“nasıl yaparımın” edinilmiş bilgisidir ve bu bilgi bedende yaşar. Geçmiş
deneyimlerin en canlı halini yaşatan ritüellerin en bariz gözlemlenebilir
örneklerini sunduğu performatif hafıza bedenseldir ve performatiflik alışkanlık
ya da beceri kavramı olmadan düşünülemez (Connerton, 1989, s. 5). Sözlü ve
yazılı kaynaklara yönelerek, bedenin sergilemiş olduğu performatif hafızanın bu
çalışmaların dışında bırakılmış olmasının arkasında yatan anlayışın, beden ve
metin ikiliğine bağlı kaldığı ve bu ikiliğin de zihin ve beden arasında yapılan
geleneksel ayrıma dayandırılabileceği iddia edilebilir. Alışkanlık hafızası,
“belli bir performansı yeniden üretme kapasitesidir” (Connerton, 1989, s. 22).
Geçmişin hatırlanması ya da yeniden üretilmesi burada geçmişe ait deneyimin
yeniden bedenlenmesi olarak anlaşılabilir. Fakat bu 2016/1 57 bedenlenme, hakketmeye
dayalı hatırlamada olduğu gibi temsiller üzerinden gerçekleşmez. Hakketmeye
dayalı hatırlamanın, hatırlamayı geri çağırma (recollection) olarak görmekle
ilişkili olduğu söylenebilir. Deneyimlerin her türden fiziksel kayıt edici
yüzey üzerine kazılmasıyla, geçmiş imgeler yeniden çağrılır. Bu, geçmişin yazı
aracılığıyla talep edilmesidir ve temsiller sayesinde işleyen bu mekanizma
aracılığıyla geçmiş, tam da Merleau Ponty’nin deneyimde yaşayan hafıza dediği
şeyin tam tersi biçimde, tanımlanmış bir “an” bir kesit olarak temsil edilip
şimdiye aktarılır. Tanımlanan an “işte bu ben” imdir. Kısa bir süreliğine de
olsa akan zamanın içinde benliğimi, kim olduğumu tanımlarım. Kısaca geçmişten
aktarılan şey yaşayan deneyimin kendisi değil, yaşantılanmış bir sabittir. Bu
anlamda, genişletilmiş hafıza kavramını göz önünde bulundurduğumuzda, hafızanın
bedenin sınırları dışına genişleyerek, temsil mekanizmalarıyla işleyen kayıt
yüzeylerini de kapsıyor oluşu, kapsadığı ve eşlenik kurduğu hafıza ortamlarıyla
aynı mekanizmaya dayalı biçimde oluştuğu ve işlediği anlamına gelmez. Nora’nın
kastettiği anlamda gerçek hafıza ortamları, bedenin dünyayla girdiği
etkileşimde ortaya çıkan yaşayan deneyimlere dayanır. Bu deneyimlere farklı
mekanizmalara sahip hafıza ortamlarının da dahil olduğu söylenebilir. Fakat
hala bu yüzeylerin gerçek hafıza ortamları olarak sayılabilmesinin yolu,
deneyim içerisinde anlam kazanması ve bizzat deneyimlenerek pratik olarak
kullanım kazanmasına bağlıdır. Tarih kolaylıkla geçmişi, kayıt yüzeyleri üzerinde
temsillere dönüşen sabitlenmiş anlamlar üzerinden okuyabilir. Ve bu temsillere
dayanarak anlatılar kurabilir, bunları bozabilir ya da kurduğu anlatılar
üzerinden doğruluk değeri tartışması yapabilir. Böylece, şimdinin geçmişin
deneyimleri üzerine kurulmuş olduğu yönünde kuvvetli argümanlar üretilmesine
zemin hazırlayacak tarihi belgeler, kökenleri ortaya koymaya yarayacak
kullanışlı araçlar, varolan toplumsal düzeni bunlar üzerinden anlayacağımız ve
hatta geleceğe dönük öngörülere izin verecek malumatlar ortaya koyabilir. Ve bu
durumda biz, zamanın bu tarihsellik içinde çizdiği doğrultuda değişim yaratmak
istediğimizde, varolan çizgide bir kırılma yarattığımıza inanarak harekete
geçip, şu anki eylemlerimizi yine geçmişin haklılığı ya da haksızlığı üzerinden
temellendirebiliriz. Connerton’ın ya da Nora’nın alışkanlık hafızası üzerinden
kurduğu anlatı, şöyle de okunabilir; şimdinin deneyimlerini belirleyen şey
geçmişe dair bedenlenmiş bilgimizdir, bu bilginin hali hazırda kurmuş olduğu
bağlam içinde algılar, anlamlandırır ve eyleriz. Kısaca, eylemlerimiz geçmiş
tarafından, hele bir de bedenselliğin bilinç dışı süreçlere dayandığını <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> ediyorsak,
kontrolümüz dışında otomatik olarak belirlenir. Toplumsallığımız bedenimiz
aracılığıyla kurulmakta ve aslında bizi neden-sonuç ilişkisi içinde 2016/1 58
belirlemektedir. Bu türden bir şema içerisinde bakıldığında, sosyal bilimler,
zaman içinde öyle ya da böyle tutarlılık gösteren alışkanlıklara eğilmenin,
onları bulup çıkarmanın ve hepsine birer kavramsal çerçeve ve belki de bir isim
vermenin araçlarını yaratmışlardır. Bilgi alanları geçmişi, ya geçmişin
doğrudan bilgisi yoluyla ya da geçmişin şimdi üzerinde doğrudan nedensel etkisi
yoluyla talep ederler. Ama sosyal bilimlere felsefece şu soru sorulabilir;
Hume’un bize alışkanlıkla ilgili ne söylediğini hatırlayalım (Hume, 1999[1748],
5.1.5 s. 43, 5.1.6. s. 43). Deneyim alanımıza giren iki şey arasında
neden-sonuç ilişkisi üretildiğini öne sürmek için yeterli verimiz yoktur. Çünkü
deneyimlerimizden çıkarılacak bir nedensellik ancak alışkanlıklar bağlamında
ortaya konabilir. Yani, bu dünyayı böyle, nedenselliklere bağlı[ymış gibi]
deneyimleyebilmemiz alışkanlıklar sayesindedir. Bergson bunlara “eğilimler” der
(Bergson, 1998 [1911], s. 5, 22, 80). Alışkanlıklar zamanın bütünlüğünü bölerek
anlamamıza neden olurlar ama eğilimler yaratarak yaşamın dallanıp
budaklanmasını sağlarlar. Yeniyi doğuran bu eğilimleri yöneten yaşamdır.
Merleau Ponty’e kulak verirsek de; evet, alışkanlıklar belirleyici bir
nedenselliğe sahiptir. Fakat bu nedensellik çizgisel değil, daireseldir;
“organizma ve çevresi arasındaki ilişkiler lineer değil daireseldir” (Merleau
Ponty, 1963, s.15). Yani alışkanlıklar zamanda bir kıvrılma, zamanda bir
dairesellik çizerler. Dairesellik bir “yeğinlik” (intensity) oluşturur ve bu
yeğinliği temsilleştirmeniz mümkün değildir (Bergson, 1910, s. 3). Sadece
“niceliksel” değil, “niteliksel” bir değişim de getirirler beraberindeiii
(Bergson, 1992[1946], s. 165-8). Bedensel olan deneyim, Descartes’in dediği
gibi sadece uzamsallığa bağlı değil, aynı zamanda bir zamansallık boyutuna da
sahiptir. Yeğinlik, Bergson’un (1992) belirttiği şekilde gerçek zamanda bir
yeğinlik olarak anlaşıldığında, bu yeğinlik içinden hafızanın ne olduğunu
tanımlamak ne sadece bedene bakarak, ne de sadece zihne bakarak anlaşılacak bir
konu değildir. Bu noktada Deleuze’ün yaptığı tarih tanımı, bedensellikler yani
maddesellikler içinde yeniyi doğurmaya gebe bir zamansal yeğinliği anlamak için
yardımcı olabilir; “tarih geçmiş değil, olayların bir çemberidir... tarih, her
şeyin bu oluşlar içinde birbiriyle karıştığı morfogenezdir” (Deleuze ve
Guattari, 1983, s. 101). Çemberlenmeyi bir tekrar olarak alırsak, her tekrar,
aynının, yani kendiyle özdeş olanın, tekrarı olarak Platon’un sahnesinde olduğu
gibi kopya ve asıl ikiliği içinde değil, her defasında yeniyi doğurmaya gebe
bir maddesellikle çıkar karşınıza. Tekrara dayanan performatiflik, yeni olan
unsuru ön varsaymadıktan sonra ontolojik zeminini yitirir. Bu nedenle aslında
hafızanın sakladığı gerçek zaman bir oluş halidir. Ve bir sonraki hamlesi
öngörülebilir değildir. Gelecek ufku hep vardır ama henüz maddeselliğe
gelmemiştir. Ufuk 2016/1 59 olması ve hep elden kaçması da bundandır.
Eylemlerimizin anlamlılıklar çukurlarına düşmesi ve kendini tanımlamaya
çalışması olağandır ve belli ki hayatta kalmak için böyle bir uyuma ihtiyacımız
vardır. Ama çoğu zaman eylemler sadece olurlar. Köşe başında sarhoş
bulunabilirler. Tarih bunların önkoşullarını görür, zaman üzerine çalışanlarsa
belirlenimsizliğini. Zaman üzerine düşünmek oluş üzerine düşünmektir ve oluşu
yani morfogenezi ancak en iyi bedenlerimizde gözlemleyebiliriz. Tarihi
birbirini izleyen anların ardışıklığı olarak görerek ondan çizgisel
nedensellikler çıkartmak zor değildir. Ama sanırım, bu yazıda üzerinde durmaya
çalıştığım gibi, yaşantının kendisini ya da gerçek hafıza ortamlarını, hareketi
ardışıklık üzerinden anladığımız sürece, kavramaya uzak olacağızdır. Bedenin
dünyayla girdiği ilişkide geçmişe dayalı, öğrenmeye, taklide ve tekrara dayalı
bir ufuk belirir ve deneyimin oluşması için “anlamı belirleyen” bir bağlam ve
ilgililik (relevance) düzlemi kurulur. Geçmişin düzlemler kurucu ve ufuk
sağlayıcı bu etkisini, sonucun hali hazırda nedende içerildiği mekanistik bir
ön belirleme olarak değil de, yeni bir başlangıcı mümkün kılan koşul olarak
görebilirsek, o zaman deneyim içinde de maddesel bir farklılaşmanın doğabilme
potansiyelinin olduğunu düşünebiliriz. Potansiyel olan, böylece mümkün olduğunu
da söyleyebildiğimiz, fakat henüz edimselleşmemiş bir yeni ve bu yeniyi
oluşturacak olan bir kombinasyon; anlam, duyum ve beden. Ve Hegel’i bu noktada
reddediş; “evrensel tarih, olumsallıkların tarihidir, zorunlulukların değil”
(Deleuze ve Guattari, 1983, s. 140-163). Birbiri içine girerek tarihi oluşturan
olumsallık ve olay açısından bakarsak, tarihe bir yön, bir ard akıl, bir amaç
ve elbette evrensellik kazandırmaya çalışmanın tam tersi yönde, tarihi
anlamamız için gerekli araçların sağlandığını söyleyebiliriz. Buna ek olarak,
evrensel tarih diye bir şeyden söz edebiliyorsak, onun “geriyi dönük geçmişi de
kapsayan, ...olumsal, tekil, ironik ve eleştirel” olduğunu da <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> etmeliyiz vurgusunu yapar Deleuze ve
Guattari (Deleuze ve Guattari, 1983, s. 140-164). Bedenin olumsallığı, onun
tekil varlığı ve yeniyi ortaya çıkarmaktaki alaycı “tavrından” çok şey
eksiltmez. Tam tersine, resmi tarihleri sürekli sıkıntıya sokacak kara
delikleri oluşturan tekil hafızaları yaratır. Ne kadar çok beden varsa o kadar
çeşitte hafıza vardır cümlesi bu bağlamdan çıkacaktır. Bedenin otomatizmi değil
otonomisi söz konusudur. Beden, ihtiyaçlarını, arzularını, duygulanımlarını ve
bunların üzerine kurulu inançlarını belirlerken onu kontrol edecek bir zihni
özneye ihtiyaç duymadan, hesaplamadan ve bilişselliğin derinlerindeki
karşılaştırmalara dayalı bir ardışıklığın tuzağına düşmeden yalnızca eyler,
yalnızca olur. Bu eylemselliği sağlayan deneyimin zamansal koşuludur. Fakat bu
koşul yalnızca aklın bir verisi değil, bedenin dünyayla girdiği ilişkide 2016/1
60 ortaya çıkan karşılıklı etkileşimin kendisidir. Bedenlerin dünyayla
kurdukları karşılıklı iç içe girme halindeki oluş, zihin-beden ya da özne-nesne
ya da öncelik sonralık ikiliklerine izin vermeyecek oranda, ardışıkların yan
yanalığından gelen aynı andalık değil de, hangisinin önce ve hangisinin sonra
geldiğinin ayırt edilemeyeceği bir eşzamanlılık sunduğundan, bedenlerin
yaşamsallığı söz konusu olduğunda bir kökene sahip olmayan farkın alanında
olduğumuzdan emin olabiliriz. Fark, böyle anlaşıldığında, ampirik bir ilişki
olarak değil, ampirik çeşitlenmenin yeterli nedeni olarak aşkınsal bir ilke
olarak belirir (Deleuze, 1994). Böylece, tekil bedenlerin evrensel bir tarihten
kopuk hafızalara tutunmaları süreci, bir tarih çizgisi oluşturmak yerine bir
oluş süreci olarak anlaşılırsa, bireyselmiş gibi görünen hafızaların kendine
özdeş “bireyler” yaratmak yerine farklanmanın koşulunu oluşturduğu
“bireyselleşmeler” yarattığını düşünebiliriz (Deleuze, 1994). Hafıza tarihten
farklı olarak, aynı yönde oluşması öngörülen şeylerin biçimsel olarak kendini
gerçekleştirmesi değil, yani nesnelerin sadece bir takım özelliklerini ve de
şeklini değiştiren niceliksel bir değişim süreci değil, şeyleri içlerinden
ancak niteliksel manada değişerek çıktıkları, değişen güçler alanlarına sokan
topyekûn bir oluş alanıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Sonuç <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Tarih ve
hafızanın tanımlarının muğlaklaştığı ve birbiri yerine geçmeye meylettiği
günümüzde, bu ikisinin farkını ortaya koymak önemlidir. Bu sayede belki de,
gerçek bir politik devrimin koşullarının, tarihin “hafıza” yaratmaya özenen
temsiliyet mekanizmaları üzerine kurulu hafıza mekanlarından değil, doğrudan
insanların yaşam pratiklerinde oluş halinde olan gerçek hafıza ortamlarından
geçtiğini konuşabilir duruma gelebiliriz. Devrimin bu oluşun koşullarını
sağlaması, talep edilen bir geçmişin doğruluk değerleri üzerine kurulan bir
gelecek tahayyülü içinde değil, kendi koşulunun da oluş halinde olmasının
farkına varılmasıyla mümkündür. Yaşayan hafıza ancak yaşam siyasetini kurma
kudretine sahiptir, ölü temsillere dönmeye mahkum bir kimlikler haritası olarak
tarih değil. Zaman üzerine düşünmek bize politik bir kullanışlılık sunacaksa,
onu tekil hafızalar üzerinden anlamayı ve onu evrensellik adına nesnel
kurumlarında saklamak depolamak isteyen tarihe inat, tekilin içgüdüleri
üzerinden onu kurumsallaştırma görevini hesaba katmadan alet çantamızı
zenginleştiremeyiz. Bu anlamda bu yazıda, yaşayan hafızanın tarihten ne şekilde
ayrı 2016/1 61 düşünülebileceğini inceleyerek, felsefece hafıza ve tarihin
nereye düştüğünü tartışmaya çalıştım. Birinci olarak, Pierre Nora’nın hafıza
mekanları ve gerçek hafıza ortamları ayrımı üzerinde durarak, yaşayan hafızanın
tarihten nasıl ayrıldığını bir tarihçinin düşüncesine yer vererek açımladım.
İkinci olarak, yaşayan hafızanın düzlemini oluşturan kavramları – bedensellik,
bağlam oluşturma, temsile dayanmama– fenomenoloji ve bedenlenme tezi açısından
ele aldım. Üçüncü olarak da, yaşayan hafızayı belirlenimsizlik ve oluş
bağlamında, sabitleyici bir güç olarak tarihle karşılaştırarak, aralarındaki
karşıtlığı zaman felsefesi üzerinden anlamaya çalıştım. Geçmişin şimdide nasıl
varlığını sürdürdüğü sorusu her şeyden önce zamanın ontolojisine dair de bir
sorudur. Geçmiş deneyimler şimdide varlığını sürdürebilir mi (subsist)? Bu
yazıda bu soruya verilmiş iki türden cevabın karşı karşıya getirildiği
söylenebilir. Buna göre geçmiş, ya yüzeylerde bırakılan izler aracılığıyla
saklanır –buna zihinde bırakılan izler olarak idea kavramı da dahil, ya da
cisimsel bir aracı iz ya da temsile (yani nesnenin yerini tutan bir sembole)
ihtiyaç kalmadan doğrudan yaşantının eylem, ve hareket aracılığıyla, deneyim
içinde yaparak aktarıldığını söyleyebiliriz. Birincisinde bize, geçmişin
şimdide varlığını sürdürmesi ya da zamanın mevcudiyeti sorusuna verilen cevap,
saklama, depolama, hakketme ve genel olarak kaydetmeyken, ikincisinde verilen
cevap sadece yaşantılamaktır. Hatırlayacaksınız, ikinci cevap için bu yazı
boyunca, geçmişin şimdiye nasıl etkide bulunduğunu ifade edebilmek için şu
kelime ve kavramlar kullanıldı; tutulma, tortulaşma ve oluş. Zamanın “olduğu
gibi” kaydedilmesiyle tortulaşması arasında doğasal bir fark vardır. Birincisi,
akışı belli bir mantığa göre bölerek, içinden seçtiği belli anları, kesitler
olarak belli bir amaçla kullanılmak üzere saklarken; ikincisi, zamanı bölerek
ulaşılamayacak, fakat ancak deneyimlendiğinde erişilebilecek niteliksel bir
yeğinlik olarak her an değişip dağılmaya müsait, yaşantının, hareketin yani
zamanın kendisinin bir tortulaşması olarak anladı. Bu tortulaşmanın yeri olarak
da, ne nesnel gerçeklikten kopuk bir zihni, ne de bu zihnin taşıyıcısı bir
bedeni, ama bu bedenin deneyimlediği gerçek beceri ve alışkanlıkları aldı. Buna
göre geçmiş zaman, ne tarihin üzerinde çalışmasını kolaylaştıracak biçimde
olduğu gibi talep edilebilecek, geçmişe ait bir anın kesiti, ne de bu kesitin
zihindeki yansımasıdır. Geçmiş, dünyayı etkileyebilme ve onun tarafından
etkilenebilme gücümüze bağlı olarak yeğinlik kazanan ve uyum sağlamak zorunda
olduğumuz dünyayla girdiğimiz karşılıklı etkileşimde ancak kendini açığa
çıkaran oluşun bir kıvrılma hareketi olarak yaşantıdır. Geçmişin şimdide 2016/1
62 yaşaması ancak etkide bulunabilmesiyle mümkünse, bu etki en geniş anlamını
bedenlerin eylemsel varlığında bulur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Kaynakça <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "bookman old style";">Bergson, H.
(1994). Matter and Memory. (Çev.N.M. Paul ve W.S. Palmer). <st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>: Zone Books. Bergson, H. (1992
[1946]). The Creative Mind: An Introduction to Metaphysics. (Çev. Mabelle L.
Andison). <st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>:
The Citadel Press. Bergson, H. (1910). Time and Free Will: An Essay on the
Immediate Data of Consciousness. (Çev. F.L. Pogson). M.A. London: George Allen
ve Unwin. Bergson, H. (1998 [1911]). Creative Evolution. (Çev. A. Mitchell). <st1:state w:st="on">New York</st1:state>: <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Dover</st1:place></st1:city>.
Casey, E. S. (1984). Habitual Body and Memory. Merleau Ponty. Man and World
içinde, 17:279-297. Clark, A. (1997). Being There: putting brain, body, and
world together again. <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">Cambridge</st1:city>,
<st1:state w:st="on">MA</st1:state></st1:place>: MIT Press. Connerton, P.
(1989). How Societies Remember. <st1:city w:st="on">Cambridge</st1:city>: <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Cambridge</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. Deleuze, G. (1994).
Difference and Repetition. (Çev. Paul Patton). <st1:state w:st="on">New York</st1:state>:
<st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Columbia</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. Deleuze, G. ve
Guattari, F. (1983). Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, (çev. R.
Hurley et al.). <st1:city w:st="on">Minneapolis</st1:city>: <st1:place w:st="on"><st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype> of <st1:placename w:st="on">Minnesota</st1:placename></st1:place>
Press. Descartes, R. (1984 [1641]). Meditations on First Philosophy, The
Philosophical Writings of Descartes içinde, v. II, (Çev. J. Cottingham, R.
Stoothoff ve D. Murdoch). <st1:country-region w:st="on">UK</st1:country-region>:
<st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Cambridge</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. Donald, M. (1991).
Origins of the Modern Mind: three stages in the evolution of culture and
cognition. <st1:city w:st="on">Cambridge</st1:city>, <st1:state w:st="on">MA</st1:state>:
<st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Harvard</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. 2016/1 63 Dreyfus,H.
(1998). Intelligence Without Representation.
http://www.class.uh.edu/cogsci/dreyfus.html. Erişim tarihi, 15.11.2015
Foucault, M. (2006 [1961]). History of Madness. Ed. Jean Khalfa. (Çev. Jonathan
Murphy ve Jean Khalfa). <st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>:
Routledge. Foucault, M. (1973 [1966]). The Order of Things, (Çev. A. Sheridan).
<st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>:
Vintage. Hume, D. (1999 [1748]). An Enquiry concerning Human Understanding. Ed.
T. L. Beauchamp. <st1:city w:st="on">Oxford</st1:city>/<st1:state w:st="on">New
York</st1:state>: <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Oxford</st1:placename>
<st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. Plato.
(1892). The Dialogues of Plato. (Çev. B. Jowett). <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Oxford</st1:place></st1:city>: Clarendon Press. Rowlands, M. (1999).
The Body in Mind: understanding cognitive processes. <st1:city w:st="on">Cambridge</st1:city>:
<st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Cambridge</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. Schacter, D. L.
(1996). Searching for Memory: The Brain, the Mind, and the Past. <st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>: Basic Books.
Sutton, J. (2012). Memory. The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2012
Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = . Erişim Tarihi, 26. 12.2015 Sutton, J.
(2009). The Feel of the World: exograms, habits, and the confusion of types of
memory. Kania, A. (ed) Memento: Philosophers on Film içinde, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">London</st1:place></st1:city>: Routledge, 65–865. Merleau Ponty, M.
(1962). Phenomenology of Perception. (Çev. C. Smith). <st1:state w:st="on"><st1:place w:st="on">New York</st1:place></st1:state>: Humanities Press. Merleau Ponty,
M. (1963). The Structure of Behaviour. <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Boston</st1:place></st1:city>:
Beacon Press. Nore, P. (1989). Between Memory and History: Les Lieux de
Mémoire. Representations, No. 26, Special Issue: Memory and Counter-Memory,
7-24. Wheeler, M. (2005). Reconstructing the Cognitive World: The Next Step,
The MIT Press: <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Cambridge</st1:place></st1:city>.
2016/1 64 i “Beceri” (skill) Merleau Ponty tarafından “alışkanlıkla” yer
değişmeli olarak kullanılır. ii Hubert Dreyfus, yönelimselliğe sahip hafıza
oluşturma becerisinin beyin tarafından da, Merleau Ponty’nin görüşüne paralel
şekilde temsillere dayanmadan gerçekleştirildiğini düşünür. (Dreyfus, 1998, 1)
Walter Freeman’ın beyin dinamikleri konusundaki görüşü bu konuda bir örnek
sunar. Bk. “feed forward simulated neural networks” Freeman, W. J. (1991). The
Physiology of Perception. Scientific American, 264: 78-85. iii Yeğinliği niteliksel
değişim bağlamında değerlendirebilmek için Bergson’un süreyi ele alışında
nicelik ve nitelik arasında yaptığı ayrıma bakılabilir: Henri Bergson, The
Creative Mind: An Introduction to Metaphysics, s.165-8. Buna göre, gerçek zaman
yani süre, niteliksel bir çokluktur, heterojendir bu nedenle sembollerle tam
olarak temsil edilemez. Gerçekte hiçbir zaman ifade edilebilir değildir,
yalnızca yaşantılanabilir. Birinin sürenin niteliksel çokluğunu kavrayabilmesi
için, yerleşik düşünce kalıplarının dışına çıkarak, kendini deneyimsel manada
sürenin içine yerleştirip onunla sezgi yoluyla ilişki kurması beklenir. Diğer
yandan uzamsallık, homojen niceliksel çokluğa tekabül eder. Uzamsallık
açısından sürenin kavranışı, yan yana gelmelerden, ard arda sıralanmalardan
ibaret bir bölünebilirlikle tanımlanmıştır. Niceliksel olarak bakıldığında
gerçeklik, bir önce gelen parçanın, bir sonrakinin nedeni olarak görüldüğü bir
tablo sunar. Bu açıdan, gerçek süreyi yani zamanın akışını bölünebilirliği ön
varsayan uzamsallığın niceliksel bakışıyla kavrayamayız.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "bookman old style";"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe width="320" height="266" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/9hpj8wILzGI/0.jpg" src="https://www.youtube.com/embed/9hpj8wILzGI?feature=player_embedded" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<span style="font-family: "bookman old style";"><br /></span></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-19304641614552267872016-02-25T06:40:00.003-08:002016-02-25T06:40:53.800-08:00Dali ve Lorca’nın aşkı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiE4x4wW9Tm7GZCInp6lIr0x_tvbn7JYwjLY8XDvR1b0R_NBG1-SCe-SZt5HURnt_q571auXK3jgCk8VZBxq9MGOXzvCPO9ggB3LkXFS8643hZd6wDpkXA8nJ4C5P3yCnpJglPzp-qL_-TY/s1600/dalilorca.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="572" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiE4x4wW9Tm7GZCInp6lIr0x_tvbn7JYwjLY8XDvR1b0R_NBG1-SCe-SZt5HURnt_q571auXK3jgCk8VZBxq9MGOXzvCPO9ggB3LkXFS8643hZd6wDpkXA8nJ4C5P3yCnpJglPzp-qL_-TY/s640/dalilorca.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Perşembe, 25
Şubat 2016<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kaosgl.org/yazarlar.php?id=6757"><!--[if gte vml 1]><v:shapetype
id="_x0000_t75" coordsize="21600,21600" o:spt="75" o:preferrelative="t"
path="m@4@5l@4@11@9@11@9@5xe" filled="f" stroked="f">
<v:stroke joinstyle="miter"/>
<v:formulas>
<v:f eqn="if lineDrawn pixelLineWidth 0"/>
<v:f eqn="sum @0 1 0"/>
<v:f eqn="sum 0 0 @1"/>
<v:f eqn="prod @2 1 2"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @0 0 1"/>
<v:f eqn="prod @6 1 2"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="sum @8 21600 0"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @10 21600 0"/>
</v:formulas>
<v:path o:extrusionok="f" gradientshapeok="t" o:connecttype="rect"/>
<o:lock v:ext="edit" aspectratio="t"/>
</v:shapetype><v:shape id="_x0000_i1025" type="#_x0000_t75" alt=""
href="http://kaosgl.org/yazarlar.php?id=6757" style='width:.75pt;height:.75pt'
o:button="t">
<v:imagedata src="file:///C:\Users\Huseyin\AppData\Local\Temp\msohtml1\01\clip_image001.gif"
o:href="http://kaosgl.org/images/bos.gif"/>
</v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><img border="0" height="1" src="file:///C:\Users\Huseyin\AppData\Local\Temp\msohtml1\01\clip_image001.gif" v:shapes="_x0000_i1025" width="1" /><!--[endif]--><o:p></o:p></a></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoHyperlink"><span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://kaosgl.org/yazarlar.php?id=6757">Recep Maraşlı<o:p></o:p></a></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Madrid
Belediyesi, Franko döneminde cadde, sokak ve meydanlara verilen Frankocu
isimlerin ayıklanması için bir komisyon kurmuş. Geçenlerde El Pais’de
yayınlanan bir habere göre komisyon, aralarında Salvador Dali gibi
ünlü sanatçı ve aydınların da bulunduğu 256 ismin değiştirilmesi tavsiyesinde
bulundu.<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref1"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn1">[1]</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Sürrealist
resmin öncülerinden olan Dali, İspanya’da faşist Franko rejimini desteklediğini
açıklayan ünlü isimlerden biri. 1975 yılında General Franko, ölüm döşeğindeyken
5 antifaşist gencin idamını onayladığında, onu kamuoyu önünde kutlamaktan da
kaçınmamıştı. Çığır açan ressamlardan biri olmasına rağmen bu nedenle sanat
dünyasında siyasi olarak oldukça kötü bir üne sahiptir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kendisi
Katalan olmasına rağmen ölmeden önce tüm mirasını, yaşadığı Katalan Özerk
Bölgesine değil de İspanyol devletine bırakarak mutlak merkeziyetçiliğini
ispatlamış biri…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Delilik ile
dahilik arasında dolaşan, ekstrem tavırları ve konuşmalarıyla daha çok gösteri
yapma, dikkat çekme ve şaşkınlık yaratma hevesi içinde olduğu izlenimi veren
Dali’nin, siyasi açıklamalarının da içtenliği hep sorgulana gelmiştir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Belki de
kendini her dönemin parlak yıldızı olarak var edebilmenin yolunun, politik
atmosfere uyum sağlamak olduğuna inanıyordu. Aslında Dali ilk gençlik
yıllarında Sürrealist akımın Marksist kuramcılarının da etkisiyle sosyalist düşüncelere
eğilim göstermişti. Sanatta Dadaist, siyasette anarşist olmakla övünürdü.
Picasso ve Freud hayranıydı. O dönemin ileri gelen sosyalist aydınlarından şair
ve oyun yazarı Frederico Garcia Lorca, sinemacı <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Luis_Bu%C3%B1uel">Luis Buñuel</a> gibi
isimlerle sıkı dosttular. Öyleki Dali ile Lorca arasındaki ilişki dramatik bir
aşka dönüşmüştü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">1936 yılında
Falanjistler tarafından genç yaşta (38) kurşuna dizilen ve İspanya faşizmine
karşı direnişin sembol isimlerinden olan Lorca ile Franko rejimine
biat etmenin kötü ününü sembolize <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> Dali’nin
sıra dışı bir aşk yaşamış olduklarını tahmin etmek zor…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ben de bu
şaşırtıcı gerçeği 2008 yılında gösterime giren “Little Ashes” (Küçücük Küller)<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref2"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn2">[2]</a> filmi sayesinde öğrenmiştim.
Yönetmenliğini Paul Morrison ‘un yaptığı filmde Salvador Dali’yi, bir
zamanlar oldukça popüler olanTwilight (Alacakanlık) dizisinde romantik
vampir rolünden tanıdığımız Robert Pattinson; Lorca’yı ise
benzerliğinden tercih edilmiş olsa gerek çok tanınmayan genç bir yıldız olan Javier
Beltrán Andreu canlandırıyorlardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Film şair
Lorca’nın ressam Dali’ye yazdığı şu sözlerle başlıyor:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">“Kumsalda
çatırdayan şeylerin ve küçük küllerin resmini yaptığın zaman beni düşün. Ah
benim küçük küllerim! İsmimi de resmin bir köşesine yaz ki bu dünyada
hatırlanabileyim.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kadere bakın
ki tarih Garcia Lorca’nın ismini Dali’nin resimlerinin köşesinden değil,
şiirleriyle, oyunlarıyla, faşizme karşı anıtsal direnişiyle hatırlıyor. Demek
ki Lorca, o yıllarda sadece gençlik aşkının hatırlamasına sığınacak kadar
özdenlik kurmuştu onunla.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">1923’de
Madrid’in sanat ve edebiyat dünyasında başlayan dostluğun, kısa sürede yasak,
aykırı, tutkulu bir aşka döndüğü görülür. Dali yine uçarı, gösteriş meraklısı
ve sınırlarda dolaşan bir kişiliktir. Lorca ise içten ve tutkulu yapısıyla,
toplumsal olaylara duyduğu derin ilgi ile öne çıkar. Birbirinden çok farklı bu
iki karakterin inişli çıkışlı ilişkilerinde sinemayla ilgilenen Luis
Banuel’in ise dostlarının arasındaki bu sevgiye yaklaşımında başlangıçtaki
homofobik tutumu dikkat çekmektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lorca ve
Dali’nin birlikteliği kısa sürmüş olsa da, Dali’nin Paris ve Amerika’ya gidişi,
Paul Eduard’ın eski eşi Gala ile evliliğine rağmen, birbirlerine karşı
ilgilerinin halen devam ettiğini anlarız. Görüşmedikleri yıllarda da uzun uzun
mektuplaşmış, birbirlerine resim ve şiir yollamışlardır. İspanyol gazeteci
Victor Fernandez, 40 kadar mektuptan geriye sadece 8 tanesinin kaldığını,
diğerlerinin imajının zedelenmesinden korkan Dali veya eşi Gala tarafından imha
edildiğini yazmaktadır.<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref3"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn3">[3]</a> Lorca’nın Dali için yazdığı iki ünlü
şiir bilinmektedir: “Salvador Dali’ye Destan” ve “Küçük Viyana Valsi”…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İlişkinin
romantik boyutu kadar, karşılıklı olarak şiir, resim, tiyatro oyunu ve
filmlerde kendini gösteren bir sanatsal etkileşim de söz konusudur. Sanat
uzmanları Dali’nin “Bal kandan tatlıdır” dahil 12 eserinde çeşitli
biçimlerde Lorca portreleri bulunduğu görüşündedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lorca yaşadığı
döneme göre oldukça cesur bir çıkış yaparak 1933 yılında Meksika ve Küba
ziyareti sırasında eşcinsel olduğunu açıklamıştı. Bu yüzden Katolik kilisesi
kendisini protesto etti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">İspanya iç
savaşı başlamış, faşistler ilerlemekteyken Lorca, kendisini çoktan terk edip
yepyeni bir hayat kurmuş olan Dali’nin özgürlükten yana safını seçmesi için son
bir kez onu ziyaret eder. Öncülüğünü yaptığı “Anti-faşist Aydınlar Birliği”
için desteğini aramaktadır. Dali hiçbir tarafa katılmaktan yana değildir,
rüzgarın nereden estiğini fark etmektedir, para ve şöhret peşindedir; Lorca’ya
karşı duygularının değişmediğini, birlikte yaşamalarını, kendisiyle birlikte
Amerika’ya gelmesini teklif eder. Lorca ise isyanın kalbine doğru tercihini
yapmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yolları artık
bir daha kesişmemecesine ayrılacaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lorca’nın
öldürülmesi konusunda Sinem Özlek çok iyi özetlenmiş olarak şunları
yazmış:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">“… öldürülüşü
sonradan sağ basında söylendiği biçimiyle, iç savaşın kargaşası içerisinde
istenmeden gerçekleştirilmiş bir kaza, ya da birkaç gözü dönmüş caninin işi
değil, kendi içinde oldukça tutarlı ve sistemlice işlenmiş bir cinayettir.
Öldürülen kişi, Granada’daki “İspanya’nın en aşağılık burjuvazisiyle” sürekli
alay eden bir los putrefactos, maço İspanyol değerleriyle uyum kuramayan bir
eşcinsel, Çingeneler, Mağribiler, Zenciler gibi aşağılık kesimlerin destekçisi,
kutsal Katolik inançlarına ve aile kurumuna dil uzatan bir şair ve sol
düşünceyi savunan bir aydın, yani darbeyi gerçekleştirenlerin ve onların Granada’daki
destekçilerinin kafa yapılarının keskin bir düşmanıdır. Dolayısıyla, onu
ortadan kaldırmanın faşist darbenin karakteri açısından sembolik bir değeri
olduğu şüphe götürmez.”<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref4"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn4">[4]</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Onu tutuklayan
ve son kurşunları üzerine sıkan Teğmen Medina şöyle demişti: “Kalemiyle,
başkalarının silahlarıyla verdiğinden daha çok zarara yol açtı” ve ekler “İbnenin
götünde iki delik açtım!”<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref5"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn5">[5]</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Birçok
görüntüsü adeta bir tablo gibi çekilen filmin en anlamlı sahnelerinden biri de,
Lorca’nın 1936 yılında Granada’da faşistler tarafından kaçırılıp kurşuna
dizildiğini radyodan dinleyen Salvador Dali’nin büyük bir üzüntüyle tualini ve
kendini siyaha boyamasıydı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Genel
portresine bakınca Dali’nin iç savaştan galip gelen Franko faşizmine şapka
çıkarmasına ve ölmeden önceki son yıllarına kadar Lorca ile ilişkisini sır gibi
saklamasına insan şaşırmıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">..ama yine de
onu unutmadığını öğreniyoruz. Dali, 1989 yılında 85 yaşında henüz ölmeden
önce hasta yatağında 34 kiloya düşmüş yatarken; onu oradan oraya taşıyan bakım
hemşirelerinden biri diğer anlaşılmaz mırıltılar içinde şu sözleri duymuştu: “…arkadaşım
Lorca”<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref6"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftn6">[6]</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Birbirinden
çok farklı yollarda yürüyen bu iki sanatçının birbirlerinin gençlik aşkı
olmaları bize insan ilişkilerinin karmaşıklığı ve aşkın kural tanımazlığı
hakkında çok şey anlatıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Lorca’nın ismi
Franko dönemince yasaklıydı. İsim silme şimdi Dali’ye dönecek mi bilinmez.
Katalonyalı Dali veya Andalusialı Lorca’nın isimleri sokak ve meydan
levhalarından silinse de silinmese de her ikisinin de isimlerini İspanya’nın
modern kültür ve sanat tarihine silinmemecesine kazıdıklarına kuşku yok.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Şairden
bahsedip de şiirsiz yolculamak olmaz:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Atlının
Türküsü<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kurtuba<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Uzakta tek
başına<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ay kocaman at
kara<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Torbamda
zeytin kara<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Bilirim de
yolları<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Varamam
Kurtuba'ya<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ovadan geçtim
yel geçtim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ay kırmızı at
kara<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Ölüm gözler
yolumu<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kurtuba
surlarında<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Yola baktım
ama yol uzun<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Canım atım
yaman atım<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Etme eyleme
ölüm<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Varmadan
Kurtuba'ya<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Kurtuba<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">Uzakta tek
başına<br />
<br />
(Çeviri: Melih Cevdet ANDAY - Sabahattin EYUBOĞLU)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";"><a href="http://www.gelawej.net/">www.gelawej.net</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style";">
<hr align="left" color="#444444" noshade="" size="2" width="100%" />
</span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn1"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref1"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[1]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> <a href="http://ccaa.elpais.com/ccaa/2016/02/09/madrid/1455047390_887502.html">http://ccaa.elpais.com/ccaa/2016/02/09/madrid/1455047390_887502.html</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn2"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref2"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[2]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> <a href="http://www.imdb.com/title/tt1104083/">http://www.imdb.com/title/tt1104083/</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn3"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref3"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[3]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Victor Fernandez,
“Querido Salvador, Querido Lorquito, Epistolario 1925-1935”,<a href="http://elpais.com/elpais/2013/06/20/inenglish/1371734269_018888.html">http://elpais.com/elpais/2013/06/20/inenglish/1371734269_018888.html</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn4"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref4"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[4]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Sinem Özlek ,http://provagunlukleri.blogcu.com/lorca-dosyasi-i/2065123<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn5"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref5"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[5]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Metin Kızık, “Lorca'nın kalemi,
Dali'nin paleti...”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2009<a href="http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/83430/Lorca_nin_kalemi__Dali_nin_paleti....html">http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/83430/Lorca_nin_kalemi__Dali_nin_paleti....html</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn6"></a><a href="http://kaosgl.org/sayfa.php?id=21190#_ftnref6"><span style="font-family: "Bookman Old Style";">[6]</span></a><span style="font-family: "Bookman Old Style";"> Victor Fernandez, agy.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-30130912561728376532016-02-06T16:50:00.000-08:002016-02-06T16:50:43.454-08:00Buenaventura Durruti (1896-1936)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiD3xVngK09TrVaTDI6dRoweq1hK65xarG3S33RnqpZZ26ogebYjrz8geMxwFqia_8T88dJTjnxN5o10EL5FPcMha9XjbDg2B5gEqq_xcJtH_XV16X-3mPuO562EG9B5Mls5rQ7Caggabg_/s1600/Durruti-5%25282%2529.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="265" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiD3xVngK09TrVaTDI6dRoweq1hK65xarG3S33RnqpZZ26ogebYjrz8geMxwFqia_8T88dJTjnxN5o10EL5FPcMha9XjbDg2B5gEqq_xcJtH_XV16X-3mPuO562EG9B5Mls5rQ7Caggabg_/s400/Durruti-5%25282%2529.png" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Comic Sans MS';">Efsanevi İspanyol
anarşist ve İç Savaş’ta savaşan Buenaventura Durruti’nin biyografisi:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Neredeyse mitik
bir figürün hayat hikayesini birkaç yüz kelimeye indirmek kolay bir iş değil.
Abartma korkusu olmaksızın, Buenaventura Durruti’nin şahsında İspanyol işçileri
ve köylülerinin mücadelesini ve daha özel olarak, İspanyol anarşizminin ruhunu
sembolize ettiği söylenebilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Durruti 14 Temmuz
1896’da merkez İspanya’da bir şehir olan Leon’da doğdu. Babası bir demiryolu
işçisiydi. 14 yaşında okulu bıraktı ve demiryolu manevra istasyonunda tamirci
çırağı oldu. Babası gibi sosyalist UGT sendikasına katıldı. Sendika ve işveren
arasındaki anlaşmanın hükümet tarafından bozulması sonucunda gidilen 1917
Ağustosundaki grevde aktif rol aldı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bu grev bölgede
bir genel grev halini aldı. Hükümet orduyu devreye soktu ve üç gün içerisinde
grev yapan işçiler ezildi. Birlikler, aşırı bir gaddarlıkla 70 kişiyi
öldürürken 500 kişiyi yaraladılar. Grev yapan 2.000 işçi ise hapsedildi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiI7EVhEKzUpWOP5F2-YIcdVF9XtFFbDUjXBVMUkmr7e6F5VDINry1YUTR_lDU0ozZSjqKFfrCO7yV-J7M_lIBuJ35Z1MT64_lpRcLoJkFWQbE3RudSvs8Urvd-cpYfFKvymahX9mV8AS9x/s1600/durruti-3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="207" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiI7EVhEKzUpWOP5F2-YIcdVF9XtFFbDUjXBVMUkmr7e6F5VDINry1YUTR_lDU0ozZSjqKFfrCO7yV-J7M_lIBuJ35Z1MT64_lpRcLoJkFWQbE3RudSvs8Urvd-cpYfFKvymahX9mV8AS9x/s320/durruti-3.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Comic Sans MS';">Durruti, Fransa’ya
kaçmayı başardı. Burada, Ocak 1919’daki dönüşünde anarşist CNT sendikasına
katılmasında ona ilham veren sürgün anarşistlerle bağlantı kurdu. Asturya
(Asturias) madenlerindeki diktatör işverenlere karşı verilen mücadeleye
katıldı ve Mart 1919’da ilk defa tutuklandı. Durruti kaçmayı başardı ve
önündeki yaklaşık on beş yılda kendisini CNT ve anarşist hareketin eylemlerine
adadı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bu yıllarda
çeşitli grevlere katıldı ve sürgüne gitmeye zorlandı. İspanyol hükümeti
istemeden isyanı “ihraç etti”, zira Durruti ve yakın arkadaşı Francisco Ascaso,
Avrupa ve Latin Amerika’da, gittikleri her yerdeki özgürlük mücadelesine
mutlulukla katıldılar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">1931 yılında
İspanyol Monarşisi çöktü ve Durruti, kızları Colette’e hamile olan Fransız eşi
Emilienne ile Barcelona’ya taşındı. Burada, asıl olarak anarşist bir örgüt olan
İberya Anarşist Federasyonu’na (FAI) katıldı ve diğer militanlarla beraber
“Nosotros” grubunu kurdu. Bunlar, yeni ilan edilen Cumhuriyet’e karşı hiçbir
hayale kapılmayan ve sosyal devrime doğru ilerleyişte bunun uygun ve olgun bir
an olduğunu düşünen, CNT içindeki radikal eğilimleri olan üyelerdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Liberal/reformist
Halk Cephesi’nin Şubat 1936’daki seçim zaferi ile Sağ ve Sol, ihtilafa düştü ve
Franco’nun 19 Temmuz 1936 tarihindeki askeri darbesine önayak oldular. CNT ve
FAI orduya karşı cesaret, organizasyon ve halk hareketiyle karşı koydu, işte bu
İspanyol Devrimi’ydi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">İspanya’nın büyük
bölümünde, faşistlerin silah ve mühimmat yönünden üstünlüğüne rağmen zafer
kazandılar. Anarşistlerin katkıları ülke çapında faşistlere karşı direnişte
belirleyici ve Katalonya’da, tek başına isyancıları bastırıcı nitelikteydi.
Durruti, buradaki savaşta en gözüpek savaşçılardan birisiydi. Francisco Ascaco
da burada hayatını kaybetti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgp9jY2sZZyB5iOFOVh1fKhcBZww1mf5EzHZPk8PFUXWiZxj9tom9IZYxf968-k2L-RbxNUb9DjTqyf4h4LWzulqpL5z_Xj2gEbQGFJ7foICkPpLEi7lUpml9ToLn22asWFpIg9SYZ1eSpn/s1600/durruti-4.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; display: inline !important; font-family: 'Comic Sans MS'; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgp9jY2sZZyB5iOFOVh1fKhcBZww1mf5EzHZPk8PFUXWiZxj9tom9IZYxf968-k2L-RbxNUb9DjTqyf4h4LWzulqpL5z_Xj2gEbQGFJ7foICkPpLEi7lUpml9ToLn22asWFpIg9SYZ1eSpn/s320/durruti-4.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Anarşistlerin
hedefi olan işçilerin kontrolü, doğrudan demokrasi ve özgürlük, 24 Temmuz’da
Barcelona’da bir gerçeklik olmaya başladı. Durruti silahlı bir kol ile
faşistler tarafından işgal edilmiş olan Zaragossa’ya hareket etti. Zorlu
savaşların ardından, bu işçi milisler, subaylar veya diğer askeri rütbeler
olmaksızın çok daha iyi teçhizata sahip düzenli birlikler karşısında
ilerlediler ve <st1:country-region w:st="on"><st1:place w:st="on">Aragon</st1:place></st1:country-region>
cephesini kurtardılar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Buna paralel
olarak anarşist güçler, Aragon’da tarım kolektiflerinin kurulması şeklinde bir
sosyal dönüşümü de desteklediler ancak Komünist ve Sosyalist partilerdeki
otoriterleri rahatsız ettiler. Onlara göre, devrim devam ederken savaş
kazanılamazdı. Savaş olsun veya olmasın, bu özenti yöneticiler gerçek bir işçi
demokrasisini sevmeyeceklerdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Aragon’un
özgürleşmesinden sonra, <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">Toronto</st1:place></st1:city>
‘Star’dan Pierre van Passen, <a href="https://libcom.org/history/barcelona-meeting-durruti-taking-sietamo-%E2%80%93-pierre-van-paassen">Durruti
ile bir röportaj yaptı.</a>“Bizim derdimiz” diyordu Durruti, “faşizmi nihai
olarak ezmektir. Evet ve hükümete rağmen ezmek. Dünyadaki hiçbir hükümet
faşizmle ölümüne savaşmaz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Burjuvazi,
elindeki iktidarın parmakları arasından kayıp gittiğini gördüğünde kendisini
korumak için faşizme rücu etti. İspanya’nın Liberal hükümeti faşist unsurları
uzun süre önce güçsüz hale getirebilirdi. Bunun yerine, taviz verdiler ve ayak
sürüdüler. Şimdi bile , bu hükümetin içinde isyancılara yumuşak davranmak
isteyen insanlar mevcut.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Ve burada Durruti
güldü. “Mevcut hükümetin, işçi hareketini ezmek için bu isyancı güçlere ihtiyaç
duymayacağı söylenemez..<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Biz istediğimiz
şeyi biliyoruz. Bizim için, dünyanın bir yerinde, Stalin tarafından, kendi
barış ve huzuru için Almanya ve Çin’deki işçileri faşist barbarlara kurban <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> bir Sovyetler
Birliği’nin olması hiçbir şey ifade etmiyor. Biz devrimi şu anda, İspanya’da
istiyoruz, bir sonraki Avrupa savaşından sonra - değil”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Biz kendi
devrimimiz ile Hitler ve Mussolini’ye, bütün bir Rus Kızıl Ordusu’ndan daha çok
kaygı veriyoruz. Biz Alman ve İtalyan işçi sınıfına faşizmle nasıl başa çıkacaklarına
karşı bir örnek teşkil ediyoruz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Ama” diyerek
böldü Passen, kazansanız bile “bir harabenin üzerinde oturuyor olacaksınız.”
Durruti ise “biz hep varoşlar ve duvardaki deliklerde yaşadık. Kendimizi bir
süre nasıl idare edeceğimizi biliyoruz. Unutmamalısın ki, biz nasıl inşa
edeceğimizi biliyoruz. Burada, Amerika’da ve her yerde sarayları ve şehirleri
yapan biz işçileriz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Biz işçiler,
bunların yerini alacak olanları ve daha iyisini inşa edebiliriz. Biz
harabelerden korkmuyoruz. Biz dünyanın mirasçısıyız, buna ilişkin en ufak bir
şüphe dahi yok. Burjuva, tarih sahnesinden çekilmeden önce kendi dünyasını
yakıp yıkabilir. Biz burada, kalplerimizde, yeni bir dünya taşıyoruz. Bu dünya
her dakika büyüyor.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Durruti,
eşitlerinin kendisini gördüğü tek rütbe olan ve tek ayrıcalığı en ön cepheden
savaşmak olan bir “elebaşı” olarak, silahlı işçilerin duyguları ve hedeflerini
şekillendirmişti. Cesaret dolu yaşamı aynı yılın Kasım ayında sona erdi. Ayın
15’inde 1.800 kişiden oluşan bir güçle Madrid’in savunmasını desteklemeye gelen
Durruti, hemen en sıcak bölgeye gitti ve ayın 19’unda silahla yaralandı ve
ertesi günün şafağında öldü. İki gün sonra, ayın 22’sinde Barcelona’da
Montjuich mezarlığına gömüldü. Tabutunu, anarşizmin kara kızıl bayrağını
taşıyan 500.000 kişi taşıdı. Şehrin gördüğü en büyük cenaze korteji Durruti’ye
aitti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Burada, sendikası
ve anarşist idealleri için savaşan, kendisi için hiçbir özel ayrıcalık
istemeyen; okuduğu ve düşündüğü gibi davranan; seven, hayal <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">eden</st1:place></st1:city> ve bu dünyayı, içinde doğduğundan daha
iyi bir hale getirerek ayrılmaya kararlı bir adam var.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Biyografinin
orijinal metni: <a href="https://libcom.org/history/articles/1896-1936-buenaventura-durruti">https://libcom.org/history/articles/1896-1936-buenaventura-durruti</a><o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-32596376766208184752016-02-06T16:30:00.002-08:002016-02-06T16:53:29.600-08:00Mikhail Alexandrovich Bakunin<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWMU1EkDbHg8MSReg4Wq8Ue0fRJkY9ipqr8TTMyWRt3e7OTGiMVb56IIAjatZ4PDMHkc_fZiJwyam2xIdqjWXOioRVTuObpww4qWov3J8ZpH4zeB0dSw3hFiUNeVJIPNwcU8KJq-LlA2qS/s1600/220px-Young_Bakunin.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWMU1EkDbHg8MSReg4Wq8Ue0fRJkY9ipqr8TTMyWRt3e7OTGiMVb56IIAjatZ4PDMHkc_fZiJwyam2xIdqjWXOioRVTuObpww4qWov3J8ZpH4zeB0dSw3hFiUNeVJIPNwcU8KJq-LlA2qS/s400/220px-Young_Bakunin.jpg" width="267" /></a></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; line-height: 21px; margin-bottom: 20px; outline: none;">
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Doğum: 18
Mayıs 1814 Pryamukhino, Rusya – Ölüm: 13 Haziran 1876 Bern,
İsviçre.<br />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Anarşist hareket
eylemleriyle, düşünceleriyle ve yazılarıyla ünlü olan birçok kadın ve erkek
ortaya çıkarmıştır. Ancak belki de bu insanlar arasında en tanınmış olanı Rus anarşisti
Mikhail Bakunin’dir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Anarşistlerin
tanrıvari liderleri ya da her şeyi bilen peygamberleri yoktur. Hiç kimse her
zaman haklı değildir ve eleştiriden azade olamaz. Hata yapmayan bir kişi ya
insan değildir ya da hiçbir şey yapmamaktadır. Eleştiriye kapalı bir kahraman
fetişi tuzağına düşmeksizin başka insanların eylem ve düşüncelerinden ilham
almak da mümkündür. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Özgürlüğe Giden
İlk Adımlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">1814’de Çarlık
Rusya’sında doğan Bakunin, hızlıca adaletsizliğe karşı yakıcı bir nefret
geliştirdi. 21 yaşında, üniformalı geçen birkaç yıldan sonra, ordudan istifa
etti ve demokratik çevrelere karışmaya başladı. Dokuz sene sonra Paris’te
Proudhon ve Marx gibi radikallerle tanıştı. Bu dönemde özgürlüğün ancak tabi
uluslarda (subject nations) gerçekleştirilecek devrimlerle bağlantılı olan
genel bir kalkışma yoluyla ulaşılacağına dair bir kuram geliştirdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin’in tutkulu
demokrasi mücadelesi ve kolonyalizm karşıtlığı onu birçok Avrupa monarşisinin
gözünde “bir numaralı halk düşmanı” haline getirdi. 1848’te Polonya’nın
bağımsızlığını destekleyen bir konuşma yaptığı için Fransa’dan kovuldu.
Bakunin’in özgürlük ile eşitlik tutkusu ve adaletsizlik ile ayrıcalıklara karşı
duruşu ona çağının radikal hareketleri arasında olağanüstü bir şöhret
kazandırdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bir sene sonra Mayıs
İsyanı’nda önderlik rolü üstleneceği Dresden’e gitti. Bu olay onun
yakalanmasına ve ölüm cezasına çaptırılmasına sebep oldu. Avusturya monarşisi
de Bakunin’i almak istiyordu ve böylece Bakunin Avusturya’ya iade edilerek
tekrar ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak cellat, Bakunin’in boynuna ipi
geçirmeden önce Rusya, mahkûmun kendilerine iadesini istedi ve Bakunin takip
eden altı yılı mahkeme yapılmaksızın Peter ve Paul Kalesi’nde<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref2"></a><a href="http://viraverita.org/yazilar/biyografi-mikhail-bakunin#_ftn2" title="">[2]</a> geçirdi. Hapishaneden çıkışını
Sibirya sürgünü takip etti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Sibirya’dan Kaçış<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin 1861’de
dramatik bir kaçış yaparak Japonya, Panama Kanalı ve San Fransico üzerinden
Avrupa’ya geri döndü! Takip eden yıllarda kendini Polonya bağımsızlık
mücadelesine adadı. Daha sonra kendi düşüncelerini yeniden ele almaya başladı.
Ulusal bağımsızlık, çalışan halkın özgürlüğünü mümkün kılabilir miydi? Bu soru
onu ulusalcılıktan uzaklaştırarak anarşizme yönlendirdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">1868’de birçok
Avrupa ülkesinde birimi olan radikal sendika örgütleri federasyonu, Uluslarası
İşçi Birliği’ne (1. Enternasyonal olarak da bilinen) katıldı. Bakunin’in
düşünceleri çok hızlı bir şekilde yayıldı ve böylece anarşizmin ünlü bir
temsilcisi haline geldi. Bakunin, Marx’ın ekonomik kuramı ile büyük ölçüde
uzlaşsa da, onun otoriter politikasını reddetmiş ve böylece Enternasyonal içindeki
ana bölünme de Marksistler ve Anarşistler arasında yaşanmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Marx, sosyalizmin
devleti ele geçirerek gerçekleştirilebileceğini düşünürken, Bakunin devletin
sönümlenmesini ve özgür işçilerden oluşan özgür federasyonlar temelindeki yeni
bir toplumu hedeflemiştir. Bu düşünce kısa zamanda Enternasyonal’in İtalya ve
İspanya’daki politikası haline gelmiş, İsviçre, Belçika ve Fransa’da popülerlik
kazanmıştır. Ne var ki anarşist düşünceyi yenilgiye uğratmayı başaramadıktan
sonra Marx ve onun takipçileri Bakunin’e karşı bir karalama kampanyası
başlatarak ona iftiralar attılar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bir Hareket
Doğuyor<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin’e karşı
getirilen ithamları incelemek üzere bir komite kuruldu ve bu komite oy
çokluğuyla Bakunin’i suçlu bularak ihracına karar verdi. Buna karşılık Enternasyonel’in
İsviçre birimi ithamların yanlış olduğunu kanıtlayan yeni bir kongre çağrısında
bulundu. Bir başka uluslararası konferans da Bakunin’in haklı olduğuna karar
vererek, bir azınlık tarafından koyulan her türlü kuralı reddeden anarşist
pozisyonu benimsedi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Yenik düşen Marx
ve takipçileri Enternasyonal’in genel konseyini New York’a taşıdılar. Burada
Enternasyonal kendisine yönelen tüm ilgiyi kaybetti. Bakunin’in yaşamının son
on yılında geliştirdiği düşünceler modern anarşist hareketin temelini
oluşturdu. Yaşamı mücadeleyle geçen Bakunin, 1 Temmuz 1876’da İsviçre’de öldü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin büyük bir
miras bıraktı. Ancak birçok manifesto, makale ve kitap yazmasına karşın asla
tek bir bütünlüklü eseri nihayete erdiremedi. Öncelikli olarak bir aktivist
olduğu için kelimenin tam anlamıyla yazdığı cümlenin ortasında durarak
mücadelelerde, grevlerde ve isyanlarda yer aldı. Bakunin’den sonraki kuşaklara
kalan bir fragmanlar koleksiyonu oldu. Bütünlüklü bir eser ortaya koyamamış
olsa da Bakunin’in kendi zamanı ile olduğu kadar bugün ile de ilintili olan
yazıları yüksek bir kavrayış gücüyle doludur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Diktatörlük
Tehlikesi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Düşüncelerin ve
entelektüellerin devrimde, halkın eğitimi ve onların ihtiyaç ile arzularını
dile getirme bakımından önemli bir rol oynadığı anlayışını kabul etmekle
beraber Bakunin, bir tehlikeye de işaret etmiştir. Entelektüelleri, iktidarı
ele geçirme ve proletarya diktatörlüğünü kurma denemelerine karşı uyarmıştır.
Ona göre, ne kadar iyi anlamda kullanılırsa kullanılsın küçük bir insan
gurubunun çoğunluğun faydası adına hükümet darbesini gerçekleştirmesi ortak
duyuya aykırı bir hurafedir. Rus Devrimi’nden çok uzun süre önce Bakunin yeni
entelektüeller sınıfının ve yarı-entelektüellerin toprak ağaları ve patronların
yerine geçmeyi hedefleyerek halkın özgürlüğünü ilga edebileceği uyarısında
bulunmuştu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">1873’te çok
isabetli bir şekilde Marksist partinin proletarya diktatörlüğü altında parti
liderlerinin hükümetin dizginlerini güçlü ellerde toplayacaklarını ve kitleleri
yeni ayrıcalıklı bilimsel ve siyasal bir sınıf kurmak isteyen devlet
mühendislerinin emirleri altındaki iki büyük orduya -sanayi ve tarım orduları-
ayıracaklarını öngörmüştü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin’e göre
hükümet, azınlığın yönetim aracıdır. Siyasal iktidar, otoritenin birkaç elde
toplanması olduğu sürece Bakunin onun lağvedilmek zorunda olduğunu ilan eder.
Onun yerine halk ile iktidar konumları arasındaki ilişkiyi kitlelerin kendi
elleriyle, kendi federasyonları ve gönüllü örgütleri yoluyla değiştirecekleri
sosyal bir devrim geçmelidir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Siyasal iktidar
olarak adlandırılan her şeyi ilkesel ve pratik düzlemde tamamen lağvetmek
zorunludur. Zira siyasal iktidar varolduğu sürece yöneten ve yönetilen,
efendiler ve köleler, sömürenler ve sömürülenler her zaman olacaktır.”<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftnref3"></a><a href="http://viraverita.org/yazilar/biyografi-mikhail-bakunin#_ftn3" title="">[3]</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bakunin’in haklı
olmadığını şimdi kim söyleyebilir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";"> <a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn1"></a><a href="http://viraverita.org/yazilar/biyografi-mikhail-bakunin#_ftnref1" title="">[1]</a> Bu yazı ilk olarak Workers
Solidarity Movement dergisinin 1996 Bahar tarihli 47. sayısında
yayınlanmıştır. Yazının online versiyonu şu linkten okunabilir: <a href="http://www.spunk.org/library/groups/wsm/sp001362.txt">http://www.spunk.org/library/groups/wsm/sp001362.txt</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn2"></a><a href="http://viraverita.org/yazilar/biyografi-mikhail-bakunin#_ftnref2" title=""><span style="font-family: "Comic Sans MS";">[2]</span></a><span style="font-family: "Comic Sans MS";"> Bu kalenin öncelikle İsveç ordusunun
saldırılarından korunmak için inşa edildiği, daha sonra ise Dostoyevski, Troçki
ve Gorki gibi ünlü isimlerin de kaldığı bir hapishaneye dönüştürüldüğü
söylenmektedir. (ç.n.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="_ftn3"></a><a href="http://viraverita.org/yazilar/biyografi-mikhail-bakunin#_ftnref3" title=""><span style="font-family: "Comic Sans MS";">[3]</span></a><span style="font-family: "Comic Sans MS";"> Bakunin’den alıntılanan bu ünlü
paragraf Fransızca yayınlanan Toplu Eserler’in ikinci cildinde geçmektedir.
Bknz. Oevres, II, (ed. James Guillaume), Paris P.V. Stock, 1907. s.39 (ç.n.)<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
</div>
<br />karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-78828277731761362162016-01-16T00:23:00.002-08:002016-01-16T00:23:42.893-08:00Ermeni yetimlerin asimilasyonu: Antura Yetimhanesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjn2k9kB4tLPO45HDE7GL87RTKnVW_sz9OrN6VN4Zo9S86fCWUIAoFepnU1vTMswadyUSY8QgREtD_MYQcFSDVVDJOhCPhCEKwfQQedJwAvYQQwdK4WRaWK5pbyftTRS9QLpM_Ibo-J4fvO/s1600/History_2015-05-01-770x470.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="390" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjn2k9kB4tLPO45HDE7GL87RTKnVW_sz9OrN6VN4Zo9S86fCWUIAoFepnU1vTMswadyUSY8QgREtD_MYQcFSDVVDJOhCPhCEKwfQQedJwAvYQQwdK4WRaWK5pbyftTRS9QLpM_Ibo-J4fvO/s640/History_2015-05-01-770x470.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">MAYIS 1ST, 2015 <a href="http://westernarmeniatv.com/tr/category/history/" title="View all posts in Tarih">TARİH</a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Ermeni
Soykırımı’nın en az bilinen boyutlarından biri tehcir ve katliamların sonucu
yetim kalan Ermeni çocuklarının akıbetidir. Bunların bir kısmı Müslüman
ailelere dağıtılmış, genç kadın ve kızların bir kısmı Müslümanlarla
“evlendirilmiş”, hemen hepsi zorla Müslüman edilerek Ermeni kimliklerini
unutmaları sağlanmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Sayıları konusunda
kesin bir şey söylemek imkânsızdır, ancak bazı kaynaklar 200.000 civarında bu
tür Müslümanlaştırılmış Ermeni yetimden söz etmektedir. (Yetimhaneler konusunda
en yetkin çalışmalardan biri Nazan Maksudyan’ın Orphans and Destitute
Children in the Late Ottoman Empire (Syracuse University Press, 2014)
kitabıdır.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Yetim çocuklar
İttihatçılar tarafından bir tür “sosyal sermaye” olarak, adeta işlenip istenen
kalıba sokularak topluma kazandırılacak bir hammadde olarak görülmüştür.
Tehcirin uygulanmaya başlamasıyla birlikte ölüm yolculuğuna çıkan kafilelerin
yetişkinleri katledilince birçok çocuğun ortalıkta kalacağını İttihatçılar
önceden tahmin etmiştir. Bunun en açık göstergesi Talat Paşa’nın 26 Haziran
1915 tarihli telgrafıdır. Taner Akçam’ın belirttiği gibi, bu telgrafın
yollandığı vilayetlerin bazılarında tehcir henüz başlatılmamıştı; “Demek ki
çocukların toplanması, sürgünlerin beklenmeyen bir sonucu veya yan ürünü olarak
ortaya çıkmamış, aksine önceden düşünülmüştü. Telgraf şöyledir:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Mevkileri tebdil
edilen Ermenilerin on yaşından düun (küçük) çocuklarını darüleytam (yetimhane)
tesisiyle veya müesses darüleytamlara celp ile talim ve terbiye etmek
mutasavver (düşünülmüş) olduğundan, vilayet dâhilinde ne kadar çocuk
bulunduğunun ve orada darüleytam tesisi için münasip bina bulunup
bulunmadığının acilen bildirilmesi”.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bunu izleyen 12
Temmuz 1915 tarihli bir başka telgrafta ise: “Ermenilerin nakl ve sevkleri
esnasında velisiz kalması muhtemel olan çocuklar” konu edilmektedir. (Taner
Akçam, Ermenilerin Zorla Müslümanlaştırılması, İletişim, 2014).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Antura Yetimhanesi
ve Halide Edip Adıvar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bu yetimhanelerin
belki de ‘amiral gemisi’ denebilecek örneği Lübnan’da Beyrut’un 18 km kuzeyinde
yer alan Antura Yetimhanesi’dir. Lübnan, savaş boyunca Cemal Paşa’nın
hükümranlık alanı olan Dördüncü Ordu bölgesindeydi ve bütün bölge Cemal
Paşa’nın adeta bir genel vali gibi diktatorya rejimine maruz kalmıştır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Antura Yetimhanesi
Cemal’in en gözde pilot projelerinden biri haline gelecekti. Bunun en önemli
göstergesi Paşa’nın Antura’yı İstanbul’dan özellikle getirttiği Halide Edip’in
denetimine vermesiydi. Cemal’in özel davetlisi olarak 1916 yılının Aralık ayı
sonunda Lübnan’a gelen Halide Edip, Dördüncü Ordu bölgesinde yetimhane ve
okulların genel müfettişi olarak görev yapacaktı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Dördüncü Ordu
Komutanlığına tayin edilen Cemal Paşa 1916’da Antura’da Lazarist papazların
yönettiği <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">St. Joseph</st1:place></st1:city>
lisesine el koyar. Bina Ermeni yetimlerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması
için kullanacak, savaş boyunca sayıları üç bine varan Ermeni yetim Antura’da
barındırılacaktır. Yetimlerin arasında birkaç yüz Kürt yetim de vardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Yetimhanelere
yerleştirilen Ermeni yetimlere Türkçe adlar verilmiş ve Ermenice konuşmaları
yasaklanmıştır. Her ne kadar Halide Edip anılarında Türkleştirme ve
İslamlaştırma konusunda Antura’da bu politikaların uygulanmadığını söylese de,
diğer kaynaklar aksini göstermektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Antura’da katı bir
disiplin uygulanır. Ermenice konuşan çocuklar falakaya yatırılır veya doğrudan
güneşe bakmaya zorlanırdı. Ermenice konuşanları ihbar edenler ise
ödüllendirilirdi. Gıda oldukça kıttı ve yetimler bakımları karşılığında
tenekecilik, dokumacılık ve diğer zanaat dallarında atölyelerde çalıştırılırdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bazı kaynaklar
Halide Edip’in yetimhaneyi devraldıktan sonra koşulların nispeten iyileştiğini
belirtir. Örneğin, Beyrut Amerikan Koleji Müdürü Bayard Dodge’a göre:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Halide Hanım’ın
gelişinden sonra çocukların durumu çok iyileşti. Eski dinî yaptırımlar
görmezden gelindi ve düzgün bir eğitmen kadrosu ve yetenekli bir müdür atandı.
Halide Hanım gittikten sonra çocuklar için tekrar karanlık bir dönem başladı”.
Dodge’un bahsettiği “yetenekli müdür” askerî doktor Lütfi Bey idi, yani
geleceğin efsanevî İstanbul Valisi Lütfi Kırdar!<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3mnMZK8T4p1JqXfsZKMF6urzIpyWBgKhAmM4JhAdH76erzbeB1x-DxaAVG51F1Spk-RNXtOD2nmB7OBEWYijuE_bm2ZvDn0pY3bujhpE6mss_aCP-N2d5JPETt1m2NanL9cChZ38VqzU6/s1600/12510483_10153342085243596_1195112100354810826_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="292" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3mnMZK8T4p1JqXfsZKMF6urzIpyWBgKhAmM4JhAdH76erzbeB1x-DxaAVG51F1Spk-RNXtOD2nmB7OBEWYijuE_bm2ZvDn0pY3bujhpE6mss_aCP-N2d5JPETt1m2NanL9cChZ38VqzU6/s400/12510483_10153342085243596_1195112100354810826_n.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Comic Sans MS';">Halide Edip
Cemal’in İslamlaştırma politikasına karşı çıktığını anlatır. Cemal’e Ermenileri
İslamlaştırma çabalarının gelecekte Türklere fatura edileceğinden söz ettiğini
söyler. Cemal ise Halide Edip’i “idealist” olmakla suçlar. Halide Edip
anılarında şöyle der:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Bu yetimhane
üzerine merhum Cemal Paşa ile aramızda hayli çetin ve uzun münakaşalar oldu.
Ben Ermeni çocuklarının Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim.
Bunun sebebini Cemal Paşa şu surette izah etti. Şam’da Ermeniler tarafından
idare edilen bir takım yetimhaneler vardı. Bunlar yalnız Ermeni çocuklarını
alırlardı. Hiçbirinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi, yeni bir
yetimhane açmak in maddî imkân kalmamıştı. Ayin Tura sadece Müslüman çocuklar
için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin almadığı kimsesiz avare
Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk ve Müslüman adı vermek
zaruri idi. Esasen din dersi verilmiyordu. Yani Ermeni çocukları zorla Müslüman
yapmak gibi bir gaye yoktu.” (Mor Salkımlı Ev, Can Yayınları, 2013.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Ancak Halide
Edip’in anılarıyla diğer kaynaklar uyuşmamaktadır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Halide Edip
kendine yöneltilen suçlamalardan haberdardı ve bu nedenle kendisi Antura’ya
gelmeden önce çocuklara zaten Türkçe isimler verilmiş olduğunu iddia etti.
Ermeni yetimler ve aileleri ise Halide Edip’in rolünü nefretle anar ve onun
batılı liberal imajının sahte olduğunu, inanmış bir İttihatçı olduğunu iddia
eder. Ermenileri kurtarmak için hiçbir şey yapmadığı gibi onları kendi
metotlarıyla yok etmeye çalıştığını söylerler.” (Hilmar Kaiser, “The Armenians
in <st1:country-region w:st="on">Lebanon</st1:country-region> during the
Armenian Genocide”, Armenians of <st1:country-region w:st="on">Lebanon</st1:country-region>,<st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Haigazian</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place>, 2009. )<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Antura’da vakit
geçirmiş ve sonra anılarını yazmış Ermeni yetimlerin tanıklıkları da farklı bir
tablo çizmektedir. Melkon Bedrosyan, Antura’ya getirildiğinde sekiz/on
yaşlarındaydı. Yetimhanedeki ilk gününü şu sözlerle anlatır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Kahvaltıdan sonra
Müdür Fevzi Bey bir demeç verdi. Bize dedi ki, çocuklarım eski zamanlarda
hepiniz Müslümandınız, Hristiyanlar atalarınızı zorla Hristiyan ettiler. Şimdi
aslî dininize dönme zamanıdır. Şimdiki dininiz putperestlerin ve Zerdüştlerin
dini gibi eski ve yıpranmıştır. Sizin İsa’nız da eskidir ve yıpranmıştır, eski
bir gömleği atar gibi atıp taze bir gömlek giymeniz lazımdır.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bedrosyan, bu kişi
İstanbul Türkçesiyle konuştuğu için Ermeni çocukların birçoğunun bir şey
anlamadığını, ama anlayanlar Ermenice ’ye tercüme ettiklerinde hep bir ağızdan
ağlamaya başladıklarını anlatır. Bunun üzerine Fevzi Bey vaazına ara verir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Çavuş denilen,
daha önceden Müslümanlaştırılmış büyükçe erkek çocukları sürveyanlık görevi
yapmaktadır. Bir gün bunlar aracılığıyla, Müslüman olup Türk ismi alanlara
yemekte et ve pilav verileceği duyurulur. Müslüman olanlar önce yemek yiyecek,
Hristiyan kalanlar su ve un çorbasıyla yetinmek zorunda kalacaktır. İlk günden
sonra halen Hristiyanlıkta direnen on, on beş çocuk kalmıştır;<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Çavuşlar
ellerinde defterlerle geldiler. Müslüman ismi alıp kayda geçmeyenleri
acımasızca dövüyorlardı, yazıcı acele edin diye bağırdı, Müslüman olmayanların
kafasını ezeceğim, hapiste çürüyeceksiniz. Ağlayarak <st1:city w:st="on"><st1:place w:st="on">kabul</st1:place></st1:city> ettik; ben Necip ismini aldım, kız kardeşlerim
ise Ayşe ve Lütfiye.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bedrosyan ders
programını da ayrıntılarıyla anlatır: “En başta doğru dürüst Türkçe yazmayı ve
okumayı öğrendik. Sarıklı bir hoca bize din dersi verirdi. Hiçbir şey anlamadan
dualar ezberlerdik.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Osmanlı gittikten
sonra<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Savaşın son
günlerinde, 1918 yazında Halide Edip Amerikan Koleji Müdürü Dodge ile son bir
kez görüşür. Yakında Lübnan’dan ayrılacağını ve çocukları ona emanet ettiğini
söyler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Müttefik
kuvvetleri 3 Ekim 1918 de Lübnan’ı işgal etmiştir. O son günleri anılarında Harutyun
Alboyacıyan anılarında şöyle anlatır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Bir sabah
uyandığımızda Türk askerlerinin, gardiyanların, müfettişlerin ve hocaların
hiçbirinin yerinde olmadığını gördük, hepsi gitmişti. Bizim yetişkin erkekler
(yetimhane çavuşları), ki hepsi Türk olmuştu, Kürt Silo’yu kıstırmış amansızca
dövüyorlardı, Silo manda gibi böğürüyordu. Şu Silo ki bize defalarca şu sözleri
tekrar etmişti: ‘Ben doksan dokuz tane Ermeni öldürdüm, şimdi seni de
öldüreceğim ve hesap yuvarlanacak’. İşte bu aşağılık Silo’ya bizimkiler iyi bir
ders veriyordu. ”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Harutyun’un
anlatısı bu noktada daha da ilginçleşir. Türk görevlilerden kalan bir tek
askeri Eczacı Rıza Bey’dir. Harutyun kendisinin hep çok sert, fakat iyi bir
adam olduğunu anlatır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">“Rıza Bey
yemekhaneye geldi, hepimiz ayağa kalktık. ‘Oturun’ dedi. Oturduk. Masaların
arasında bir aşağı bir yukarı yürüyordu, derin düşüncelere dalmış gözüküyordu.
Bizim bölüğün çavuşu sünnet edilmiş ve adı Enver olmuştu, onu çağırdı ve sordu:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">‘Oğlum Enver,
senin Ermeni adın neydi?’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">(Selam çakarak) ‘Toros
idi efendim.’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Ondan sonra diğer
sınıfın çavuşunu çağırdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">‘Oğlum Cemal,
senin Ermeni adın neydi?’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">‘Vartan idi
efendim.’<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Böylelikle tüm
diğer çavuşları sorguladı, hepsi esas duruşa geçip Ermenice isimlerini
söylediler. Derin bir sessizlik oldu. Hepimiz bekliyorduk….<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">[Rıza Bey dedi ki]<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">‘Bu günden sonra
hepiniz gene Ermenisiniz.’”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Günümüzde Antura<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Yaklaşık üç yıl
önce Agos gazetesinde Antura yetimhanesi ile ilgili bir yazı
yayınlandı. Aynı günlerde Beyrut’da belgesel yapımcısı Nigol Bezciyan ile
tanıştım. Birlikte Antura üzerine bir belgesel yapma fikri oluştu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Bizden önce Misak
Kelechian isimli hayırsever bir işadamı Antura’nın acıklı geçmişinin anısını
yaşatmak uğruna çaba harcamıştı. Günümüzde yine eski kimliğiyle eğitim veren
ünlü bir Katolik Lisesi (Lycée St. Joseph) olan okulun renovasyon çalışmaları
sırasında eski bir binası yıkıldığında temelinde birçok çocuk kemiğinin
bulunduğu bir toplu mezar keşfedilmişti. Kemikler okulun yetimhane olarak
kullanıldığı günlerde orada ölen çocuklara aitti. Misak Kelechian’ın çabaları
sayesinde okulun arkasında eski müdürlerin yattığı mezarlıkta bu kemikler
defnedilmiş ve çocukların anısına bir anıt dikilmişti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Nigol Bezjian ile
birlikte okulu iki kez ziyaret ettik ve çekimler yaptık. Nigol, Amerika’da,
Fransa’da ve Ermenistan’da Antura’da zaman geçirmiş olan yetimlerin çocukları
ve torunlarıyla birçok mülakat yaptı. Belgeselin adı “Bu Günden Sonra” olacak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Comic Sans MS";">Selim Deringil<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-28429464783720855992015-12-24T06:25:00.000-08:002015-12-24T06:25:11.966-08:00Irkçılık ve Günümüzde Avrupa’da Irkçılığın Yansımaları - AKADEMİK PERSPEKTİF -<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIFiNoStnfOJDqjseZhgdox8-NrdvR6v2gp89saUOaCoboPT3N7rE-Cyod7-qN39Akn3R9DIH_vsOtzA6K70cA1OX6qr0bc59SX4VW3pgGHU7MjyJf5Zl4B1ZoEDy_kmb359m2s6lkSWBo/s1600/download+%25281%2529.jpe" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="182" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIFiNoStnfOJDqjseZhgdox8-NrdvR6v2gp89saUOaCoboPT3N7rE-Cyod7-qN39Akn3R9DIH_vsOtzA6K70cA1OX6qr0bc59SX4VW3pgGHU7MjyJf5Zl4B1ZoEDy_kmb359m2s6lkSWBo/s400/download+%25281%2529.jpe" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /><!--[endif]--></div>
<div class="MsoNormal">
Son dönemlerde özellikle de Avrupa’da yeniden yükselişe
geçen ırkçılık tarihsel bağlamda hep karıştırıldığı milliyetçilikten de önce en
azından pratikte mevcuttu. Öyle ki milliyetçilik akımı Fransız Devrimi’nin bir
sonucuyken ırkçılıkla ilişkilendirebileceğimiz olaylar Eski Yunan’da, Ortaçağ
Avrupası’nda hatta daha sonraları bile yaşanmaktaydı. 1600 yılında Shakespeare
tarafından kaleme alınmış olan ‘Venedik Taciri’ndeki Yahudi tüccar Shylock
tiplemesi iki yüz yıl sonra tam anlamıyla kavramsallaşacak olan ırkçılığın bir
hâli olarak nitelendirilebilir.</div>
<div class="MsoNormal">
19. yüzyılda Sanayi Devrimi neticesinde artan hammadde ihtiyacıyla
birlikte Avrupalı devletler Afrika, Amerika, Asya ve Okyanusya’yı
sömürgeleştirme mücadelesine giriştiler. Bunu yaparken de kendilerine çeşitli
argümanlar bulmuşlardı. Sömürgeleştirmenin ait oldukları ‘üstün ırk’ yönetme
hakkının bir sonucu olduğunu düşünen sadece devleti yönetenler değildi.
Düşünürler, din ve bilim adamları da bu sonucun bir tür ‘doğal durum’ olduğu
kanısındaydılar. Örneğin 17. Yüzyılda İngiltere’de yaşamış ve siyasal
liberalizmin kurucusu <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
edilen John Locke’un şu sözleri dikkat çekicidir[1]; ‘kişi insandan ziyade bir
hayvan gibi davrandığı için yaşama hakkını kaybedip kendini köle olmaya uygun
bir duruma getiriyordur’ (BERNASCONI, 2007; 14).</div>
<div class="MsoNormal">
Yukarıdaki görüş elbette sadece Locke ile sınırlı kalan bir
düşünce değildir. Kant, Hegel, Leibniz gibi düşünürler kaleme aldıkları
eserlerinde benzer fikirleri savunmuşlardır[2]. Yazının ilerleyen kısmında ırk
kavramı, gelişimi, 20. yüzyılda yol açtığı sonuçlar ve günümüzde uluslararası
ilişkilerde bir güncel sorun olarak Avrupa’da yükselişi ve yabancı düşmanlığı
ele alınmaya çalışılacaktır.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTfydM2Oh2J6PfrCTJG7wmFi4QJ-06w4eQXdKJt0ZlRwS1p41qs0Ch9buGKVaYBeCdOXtmjDRnoIAB2in62dDma0k-iz-29YSngNgQARmpKHI_8aVkdF2y7kiAtjEmvqeeo3vFBcVm5j4S/s1600/almanyada_irkcilik_giderek_tirmaniyor_h17606.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="161" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTfydM2Oh2J6PfrCTJG7wmFi4QJ-06w4eQXdKJt0ZlRwS1p41qs0Ch9buGKVaYBeCdOXtmjDRnoIAB2in62dDma0k-iz-29YSngNgQARmpKHI_8aVkdF2y7kiAtjEmvqeeo3vFBcVm5j4S/s320/almanyada_irkcilik_giderek_tirmaniyor_h17606.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
IRKÇILIĞIN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ</div>
<div class="MsoNormal">
Genel bir tanım yapacak olursak ırk; Kalıtımsal olarak ortak
fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu[3] şeklinde
tanımlanabilir. Irkçılık ise; İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik,
ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu iddia <st1:city w:st="on">eden</st1:city> düşüncedir.
UNESCO’nun 1967’de Paris’te düzenlediği ‘Irkçılığın Tanımlanması
Konferansı’ndan çıkan sonuca göre ırkçılık; işgalleri, köleliği ve
sömürgeciliği haklı çıkartmak adına ortaya atılmış bir kuramdır.</div>
<div class="MsoNormal">
Kavramsal düzeyde Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkmış
olan ırkçılık Afrikalı köle ticareti, Yahudi ve Çingene düşmanlığı şeklinde
yüzyıllardır Avrupa topraklarında var olmuştur. Irkçılık üzerine
araştırmaları ile bilinen Imanuel Geiss ırk kavramının 13. Yüzyıl Roma diline
kadar geri götürülebileceğini vurguluyor. İspanyolcada ‘raza’, Portekizcede
‘raca’, İtalyancada ‘raza’. 16. yüzyılda Fransızcadan İngilizceye bir değişikliğe
uğramadan ‘race’ geçen kavram, daha sonra Almancaya da aynı şekilde girer. Kant
da kavramı bu haliyle kullanır (ÖZBEK, 2012; 14)</div>
<div class="MsoNormal">
Venedik Taciri örneğinde de görülebileceği gibi erken
dönemlere dayanan ayrımcılık, kendinden olmayanları aşağı görme veya cezalandırma
durumu getto kavramı ile de örneklendirilebilir. Özellikle Ortaçağ’da ticaretin
yoğun olduğu şehirlerde yabancıların ikâmet etmek zorunda bırakıldığı ama en
çok da Yahudilerin yaşadığı bu periferik bölgeler 20. yüzyıl Nazi Almanyası’nda
yeniden karşımıza çıkmaktadır. En gelişmiş örneği Ortaçağ’ın ticaret
merkezlerinden olan Venedik’te rastlanan gettonun dışına çıkmaları daha önceden
belirlenmiş şartlara bağlı olan Yahudilerin maruz kaldıkları tek ayrımcılık ve
aşağılanma bu değildi. Yüzyıllardır Avrupa topraklarında yaşamalarına rağmen
yabancı ve öteki olarak <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
edilen Yahudilerin toprak sahibi olmalarına ve yönetim kademelerinde
yükselmelerine müsaade edilmemekteydi. Şüphesiz bunda Hıristiyanlık inancında
Yahudilerin, ‘Hz. İsa’nın Katili’ olarak görülmelerinin de payı çok büyüktür.</div>
<div class="MsoNormal">
Aydınlanma ile birlikte bu Hıristiyanlık temelli ayrımcılık
ve düşmanlığın dönüşümü başlamıştır. 18. yüzyılda yaşamış olan İsveçli
doğabilimci Carl Linnaeus insanları deri rengine göre dörde sınıflandırır.
Ancak Linneaus’un sınıflandırmasının bilimselliği uzun yıllar tartışılmış ve en
nihayetinde de bilimsel açıdan sağlam bir dayanağı olmadığı sonucuna
varılmıştır[4]. Linnaeus’un bu çalışmasından yıllar sonra bu kez de Fransız
düşünür Arthur de Gobineau yazdığı ‘İnsan Irkının Farklılığı Üzerine Denemeler’
isimli kitabında ırk kavramını biraz daha geliştirdi. Aslında antisemitist
olmayan Gobineau’nun görüşleri ileride Naziler tarafından yeniden yorumlanıp
ırk politikaları çerçevesinde kullanılacaktı. Gobineau’nun düşüncelerine
incelediğimizde bir ırklar sınıflandırması oluşturduğu görürüz[5]. Bu
sınıflandırmaya göre tablonun en üstünde ‘beyaz ırk’ yani Avrupalılar yer
almaktadır. Aryan ırka mensup olan Avrupalılar; gelişmişliğin, saflığın
sembolüydü. Üstün beyaz ırkın ardından Moğol (sarı ırk) ve en aşağı seviyede
olan (siyah ırk) gelmekteydi.[6]</div>
<div class="MsoNormal">
O dönemde hız kazanan sömürgecilik yarışında bu tip ayrımlar
genel <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
görmüştü. Özellikle de Sosyal Darwinizm[7] ile birlikte girişilen bu
sömürgecilik yarışı bir nevi meşruiyet kazanmış oluyordu. Buna göre dünyanın
geri kalanını yönetmek Avrupalıların doğal hakkıydı.</div>
<div class="MsoNormal">
Ancak Herbert Spencer ve Arthur de Gobineau’nun da dikkat
çektiği bir nokta vardı o da bu üstün ırkın saflığını korumasının
gerekliliğiydi. Öyle ki girişilen bu sömürgecilik mücadelesinde ‘üstün ırk’ın
saflığı korunmalı yerli ırklarla evlenip karışılmamalıydı. Zira öncelik bu
ırkları ‘medenileştirme yolunda yönetmekteydi’. Ancak bu işgaller
sömürgeleştirme ve yönetme ile sınırlı kalmayıp ırklar skalasının en alt katmanını
oluşturan Afrikalıların köleleştirilmesi ile devam etti. Bunun yanı sıra
gidilen yeni coğrafyalarda Avrupa kültürünün bir parçası olan Hıristiyanlık da
misyonerler aracılığıyla yayılmış oldu.</div>
<div class="MsoNormal">
Albert Memmi, ‘Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi’
isimli kitabında girişilen bu sömürgeci ırkçılık üç belli başlı ideolojik
bileşenden oluştuğunu savunmaktaydı. Bu bileşenler;</div>
<div class="MsoNormal">
Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki farkları keşfetmek
ve ortaya koymak.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu farkların kolonyalist yararına ve sömürge halkı aleyhine
değerlendirilmesi.</div>
<div class="MsoNormal">
Varsayılan bu farklılıkların kesin olduğunu ileri sürerek ve
kesin olması için hareket ederek, bunları mutlaklaştırmak. (MEMMI, 2002; 83)</div>
<div class="MsoNormal">
Netice itibariyle 20. yüzyılın ortalarına kadar süren bu
sömürgecilik döneminin sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’nde ırk ayrımı ve
kölelik, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ise apartheid gibi sonuçlar ortaya
çıkmıştır.</div>
<div class="MsoNormal">
19. yüzyıldan itibaren sömürgecilikle kendine yeni bir
hüviyet kazanan ırkçılığın Sosyal Darwinizm dışında Öjenik (Eugenic) ile de
kendini kurumsallaştırdığını görürüz. Kökeni Antik Yunan’daki şehir
devletlerinden biri olan Sparta’ya dayanan Öjeni daha sonraları Nazi
Almanyası’nda da kendine uygulanma alanı bulacaktı.</div>
<div class="MsoNormal">
Temel olarak ‘saf ırkın’ arınması anlamına gelen Öjenik
kavramı, bu uğurda toplumda yer alan sakat bireylerin ‘ayıklanması’ fikrini
savunuyordu. Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sağır, âmâ
ve zekâ özürlü bireylerin kısırlaştırılması, toplumdan uzak kamplarda
tutulmaları uygulanan Öjenik politikalardan birkaçıydı. 20. yüzyılda dahi
uygulanan bu politikalar tahmin edileceği üzere en çok da Adolf Hitler ve
Benito Mussolini’nin ilgisini çekmiştir. Aryan Irk’ın ıslahını sağlamanın bir
aracı olan bu politikalar her iki lider tarafından desteklemiştir. Ancak bu iki
liderin politikalarına daha sonra değinilecektir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4j62mFGACiPNhn4rj_c2NOMUunpUlNO0yoO_X38ThdNX-q5Fhln_BOiApO9KFGDzz3MD1rayRJ3vOKNKFx5n3umrllu0INsVWQDxrhYeIzUrmEv8lU9P_ZKccTlZvVPXZXQQMHG79VGCW/s1600/avrupa-irkcilik-racism-europe-yabanci-dusmanligi.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="238" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4j62mFGACiPNhn4rj_c2NOMUunpUlNO0yoO_X38ThdNX-q5Fhln_BOiApO9KFGDzz3MD1rayRJ3vOKNKFx5n3umrllu0INsVWQDxrhYeIzUrmEv8lU9P_ZKccTlZvVPXZXQQMHG79VGCW/s320/avrupa-irkcilik-racism-europe-yabanci-dusmanligi.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
IRKÇILIĞIN EKONOMİK KÖKENLERİ</div>
<div class="MsoNormal">
Elbette ırkçılığın toplumsal ve tarihsel köklerinin yanı
sıra ekonomik kökenleri de mevcuttu. Bu uzun süreçte ırkçılığa maruz kalan veya
sömürülen yerli halkların ya da azınlıkların dikkat çekici bir şekilde toplum
ekonomik statü açısında hep en alt katmanında yer aldıklarını görürüz. Bu
konuda özellikle Marksist teorisyenler ırkçılığın kapitalizmin dünya ölçeğinde
üretim tarzı olmasıyla ortaya çıktığını vurgularlar. Irkçılığın ortaya çıkışı,
17. ve 18. Yüzyıllarda köle emeğinin kullanılma sürecine bağlıdır. Özellikle bu
dönemde sömürgelerdeki plantajlarda önemli bir işçi yoğunluğu yaşanıyor.
Irkçılık da plantaj aristokrasisi denebilecek bir sınıfın ideolojisi olarak
şekillenmeye başlıyor. Yenidünya’da sistemli kölecilikle, ırkçılık bu açıdan
yan yana gidiyor[8] (ÖZBEK, 2012; 58).</div>
<div class="MsoNormal">
‘Üstün beyaz ırk’ın doğal bir hakkı olan yönetmek haliyle
Avrupa’nın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin zenginleşmesine ve halk nezdinde
belirgin bir ekonomik refahın oluşmasını sağladı. Bu durum Batı ile diğerleri
arasındaki farkın git gide daha da artmasına yol açtı. Oysaki Sosyal
Darwinizm’in de hep savunduğu argümana göre diğerlerini yönetme durumu,
yönetilen bu unsurların ‘medenileşmesi’ amacıyla yapılmaktaydı.</div>
<div class="MsoNormal">
Pratiğe baktığımızdaysa özellikle Afrika topraklarından
alınan insanların İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz ve
Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelere götürülüp köleleştirildiğini görürüz.
Üstelik bu insanlar hâkim olan ırkçı görüş çerçevesinde toplumsal haklardan
mahrum, herhangi bir güvenceye sahip olmadan geldikleri topraklara ait olan tüm
bağları kopartılarak uzun yıllar vatandaş statüsü dahi elde edemeden yaşamak
zorunda bırakılmışlardır. Bu konuda Güney Afrika Cumhuriyeti de özel bir yere
sahiptir. Asli unsur olan zencilerin[9] ülkeye sömürme amacıyla gelen Avrupalı
yönetici zümre tarafından baskı altında tutulduğu bir zamanlar kendilerine ait
topraklarda işçi köle statüsünde herhangi bir hakka sahip olmadan
çalıştırılmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Sanayileşme ile birlikte artan işçi ihtiyacını neredeyse
sıfır maliyetle karşılamanın bir yolu hâline gelen köle çalıştırmak iş
piyasasındaki dengelerin zamanla bozulmasına yol açmıştır. Herhangi bir ücret
veya sosyal güvence olmaksızın zorla çalıştırılan köleler karşısında Amerikalı,
Fransız, İngiliz işçiler iş bulamaz hale gelmiştirler. Bu da 20. yüzyıla
gelindiğinde iyice belirginleşip ırkçılığın ‘yabancı düşmanlığı’ şekline
dönüşmesine yol açacaktır. Kölelik sona ermiş olsa da benzer düşmanlıkların ve
ayrımcılığın bu kez de göçmenler üzerinden gerçekleştirildiğini görmekteyiz.</div>
<div class="MsoNormal">
20. YÜZYILDA IRKÇILIK</div>
<div class="MsoNormal">
Tarihin gördüğü en büyük iki kitlesel savaşın yaşandığı 20.
yüzyılı tarihçi Eric Hobsbawm ‘Aşırılıklar Çağı’ olarak tanımlar. 28 Temmuz
1915’te Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilân etmesi ile 14 Ağustos 1945’te
Japonya’nın ilk nükleer bombanın patlamasından dört gün sonra kayıtsız şartsız
teslim olması arasında geçen otuz bir yıllık dünya çatışması sırasında, her ne
kadar bazı kritik anlar olduysa da insanlık sona ermedi (HOBSBAWM, 2012, 26)</div>
<div class="MsoNormal">
Hobsbawm’ın dediği gibi insanlık sona ermedi ama çok büyük
yıkımlar yaşadı. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı konumuz dışında kalsa da
yarattığı sonuçlar itibariyle İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında yer
alması bakımından önemlidir.</div>
<div class="MsoNormal">
Hiç kuşkusuz Nazizm ve Faşizm’in yükselişinde Birinci Dünya
Savaşı sonrasında imzalan Versailles Anlaşması’nın yarattığı sonuçların payı
büyüktür[10]. Anlaşma gereğince Almanların kontrolündeki <st1:state w:st="on">Alsace</st1:state>
– <st1:state w:st="on">Lorraine</st1:state>
bölgesi Fransız yönetimine bırakılacaktı[11]. Birinci Dünya Savaşı’ndaki
mağlubiyet sonrası yıkılan Alman İmparatorluğu’nun yerine kurulan Weimar
Cumhuriyeti büyük zorluklarla karşı karşıyaydı. En önemli gelir kaynaklarını
kaybeden ordusu lağvedilen Almanya’da bu durum halk nezdinde büyük tepki
topladı[12]. Dünya ekonomisinin 1929’da yaşadığı ‘Büyük Buhran’dan çok daha
önce iktisadi krizler yaşayan Almanya enflasyon artışının bir türlü
önleyemiyordu[13]. İşsizlik had safhadaydı[14] Bu koşullar altında ülkede
radikal oluşumlar dikkat çekmeye ve ön plana çıkmaya başladı. Özellikle Alman
ulusunun hakarete uğrayıp ezildiğini düşünenlerin çokluğu aşırı sağın
güçlenmesine uygun zemin yaratmaktaydı. Nitekim de öyle olmuştu.</div>
<div class="MsoNormal">
Avusturya doğumlu olan ve başarısızlıkla sonuçlanan bir
ressamlık kariyeri sonrası savaşta aldığı başarı madalyası ile birlikte Münih’e
gelen Adolf Hitler başlarda istihbaratın bir muhbiri olarak aşırı
fraksiyonların toplantılarına katılıp raporlar yazmaya başlamıştı. Zamanla
Münih’teki bira salonlarındaki bu söyleşilerde söz de almaya başlayan Hitler
gün geçtikçe daha büyük kitlelere hitap etmeye başlamıştı. Nihai ismi
Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterparei[15] olan NSDAP’nin 1921’de başına
geçen Hitler, parti programında belirgin değişikliklere gitti. Nazizm adını
alan görüşler her ne kadar başlarda sokak aralarında destek bulsa da seçimlerde
beklediği başarıyı gösteremedi[16]. Aynı dönemde General Ludendorff ile
birlikte bir darbe teşebbüsünde bulunulsa da beklenen desteğin gelmemesi sonucu
girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve Hitler kısa bir süre hapis cezası aldı.
Ancak bu süre zarfında parti, saldırı birlikleri (SA) ve güvenlik birimleri
(SS) gibi yapılanmalarıyla güçlü bir organizasyon oluşturarak güç toplamaya
başladı.</div>
<div class="MsoNormal">
NSDAP bu dönemde halk nezdinde bilinirliğini artırmak ve
görüşlerini anlatmak için Volkisher Beobachter isimli bir gazete yayınlamaya
başladı. Gazetede genelde Versailles Anlaşması, ekonomik kriz, işsizlik ve
partinin kurtuluş reçeteleri yer almaktaydı. Bu çerçevede Hitler hayatını ve
doktrinlerini anlattığı ‘Mein Kampf’ (Kavgam) isimli kitabı kaleme aldı. Kitapta
aynı dönemde bir benzeri de İtalya’da ortaya çıkan Nazizm’in[17] temel ilkeleri
de yer almaktaydı. Siyaset skalasının aşırı sağ ucunda yer alan partinin
görüşleri 1929’da ülkeyi etkisi altına alan kriz ile birlikte toplumun
genelinde ilgi görmeye başladı. Özellikle bu dönemde artan işsiz sayısı
partinin aldığı oy oranı ile doğru orantılıydı.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiKDbWoxBJwEfMAO5gsLrZrnXN6DBcTmjREK-otas1uK7POEsYICVUHtH-GmBTw4oMf3rE67Vx9v-R6_zrpOSpCvfHPy7N4ZqHxvTAJwvPJ-xftj099MshUjiEZ8xuA_Jn9vJsJ2FKBPbb/s1600/images+%25282%2529.jpe" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="203" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiKDbWoxBJwEfMAO5gsLrZrnXN6DBcTmjREK-otas1uK7POEsYICVUHtH-GmBTw4oMf3rE67Vx9v-R6_zrpOSpCvfHPy7N4ZqHxvTAJwvPJ-xftj099MshUjiEZ8xuA_Jn9vJsJ2FKBPbb/s400/images+%25282%2529.jpe" width="400" /></a>31 Temmuz 1932’de yapılan seçimlerde NSDAP geçerli oyların
%37.4’ünü elde etti[18]. Başbakanlık koltuğuna oturan Adolf Hitler,
Cumhurbaşkanı Hindenburg’un 2 Ağustos 1934 vefat etmesi üzerine
cumhurbaşkanlığı görevini de üstlendi. Böylece Almanya’da Hitler
diktatoryası[19] başlamış oldu. Daha öncesinde Katolik Klisesi[20] ile anlaşıp
Milletler Cemiyeti’nden ayrılma kararı alan Hitler’in bu dönemdeki ikinci ses
getiren ve gelecekte yaşanacaklara dair ipucu veren uygulaması Reichtag Yangını
sonrası Komünist Partisi’ni kapattırması oldu. Böylece muhalefetin parlamento
ayağı susturulmuş oldu.</div>
<div class="MsoNormal">
Öte yandan yine 1933’te Dachau’da ilk toplama kampı açıldı.
Açılma nedeni olarak siyasi suçluları barındırılması olarak beyan edilse de
kampa getirilenlerin çoğunun Yahudi olması bir tesadüf değildi.</div>
<div class="MsoNormal">
Hitler gençlik yıllarını yaşadığı Viyana’da antisemitist
fikirlere ilgi duymaya başlamıştı. Wilhelm Marr’ın eserlerini okuyan ve
bunlardan oldukça etkilenen Hitler bu sayede antisemitizmin kavramsallaşmış
haliyle tanışmış oldu. Sonraki dönemlerde Alman besteci Wagner’in Parsifal[21]
isimli operasıyla tanışan Hitler, üstün Alman Irkı kavramından etkilendi.
Şüphesiz Hitler’in ırkçı ve antisemitist fikirlerinin oluşmasındaki tek etken
bu sanat yapıtı değildi. Olayın toplumsal temeli çok daha derine dayanmaktaydı.
Yüzyıllardır Avrupa’da değişik şekillerde varlık gösteren antisemitizm’in
Marr’ın kavramsallaştırması ve bundan etkilenen Hitler’in bunu tatbik edecek
güce erişmesiyle birlikte tarihin gördüğü en büyük ve sistematik soykırımına
dönüştü. 1933’te Dachau Toplama Kampı’nın açılması ile başlayan süreç 10 Kasım
1938 gecesi Kristallnacht[22] olarak adlandırılan pogrom sonrasında
terminolojide geçen şekliyle Holocaust boyutuna ulaştı. Bu süreci hızlandıran
etkenlerden biri de 15 Eylül 1935’te <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
edilen Nürnberg Yasaları[23] olmuştur.</div>
<div class="MsoNormal">
İbranice Ha-shoa (Felaket) olarak adlandırılan Holocaust
1945 yılında Almanların teslim olmalarına kadar devam etmiştir. <st1:city w:st="on">Dachau</st1:city> ve <st1:place w:st="on">Auschwitz</st1:place> gibi
toplama kamplarında altı milyona yakın Yahudi’nin yanı sıra, Çingeneler,
eşcinseller, muhalifler, komünistler öldürülmüştür. Sistematik bir biçimde
gerçekleşen bu katliamların yanı sıra Nazi Öjenizmi ile birlikte Alman olmalarına
rağmen ‘Ari Irkın Saflaştırılması’ çerçevesinde özürlüler de bu kamplarda
öldürülmüşlerdir.</div>
<div class="MsoNormal">
Savaşın hemen ardından Ekim 1945’te Nürnberg’de kurulan
savaş ve insanlık suçları mahkemesinde sağ yakalanan Nazi Almanyası Dönemi
yöneticilerinin çoğu idam cezasına mahkûm edilirken bir kısmı da ömür boyu
hapis cezası aldı. Berlin’in düşmesinden hemen önce intihar <st1:city w:st="on">eden</st1:city> bu olayların baş sorumlusu Adolf Hitler
ise yargılamadan kurtulmuş oldu. Bin yıllık Reich’ı ilân <st1:city w:st="on">eden</st1:city> Hitler sonrası dönemde Almanya ikiye ayrıldı
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile gerçekleşen birleşmeye kadar Federal
Almanya ve Demokratik Almanya olarak ikiye ayrılan ülkede derin ekonomik ve
kültürel farklılıklar oluştu.</div>
<div class="MsoNormal">
Seçimlerle iktidara gelen, halkın büyük desteğini alan
Hitler güttüğü ırkçı politikalar sonucu hem kendi ülkesinin hem de Avrupa’nın
neredeyse tamamının harabeye dönmesine neden oldu. Elde edilen bulgulara göre
savaşta 60 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Irkçılığın ulaştığı
boyutlar neticesinde dünyada buna karşı refleksler oluşmaya başladı. Savaş
sonrası Avrupa’nın belli başlı ülkeleri kolonyal ve ırkçı geçmişleri ile bir
şekilde hesaplaşma yoluna gitti. Britanya ve Fransa uzun yıllardır kontrol
ettikleri sömürgelerinden yavaş yavaş çekilmek zorunda kaldılar.</div>
<div class="MsoNormal">
Özellikle savaşın ve yakımın baş sorumluları olan Almanya ve
İtalya’da uzun yıllar boyunca aşırı sağ oluşumlar hem yasal hem de halk
nezdinde engellendi. Faşist eğilimli partiler kurulsa da kısa sürede kapatıldı.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
GÜNÜMÜZ AVRUPASI’NDA IRKÇILIK</div>
<div class="MsoNormal">
Tarihin gördüğü en büyük yıkımlarından birine sahne olan
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’dan Fransa’ya kadar geniş bir dünya
coğrafyası kalkınmaya yöneldi. Özellikle Avrupa hem kendi öz kaynakları hem de
Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen <st1:city w:st="on">Marshall</st1:city>
yardımları ile bir kalkınma hamlesi başlattı[24].</div>
<div class="MsoNormal">
Harabeye dönen şehirlerin yeniden imarı için gereken insan
gücünün karşılanması noktasında çeşitli sorunların baş göstermesi üzerine başta
Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi misafir işçilere kapılarını açtı[25].
Özellikle ulus devletleşme ve sömürgelere sahip olma yarışında geride kalan
Almanya’nın tek çaresi kapılarını bu işçilere açmak oldu.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu dönemlerde özellikle inşaat sektörü ve fabrikalarda
istihdam edilen bu yabancı işçilerin geldikleri ülkelerde kalıcı olmaya
başlamaları ile birlikte bir entegrasyon sorunu ortaya çıktı. Entegrasyon
konusunda yaşanan sorunlar özellikle 90’lı yıllarda uyanışa geçen ve aşırı sağ
uçlarda toplanmaya başlayan ırkçıların kendilerine yeni bir hedef seçmelerine
neden oldu. Bu noktada iki ayrım yapmak gerekmektedir. Birincisi doğrudan
fiziki saldırı şeklinde sonuçlanan ırkçı şiddet[26]; ikincisi de sırf göçmen
olmaları sebebiyle kişileri işe almama, ona ait iş yerinden alışveriş yapmama,
okulda dışlama gibi daha düşük yoğunluklu ırkçı yaklaşımlar. Nüfusa
oranlandığında Avrupa’nın en yoğun göçmen topluluklarına sahip olan Fransa,
Almanya, İngiltere, İsviçre, Avusturya, Hollanda, Belçika, İsveç ve Danimarka
gibi ülkelerde bu dönemlerde değişik isimler altında ırkçı eğilimli gruplar
partileşme süreçlerine girdiler[27]. Irkçı şiddetin hedeflediği etnik gruplar
da ülkeden ülkeye farklılıklar gösteriyor. Bazı ülkelerde eski sömürgelerden
gelen azınlıklar hedefleniyor. Fransa’daki Cezayirli asıllılar, İngiltere’deki
Asya ve Karayip kökenliler ırkçı saldırıların ana hedefi oluyorlar. Kimi
ülkelerde göçmenler ve aileleri, Almanya’da Türkler, Belçika’da Türk ve
Faslılar hedefteki unsurlardır (TAŞ, 1999, 91).</div>
<div class="MsoNormal">
Bu saldırılar karşısında aşırı sağcı partilerin takındıkları
tutum mevcut gerilimi azaltmaya yönelik olmayıp tam tersi saldırganları savunma
eğilimindedir. Örneğin Şubat 1995 yılında Fransa’da, Kamerun asıllı İbrahim Ali
isimli bir Fransız vatandaşının öldürülmesi ülke gündemini meşgul ederken
Ulusal Cephe lideri Le Pen olaya farklı bir açıdan yaklaşır. Le Pen, bu ırkçı
saldırıların Fransa’nın fazla mülteci bulundurmasından kaynaklandığını savundu.
Bu algıyı aşırı sağcı liderlerin tamamında görmemiz mümkündür. Bir kıyaslama
yapacak olursak günümüzün ırkçı liderlerinin Hitler’in söylemlerine yakınlık
arz ettiğini görürüz. Ekonomik ve güvenlik odaklı argümanlar yabancı düşmanlığı
(xenophobia), islamophobia[28] gibi günümüzün ırkçı sorunlarının altında yatan
nedenlerdir.</div>
<div class="MsoNormal">
IRKÇI SALDIRILARIN NEDENLERİ</div>
<div class="MsoNormal">
İkinci Dünya Savaşsı sonrası Avrupa’da kesintiye uğrayan
ırkçı eğilimler 90’lı yıllardan itibaren artış göstermeye başladı. 1930’lardaki
antisemitist yapısının dışına da çıkan günümüz ırkçı eğilimleri özetle ‘o
ülkeden olmayan’ ama genelde de ‘Avrupa kültürü’ dışındakileri tehdit
etmektedir[29]. Irkçı saldırıların artma nedenlerini üç ana başlık altına
toplayabiliriz. Göçmenlerin niceliksel artışları, yaşanan ekonomik kriz,
ülkelerin ulusal kimlik (TAŞ, 1999; 93 – 4).</div>
<div class="MsoNormal">
1. Göçmenlerin Niceliksel Artışları</div>
<div class="MsoNormal">
Günümüz Avrupası’nda ırkçı eğilimler ve saldırıların gözle
görülür biçimde artışının altında yatan nedenlerden biri bu ülkelerdeki
göçmenlerin sayısındaki artıştır. Bu göçmen gruplar içinde akademisyenden,
taksi şoförüne, parlamenterden inşaat işçisine veyahut devlet yardımı ile
geçinen mültecilere kadar çok geniş bir yelpazede insanlar yer almakta. Avrupa
nüfusunun yaşlanan bir grafikte seyretmesi bu sonucu kaçınılmaz kılıyor. Bu
konuda yaygın görüş göçmenlerin kalkınma açısından önemli olduğu ama sayılarının
kontrol altında tutulması gerektiğidir.</div>
<div class="MsoNormal">
Avrupa’da en yoğun göçmen nüfusa sahip ülke olan Almanya
ırkçı saldırıların da en fazla yaşandığı yer konumunda. Aşırı sağ parti üyeleri
ya da neo-nazi[30] sempatizanları olarak tanımayabileceğimiz bu kişiler 19993
yılında Almanya’nın <st1:city w:st="on">Solingen</st1:city>
şehrinde bir Türk ailesinin evini ateşe verdiler. Olayda aynı aileden beş kişi
yaşamını yitirdi.</div>
<div class="MsoNormal">
30 Nisan 1994 tarihinde Köln’ün Nippes semtindeki bir
okulda, Türk çocuklar için özel derslerin yapıldığı sınıf tahrip edilmiş,
Türkçe kitap ve bayraklar yırtılmış, Atatürk resimleri parçalanmış, ders
malzemeleri tahrip edilmiş ve duvarlara gamalı haç işaretleri çizilmiştir. 9
Haziran 2004 tarihinde, Nasyonal Sosyalist Yeraltı adlı neo-Nazi örgütünce
Köln’ün Mülheim semtindeki Türk kökenli esnafların ağırlıklı olarak bulunduğu
Keup caddesinde bombalı saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırıda biri ağır olmak
üzere 22 kişi yaralanmıştır. 20 Mart 2008 tarihinde Diyanet İşleri Türk İslam
Birliği Idstein Camiinin duvarına neo-Nazi simgeleri çizilmiş ve ırkçı
sloganlar yazılmıştır. 2010 yılında Berlin’in en büyük camisi olan Şehitlik
Camiine yönelik dört kundaklama girişimi yapılmıştır. Caminin bir bölümünde
maddi hasar meydana gelmiştir (TBMM İHİK, 2012; 31).</div>
<table border="1" cellpadding="0" cellspacing="0" class="MsoNormalTable" style="border-collapse: collapse; mso-padding-alt: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 407px;">
<tbody>
<tr>
<td style="border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 49.5pt;" valign="top" width="66">
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 35.25pt;" valign="top" width="47">
<div class="MsoNormal">
2001</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2001</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2002</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2003</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2004</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2005</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2006</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2007</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2008</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
2009</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 49.5pt;" valign="top" width="66">
<div class="MsoNormal">
Avusturya</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 35.25pt;" valign="top" width="47">
<div class="MsoNormal">
291</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
301</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
261</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
264</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
189</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
188</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
204</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
280</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
333</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
356</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 49.5pt;" valign="top" width="66">
<div class="MsoNormal">
Almanya</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 35.25pt;" valign="top" width="47">
<div class="MsoNormal">
–</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
10054</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
10902</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
10792</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
12051</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
15361</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
17597</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
17176</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
19894</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
18750</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 49.5pt;" valign="top" width="66">
<div class="MsoNormal">
Fransa</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 35.25pt;" valign="top" width="47">
<div class="MsoNormal">
207</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
198</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
173</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
148</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
461</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
419</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
301</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
247</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
129</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
181</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 49.5pt;" valign="top" width="66">
<div class="MsoNormal">
İsveç</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 35.25pt;" valign="top" width="47">
<div class="MsoNormal">
566</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
392</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
324</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
448</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
306</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
283</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
272</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
387</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
667</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 42.75pt;" valign="top" width="57">
<div class="MsoNormal">
538</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
Yukarıda yer alan tabloda[31] 2000 – 2009 yılları arasında
Avrupa’nın en fazla göçmene sahil dört ülkede ırkçı motifli saldırıların
yıllara göre sayısı yer almakta. Görüldüğü üzere Almanya’daki saldırılar
karşılaştırma yapılan diğer ülkelere oranla bir hayli fazla. Yine bu dönemde
artık Avrupa beslenme kültürüne de yerleşmiş olan döner satan lokantalara da
söz konusu.</div>
<div class="MsoNormal">
2. Ekonomik Krizler</div>
<div class="MsoNormal">
NSDAP’ın Almanya’daki kriz ortamından doğup oylarını
büyüttüğünü hatırlayacak olursak benzer bir durumun o boyutlara ulaşmasa da
90’lar sonrasında da yaşandığını söyleyebiliriz. Ancak ırkçılığın kriz sonrası
dönemlere denk gelen artış trendi, bu düşüncenin kökleşmiş olduğu yerlerde
görülmekteydi. Örneğin Danimarka’da yaşanan ekonomik durgunluğun müsebbibi
olarak göçmenler gösterilmezken Almanya’da bu tarz bir korelâsyonun kurulmuştu.
Almanya’da yapılan kamuoyu araştırmalarında özellikle genç nüfus arasında
işsizliğin ve krizin nedeni olarak göçmenler görülmektedir.</div>
<div class="MsoNormal">
3. Irkçı Şiddet ve Ulusal Kimlik</div>
<div class="MsoNormal">
Burada karşımıza özellikle Almanya ve Avusturya’daki bir
anlamda kökleşmiş olan ırkçı düşünce çıkıyor. Kullanılan başlık itibariyle bir
genelleme içeriyor gibi gözükse de tarih ve güncel istatistikler bu yargıyı
doğrular nitelikte. Modern anlamda kavramsallaşmış ırkçı düşüncelerin ortaya
çıktığı bu coğrafya haliyle günümüzde de bu fikriyatın taraftar bulmasına neden
oluyor. Yine de primitif manada Avrupa’nın geneli için benzer şeyleri de
söylememiz mümkün. Ortaçağ boyunca Avrupa’nın genelinde Yahudilerin ve
Çingenelerin yaşadığı zorluklar, günümüzde pek dile getirilmese de İspanya’da
Endülüs Araplarının tıpkı Yahudiler gibi maruz kaldıkları şiddet daha sonraları
bu coğrafyalarda girişilecek olan homojenleştirme ve uluslaştırma
politikalarının ve onun doğal sonucu olan ırkçı yaklaşımların doğmasına neden
oldu.</div>
<div class="MsoNormal">
AVRUPA’DAKİ AŞIRI SAĞCI PARTİLER</div>
<table border="1" cellpadding="0" cellspacing="0" class="MsoNormalTable" style="border-collapse: collapse; mso-padding-alt: 0cm 0cm 0cm 0cm; width: 348px;">
<tbody>
<tr>
<td style="border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" valign="top" width="205">
<div class="MsoNormal">
Ülke</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" valign="top" width="205">
<div class="MsoNormal">
Parti</div>
</td>
<td style="border-left: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" valign="top" width="205">
<div class="MsoNormal">
Son seçimde aldığı oy oranu</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
İsviçre</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
İsviçre Halk Partisi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%29</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Norveç</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
İlerici Parti</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%29</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Finlandiya</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Gerçek Finlandiyalılar Partisi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%19</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Fransa</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Ulusal Cephe</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%18</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Avusturya</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Avusturya Özgürlük Partisi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%17,5</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Macaristan</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Jobbik, Daha İyi Bir Macaristan Hareketi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%17</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Hollanda</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Özgürlükler Partisi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%15</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Danimarka</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Danimarka Halk Partisi</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%12,3</div>
</td>
</tr>
<tr>
<td style="border-top: none; border: solid #EDEDED 1.0pt; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Yunanistan</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
Altın Şafak</div>
</td>
<td style="border-bottom: solid #EDEDED 1.0pt; border-left: none; border-right: solid #EDEDED 1.0pt; border-top: none; mso-border-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-left-alt: solid #EDEDED .25pt; mso-border-top-alt: solid #EDEDED .25pt; padding: .75pt 3.0pt .75pt 3.0pt; width: 153.75pt;" width="205">
<div class="MsoNormal">
%7</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div class="MsoNormal">
Yukarıdaki tabloda[32] 2012 yılında Avrupa genelinde yapılan
yerel, genel veyahut cumhurbaşkanlığı[33] seçimlerinde aşırı sağcı partilerin
aldığı oy oranları görülmektedir.</div>
<div class="MsoNormal">
Avusturya Özgürlük Partisi</div>
<div class="MsoNormal">
1999 seçimlerinde %27 oy alarak zirveye çıkan parti, 2008
seçimlerinde bir önceki seçime göre oy oranını artırarak %17,5 oy almıştır.
Üçüncü parti konumundaki AÖP son yapılan kamuoyu yoklamalarında ise ülkedeki
birinci parti olarak görülmektedir. Neo-Nazi söylemleriyle bilinen bir parti
olan AÖP, yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığını ön planda tutmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Danimarka Halk Partisi</div>
<div class="MsoNormal">
2011 seçimlerinde 430 bin oy ile %12,3 oranında oy alan
Danimarka Halk Partisi aşırı sağcı bir parti olarak tanımlanmaktadır. Yabancı
karşıtlığını açıkça dile getiren parti, çok kültürlü topluma karşı çıkmakta ve
yabancıların asimile edilmesi gerektiğini savunmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Ulusal Cephe (Fransa)</div>
<div class="MsoNormal">
Jean-Marie Le Pen tarafından kurulan parti 1986’ya kadar
Meclis’te idi. Ancak baraj sistemi ile bu tarihten sonraMeclis’e
girememiştir. Partinin temel politikası göçmen karşıtlığı
üzerinedir. Nitekim Le Pen ırkçı söylemleri nedeniyle çok defa ceza
almıştır. Parti son yıllarda söylemini “İslam karşıtlığı” üzerine kurmuştur.
Partinin yeni lideri Jean-Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen 22 Nisan 2012
yılında ilk turu yapılan Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminde 6 milyon oy ile %18
oranında oy alarak üçünü sırada yer almıştır. 2007 genel seçimlerinde partinin
oy oranı %4,3 idi.</div>
<div class="MsoNormal">
Özgürlükler Partisi (Hollanda)</div>
<div class="MsoNormal">
Liderliğini aşırı sağcı Geert Wilders’ın yaptığı Özgürlükler
Partisi söylemleriyle İslam, Türkiye ve yabancı düşmanlığını öne çıkarmaktadır.
2006 seçimlerinde %6 oy alan parti, 2010 yılı seçimlerinde %15 oranına tekabül <st1:city w:st="on">eden</st1:city> 1,5 milyon oy ile
üçüncü büyük parti konumuna yükselmiştir.</div>
<div class="MsoNormal">
İsviçre Halk Partisi</div>
<div class="MsoNormal">
Parti son seçimlerde aldığı %29 oy oranı ile birinci
sıradadır ve İsviçre tarihinde tek başına en çok oy almış parti konumundadır.
Yabancılara yönelik sert kısıtlayıcı önlemleri savunan parti 2009 yılında
minare yasağının da mimarıdır. Parti ülkede ırkçılığın cezalandırılmasına karşı
çıkmakta ve ırkçılığa karşı mücadele komisyonunun kaldırılmasını savunmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Jobbik (Daha İyi Bir Macaristan Hareketi)</div>
<div class="MsoNormal">
Parti, söylemleri ve taraftarlarının eylemleri nedeniyle
Çingene ve eşcinsel düşmanı olarak tanımlanmaktadır. Partinin oy oranı 2006
yılında %2 iken 2010 yılı genel seçimlerinde %17’ye yükselmiştir. Parti
ülkenin en büyük üçüncü partisidir.</div>
<div class="MsoNormal">
İlerici Parti (Norveç)</div>
<div class="MsoNormal">
Ülkenin en büyük ikinci partisi olan İlerici Parti %29
oranına sahiptir. Parti yabancı sığınmacılara karşı sert önlemler alınmasını ve
yabancıların aile birleşimlerinin kısıtlanmasını savunmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Altın Şafak (Yunanistan)</div>
<div class="MsoNormal">
Avrupa ülkelerinin parlamentolarındaki en aşırı sağcı parti
olarak nitelenen Altın Şafak Partisi, neo-Nazi ve faşist olarak tarif
edilmektedir. Parti taraftarlarının zaman zaman göçmenlere ve etnik gruplara
karşı şiddet içerikli eylemlerine rastlanmaktadır. Amblemi Nazi sembolünü
çağrıştıran Parti, 2012 yılı Mayıs ayında yapılan genel seçimlerde ekonomik
krizin de etkisiyle %7 oy ile 21 sandalye alarak ilk kez parlamentoya girmeye
hak kazanmıştır[34].</div>
<div class="MsoNormal">
SONUÇ</div>
<div class="MsoNormal">
Modern egemenlikten emperyal egemenliğe geçişin bir
göstergesi, toplumumuzda ırkçılığın biçiminde görülen değişimdir. Her şeyden
önce ırkçılığın genel çizgilerini tespit etmenin giderek güçleştiğini belirtmek
zorundayız. Aslında politikacılar, medya ve hatta tarihçiler sürekli olarak
modern toplumlarda –köleliliğin sona ermesinden kolonyalizme karşı mücadelelere
ve sivil haklar hareketlerine giden dönemde- ırkçılığın hızla azalmakta
olduğunu anlatırlar. Irkçılığın belli özgün geleneksel pratikleri kuşkusuz
azalmıştır ve Güney Afrika’da apartheid yasalarının kaldırılması bütün bir ırk
ayrımı çağının simgesel kapanışı olarak görmek cazip gelebilir. Gelgelelim,
bize göre ırkçılık gerilememiştir, tam tersine çağdaş dünyada hem genişlik hem
de şiddet bakımından fiilen ilerlemeler kaydetmektedir. (HARDT – NEGRI, 2012;
200)</div>
<div class="MsoNormal">
Yukarıda “İmparatorluk” adlı ortak çalışmalarında Hardt ve
Negri ırkçı düşüncelerin pratikte azalma göstermediğini savunmaktalar.
Elimizdeki verilere bu argümanları destekler nitelikte. Üstelik eskiden
ırkçılık Avrupa merkezli bir yaklaşımken günümüzde dünya geneline yayılmış
durumdadır. Bilindiği üzere ırkçılık ve daha sonraları bunun değişik modellere
evrilmiş halleri yüzyıllardır Avrupa’da ve Avrupalıların hâkimiyet kurduğu
Amerika, Afrika, Asya ve Okyanusya’da derin yaralar açmıştır. Amerika Birleşik
Devletleri’nde Klu Klux Klan gibi örgütlerin Afro-Amerikanlara uyguladığı
şiddet ve uzun yıllar boyunca köleliliğin hukuken ortadan kaldırılmasına rağmen
devlet tarafından güdülen ayrımcı politikalar günümüzde azalma yaşasa da
Kennedy dönemi öncesindeki olayların günümüzde de tekrarlanmadığı anlamına
gelmiyor. Devletin bu ayrımcı tutumu terk etmesi bireysel ırkçı şiddettin ve
yabancı düşmanlığın önüne geçilmesinde tek başına yeterli olmamaktadır. Tabii
daha öncesine baktığımızda Amerika kıtasının genelindeki yerlilere karşı
İngiliz, İspanyol, Portekiz ve Fransız gibi Avrupalı sömürgecilerin
uyguladıkları katliamlar da ırkçı hareketler olarak <st1:city w:st="on">kabul</st1:city> edilebilir. Benzer katliamlar ve
ayrımcılıklar Güney Amerika Cumhuriyeti’ndeki apartheid uygulamaları ile
görmemiz mümkündür.</div>
<div class="MsoNormal">
Bu önemli sorunun çözülmesinde tarihin utanç dolu
dönemlerine bakılması, eğitim ve bu eğitim ile birlikte diyalogun sağlanması
önemli yer tutmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
Gün TAŞ</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhowTfH_Zay_navC4IsY2ETWddUxKWJ0h1ahQKrRvn3Yo-k78LCAj5McYMLNdbdIzH3zpfbX6OzkuZQ3EUqZCtOx3TJ08rnGqMFiuCVaKMn-26IsfE8UP-jqEnSAUOSvrH4YZmm8VKTVQS4/s1600/birgul_ayman_guler_1122.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="162" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhowTfH_Zay_navC4IsY2ETWddUxKWJ0h1ahQKrRvn3Yo-k78LCAj5McYMLNdbdIzH3zpfbX6OzkuZQ3EUqZCtOx3TJ08rnGqMFiuCVaKMn-26IsfE8UP-jqEnSAUOSvrH4YZmm8VKTVQS4/s320/birgul_ayman_guler_1122.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
KAYNAKÇA</div>
<div class="MsoNormal">
ALPKAYA, Gökçen – ALPKAYA Faruk, “20. yy Dünya ve Türkiye
Tarihi” Tarih Vakfı Yayınları 2004</div>
<div class="MsoNormal">
BALIBAR, Etienne – WALLERSTEIN, Immanuel, “Irk, Ulus,
Sınıf” Metis Yayınları 2007</div>
<div class="MsoNormal">
BEREND, Ivan, “20. Yüzyıl Avrupa İktisat Tarihi” İş
Bankası Kültür Yayınları 2011</div>
<div class="MsoNormal">
BERNASCONI, Robert, “Irk Kavramını Kim İcat
Etti?” Metis Yayınları 2007</div>
<div class="MsoNormal">
HARDT, Michael – NEGRI, Antonio,
“İmparatorluk” Ayrıntı Yayınları 2012</div>
<div class="MsoNormal">
HOBSBAWM, Eric, “Milletler ve
Milliyetçilikler” Ayrıntı Yayınları 2010</div>
<div class="MsoNormal">
HOBSBAWM, Eric, “Kısa 20. Yüzyıl 1914 – 1991
Aşırılıklar Çağı” Everest Yayınları 2012</div>
<div class="MsoNormal">
HEYWOOD, Andrew, “Siyaset” Liberte
Yayınları 2006</div>
<div class="MsoNormal">
KULA, Onur Bilge, “Batı Felsefesinde Oryantalizm ve
Türk İmgesi” İş Bankası Kültür Yayınları 2010</div>
<div class="MsoNormal">
MEMMI, Albert, “Sömürgecinin Portresi
Sömürgeleştirilenin Portresi” Versus Yayınları 2009</div>
<div class="MsoNormal">
MICHEL, Henri, “Faşizmler” İletişim
Yayınları 2011</div>
<div class="MsoNormal">
ÖZBEK, Sinan, “Irkçılık” Notos Kitap 2012</div>
<div class="MsoNormal">
SAID, Edward, “Şarkiyatçılık” Metis Yayınları
2010</div>
<div class="MsoNormal">
STRAUSS, Claude-Levi, “Irk, Tarih ve
Kültür” Metis Yayınları 2007</div>
<div class="MsoNormal">
TAŞ, Mehmet, “Avrupa’da Irkçılık” İmge
Kitabevi 1999</div>
<div class="MsoNormal">
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu “2000-2006
Yıllarında Almanya’da Neo-Nazilerce İşlenen Cinayetler Hakkında İnceleme
Raporu” 2012</div>
<div class="MsoNormal">
THEMA Larousse, ” Siyaset” Cilt
1, Milliyet Yayınları 1994</div>
<div class="MsoNormal">
<hr align="left" size="0" width="33%" />
</div>
<div class="MsoNormal">
[1] Robert Bernasconi’nin ‘Irk Kavramını Kim İcat Etti’
kitabındaki bu alıntıyı John Locke’un ‘Yönetim Üzerine İki İnceleme’ adlı
eserinden yapmıştır.</div>
<div class="MsoNormal">
[2] Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek için Onur
Bilge Kula’nın ‘Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi’ isimli kitabına
bakılabilir.</div>
<div class="MsoNormal">
[3] Türk Dil Kurumu sözlüğündeki tanım esas
alınmıştır.</div>
<div class="MsoNormal">
[4] Bitkilerden hayvanlara dek uzanan bütün canlılar
âleminin sınıflandırılmasında, insan kuşkusu, basamakların zirvesine
oturtuluyor. Ama Linnaeus’nin bu en üst basamağa yerleştirdiği insan da çeşitli
cinslere ayrılıyor. Linnaeus, homo bölümlemesini ‘Geceinsanı’ (orangutan) ve
‘Gündüzinsanı’ (homo sapiens) olmak üzere ikiye ayırıyor: Vahşi, Avrupalı,
Amerikalı, Asyalı, Afrikalı ve hilkat garibesi (homo monstruosus). (ÖZBEK,
2012; 21)</div>
<div class="MsoNormal">
[5] Genel kanının dışına çıkan Claude Levi-Strauss,
Gobineau’nun tezleri hakkında şu görüşü dillendirmektedir. ‘Tarihin ırkçı
kuramların atası durumuna getirdiği Gobineau’nun, aslında ‘ırkların
eşitsizliği’ni niceliksel olarak değil niteliksel olarak ele aldığı unutulmamalıdır.
Ona göre başlangıçta ilkel denmeksizin insanlığı oluşturan ilk büyük ırklar
–beyaz, sarı, siyah- mutlak değerde, özgün yeteneklerinin farklılığı kadar
eşitsiz değillerdi’ (STRAUSS, 2007, 21)</div>
<div class="MsoNormal">
[6] Bu gibi düşünceleri, aslında başka fikirleri
genel <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
görmüş filozofların yazılarında da görmemiz mümkündür. Örneğin David Hume,
7148’de yazdığı ‘Ulusların Karakterleri’ denemesinde, ‘siyajlar ve öteki
yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdır’ deişti. Immanuel Kant,
1764’te ‘Yüce ve Güel Olanı Hissetme Üzerine Gözlemler’ başlıklı eserinde,
Afrika siyahlarının doğadan zekâ almadıklarını ileri sürmüştür. Hegel,
siyahların insanlığın yüzkarası olduğunu ve Afrika’nın dünya tarihinin bir
parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde herhangi bir gelişme
sergilemediğini ‘Tarih Felsefesi’ başlıklı yapıtında savunmuştur (TAŞ, 1999;
40)</div>
<div class="MsoNormal">
[7] Her ne kadar <st1:city w:st="on">Darwin</st1:city>
ile anılsa da Sosyal Darwinizm’in önderleri Herbert Spencer ve Thomas
Malthus’dur.</div>
<div class="MsoNormal">
[8] Sinan Özbek’in ‘Irkçılık’ isimli kitabında dile
getirdiği bu görüşler günümüzün önemli Marksist teorisyenlerinden olan Alex
Callinicos’a aittir. Bu bağlamda Callinicos 19. yüzyıldaki köleleştirme
hareketlerinin ırkçılık ve kapitalizmin doğası ile alâkalı olduğunu
savunmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
[9] Türkçede genel manada Afrikalıları tanımlamada
kullanılan zenci, Batı’da kullanılan ‘negro’dan farklı olarak herhangi bir
ırkçılık ya da aşağılama anlamı taşımaz.</div>
<div class="MsoNormal">
[10] Versailles Anlaşması Almanya’yı ekilebilir
arazilerinin %15’inden, demir cevherlerinin %75’inden ve kömür kaynaklarının %26’sından
mahrum bırakmıştı. Üretim kapasitesi demirde %44, çelikte %38 azalmış; Almanya,
ticaret filolarının yaklaşık %90’ını, tüm donanmasını, demiryolu taşıtlarının
büyük bölümünü ve yabancı yatırımlarının tümünü kaybetmişti. 1919 yılına
gelindiğinde, Alman sanayisinde üretim, 1913 yılı veriminin üçte birinden biraz
fazlaydı. 1923’te tüm sınai üretim, hâlâ savaş öncesi düzeyin yarısına
erişememişti (BEREND, 2011; 69)</div>
<div class="MsoNormal">
[11] Tarih boyunca Fransız – Alman çekişmesinin en
yoğun olarak yaşandığı bölge olan <st1:state w:st="on">Alsace</st1:state> – <st1:state w:st="on">Lorraine</st1:state> zengin yer altı
kaynakları nedeniyle de daima elde tutulması gereken bir bölge konumunda
olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında yeniden Almanya’nın kontrolüne geçen
bölge, savaş bittikten sonra nihai olarak Fransızlara verilmiştir.</div>
<div class="MsoNormal">
[12] Weimar Cumhuriyeti’nde hemen hemen bütün
Almanlar, komünistler dahil, Versailles Anlaşması’nın dayanılmaz
adaletsizliğine yürekten inanırdı ve bu anlaşmaya karşı mücadele bütün
partilerde kitleleri harekete geçiren elli başlı dinamiklerden biriydi. (HOBSBAWM,
2010; 172)</div>
<div class="MsoNormal">
[13] 1923’te Alman Markı aşırı değer
kaybetmişti. Öyle ki Ekim’de aylık enflasyon %29.500’e varmıştı. Bu dönemde
günlük eflasyon %20.9 olarak kaydedilmiştir. Bu da bir ürünün fiyatının üç
günde katlanması anlamına gelmekteydi.</div>
<div class="MsoNormal">
[14] 1929 yılında Almanya’da 1.500.000
olan işsiz sayısı 1932’de 6.000.000 civarındaydı. (MICHEL, 2011; 46)</div>
<div class="MsoNormal">
[15] Nasyonal Sosyalist Alman İşçi
Paritisi</div>
<div class="MsoNormal">
[16] 1924’teki seçimlerde NSDAP oyların
yüzde altısını alabilmişti. 1928’de yüzde 3.5 seviyesine indi. (MICHEL, 2011;
46)</div>
<div class="MsoNormal">
[17] Nasyonal Sosyalizm, faşizmin tarihsel olarak
kendisinden daha önce olmasına, onun kimi kurallarını ödünç almasına ve
Hitler’in her zaman Mussolini’ye hayranlık duymasına rağmen, bir örnek
oluşturmasının dışında faşizme fazla bir şey borçlu değildir. Faşizm ancak geç
bir dönemde antisemit olmuştur, toplama değil ama tutuklama kampları açmış,
SS’e benzer bir örgüt oluşturamamıştır ve Kilise’yi egemenliği altına almaya
kalkışmamıştır. Esasen demokrasi ve Marksizm düşmanlığında birleşmelerine ve
Versailles Antlaşmaları’nın gözden geçirilmesi için mücadele etmelerine rağmen
bu iki totaliter devlet, ittifak yapmadan önce uzun süre birbirlerine karşı
düşmanlık –özellikle Avusturya meselesinde- beslemişlerdir. Genellikle huzursuz
bir ittifakları olmuş ve son tahlilde yardımına koşmakla birlikte onu
küçümseyen Alman Nazizsmi, Faşizmin kalıntısı olan Salo Cumhuriyeti’ni tümüyle
emri altına almıştır. (MICHEL, 2011; 43)</div>
<div class="MsoNormal">
[18] 31 Temmuz 1932’de yapılan seçimlerden
birkaç ay sonra 5 Mart 1933 tarihinde halk yeniden sandık başına gitti. Bu
seçimlerde NSDAP oyların %43.9’unu kazanmıştır.</div>
<div class="MsoNormal">
[19] Avrupa’daki diktatörlükler Orta ve Doğu Avrupa
ile sınırlı değildi. 1926’da Portekiz’de Salazar askeri bir diktatörlük kurdu.
İspanya 1936’da iç savaşın ardından Franco diktatörlüğü altında yönetilmeye
başlandı. Bu iki ülkede de diktatörlükler 1970’lere kadar devam edecekti.
Savaştan sonra kurulan Baltık devletlerinden Litvanya’da 1926’da, Letonya ve
Estonya’da 1934’te diktatörlük rejimleri kuruldu. (ADALI, BARLAS, TEKELİ,
TİMUR, 2004; 111)</div>
<div class="MsoNormal">
[20] Almanya’nın dinsel dağılımına baktığımızda
ülkenin Katolik ve Lutherci yani Protestanlığa inandığını görmekteyiz. Başlarda
NSDAP genellikle Lutherci, kırsalda yaşayan orta halli vatandaşların oylarını
almaktaydı.</div>
<div class="MsoNormal">
[21] Wagner’in 1882’de bitirdiği eser, Parzival
isimli şovalyenin ‘Kutsal Kâse’yi arayışını anlatmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
[22] Naziler
tarafından 10 Kasım 1938 tarihinde Yahudilere karşı başlatılan saldırılar
sonucunda çok sayıda ev ve işyeri kullanılamaz hale getirildi. 3 gece süren bu
olaylar sonrasında 91 Yahudi öldürülmüş, 7500 dolayında işyeri yağmalanmış,
yüzden fazla da sinangog yakılıp yıkılmıştır. Olayların başlamasının nedeniyse
Polonyalı Yahudi bir gencin Paris’teki Alman Büyükelçiliği^ne saldırıp önüne
çıkan ilk kişi olan konsolos yardımcısını vurması olarak gösterilmiştir. Bunun
üzerine Goebbels halkı galeyana getirecek demeçlerde bulunmuştur. Olaylar
esnasında herhangi bir güvenlik gücünün, itfaiye veya ambulansın müdahale
etmemiş olması pogromun devlet destekli olduğunu kanısını güçlendirmiştir.</div>
<div class="MsoNormal">
[23] Nürnberg Yasaları
ile birlikte Alman – Yahudi ırk ayrımı kesin çizgilerle belirlenmiş oldu. Buna
göre Yahudilerin, Almanlarla evlenmeleri, doktor, eczacı gibi meslek
gruplarında çalışmaları yasaklanmıştı.</div>
<div class="MsoNormal">
[24] Dönemin Amerika Birleşik Devletleri
Dışişleri Bakanı olan George C. Marshall’ın geliştirdiği plan çerçevesinde
aralarında Türkiye, Almanya, Britanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka,
Portekiz, İtalya ve Yunanistan başta olmak üzere 16 ülkeye ekonomik yardım
öngörülüyordu. Marshall, 1948’de Harvard Üniversitesi’ndeki konuşmasında,
Avrupa’nın yeniden inşasına ve ‘ekonomik sağlığının yeniden normale dönmesine’
yardım etmek için 13 milyar dolarlık bir yardım paketinin, yani Marshall
Planı’nın duyurusunu yaptı (BEREND, 2011; 261).</div>
<div class="MsoNormal">
[25] Almanca Gastarbeiter
olarak adlandırılan misafir işçiler 1950’li yıllardan itibaren başta Türkiye,
Yunanistan, Yugoslavya ve İspanya’dan Federal Almanya Cumhuriyeti’ne geçici
olarak gelen işçileri tanımlamak için kullanılmaktaydı. Başlangıçta geçici bir
süreliğine buraya gelen işçilere zaman içinde ailelerini bulundukları yere
getirme izni verildi. Böylelikle aile birleşimleri gerçekleşti ve bu işçiler
başta Almanya olmak üzere diğer işçi kabul eden ülkelerde de kalıcı oldular.
Bugün o işçilerin torunları konumunda olan üçüncü jenerasyon bulundukları
ülkelerin ekonomilerinde, yönetimlerinde ve sanat alanlarında önemli konumlara
gelmiş durumdadırlar.</div>
<div class="MsoNormal">
[26] Herhangi bir saldırıda
hedeflenen kişi eğer etnik kimliği, dini inançları, milliyeti ve kültürü
dikkate alınarak seçilmişse bu eylem ırkçı eylem kategorisine girer. Irkçı
saldırı özünde kişiye değil kişinin bağı olduğu topluluğa ve bu topluluğa ait
binalara ve mallara yöneliktir (TAŞ, 1999; 90)</div>
<div class="MsoNormal">
[27] Bu dönemde faşist geçmişi olmasıyla
birlikte belirgin bir göçmen nüfusa sahip olmayan İtalya’daki ırkçı oluşumlar
genellikle otoriteryenlik, Roma İmparatorluğu geçmişine bağlılık ve
anti-komünizm ilkeleri etrafında toplanmıştır. Ancak yine de ülkedeki
mültecilerin ırkçı saldırılardan nasibini aldıklarını belirtmekte fayda var.</div>
<div class="MsoNormal">
[28]
İlk kez 1991’de tanımlanan ancak 11 Eyül’de New York’taki ikiz
kulelere gerçekleştirilen saldırılar sonrasında Batı’da yükselişe geçen
temelinde İslâm korkusu ve düşmanlığı yatan fikir.</div>
<div class="MsoNormal">
[29] Bu düşünceyi
etnosentrisizm şeklinde tanımlayabiliriz. Etnosentrisizm; İnsanın kendi
kültüründen gelen değerleri ve teorileri diğer gruplara ve insanlara uygulaması
(onlar, bu değerler ve teorilerle değerlendirmesi); etnosentrisizm
tarafgirliliği veya çarpıtmayı ima eder (HEYWOOD, 2006; 34)</div>
<div class="MsoNormal">
[30]
Savaş sorması Avrupa’da yeniden ortaya çıkan ırkçı
eğilimleri bir çatı altında toplayan genel tanım.</div>
<div class="MsoNormal">
[31] Kaynak; AB Temel Haklar Ajansı 2010
verileri.</div>
<div class="MsoNormal">
[32] Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan
Hakları İzleme Komisyonu’nun 2012 yılında kaleme aldığı rapora ait tablo.</div>
<div class="MsoNormal">
[33] Fransa’ya ait veri yapılan son
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarını yansıtmaktadır.</div>
<div class="MsoNormal">
[34] Listede yer alan bütün partilere ait son veriler
TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun 2012 yılında yaptığı çalışmadan
alınmıştır.</div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-3517578453052426222015-12-15T23:11:00.002-08:002015-12-15T23:11:28.518-08:00Direniş saflarında yer alan komünist kadın: Kızıl Saçlı Kız<div style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #67166b; line-height: 36px; margin: 15px 0px 25px;">
<span style="border-color: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border-style: initial; font-family: 'Playfair Display';"><img alt="" src="http://jinhahaber.link/staticfiles/1_mrk-30-11-15-kizil-sacli-kiz-Hannie-Schaft2.jpg" style="border: 0px; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: Arial; font-size: 14px; height: 316px; line-height: 22px; vertical-align: middle; width: 200px;" /></span><span style="font-family: Georgia, Times New Roman, serif;"><span style="color: #333333; line-height: 22px;">Fidan Yıldırım / JINHA</span><br />HABER MERKEZİ - "Kızıl saçlı kız" (Hannie Schaft) 2'inci Dünya Savaşı'nda direniş saflarında yer alan komünist bir direnişçi. İnandığı mücadele uğruna canını veren Hannie, cesur kadınlar kervanında Hollanda da anti-faşist mücadelede kazıdı ismini.<br /><br />Savaşların erkek işi olduğu dikta edilirken; direnişin mevzilerinde, sokak başlarında en ön saflarda, bazen hücre evlerinde bir daktilo masasının başında olan kadınlar vardır. Öğrenilmek istemezken isimleri onlar mücadeleye çoktan yön vermiştir bile. Ortak hafızadan bugünlere uzanan Hollandalı komünist bir direnişçi kadın "Kızıl saçlı kız"… 2'inci Dünya Savaşı sürecinde Hollanda'da ki anti-faşist mücadele içerisinde yer alan ve mücadelesi uğruna canını vermiş bir komünist kadın olan Johanna Schaft direniş saflarında gizli adı Hennie olsa da herkesin bildiği gibi "Kızıl saçlı kız" ismiyle efsaneleşti.<br /><br />Yahudilerle dostluk kurmasıyla mücadeleye atıldı<br /><br />16 Eylül 1920'de Hollanda'nın Haarlem şehrinde doğan Hannie'nin annesi barış ve sosyal adalet arayışçısı Hristiyan bir tarikat olan Mennonite'ye mensup, babası ise Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyesiydi. Hannie, Amsterdam Üniversitesi'nde hukuk okurken Philine Polak ve Sonja Frenk isimli iki Yahudi kızla arkadaş oldu. Bu arkadaşlık onun Yahudi karşıtı eylemlerden derinden etkilenmesine yol açtı. Almanya'nın 2. Dünya Savaşı sırasında Hollanda'yı işgal etmesi ardından üniversite öğrencileri işgal güçlerine sadakat belirten bir bildiriyi imzalamak zorundaydılar. Hannie, işgal güçlerine destek açıklamasını imzalamayı reddedince eğitimine devam etme olanağını yitirdi ve tekrar ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı. Bundan sonra Hannie direniş hareketine günden güne daha aktif katılmaya başladı ve Alman Nazi askerlerinden saklanmak zorunda olan insanlara kimlik kartları ve yiyecek kuponlarının temininde yardımcı oldu.<br /><br />Alman faşistlere karşı eylemlerdeydi<br /><br />Hannie, Hollanda Komünist Partisi ile sıkı ilişkileri olan "Direniş Konseyi" isimli harekete katıldı. Onu komünistlerle ilişkiye geçmeye iten neden, aktif bir direniş içinde olmalarıydı. Hannie, arkadaşı Truus ile birlikte Alman faşistlere, işbirlikçilere ve hainlere yönelik çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Almancayı akıcı bir şekilde öğrendi ve Alman askerlerle ilişki geliştirdi. Bundan dolayı kimi direnişçiler onu hain olarak değerlendirdi.<br /><br />"Direniş Konseyi"nin Velsen'deki bir alt örgütü grup liderlerinin izni olmadan bir çiftçiyi öldürünce, Hannie bunu yapanların isim listesini liderlerine getirdi. Bu listedeki kişilerin ismi daha sonra güvenlik güçlerine verildi- ki, bu kesinlikle ölüm anlamına geliyordu. Savaştan sonra bu olay özel bir komisyon tarafından incelemeye alındı.<br /><br />Hannie kum tepelerinde kurşuna dizildi<br /><br />Hannie, 17 Nisan 1945'de illegal komünist gazete "de Waarheid"i (Gerçek) dağıtırken Haarlem'deki bir askeri kontrol noktasında tutuklandı. Savaş sonunda işgalcilerle Hollandalı yetkililer arasında idamların durdurulması için bir anlaşmaya varılmasına karşın, savaşın bitmesinden üç hafta önce, Hannie tutuklandığı 17 Nisan 1945 tarihi Untitled-1nde Bloemendaal'daki kumullarda (kum tepeleri) kurşuna dizildi. Rivayete göre, iki adam onu oraya götürdü ve biri yakın mesafeden ateş etmesine karşın onu sadece yaralayabildi. Hannie, "Ben senden daha iyi ateş ederdim" deyince diğer adam onun yaşamına son veren atışı yaptı.<br /><br />422 erkek direnişçinin arasında tek kadın direnişçi: Hannie<br /><br />Savaştan sonra bu kumullarda 422 direnişçinin cesedi bulundu; 421'i erkek, 1'i kadındı: Hannie Schaft! Hennie, Hollanda Prensesi Juliana ve eşi Prens Bernard'ın da katılımıyla Overveen kumullarındaki "Erebegraafplaats Bloemendaal" onursal mezarlığına yeniden gömüldü. Daha sonra, Juliana kraliçeyken, Hannie'nin doğum yeri Harleem yakınındaki Kenau Park'ta onun anısına dikilen bronz heykelin açılışını yaptı. Hannie Schaft ayrıca "Wilhelmina Direniş Haçı" ve bir Birleşmiş Milletler nişanı ile de onurlandırıldı.<br /><br />10 bini aşkın kişinin Hannie'yi anmasına izin verilmedi<br /><br />2. Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetler Birliği'nin Nazizmin yenilgisindeki rolünün de etkisiyle komünist hareket kısa süreli bir popülarite kazandı. Ancak Doğu Avrupa'da Sovyet etkisi arttıkça emperyalist-kapitalist ülkelerde bu popülarite azalmaya başladı. Hollanda Komünist Partisi Hannie'yi bir sembol olarak andığı için onun da popülaritesi azalmaya başladı. Hatta 1951'de Hannie'nin mezarı başında anma töreni yapılması yasaklandı. Anmaya katılmak isteyen 10 bini aşkın kişi 4 tankın desteğindeki yüzlerce polis ve asker tarafından durduruldu. Yedi kişilik bir grup barikatı aşarak mezara ulaşmayı başardı ancak çan çalmalarıyla birlikte yakalanarak tutuklandılar. Ertesi yıldan itibaren komünistler aynı sahnelerin tekrar yaşanmaması için anmalarını Harleem'de yapmayı tercih ettiler.<br /><br />Hannie her Kasım ayında Harleem'de ulusal etkinlikle anılıyor<br /><br />Sonraki yıllarda Hollanda'da bazı okul ve yollara Hannie Schaft'ın adı verildi. Hannie ve diğer kadın direniş kahramanları adına bir vakıf kuruldu. (The Stichting Nationale Hannie Schaft-herdenking) Hannie hakkında yazılmış kitaplar ve yapılmış filmler vardır. Ineke Verdoner onun için bir şarkı yazmıştır. Yazar Theun de Vries onun biyografisini yazmış ve bu biyografiden esinlenilerek "Kırmızı Saçlı Kız" (Het Meisje met het Rode Haar) adlı bir film çevrilmiştir. Her yıl Kasım ayında Harleem'de gerçekleştirilen ulusal bir etkinlikte Hanny Schaft anılmaktadır.<br /><br />(dk) </span></div>
<div class="row" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #67166b; font-family: 'Helvetica Neue', Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 12px; line-height: 17.1429px; margin-left: -15px; margin-right: -15px;">
<div class="col-md-9" style="box-sizing: border-box; float: left; min-height: 1px; padding-left: 15px; padding-right: 15px; position: relative; width: 592.5px;">
<div style="box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: Arial; font-size: 14px; line-height: 22px; margin-bottom: 10px;">
<br /></div>
</div>
</div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-7217525432152741712015-12-06T19:33:00.000-08:002015-12-06T19:33:31.730-08:00Devlet’e Karşı Savaş: Stirner ve Deleuze’ün Anarşizmi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHBn3yOt210bsZ4kwou98plVxmeS2Y6_2Hro4jZ21vVr0DTw-Gs2hiH4pWZ9h_rslipthB0VKp1WzeA-5vjW5b0uwct10PLgsVYQYc7BCOlAaH2n_b7mVpEufBy58in1Oyfnfd_p2F8W6c/s1600/ScreenHunter_729+Dec.+07+11.04.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHBn3yOt210bsZ4kwou98plVxmeS2Y6_2Hro4jZ21vVr0DTw-Gs2hiH4pWZ9h_rslipthB0VKp1WzeA-5vjW5b0uwct10PLgsVYQYc7BCOlAaH2n_b7mVpEufBy58in1Oyfnfd_p2F8W6c/s320/ScreenHunter_729+Dec.+07+11.04.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p>Max Stirner’in çağdaş siyaset teorisi üzerindeki tesiri
çoğunlukla ihmal edilmiştir. Bununla beraber, özellikle iktidarın işlevini göz
önünde tutarsak, Stirner’in siyasi düşüncesi ile postyapısalcı teori arasında
şaşırtıcı bir yakınlık bulabiliriz. Örneğin Andrew Koch, Stirner’i, çoğunlukla
içine yerleştirildiği Hegelci geleneği aşan bir düşünür olarak görür;
yapıtının, bilgi ve hakikatin temelleri hakkındaki postyapısalcı düşüncelerin
bir habercisi olduğunu öne sürer (Koch 1997). Koch, Stirner’in, Devletin
felsefi temellerine bireyci meydan okuyuşunun, Batı felsefesinin aşkın
epistemolojisine bir karşı çıkış ortaya koyarak sınırlarına kadar ulaştığını
kanıtlamaya çalışır. Koch’un Stirner ve postyapısalcı epistemoloji arasında
kurduğu bu bağlantının ışığında, ben de Stirner’in, bir postyapısalcı düşünür
olan Gilles Deleuze ile Devlet ve siyasal iktidar sorunu üzerine yakınlaşmasına
bakacağım. Bu iki düşünür arasında pek çok önemli koşutluk mevcut, her ikisi de
değişik biçimlerde, Devlet ve otorite karşıtı filozoflar olarak görülebilirler.
Stirner’in Devlet eleştirisinin, Deleuze’ün Devlet düşüncesini postyapısalcı
reddedişini ondan çok daha önce ortaya koyduğunu ve daha da önemlisi, onların
özcülük karşıtı, hümanizm sonrası anarşizmlerinin, klasik anarşizmi aştığını,
böylece onun sınırlarını da yansıttığını göstermek istiyorum. Bu bildiri,
devlet otoritesinin temelini biçimlendiren insan özü, arzu ve iktidar
[kavramları]i arasındaki bağlantılara bakıyor. Böylece, Koch Stirner’in,
Devletin epistemolojik temellerine yönelik reddi üzerine odaklanırken bu
bildirinin vurgusuysa Stirner’in radikal ontolojisi -hümanizm, arzu ve iktidar
arasındaki zor fark edilen bağların maskesini düşürmesi- üzerinedir. Ayrıca,
Stirner ve Deleuze’ün uğraştığı hümanist iktidarın bu eleştirisinin, bizlere
Devlet baskısına karşı çağdaş direniş stratejileri sunabileceğini de göstermeye
çalışacağım.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNk9gIeIGcJiCypcNpxBoWfc2e-NutnmZ-oVpW5sUdGq45ucw0_NncnoNQ6uupic3PgQnmtv0dE68f7cC5eOtmBlwL3FZAMOo6TDPbcGSAE1xi5knD3VE6DYU9ueSFGnkWDMRitVXvwDuy/s1600/ScreenHunter_740+Dec.+07+11.06.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: left;"><img border="0" height="254" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNk9gIeIGcJiCypcNpxBoWfc2e-NutnmZ-oVpW5sUdGq45ucw0_NncnoNQ6uupic3PgQnmtv0dE68f7cC5eOtmBlwL3FZAMOo6TDPbcGSAE1xi5knD3VE6DYU9ueSFGnkWDMRitVXvwDuy/s320/ScreenHunter_740+Dec.+07+11.06.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Her ne kadar Stirner ve Deleuze arasında önemli benzerlikler
varsa da, aynı zamanda pek çok önemli fark da vardır, birçok açıdan, bu iki
düşünürü bir araya getirmek alışılmadık bir yaklaşım olarak görülebilir.
Örneğin, Stirner, Marx’la beraber bir Genç Hegelciydi, yapıtları Alman
İdealizminin, özellikle de Feuerbachçı ve Hegelci türünün aşırı derecede
bireyci bir eleştirisi olarak ortaya çıktı. Öte yandan Deleuze, Foucault ve
Derrida’nın yanı sıra, postyapısalcı düşünürlerin önde gelenlerinden biri
olarak değerlendirilen bir yirminci yüzyıl filozofuydu. Deleuze’ün eseri
Hegelciliğe bir saldırı olarak görülebilirken, siyaset bilimden psikanalize,
edebiyata ve film teorisine kadar farklı ve çeşitli yollar izler. Stirner,
genelde postyapısalcı bir düşünür olarak değerlendirilmez, Koch’un yol açıcı
makalesi ve Derrida’nın Marx üzerine eseri (Derrida 1994) haricinde, çağdaş
teorinin ışığı altında nerdeyse hiç dikkate alınmamıştır. Bununla beraber,
belki de sorun postyapısalcılık gibi etiketlerdir, bu iki düşünür arasında
-özellikle onların siyasal baskı ve otorite konusundaki eleştirilerinde- birkaç
çok önemli düzeyde birleşme noktası vardır, öyle ki kimileri bundan rahatsız
olabilirler ve eğer bu tür etiketlere saplanıp kalmışlarsa itiraz
edilebilirler. Etiketlerin, özcü kimliklerin, soyutlamaların ve sabit
fikirlerin zorbalığına karşı bu kesin itirazda -düşünceyi sınırlayan otoriter
kavramlara yönelik bu saldırıda- Stirner ve Deleuze bir tür ortak zemine
ulaşırlar. Bu, aralarındaki farkları göz ardı etmek değildir, bilakis, bu
farkların, önceden belirlenemez ve olumsal bir biçimlenme yolunda, Deleuze’ün
deyişiyle yeni siyasal kavramlardan hareketle şekillendirilebilecek
“dayanıklılık planı”nda nasıl birlikte tınladıklarını göstermektir.</div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTIsERWvw_G-Npa9qAaQieqFf5O-fjiTrObgTKkDAKQYASz8eREwhSfaIEQuzdfRgDIMPvHqtX4mC28SRMgaDBbF7_yCCwFws9Me8fY4pDbC4aUhu-hdTW0uGdT_9wJUWdt-9KokCZhY2M/s1600/ScreenHunter_727+Dec.+07+11.04.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="258" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTIsERWvw_G-Npa9qAaQieqFf5O-fjiTrObgTKkDAKQYASz8eREwhSfaIEQuzdfRgDIMPvHqtX4mC28SRMgaDBbF7_yCCwFws9Me8fY4pDbC4aUhu-hdTW0uGdT_9wJUWdt-9KokCZhY2M/s320/ScreenHunter_727+Dec.+07+11.04.jpg" width="320" /></a>I. DEVLETİN ELEŞTİRİ</div>
<div class="MsoNormal">
Hem Stirner hem de Deleuze, Devleti, kendi değişik somut
tezahürlerini aşan, hem de aynı zamanda onların içinde işleyen bir soyutlama
olarak görmüşlerdir. Devlet, belirli bir tarihsel aşamada varolan belirli bir
kurumdan daha öte bir şeydir. Devlet, daima farklı biçimler içinde varolan,
iktidar ve otoritenin soyut bir ilkesidir, ne var ki bu belirli
fiilileşmelerden her nasılsa “daha fazla”dır.<br />
Stirner’in Devlet eleştirisi bu çok önemli noktayı göz önüne serer. Stirner’e
göre, Devlet özü itibariyle baskıcı bir kurumdur. Bununla birlikte Stirner’in
Devleti reddi -liberal Devlet ya da Sosyalist Devlet gibi belirli devletlerin
ötesine geçer. Daha doğrusu, Devletin, sadece çeşitli varsayılan biçimlerine
karşı değil, bizzat Devlete, Devlet iktidarı kategorisinin ta kendisine yönelik
bir saldırı ortaya koyar. Stirner’e göre alt edilmesi gereken tam da Devlet
iktidarı -yönetim ilkesi- kategorisidir (Stirner 1993: 226). Bu nedenle
Stirner, Devlet iktidarını yıkmak yerine ele geçirmeyi amaç edinmiş Marksizm
gibi devrimci programlara karşı çıktı. Marksist işçi Devleti, olsa olsa
Devletin farklı bir kılıkta -bir “efendiler değişikliği” olarak- (Stirner 1993:
229) yeniden onaylanması olabilir. Bu nedenle Stirner şunu önerir:<br />
…savaş kurumun kendisine, Devlete karşı ilan edilmeli, belirli bir Devlete
karşı ya da Devletin zaman içindeki sırf belirli bir durumuna karşı değil;
insanın amacı bir başka Devlet (örneğin “halk Devleti”) değildir… (Stirner
1993: 224)<br />
Stirner’e göre Devlet paradigması devrimci eylemi ele geçirmiştir. Devrimci
eylem, iktidar diyalektiğinin tuzağına düşmüştür. Devrimler yalnızca,
otoritenin bir biçiminin yerine bir başkasını koymaya muvaffak olmuşlardır. Bu,
devrimci teorinin, Devlet otoritesi düşüncesini ve onun konumunu hiç
sorgulamamış olmasından ileri gelir, bu nedenle onun kavrayışı dahilinde kalır:
“mevcut Devlete karşı ayaklanmak ya da mevcut yasayı devirmek hakkında kimsenin
en ufak bir endişesi dahi kalmadı, oysa kim Devlet düşüncesine karşı günah
işlemeye, yasa düşüncesine itaat etmemeye cesaret etti?” (Stirner 1993: 228).
Devlet asla reforme edilemez, çünkü Devlete asla güvenilmez. Stirner, Bruno
Bauer’in, “halkın iktidarı”nın sonucu olarak gelişen ve daima “halkın
iradesi”ne tabi olan demokratik devlet kavramını reddeder. Stirner’e göre,
Devlet asla halkın denetimi altına alınamaz. Onun her zaman kendine ait bir
mantığı, insafsızca icra ettiği kendine ait bir gündemi vardır ve kısa zamanda,
temsil etmeye niyetlendiği halkın iradesine karşı hale gelir. (Stirner 1993:
228)<br />
Stirner’in bağımsız bir kendilik olarak Devlet kavramlaştırması, özellikle de
Devletle ekonomik iktidarın ilişkisine dair görüşü, Marksizm’le arasını
açmıştır. Stirner, toplumdaki tahakkümün ekonomik olmayan biçimleriyle
ilgilenir ve Devletin, <st1:city w:st="on">eğer</st1:city>
bütünüyle anlaşılmak isteniyorsa, ekonomik düzenlemelerden bağımsız olarak
değerlendirilmesi gerektiğine inanır. Örnek olarak, bürokrasi iktidarı ekonomik
olmayan bir baskı biçimi oluşturur: Bürokrasinin işleyişi ekonominin çalışma
sistemine indirgenemez (Harrison 1983: 62). Bu, Devleti, çoğunlukla kapitalist
ekonominin işleyişine indirgenebilir ve burjuvazinin çıkarlarına bağımlı olarak
gören Marksist teoriye zıt bir yaklaşımdır. Stirner, Devletin, özel mülkiyeti
ve burjuvazinin çıkarını korusa dahi aynı zamanda onların üzerinde durduğunu ve
bu güçleri hakimiyeti altına aldığını belirtir. (Stirner 1993: 115). Stirner’e
göre, Devletin kutsal mekanında korunan siyasal iktidar, ekonomik iktidar ve
onunla bağlantılı olan sınıf çıkarlarına baskındır. Toplumdaki tahakkümün
birincil kaynağı Devlettir.<br />
Devletin bu ekonomik olmayan analizi -Devlet iktidarını kendi özgülüğünde
inceleme girişimi- anarşist argümanın bir genişletilmesi olarak da görülebilir.
Mihail Bakunin ve Peter Kropotkin gibi anarşistler, yüzyıldan uzun bir süre
önce, Marksist ekonomik indirgemeciliğin, Devlet iktidarının önemini ihmal
ettiğini belirtmişlerdi. Devlet, anarşistlere göre, kendi kendisini sürdüren
baskıcı bir mantığa sahiptir ve bu da büyük ölçüde ekonomik ilişkilerle sınıf
çıkarlarından bağımsızdır. Bakunin, Marksizm’in, Devlet iktidarının nasıl
işlediğine yeterli dikkati göstermediğini, buna karşın Devlet iktidarının
biçimlerine çok fazla önem verdiğini belirtmişti: “Onlar (Marksistler)
despotizmin Devletin biçiminde değil ama tam da Devlet ve siyasal iktidar
ilkesinde ikamet ettiğini bilmiyorlar.” (Bakunin 1984: 221) Kropotkin de,
Devletin mevcut biçiminin ötesine bakılması gerektiğini belirtir: “Ve bizim
gibiler de var ki, devlette, yalnızca onun fiili biçimini ve tahakkümün
varsayılabilen tüm biçimlerini değil, ama onun hakiki özünü, toplumsal devrimin
önündeki engeli görürler…” (Kropotkin 1943: 9). Başka bir deyişle, baskı ve
tahakküm, Devletin tam da bu yapısında ve simgeciliğinde varolur -bu yalnızca
sınıf iktidarının bir türevi değildir. Bu bağımsızlığı ihmal etmek ve Devleti
Marksistlerin öne sürdüğü gibi devrimci sınıfın bir aracı olarak görmek, bu
nedenle tehlikeliydi. Anarşistler, bunun sadece Devlet iktidarını çok daha
otoriter yollarla ve sınırsızca sürdürmek şeklinde son bulacağına inandılar.
Böylece Stirner’in, ekonomik ve sınıfsal çıkarların ötesinde, baskıyı a priori
olarak kuran Devletin ötesine geçen Devlet çözümlemesi, Marksizm gibi devlet
felsefelerinin anarşist eleştirilerinin genişletilmesi olarak görülebilir.<br />
Deleuze de Devletin kavramsal bağımsızlığının altını çizer. Deleuze’ün Devlet
kavramı birçok değişik düzeyde iş görmesine rağmen, yine de Stirner ve anarşistlerle
beraber Devletin, kendi özel somut gerçekleşme biçimlerinden hareketle
bütünüyle tanımlanamayan, iktidarın soyut bir biçimi olduğu düşüncesini
paylaşmıştır. Deleuze bir “Devlet-biçimi” ile iktidarın soyut bir modelinden
söz eder:<br />
“…Bir Devlet aygıtı, toplumu üst kodlama makinesini gerçekleştiren somut bir
düzenlemedir (…) Bu makine, bu nedenle Devletin kendisi değildir, bu makine,
baskın ifadeleri örgütleyen ve yerleşik düzeni kuran, baskın dilleri ve
bilgiyi, yerleşik değerlere uyan eylemleri ve duyguları, diğerlerine baskın
çıkan parçaları örgütleyen soyut bir makinedir. (Deleuze 1987: 129)<br />
Deleuze’e göre Devlet, somut bir kurumdan ziyade, esas olarak daha ayrıntılı
kurumlar ve tahakküm pratikleri yoluyla “yöneten” bir soyut makinedir. Devlet
bu minör egemenlikleri kendi mührüyle damgalayıp üst kodlamak suretiyle düzene
sokar. Bu soyut makineyle ilgili olarak önemli olan, hangi şekilde tezahür
ettiği değil, fakat daha ziyade işlevidir, bu işlev ise siyasal egemenliğin
uygulanabileceği bir içeridenlik sahasının kurulmasıdır. Devlet bir kapma
süreci olarak görülebilir (Deleuze ve Guattari 1988: 436-437).<br />
Stirner’e benzer şekilde Deleuze de Marksist Devlet analiziyle ipleri kopartır.
Devletin kökeni ve işlevi, ekonomik bir analizden hareketle bütünüyle
açıklanamaz. Devlet ekonomik akışlarla üretim akışlarını kodlayan, onları
belirli bir tarza yönelik olarak örgütleyen bir aygıttır. Bu aygıt, Marx’ın öne
sürdüğü gibi tarımsal üretim tarzının bir sonucu olarak ortaya çıkmış değildir,
fakat gerçekte hem tarihsel olarak bu üretim tarzından önce gelir, hem de onun
önkoşuludur. Deleuze’e ve hatta Stirner’e göre, Devlet bir üretim tarzına
bağlanamaz. İkisi de, bu geleneksel Marksist analizi tersine çevirip, gerçekte
üretim tarzının Devletten türemiş olabileceğini öne sürerler. Deleuze’ün dediği
gibi: “Bir üretim tarzını önceden varsayan Devlet değildir; tam tersine,
üretimlerden bir “tarz” meydana getiren Devlettir” (Deleuze ve Guattari 1988:
429). Deleuze’e göre her zaman bir Devlet, Urstaatii var olmuştur, tek hamlede,
tümüyle biçimlenmiş varoluşuyla beliren, öncesiz ve sonrasız bir Devlet
(Deleuze ve Guattari 1988: 437). Devletin bu ekonomik olmayan analizi,
iktidarın kendi kendisine dayandırılarak teorileştirildiği radikal bir felsefi
saha açmıştır.<br />
Stirner ve Deleuze’ün, Devleti, ekonomik düzenlemelerden bağımsız olarak
kavramlaştırmaları Marksizm’den bir kopuşsa, Devletin kökeni olarak toplumsal
sözleşme teorilerini reddedişleri de liberal teoriden bir ayrılıştır. Deleuze,
Devlet egemenliğinin bu tür liberal toplumsal sözleşme teorilerine dayandığını
belirtir. Devlet düşüncesinin bu biçimi, halkın iradi olarak özgürlüklerinin
bir kısmını, asayiş karşılığında kendi dışında bulunan soyut bir güce teslim
ettiğini iddia etmek, böylece Devleti gerekli ve kaçınılmaz bir şey olarak
kurgulamak suretiyle Devlet iktidarını meşrulaştırır. Bunun yanı sıra Deleuze,
diyalektik uzlaşmaya dayalı Hegelci “teolojik” Devlet tanımından da dikkatle
uzak durur. Stirner de liberal Devlet teorilerini reddeder. Liberalizmin, bireye
özgürlük ve bağımsızlık bahşetmek adına, gerçekte bireyi Devlete ve onun
yasalarına tabii kılan bir felsefe olduğunu öne sürer. Böylece liberalizm,
bireyi devletten özgürleştirmek yerine, fiiliyatta din gibi diğer bağlardan
özgürleştirir, öyle ki kişi Devlet tarafından çok daha etkili bir şekilde
bastırılabilsin: “Siyasal özgürlük, polisin, Devletin özgür olması anlamına
gelir… benim özgürlüğüm anlamına gelmez, beni yöneten ve bana boyun eğdiren
iktidarın özgürlüğü anlamına gelir; …” (Stirner 1993: 107). Stirner
liberalizmin ikiyüzlülüğüne saldırır; liberalizm bütün resmi özgürlük türlerini
bahşeden ancak tam da bu düzenin kendisine, onun yasalarına, vs. meydan
okuyacak özgürlükleri yadsıyan bir felsefedir (Stirner 1993: 108). Liberal
Devlet ve toplumsal sözleşme teorilerinin bu şekilde yadsınmasının, Devleti
haklı çıkaran bu felsefeleri bir kenara atan anarşizm ile pek çok benzerlikleri
vardır. Bununla beraber göstereceğim gibi, Devlet felsefesinin bu eleştirisinde
Stirner ve Deleuze, geleneksel anarşizmin kavramsal sınırlarının ötesine
geçerler ve Devlete karşı hümanizm sonrası, özcülük karşıtı bir meydan okuma
geliştirirler.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhF2SmdnGf5B2nee5iy_DwFzfWOXC9lTdiFjMkacwzoFLqDq8ouSp_FhocicIF0zrUV6TM77H2rNsowK-Au87qho7KKzBSb8bPAX7MPI7EQonGiTFQvD6tFhy-4v3N4K4WMUVovxcWQLljf/s1600/ScreenHunter_744+Dec.+07+11.07.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhF2SmdnGf5B2nee5iy_DwFzfWOXC9lTdiFjMkacwzoFLqDq8ouSp_FhocicIF0zrUV6TM77H2rNsowK-Au87qho7KKzBSb8bPAX7MPI7EQonGiTFQvD6tFhy-4v3N4K4WMUVovxcWQLljf/s320/ScreenHunter_744+Dec.+07+11.07.jpg" width="307" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
II. DEVLET DÜŞÜNCESİ</div>
<div class="MsoNormal">
Stirner’e göre ahlakçılık ve akılcılık gibi söylemler sabit
fikirler ya da hortlaklardır. Hayaletlerdir, yine de bunlar gerçek siyasal
etkileri olan ideolojik soyutlamalardır -Devlete, tahakkümü için gereken resmi
haklılaştırmayı sağlarlar. Koch, Stirner’in sabit fikirlere yönelik
saldırısının, bu hakim düşüncelerle “aşkın” maskelerin ardında bulunan iktidarı
açığa çıkararak Batı düşüncesinin aşkınlığından kararlı bir kopuş gösterdiğini
belirtir (Koch 1997: 101). Bu iktidar bireyden soyutlanmıştır ve onun üzerinde
egemenlik kurar. Örneğin Ahlakçılığın hakimiyeti, esas itibariyle polis
Devletinin süren varlığını koruyan siyasal iktidara bağlıdır. (Stirner 1993:
241) Stirner’e göre ahlakçılık yalnızca Hıristiyan idealizminden gelen bir
kurgu değil, aynı zamanda bireyi ezen bir söylemdir. Bireysel iradenin -egonun-
kutsallığının bozulmasına dayanır. Ahlakçılık sırf, yalnızca yeni bir hümanist
süprüntü içindeki Hıristiyanlığın artığıdır: “Ahlak inancı dini inanç kadar
fanatiktir!” (Stirner 1993: 46). Stirner’e göre Devlet yeni Kilisedir -bireyin
üzerinde bir güç olarak uygulanan, ahlaka ve akla dayalı yeni bir otoritedir (Stirner
1993: 23). Benzer şekilde akılcılık da Devlet iktidarını devam ettiren bir
söylem olarak görülebilir. Akılcı hakikatler daima bireysel bakış açılarının
üstündedir ve bu da bireysel egoyu onun üzerinde yer alan soyut bir güce tâbi
kılmanın başka bir yoludur. Ahlakçılık gibi, akılcı hakikat de kutsal, mutlak
ve bireyin kavrayışından uzak hale gelmiştir (Stirner 1993: 353). Bu yüzden
Stirner’e göre ahlakçılık ve akılcılık Devletin söylemleridir, işlevleri de
bizleri tahakkümden özgürleştirmek yerine bireyi Devlet iktidarına daha fazla
tabi kılmaktır. Bundan dolayı, Stirner açısından, Devlete karşı savaş açmak
için, siyasal iktidara ahlakçı ve akılcı bir temel sağlayan ilkelere karşı da
savaş açılmalıdır.<br />
Deleuze de Devlet iktidarını onaylayan düşünce biçimlerinin ve yapılarının
maskelerini düşürür. Stirner gibi Deleuze de düşüncenin, bir meşruluk ve
uzlaşma zemini sağlamada Devlet hakimiyetiyle suç ortağı olduğuna inanır:
“Yalnızca düşünce, Devleti, de jureiii evrenselliğe yükseltmesi nedeniyle
evrensel olan bir Devlet kurmacasını icat etmeye muktedirdir” (Deleuze ve
Guattari 1988: 375). Akılcılık Devlet düşüncesinin bir örneğidir. Deleuze
Stirner’den bir adım öteye gider: Düşüncenin belirli biçimlerinin basitçe
Devlete akılcı ve ahlakçı otorite sağladığını düşünmek yerine, akılcı ve
ahlakçı söylemlerin fiili olarak Devletin düzenleme unsurunu oluşturduklarını
iddia eder. Devlet yalnızca bir siyasal kurumlar ve pratikler dizisi değildir,
aynı zamanda bir normlar, teknolojiler, söylemler, pratikler, düşünme biçimleri
ve dilsel yapılar çokluğundan oluşur. “Bu yalnızca söz konusu söylemlerin
Devlete bir haklılaştırma sağlaması demek değildir -bu söylemlerin kendileri
aynı zamanda düşüncedeki devlet biçiminin tezahürleridir. Devlet, ona temel
oluşturan düşüncede, -“hedefini, izleyeceği yolları, akacağı olukları,
mecraları, organları…” tanımlayarak bir model sağlayan- logos’ta içkindir
(Deleuze ve Guattari 1988: 434). Devlet düşüncenin, özellikle akılcı düşünceye
nüfuz etmiş ve kodlamıştır. Devlet, hem kendi meşrulaştırımı için akılcı
söyleme, hem de daha sonra bu söylemleri olanaklı kılma işlevine dayanır.
Akılcı düşünce Devlet felsefesidir: “Sağduyu, Cogitonun merkezindeki bütün
yetilerin birliğidir, mutlaklığa yükselmiş Devlet konsensüsüdür” (Deleuze ve
Guattari 1988: 376). Yalnızca, düşünceyi bu ahlakçı ve akılcı otoritercilikten
kurtarmak yoluyla kendimizi Devletten özgürleştirebiliriz (Deleuze 1987: 23).<br />
Deleuze’e göre Devlet düşüncesinin modeli, ağaç biçimlilik mantığı dediği
şeydir. Ağaç biçimlilik mantığı, düşünceyi akılcı bir temelde önbelirleyen,
kavramsal bir model ya da imgedir. Kök ve ağaç sistemine dayanır: Bir merkezi
birlik vardır, kök olan ve ‘dalları’nın gelişimini belirleyen bir hakikat ya da
öz -Akılcılık gibi. Deleuze şöyle der:<br />
“…ağaçlar yalnızca bir metafor değildirler, ama düşüncenin bir imgesidirler,
bir işlevdirler, düz bir hatta ilerlemesi ve şu meşhur doğru fikirleri üretmesi
için düşünceye ekilmiş olan bütün bir aygıttırlar. Ağaçta belirleyici
özelliklerin bütün türleri vardır: Bir başlangıç noktası, tohum ya da merkez
vardır; ağaç biçimlilik özelliği, dallanmaları sürekli olarak ikiye bölen ve
yeniden üreten bir ikili makine ya da ikilik ilkesidir;…” (Deleuze 1987: 25)<br />
Düşünce, siyah/beyaz, kadın/erkek, eşcinsel/karşıcinsel gibi ikili karşıtlıkların
tuzağına düşmüştür. Düşünce, daima bir diyalektik mantığa göre açılmalıdır ve
böylece fark ile çoğulluğu reddeden ikili bölünmelerin tuzağına düşmektedir
(Deleuze 1987: 128). Deleuze’e göre bu düşünce modeli aynı zamanda siyasal
iktidarın da modelidir -birinin otoriterciliği diğerinin otoriterciliğine
ayrışmaz biçimde bağlıdır: “İktidar daima ağaç biçimlidir” (Deleuze 1987: 25).<br />
Bu yüzden, bu otoriter düşünme modelinin yerine, Deleuze özlerden,
birliklerden, ikili mantıklardan kaçınan ve çok katlılıkları, çoğullukları ve
oluşları bulmaya çalışan rizomatik bir model önerir. Düzenli biçimde büyüyen
ağaç biçimli sisteme karşılık rizom, gelişigüzel ve fark edilmeden büyüyen
ayrıkotları metaforuna dayanan bir alternatif, otoriter olmayan düşünce ‘imgesi’dir.
Rizomun amacı, düşüncenin “-sınırların yakınında bile- kendi kalıbını silkip
atmasına, ayrıkotlarının büyümesine…” imkan verektir (Deleuze ve Guattari 1988:
24). Rizom bu anlamda, model düşüncesinin kendisini de reddeder: Rizom sonu
olmayan, gelişigüzel çoklukların bağlantısıdır, herhangi bir tek merkezin ya da
yerin baskısı altında değildir, ancak merkezsiz ve çoğuldur. Dört belirleyici
özelliği kucaklar: bağlantı, heterojenlik, çok katlılık ve kopma (Deleuze ve
Guattari 1988: 7). İkili bölünmeleri ve hiyerarşileri reddeder; açılan,
diyalektik bir mantık tarafından yönlendirilmez. Bu yüzden düşünceyi yöneten
çeşitli bilgi söylemleriyle akılcılığın temelini biçimlendiren soyutlamaları
sorgular. Başka bir deyişle, rizomatik düşünce, İktidar tarafından
sınırlandırılmaya karşı gelip onu reddeden düşüncedir -rizomatik “sorular
sormayı, problemler ortaya atmayı hiç kimseye, hiç bir İktidara terk etmez”
(Deleuze ve Guattari 1987: 24).<br />
Stirner’in soyutlamalar, özler ve sabit fikirlere yaptığı saldırının, rizomatik
düşüncenin bir örneği olduğu iddia edilebilir. Deleuze gibi Stirner de
soyutlamalar ve birliklerden ziyade çoklukları ve bireysel farklılıkları arar.
Bu düşünürlere göre hakikat, akılcılık, insan özü gibi soyutlamalar
çoğullukları yadsır; farklılıkları, aynılıklar yönünde çarpıtır. Koch,
Stirner’in aşkın sabit fikirlere tepeden bakması üzerinde duruyor. Bununla
birlikte ben burada Stirner’in, evrenselcilik ve aşkınlığın aksine çok
katlılığı, çoğulluğu ve bireyselliği vurgulayan yeni bir düşünme biçimi icat
ettiğini öne sürmek isterim. Bu özcülük ve evrenselcilik karşıtı düşünce,
Deleuze’ün yaklaşımını önceden haber vermiştir. Üstelik bu özcülük ve
temelcilik karşıtı düşünme tarzının siyaset felsefesi açısından radikal
sonuçları vardır. Bundan böyle siyasal arena, Devletin eski savaş hatlarına ve
ona direnen özerk, akılcı özneye göre düzenlenemez. Bu nedenle bir devrim,
karşıtı olduğunu varsaydığı iktidar da dahil olmak üzere, çok yönlü bağlantılar
oluşturmaya yatkındır: “Bu hatlar birini diğerine geri bağlar. İyinin ve
kötünün basit biçiminde bile asla bir düalizmin ya da ikiliğin öne
sürülememesinin nedeni budur” (Deleuze ve Guattari 1988: 9). Öyleyse ahlakçı ve
akılcı söylemlere yönelik eleştirileri açısından, hem Stirner hem de Deleuze,
Devletin akılcı eleştirisini temel alan siyasal teorilerin, Devlet iktidarına
direnmek yerine onu onaylayan düşünme biçimleri olduklarını göreceklerdi. Bu
tür teoriler, akılcılık ve akıldışıcılık (irrasyonalizm) arasındaki ayrımı
sorunlaştırmadıkları ve Devleti de temelden akıldışı olarak gördüklerinden
dolayı, Devletin bizzat akılcı söylemi zaten ele geçirdiği gerçeğini ihmal
ederler. Başka türlü söylersek, Devletin akılcı temelini sorunlaştırmak, Devlet
iktidarının ‘akıldışı’ ya da ‘ahlakdışı’ olduğunu söylemek ille de Devletin
yıkılması anlamına gelmez, buna karşın devlet iktidarının bir onaylanmasıdır.
Bu, devrimci eylemi ahlakçı ve akılcı buyruklara bağımlı kılıp Devlet
biçimlerine yönlendirerek, Devlet iktidarını bozulmamış halde bırakır. Eğer
Devlet alt edilecekse, birileri, kendilerinin akılcılık tarafından yeniden ele
geçirilmelerine izin vermeyecek yeni siyaset biçimleri icat etmeye zorunludur:
“Siyaset aktif bir deneydir, zira hangi hattın yolundan sapacağını peşinen
bilmiyoruz” (Deleuze ve Guattari 1988: 137). Bu direniş meselesiyle daha sonra
ilgileneceğim.<br />
Öyleyse Deleuze ve Stirner’e göre, Devlet otoritesinin ahlakçı ve akılcı
ilkelere dayalı bir eleştirisini öne süren anarşizm gibi bir felsefe bile
Devlet iktidarını yeniden onaylayabilirdi. Geleneksel anarşizm Devleti son
derece ahlakdışı ve akıldışı olarak görür, Devlet ile bu güce direnen, özü
gereği ahlaklı ve akılcı olan özne arasında manişeist bir ikilik kurar (Bakunin
1984: 212). Bununla beraber daha önce de belirttiğim gibi, Deleuze ve
Stirner’in Devlet karşıtı düşünme biçimleri, geleneksel anarşizmin
kategorilerini tam olarak bu noktada aşar. Bu iki düşünüre göre, tam da öz,
merkez, akla ve ahlaka dayalı temeller gibi düşüncelerin -otoritenin anarşist
eleştirisinin dayandığı kategorilerin- bizzat kendileri siyasal tahakküme uygun
düşen otoriter yapılardır. Diğer bir deyişle Stirner ve Deleuze, kendi üzerine
geri dönen anarşist otorite eleştirisinin sınırlarını, farklı yollardan
aşmışlardır. Devlet otoritesinin eleştirisini anarşistlerin gidemedikleri bir
arenaya -akılcı düşüncenin kendisine- taşımışlardır, böylece anarşizmi
sınırlayan Aydınlanma hümanizminin kategorileriyle ilişkilerini kesmişlerdir.
Anarşistlerden farklı olarak Stirner ve Deleuze, akıldışı, ahlakdışı, yozlaşmış
Devlet iktidarı ile insan öznesinin akılcı ve ahlakçı özü arasında kurulan katı
karşıtlığa ayrıcalık tanımamıza izin vermezler. Başka bir deyişle, anarşist
otorite eleştirisinin merkezindeki insan öznelliğinin, kirletilmemiş bir kalkış
noktası olmasına izin vermezler.</div>
<div class="MsoNormal">
III. ARZU ÖZNESİ</div>
<div class="MsoNormal">
Stirner ve Deleuze’ün, anarşizmi haber veren Aydınlanma
hümanizmine dair eleştirileri, özsel bir özne düşüncesine uyguladıkları
yapıbozum [deconstruction] ele alındığında daha da açık bir şekilde
görülebilir. Stirner’in yapıtı, özsel insan öznelliğinin, iktidar tarafından
kirletilmemiş insan özü düşüncesinin reddidir. Koch’un belirttiği gibi,
Stirner’in Aydınlanma hümanizminden kopuşu, klasik anarşizmin ötesine geçen
-posyapısalcılığı önceden haber veren- yeni bir teorik saha oluşturdu.
Stirner’in düşüncesi, Feuerbach’ın hümanizminin bir eleştirisini
geliştirmiştir. Ludwig Feuerbach, dinin insanı yabancılaştırdığına inanıyordu,
çünkü ona göre din, İnsanı kendi niteliklerinden ve güçlerinden, bunları soyut
bir Tanrı suretine yansıtmak yoluyla el çektiriyordu, bu yolla insanın asıl
benliğini [kendisini] yerinden ederek onu yabancılaşmış ve alçalmış halde
bırakıyordu. (Feuerbach 1957: 27-28). Feuerbach, iradeyi, iyiliği ve akılcı
düşünceyi, insandan soyutlanmış özsel nitelikler olarak görür; Tanrının yüklemleri
gerçekte yalnızca bir tür varlık olarak İnsanın yüklemleri olabilir. Öyleyse
Tanrıya ya da Mutlak’a atfedilen niteliklerin gerçekte insanın nitelikleri
olduğunu iddia ederken, Feuerbach bizzat, İnsanı her şeye kadir bir varlık
haline getirmiştir. Feuerbach, İnsanı evrenin merkezindeki doğru yerine yeniden
yerleştirmeye -“insanı kutsala, sonluyu sonsuza” dönüştürmeye- yönelik
Aydınlanma hümanizmi projesini somutlaştırır.<br />
Bununla beraber, Stirner’in mahkum ettiği şey de Tanrının yerine İnsanın
konulduğu bu girişimidir. Stirner’e göre Feuerbach dini yıktığını iddia etse
de, dinsel otorite kategorisinin kendisini yıkmadan sadece özne ve yüklem
düzenini ters çevirmişti (Stirner 1993: 58). Tanrının yabancılaşması
kategorisi, İnsanın sağlam bir biçimde yerine oturtulmasıyla muhafaza edilmiş
ve pekiştirilmiştir. Başka bir deyişle İnsan, Hıristiyan yanılsamasının yerine
geçmiştir. Stirner, Feuerbach’ın yeni bir dinin -hümanizmin- en yüksek papazı
olduğunu öne sürer: “İNSAN dini Hıristiyan dininin aldığı en son biçimdir.”
(Stirner 1993: 176). Belirli karakteristikleri ve nitelikleri İnsan açısından
özsel nitelikler haline getirmekle, Feuerbach bunların kendisinde bulunmadığı
bir kimse olarak onu yabancılaştırmıştır. Birey kendisini, yeni bir mutlaklar
dizisine tabi olarak bulmuştur -İnsan ve İnsanın Özü. Stirner’e göre, İnsan,
tıpkı Tanrı gibi baskıcıdır: “Feuerbach, kutsal olanı insani hale getirirse
hakikati bulacağına inanır. Eskiden bireysel benliği ezen güç, yalnızca
Tanrıydı, oysa şimdi bu güç insan özüdür, ve “İnsan korkusu, Tanrı korkusunun
yalnızca basitçe yer değiştirmesinden ibarettir” (Stirner 1993: 185). Stirner’e
göre insan özü, farkı mahkum <st1:city w:st="on">eden</st1:city>
yeni ölçüttür. Hümanizm, bir tahakküm söylemidir -Stirner’in sözleriyle
“İnsan’ın hükümdarlığı altında bir feodalizm” yaratmıştır (Stirner 1993: 341).
İnsan ve insanlık, hümanist söylemde bireylerin uymaları gereken, farkın
kendisine göre marjinalleştirildiği özsel ölçütler olarak inşa edilmişlerdir:<br />
“İnsan”ın ne olduğunu ve bir “hakiki insan”da neyin rol oynadığını saptadım ve
herkesten, bu yasanın kendisi için bir ölçüt ve ideal olmasını talep ediyorum;
aksi takdirde kendisini bir “günahkâr ve suçlu” olarak açığa vuracaktır.
(Stirner 1993: 204)<br />
Anarşizm gibi klasik Aydınlanma felsefelerinden yakasını sıyıran Stirner, yeni
bir iktidar işleyişi tanımı yapmıştır. İktidarın, İnsanı baskı altına alarak
değil, fakat siyasal bir özne olarak inşa edip onun sayesinde yöneterek
işlediği bir özneleşme süreci tarif eder. İnsan, iktidarın yeri olarak,
Devletin bireye hükmettiği siyasal bir birim olarak kurulur (Stirner 1993:
180). Devlet, bireyin belirli bir özsel kimliğe uyumlanmasını talep eder, öyle
ki, Devlet toplumunun bir parçası haline gelebilir, böylece hükmedilir: “Benim
bir İnsan olmamı istemek yoluyla Devlet, böylece bana olan düşmanlığını ele
verir …beni, İnsan olmayı bir görev olarak <st1:city w:st="on">kabul</st1:city> etmeye zorlar” (Stirner 1993: 179).
Stirner, bireysel benlik ile insan özünün apayrı ve birbirine zıt kendilikler
olduklarını görerek, geleneksel hümanist ontolojiyle ilişkisini kopartır.
“İnsanlık”, anarşistlerin inandığı gibi iktidarın ezmesinin söz konusu olduğu,
doğa yasalarınca yaratılmış aşkın bir öz değildir. Daha ziyade iktidarın bir
uydurması ya da en azından, iktidarın çıkarlarına hizmet eder hale
getirilebilen söylemsel bir inşadır.<br />
Deleuze gibi postyapısalcıların siyaseti tümüyle yeni bir biçimde görmelerine
imkan veren, Aydınlanmacı hümanist ontolojinin bu yolla altının oyulmasıdır.
Stirner gibi Deleuze de insan öznesinin özsel ve bağımsız bir kendilikten
ziyade iktidarın bir sonucu olduğunu görür. Öznellik öyle bir biçimde inşa
edilir ki, arzusu Devlete duyulan arzuya dönüşür. Deleuze’e göre, Devlet, daha
önceleri kitlesel bir baskı aygıtı yoluyla işlerken, bundan sonra artık buna
ihtiyaç duymaz -artık devlet, öznenin kendi kendisini baskı altına alması
sayesinde işler. Özne kendisinin yasa koyucusu haline gelir:<br />
“…hakim gerçekliğin ifadelerine daha çok itaat ettikçe, zihinsel gerçekliğin
içinden konuşan özne olarak daha çok emir verirsiniz, sonuç olarak yalnızca
kendinize itaat edersiniz… Yeni bir kölelik biçimi icat edildi, kendi
kendisinin kölesi olmak…. (Deleuze ve Guattari: 162)<br />
Deleuze’e göre arzu, Oidipal temsile boyun eğmeye razı oluşumuz sayesinde
Devlete yönlendirilir. Oidipus, Devlet’in engellenmemiş arzuya karşı
savunmasıdır. (Deleuze ve Guattari: 88). Aslında Deleuze psikanalizi yeni
kilise, üstünde kendimizi bundan böyle Tanrı’ya değil Oedipus’a kurban
ettiğimiz yeni sunak taşı olarak görür. Psikanalistler de “en son rahiplerdir”
(Deleuze 1987: 81). Stirner açısından Devletin dini hümanizm ve hümanist İnsan
iken, Deleuze açısından Devletin dini Oidipus’tur. Oidipal temsil arzuyu bu tür
bir baskı altına almaz, bunun yerine onu öyle biçimde inşa eder ki arzu, bir
olumsuzluk, suçluluk ve eksikliğe temel olacak şekilde kendisinin baskı altında
olduğuna inanır (Deleuze ve Guattari 1977: 116). Bu nedenle Oidipal baskı,
gerçekte arzu üzerindeki gerçek tahakkümü yalnızca gizler. Arzu bu yolla
‘bastırılır’, çünkü zincirinden kurtulması Devlet için bir tehdittir -arzu
özünde devrimcidir: “…hiçbir arzulama makinesi yoktur ki bütün toplumsal
kesimleri yıkmaksızın düzenlenebilme yetisine sahip olsun” (Deleuze ve Guattari
1977: 116). Deleuze, Oidipus’un bu arzuyu, olası bağlantılarını kesmek ve
bireysel öznenin içine hapsetmek suretiyle bireyselleştirdiğini öne sürer. Bu
hemen hemen Stirner’e göre de aynı şekilde gerçekleşir; ona göre özsel insan
öznesi, egoyu, çoğulluklarını ve değişkenliklerini ele geçirmeye çalışarak
tekil bir kavramın içine hapseder.<br />
Arzu sorunu hem Deleuze’ün hem de Stirner’in siyasal düşüncesinde hayati bir
rol oynar ve benim iddiam, bu kavramı dikkate almaksızın siyasete getirdikleri
radikal yaklaşımı anlamanın imkansız olduğu yönündedir. Bu düşünürlere göre
bizler, üzerimize uygulanacak tahakkümü kendimiz arzu ederiz, tıpkı özgürlüğü
arzu ettiğimiz gibi. Deleuze şöyle diyor:<br />
‘Arzunun, kendisinin baskı altına alınmasını nasıl arzu ettiği, kendisinin
köleleştirilmesini nasıl arzu ettiği?’ sorusunu şöyle yanıtlarız: Arzuyu ezen
ya da ona boyun eğdiren iktidarların kendileri de zaten arzu düzenlemelerinin
bir kısmını oluşturur:… (Deleuze 1987: 133)<br />
Stirner de benzer şekilde, arzunun bastırılmaktan ziyade Devlete
yönlendirildiği görüşündedir: “Devlet, arzulayan İnsanı evcilleştirmek için
kendi kendisini zorlar; diğer bir deyişle, Devlet, kendi arzusunu, onu
yalnızlaştırmak ve bu arzuyu kendi sunduğu içerikle doldurmak üzere
yönlendirir” (Stirner 1993: 312). Demek ki Stirner’e göre arzu, Devlete yönelik
arzuya dönüşecek şekilde oluşturulur. Bu yolla, Devlet hakimiyeti bizim suç
ortaklığımız sayesinde -otoriteye duyduğumuz arzu sayesinde- mümkün hale gelir
(Stirner 1993: 312). Deleuze gibi Stirner de bizzat iktidarın kendisiyle pek
fazla ilgilenmez, ancak iktidarın bizleri tahakküm altına almasına izin vermemizin
sebepleri ile ilgilenir. Stirner kendi baskılanışımıza ne şekilde katıldığımızı
incelemek ve iktidarın yalnızca iktisadi veya siyasi sorunlarla ilgili
olmadığını -aynı zamanda psikolojik ihtiyaçlardan da kaynaklandığını- göstermek
ister. Baskı, kendisini Devlet, insan özü ve ahlakçılık türünden soyut
düşünceler biçiminde bilinçlerimizin derinliklerine gömer. Stirner’in iddiasına
göre, Devlet hakimiyeti, baskıya gösterdiğimiz rızaya dayanır:<br />
Devlet, efendilik ve kölelik (kullukiiii) olmaksızın düşünülemez; çünkü Devlet
bütün bağrına bastıklarının efendisi olma iradesi göstermelidir ve bu irade
‘Devlet iradesi’ olarak adlandırılır’. …O ki, kendi bekası adına, diğerlerinin
iradesi olmadığını varsaymak zorundadır; o tam da bu diğerleri tarafından, bir
efendi olarak köle tarafından meydana getirilmiş bir şeydir. <st1:city w:st="on">Eğer</st1:city> itaatkarlık sona erecekse, bu baştan
sona bütün efendilikle başa baş olmalıdır. (Stirner 1993: 195-6)<br />
Stirner, Devletin bizzat özü itibariyle bir soyutlama olduğunu iddia eder:
Kendi otoritemizden el çekmek ve onu kendimizin dışına yerleştirmek yoluyla
Tanrıyı yarattığımız gibi, aynı şekilde Devlet de yalnızca biz varolmasına izin
verdiğimiz ve otoritemizden el çektiğimiz için vardır. Devlet kurumundan çok
daha önemlisi “yönetim ilkesi”dir -bize baskı uygulayan şey Devlet fikridir
(Stirner 1993: 226). Devlet gücü, gerçekte bizim gücümüze dayanır. <st1:city w:st="on">Eğer</st1:city> ona itaat etmeye
karşı çıkılsaydı, otoritesine teslim olmaya karşı çıkılsaydı, Devlet hakim
olabilir miydi? Her türden yönetimin, onun bizi yönetmesine razı oluşumuza
dayandığı itiraz edilemez değil midir? Siyasal iktidar yalnızca zorlamaya
yaslanamaz. Bizim yardımımızı, bizlerin itaate rızasını gereksinir. Birey
yalnızca bu iktidarı kabullendiğinden dolayı değil, kutsalın önünde, otoritenin
önünde kendisini küçük düşürdüğünden dolayı Devlet var olmaya devam eder
(Stirner 1993: 284).<br />
Öyleyse hem Deleuze’e hem de Stirner’e göre, Devleti gerçekte alt edilebilmek
için, önce bir fikir olarak alt etmek gerekir. Yeni bir Devletin eskisinin
yerine belirmemesini güvence altına almanın yegane yolu budur. Bu aynı zamanda
anarşizmin de esas ilgilendiği şeydi. Bununla birlikte, bu iddia açısından
klasik anarşizm iktidar, öznellik ve arzu sorunu için yeterli bir açıklama
getirmekte başarısızdır. Stirner ve Deleuze’ün gösterdiği gibi, Devlet iktidarı
yalnızca ahlakçı ve akılcı söylemlere bağlı değildir, aynı zamanda -anarşist
düşüncenin köşe taşı olan- özerk insan öznesi fikrine de temelinden bağlıdır.
Arzulayan özne ile onu baskı altına alan iktidar arasındaki zor fark edilen suç
ortaklığı, klasik anarşistlerin önceden göremedikleri bir şeydir. Bu, devrimci
teoriyi rahat bırakmayan bir hayalettir. Öyleyse Stirner ve Deleuze, insan özü
ile iktidar arasındaki ilişkinin maskesini düşürerek ve arzunun otoriter
imkanlar içerdiğini <st1:city w:st="on">kabul</st1:city>
ederek klasik anarşizmin sorunsalının ötesine giderler. O zaman Devlet
iktidarına karşı direnişin, klasik anarşistlerin zihinlerinde
canlandırdıklarından farklı çizgilerden geçmek zorunda olduğu açıklık kazanır.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJJseDy3TZEIRL97aWWt3SMMO7-sePqrK4bMiOTwLZwYnzTaiMQ0fKFcHMzgl_qZKhdnJudf6WiNX8LLjgYWenD-INMpzCBE5MxBsR8cYmGG671vBu8p4d10ZfnW94U6umMlR-u-_P1S6T/s1600/ScreenHunter_725+Dec.+07+11.03.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJJseDy3TZEIRL97aWWt3SMMO7-sePqrK4bMiOTwLZwYnzTaiMQ0fKFcHMzgl_qZKhdnJudf6WiNX8LLjgYWenD-INMpzCBE5MxBsR8cYmGG671vBu8p4d10ZfnW94U6umMlR-u-_P1S6T/s320/ScreenHunter_725+Dec.+07+11.03.jpg" width="301" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
IV. DİRENİŞ</div>
<div class="MsoNormal">
Hem Deleuze’e hem de Stirner’e göre, Devlet hakimiyeti,
yalnızca toplumsal sözleşme teorileriyle ahlakçı ve akılcı söylemler sayesinde
değil, fakat bundan çok daha temel olarak bizzat hümanist arzu sayesinde işler.
Sorulması gereken soru şu olmalıdır: Eğer Devlete bu kadar sarmaş dolaş bir
biçimde bağlıysak baskısına nasıl direneceğiz? Stirner ve Deleuze’e göre
Devlete karşı direniş, düşüncelerimiz, fikirlerimiz ve en temel biçimde de
arzularımız düzeyinde yer almalıdır. Devlet paradigmasının ötesinde düşünmeyi
öğrenmek zorundayız. Devrimci eylem geçmişte başarısız oldu, çünkü bu
paradigmanın tuzağında kaldı. Amacı Devlet iktidarını yıkmak olan anarşizm gibi
devrimci felsefeler bile özcü kavramların ve manişeist yapıların tuzağından
kurtulamadılar, kaldı ki bu yapılar, Stirner ve Deleuze’ün gösterdikleri gibi,
otoritenin yeniden olumlanmasıyla son bulurlar. Belki de devrim fikri bile terk
edilmelidir. Belki de özcü yapılardan ve özdeşliklerden kaçış üzerine siyaset
yapılabilir. Örneğin Stirner, Devlete direnişin devrim biçimini değil, fakat
“isyan” biçimini alması gerektiğini iddia eder:<br />
Devrim ve isyan eş anlamlı olarak görülmemelidirler. Birincisi koşulların,
yerleşik durumun ya da statünün, Devletin ya da toplumun, devrilmesini içerir,
bu açıdan bir siyasal ya da toplumsal sözleşmedir; isyan ise gerçekten de kendi
kaçınılmaz sonuçları açısından koşulların dönüşmesidir, ne var ki buradan
değil, insanların kendi hoşnutsuzluklarından harekete geçer, silahlı bir
kalkışma değil fakat bireylerin kalkışmasıdır, kendisinden kaynaklandığı
düzenlemeleri umursamaksızın gerçekleşen bir uyanıştır. Devrim yeni
düzenlemeler hedefler; isyan ise artık düzenlemeye izin vermememize, buna
karşın kendi kendimizi düzenlememize yol açar ve “kurumlara” dair pırıltılı
umutlara kapılmaz. Bu, yerleşik olana karşı bir mücadele değildir, çünkü <st1:city w:st="on">eğer</st1:city> başarılı olursa,
yerleşik olan kendi kendine çöker; bu sadece, beni yerleşik olandan dışarıya
çıkaracak, geleceğe yönelik bir çalışmadır. (Stirner 1993: 316)<br />
İsyan, denilebilir ki, bireyin kendisine dayatılan kimliği, iktidarın sayesinde
işlediği “Ben”i reddetmesiyle başlar: “insanların kendi hoşnutsuzluklardan”
harekete geçer. Üstelik Stirner isyanın, siyasal kurumların kendilerini
hedeflemediğini söyler. Bireyin kendi kimliğini devirmesini hedefler -bunun
sonucu, yine de siyasal düzenlemelerde bir değişikliktir. Bundan dolayı İsyan,
kişinin hümanizme göre ne ‘olduğu’ -insanoğlu oluşu, İnsan oluşu- ile ilgili
değil, ne olmadığı ile ilgili hale gelir. Stirner’in isyan kavramı bir oluş
süreci içerir -kişinin sürekli olarak kendi kendisini yeniden icat etmesi ile
ilgilidir. Kendilik [self] bir öz, belirleyici özelliklerin tanımlanmış bir
kümesi değil, fakat daha ziyade bir boşluk, “yaratıcı bir hiçliktir,” bunun
haricinde bir şey yaratacak olan bireye bağlıdır ve özler tarafından
sınırlandırılamaz (Stirner 1993: 150).<br />
Daha önce de gördüğümüz gibi Deleuze de birliği ve özneye ilişkin özcülüğü,
arzuyu zorlayıcı bir yapı olarak gördüğünden dolayı reddeder. Oluşu da
-İnsandan, beşeriyetten başka bir şey haline gelmek- direnişin bir biçimi
olarak görür. Çokluğa, çoğulluğa ve farka birlik karşısında, akışa da kimliğin
değişmezliği ve özcülüğü karşısında ayrıcalık tanıyan bir özneleşme kavramı
önerir. Öznenin birliği, akışların, bağlantıların ve heterojen parçaların
düzenlemelerinden oluşan bir diziye doğru parçalara ayırmıştır. Bedenin kendisi
bile birleşik olarak düşünülemez: Bizler tamamen bağımsız şekilde iş gören
farklı parçalardan oluşuruz. Önemli olan özne ya da çeşitli bileşenlerin
kendileri değil, fakat daha ziyade bu bileşenler arasında neyin vuku
bulduğudur: bağlantılar akımlar, vb. (Bogue 1989: 91).<br />
Öyleyse Deleuze ve Stirner’e göre, Devlete karşı direniş, birleşik ve özcü
kimliklerin -arzuyu, dili ve düşünceyi Devlete bağlayan kimlikler-
reddedilmesini içermek zorundadır. Birliği çoğulluk, fark ve oluş yönünde
parçalara ayırmak, otorite ve Devlet karşıtı düşüncenin bir uygulaması olarak
görülebilir. Mevcut siyasal kategorilerin ötesine geçme ve yenilerini icat etme
-direniş ile kendisine karşı direnilen iktidar arasında oluşabilen
bağlantıların maskesini düşürmek ve bu suretle siyasetin alanını şu anda var
olan sınırlarının ötesine doğru genişletme- girişimi olarak görülebilir.
Deleuze’ün dediği gibi “Bir kopuş gerçekleştirebilirsiniz, bir kaçış çizgisi
çizebilirsiniz, yine de hâlâ bir tehlike vardır: her şeyi, iktidarı bir
gösterende yeniden canlandıran oluşumları, (…) katmanlar halinde yeniden
düzenlemeniz tehlikesi” (Deleuze ve Guattari 1988: 9).<br />
Bu ikici, özcü mantığın dışında düşünmenin bir yolu belki de savaş kavramıdır.
Stirner ve Deleuze değişik yollardan, savaş terimleri içinde, özcü olmayan
Devlete direniş biçimleri teorileştirdiler. Stirner, tam olarak Devlet kurumuna
ile ilkesine karşı savaş ilan etmek ister. Üstelik, burada toplumu egoların
savaşı terimleri çerçevesinde görür, bu da bir tür Hobbesçu “herkesin herkese
karşı” savaşıdır ki burada herhangi bir kolektiflik ya da birlik kavramına
hiçbir başvuru yoktur (Clark 1976: 93). Bu açıdan Stirner çoğu zaman bencil
olmakla ve aşırı bireyciliğin savuculuğuyla suçlanmıştır; bu bireycilikte “hak
kuvvettir” ve bireyin her şeye hakkı vardır, bu hakka elde ettiği gücü
dahilinde sahiptir. Bununla beraber Stirner’in burada fiili savaştan değil buna
karşın radikal teorik açılımlara yol açan ve bütün özsel birliklerin ve
kolektifliklerin kırıldığı, temsiller düzeyindeki bir mücadeleden bahsettiğini
belirtmek isterim. Savaş, Stirner’e göre, bir doğa Durumu ya da özsel bir
nitelik değildir. Daha çok özün [öz kavramının] altını oyan bir düşünme
tarzıdır.<br />
Devlete karşı bir direniş figürü olarak “savaş makinesi” hakkındaki Deleuze’ün
bahsi de aynı çizgide yer alır. Savaş makinesi Devlet için bir dışarısı [dış
taraf/dış mekan] kurar. Devlet içeridenlik ile karakterize ediliyorsa, savaş
makinesi mutlak bir dışarıdanlık tarafından karakterize edilir. Devlet,
gördüğümüz gibi, düşünceyi ikili yapılar içine kapatan bir kodlanmış kavramsal
düzlem iken, savaş makinesi çizgili olmayan ve kodlanmamış, katıksız göçebe
harekettir. Bu, çoğulluklar, çokluklar ve fark tarafından karakterize edilen,
ikili yapılardan sakınarak Devlet kodlamasından kaçan bir mekandır. (Deleuze
1987: 141). Savaş makinesi Devletin Dışarısıdır -Devletin kapmasından kaçan her
şeydir: “tıpkı Hobbes’un, Devletin savaşa karşı olduğunu açıkça görmesi gibi,
savaş da Devlete karşıdır ve onu imkansız hale getirir” (Deleuze ve Guattari
1988: 389). Bu, özün ve merkezi otoritenin kavramsal anlamda mevcut
olmamasıdır. Tekrar belirtmek isterim ki Deleuze de Stirner örneğinde olduğu
gibi, burada fiili bir savaştan bahsetmez, fakat daha ziyade Devlet
düzenlemesinin bir parçasını oluşturan sabit kimliklerden, özlerden ve
kavramsal birliklerden kaçan, çoğulluğa ve farka kavramsal olarak açıklıkla
karakterize edilen teorik bir sahadan bahseder. Radikal bir altüst oluş ve
kurucu bir boşluk olarak savaş fikri, belki de Devlet iktidarına ve otoriteye
karşı bir direniş aracı olarak geliştirilebilir.<br />
Gördüğümüz gibi direniş tehlikeli, cesaret isteyen bir girişimdir: Karşı olduğu
iktidar tarafından her zaman sömürgeleştirilebilir. Bundan böyle direniş, bir
özsel Devrimci özne tarafından Devlet iktidarının devrilmesi olarak görülemez.
Artık savaş terimleriyle düşünülebilir: Çoklu mücadeleler, stratejiler,
yerelleşmiş taktikler, geçici gerilemeler ve ihanetlerin faaliyet alanı -nihai
zafer vaadi olmadan süregiden uzlaşmaz karşıtlık. Deleuze’ün dediği gibi
“…dünya ve Devletleri, hiç de onlarınkinin biçimini bozmak zorunda olan
devrimcilerden daha fazla kendi düzlemlerinin efendisi değildir. Her şey
belirsiz oyunlar içinde oynanmaktadır…” (Deleuze 1987: 147).<br />
Bireyler, kolektiflikler ve otorite arasında oynanan belirsiz bir oyun olan, bu
savaş olarak direniş kavramı, anarşist devrim fikrinden nasıl ayrılıyor? Klasik
anarşistlere göre devrim, toplumun görkemli, diyalektik bir devrilmesiydi; yani
iktidar ve otorite yapıları yıkılacak ve tâbi olanların [öznelerin] insanlığını
bütünüyle gerçekleştirmenin önündeki son engel de ortadan kaldırılacaktı. Öte
yandan, Deleuze ve Stirner’e göre, direniş bu anlamda bir sonuca ya da telos’a
sahip değildir. Direniş, devam <st1:city w:st="on">eden</st1:city>
bir karşılaşma -karşılaşma hatlarına asla peşinen bir çizgi çekilemeyen, ancak
daha ziyade durmadan yeniden müzakere edilen ve üzerine mücadele verilen sonu
gelmez bir yıpratma savaşı- olarak görülebilir. Devlete karşı direniş
kesinlikle belirsiz bir oyundur, zira Devlet iktidarı tek bir kurum içinde daha
uzun süre sınırlandırılabilir olmasına karşın, önce de gördüğümüz gibi,
arzuları, özleri ve akılcı ilkeleri oluşturarak toplumsal dokuya nüfuz <st1:city w:st="on">eden</st1:city> bir şeydir. Anarşist
söylemde Devlet iktidarının karşısına çıkarılan ahlakçı ve akılcı insan öznesi
kavramının tam da kendisi bir kurgudur ya da en azından, bu tam da karşıtı
olmaya niyetlendiği iktidar, belli etmeden onun içine sızmıştır. Öyleyse
direniş, tahakkümün çok çeşitli biçimlerine karşı yürütülen, günden güne süren
mücadelelere bağlanmış bireylerin ve grupların oynadığı belirsiz bir oyundur.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDA42-3bs4F6Y45MMMSGuILBSZmWOQIoh6q_KsNKcKI5qEMenQtK_KeLTDIVEaKSYBw6PL3b-o_N1wMwY61fR4ZEcTB0Y9rQaHolN7VhXklAzvIAyo45mPTKtiOLYxb27VTH1gFuc0_sQ9/s1600/ScreenHunter_726+Dec.+07+11.03.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="284" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDA42-3bs4F6Y45MMMSGuILBSZmWOQIoh6q_KsNKcKI5qEMenQtK_KeLTDIVEaKSYBw6PL3b-o_N1wMwY61fR4ZEcTB0Y9rQaHolN7VhXklAzvIAyo45mPTKtiOLYxb27VTH1gFuc0_sQ9/s320/ScreenHunter_726+Dec.+07+11.03.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
SONUÇ</div>
<div class="MsoNormal">
Stirner ve Deleuze’ün Devlet karşıtı düşüncesi, Devletin
bizler için döşediği tuzaklara düşmekten kaçınan direniş biçimlerini
kavramsallaştırmamızı ve geliştirmemizi sağlayabilir -böylece, akılcı düşünce
yapılarına ve arzunun özcü biçimlerine mutlak bağlılığımız yüzünden tahakkümü
alt etmekten ziyade yeniden onaylamamıza bir son verebiliriz. Devirdiğimizin
yerine hangi kurumu, hangi tahakküm biçimini koyacağız sorusunun ötesine
geçerek düşünebilmek zorundayız. Deleuze ve Stirner’in Devlet karşıtı düşüncesi
belki de siyaseti bu başı sonu olmayan sorunun tehditinden kurtaracak olan
kavramsal cephaneliği bize temin edebilir. Burada tekrar belirtmek isterim ki
Stirner ve Deleuze’ün Devlet iktidarı çözümlemeleri her ne kadar geleneksel
anarşizmden ayrılsa da bu noktada kesinlikle anarşizmin en yakınındadır.
Otoritenin tüm biçimlerinin acımasız bir eleştirisini ve özellikle de
otoritenin belirli biçimlerinin özgürleştirici olabileceği düşüncesinin reddini
anarşizmle paylaşırlar. Fark şudur ki Stirner ve Deleuze klasik anarşizmin
bakmadığı, tahakkümün potansiyel olarak bulunduğu yerleri -ahlakçı ve akılcı
söylemlerde, insan özünde ve arzuda- açığa çıkarırlar. Başka bir deyişle,
klasik anarşizmin yüklendiği iktidar ve otorite eleştirisini yalnızca
genişletmişlerdir. Bu anlamda Deleuze ve Stirner’in Devlet eleştirisi
anarşizmin bir biçimi olarak görülebilir. Belki de bu yolla Deleuze ve
Stirner’in Devlet karşıtı felsefeleri bir post-anarşizm -anarşizmi, otoriteye
karşı yürütülen çağdaş mücadelelere daha uygun hale getirerek yalnızca
geliştiren bir dizi kavramsal strateji- olarak düşünülebilir.<br />
Öyleyse, Stirner ve Deleuze arasında, Devlet sorunu üzerine beklenmedik ve
şaşırtıcı bir yakınlaşma olduğunu öne sürüyorum. Üstelik bu yakınlaşmayı keşfe
çıkmak bizlere, Devlet hakimiyetine karşı özcü olmayan bir direniş siyaseti
teorileştirme imkanı verebilir. Her iki düşünür de Devleti, kendi somut
biçimlerine indirgenemeyen soyut bir iktidar ve egemenlik ilkesi olarak görür.
Devletin ekonomik düzenlemelerden bağımsız olduğunu düşünmelerinden dolayı
Marksizmin ötesine; Devletin, kendisini mahkum etmek için kullanılan ahlakçı ve
akılcı söylemler sayesinde işlediğini düşünmelerinden dolayı da anarşizmin
ötesine geçen bir teori geliştirdiler. Bunu yaparken de iktidarla insan özü
arasındaki bağlantıların maskesini düşürüp arzunun kimi zaman kendisinin baskı
altına alınmasını arzulayabileceğini göstererek Aydınlanma-hümanizmi paradigmasıyla
ilişkilerini kestiler. Bu durumda, Stirner ile Deleuze’ün -Devlete karşı
kavramsal bir savaş ilan <st1:city w:st="on">eden</st1:city>,
ve anarşizm açısından doğurduğu teorik sonuçları hesaba katmanın zorunlu
olduğu- benzer bir antiotoriter felsefi ve siyasal yörüngeye oturdukları
düşünülebilir.</div>
<div class="MsoNormal">
Yazan: Saul Newman<br />
Çeviren: Kürşad Kızıltuğ</div>
<div class="MsoNormal">
Notlar:<br />
i [..] köşeli ayraç içindeki eklemeler çevirene aittir.<br />
ii Urstaat: (Alm.) İlk Devlet (ç.n.)<br />
iii de jure (Latince): yasaya göre<br />
iiii subjection</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
FOTOLAR: <span style="background-color: white; color: #141823; font-family: helvetica, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.32px;">Zdzislaw Beksinski</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5H-K1qNCHq0BvPlxit5EEpFMrp7_g47rb6B6-JfUD6wK_iU6RosYSBKU1LMvj0KKIeuABaSDby3I3wv5pbH-ZAJDTBEpdXJ8MCMTMcLq7z2wfBF3_tLN00Ufhe3yjIaf74Rij-8IiJMbt/s1600/ScreenHunter_742+Dec.+07+11.07.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5H-K1qNCHq0BvPlxit5EEpFMrp7_g47rb6B6-JfUD6wK_iU6RosYSBKU1LMvj0KKIeuABaSDby3I3wv5pbH-ZAJDTBEpdXJ8MCMTMcLq7z2wfBF3_tLN00Ufhe3yjIaf74Rij-8IiJMbt/s320/ScreenHunter_742+Dec.+07+11.07.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
REFERANSLAR</div>
<div class="MsoNormal">
<br />
Bakunin, Mikhail 1984. Political
Philosophy: Scientific Anarchism. (ed.) G.P Maximoff. <st1:city w:st="on">London</st1:city>: Free Press of Glencoe. (Türkçe’de
Bakunin için bkz. Sam Dolgoff’un Bakunin adlı derlemesi, çev. Cemal Atila, Kaos
yayınları, İstanbul 1998)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Bogue, Ronald 1989. Deleuze ve Guattari.
<st1:city w:st="on">London</st1:city>:
Roultedge. (Türkçesi: Deleuze ve Guattari, çev. Ali Utku ve İsmail Öğretir,
Birey Yayınları, İstanbul: 2002)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Clark, John 1976. Max Stirner’s Egoism. <st1:city w:st="on">London</st1:city>: Freedom Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Deleuze, Gilles ve Felix Guattari 1977.
Anti-Oedipus: Capitalism ve Schizophrenia. <st1:state w:st="on">New York</st1:state>: Viking Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Deleuze, Gilles 1987. Dialogues.
(trans.) Hugh Tomlinson. <st1:state w:st="on">New York</st1:state>: <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Columbia</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press. (Türkçesi Diyaloglar,
çev. Ali Akay, Bağlam Yayınları, İstanbul 1990)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Deleuze, Gilles ve Felix Guattari 1988.
A Thousand Plateaus: Capitalism<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span> & Schizophrenia. (trans.) Brian Massumi. <st1:city w:st="on">London</st1:city>: Althone Press.
(Bu çalışmanın 12 ve 13. bölümlerini oluşturan Savaş Makinası ve Kapma Aygıtı
adlı bölümleri için bkz. Kapitalizm ve Şizofreni I.ve II. Çev. Ali Akay, Bağlam
Yayınları, İstanbul)<br />
Derrida, Jacques 1994. Spectres of Marx:
The State of <st1:state w:st="on">Debt</st1:state>,
the Work of Mourning ve the New International. (trans.) Peggy Kamuf, <st1:state w:st="on">New York</st1:state>: Routledge.
(Türkçesi: Marx’ın Hayaletleri, çev. Alp Tümertekin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul:
2001)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Feuerbach, Ludwig 1957. The Essence of
Christianity, (trans.) George Eliot. <st1:state w:st="on">New
York</st1:state>: Harper.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Harrison, Frank 1983. The <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Modern</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">State</st1:placetype></st1:place>:
An Anarchist Analysis. <st1:city w:st="on">Montreal</st1:city>:
Black Rose Books.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Koch, Andrew 1997. Max Stirner: The Last
Hegelian or the First Poststructuralist. Anarchist Studies 5: 95-107.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Kropotkin, Peter 1943. The State: Its
Historic Role. <st1:city w:st="on">London</st1:city>:
Freedom Press. (Türkçesi: Peter Kropotkin, Çağdaş Bilim ve Anarşi, çev. Mazlum
Beyhan, Öteki yayınları, <st1:city w:st="on">Ankara</st1:city>:
1999 içinde)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Stirner, Max 1993. The Ego and Its Own.
(trans.) Steven Byington. <st1:city w:st="on">London</st1:city>:
Rebel Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span></div>
<div class="MsoNormal">
Tavsiye edilen okumalar:<br />
Deleuze’ün siyasal düşüncesine iyi bir ek olarak, aşağıdakileri de öneriyorum:<br />
Goodchild, Philip 1996. Deleuze and
Guattari: an introduction to the politics of desire. <st1:city w:st="on">London</st1:city>: SAGE Publications.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Massumi, Brian 1992. A User’s Guide to
Capitalism and Schizophrenia: Deviations from Deleuze and Guattari. <st1:city w:st="on">Cambridge</st1:city>, Mass: MIT
Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Patton, Paul 1984. “Conceptual Politics
and the War-Machine in Mille Plateaux”, Substance. 44/45, 61-80.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Perez, Rolando 1990. On An(archy) and
Schizoanalysis. Autonomedia: <st1:country-region w:st="on">USA</st1:country-region>.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Schrift, Alan 1992. “Between Church and
State: Nietzsche, Deleuze and the Genealogy of Psychoanalysis”, International
Studies in Philosophy, 24(2), 41-52.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Foucault’nun iktidar ve direniş kavramı üzerine Deleuze’ün kendi düşüncesi için
şu çalışmasını da öneririm:<br />
Deleuze, Gilles 1988. Foucault. (trans.)
Seán Hand. <st1:city w:st="on">Minneapolis</st1:city>: <st1:place w:st="on"><st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype> of <st1:placename w:st="on">Minnesota</st1:placename></st1:place>
Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Stirner’in siyasal düşüncesine iyi bir giriş için önerilerim:<br />
Carroll, John 1974. Break-Out from the <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Crystal</st1:placename> <st1:placename w:st="on">Palace</st1:placename></st1:place>. The anarcho-psychological
critique: Stirner, Nietzsche, Dostoyevsky. <st1:city w:st="on">London</st1:city>: Routledge ve Kegan Paul.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Ferguson, Kathy. E 1982. “Saint Max
Revisited: A Reconsideration of Max Stirner”, Idealistic Studies. 12(3),
276-292.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Anarşizm ve postyapısalcılık arasındaki bağlantılara ilişkin bir araştırma
aşağıdakilerde bulunabilir:<br />
May, Todd 1994. The Political Philosophy
of Poststructuralist Anarchism. <st1:city w:st="on">University Park</st1:city>,
<st1:state w:st="on">Pa.</st1:state>: <st1:place w:st="on"><st1:placename w:st="on">Pennsylvania</st1:placename> <st1:placetype w:st="on">State</st1:placetype>
<st1:placetype w:st="on">University</st1:placetype></st1:place> Press.
(Türkçesi: Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi, çev. Rahmi G. Öğdül,
Ayrıntı Yayınları, İstanbul: 2000)<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
May, Todd 1989. “Is poststructuralist
political theory anarchist?” Philosophy<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span> & Social Criticism.
15(2), 167-181.<br />
Postmodern siyasete giriş için öneririm:<br />
Ross, Andrew (ed.) 1988. Universal
Abandon: The Politics of Post-Modernism. <st1:city w:st="on">Minneapolis</st1:city>:
Univ<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span>ersity
of Minnesota Press.<br />
Çağdaş anarşizme ilgi çekici bir bakış olarak aşağıdakileri öneririm:<br />
Clark, John 1984. The Anarchist Moment:
Reflections on Culture, Nature ve Power. Black Rose Books: <st1:city w:st="on">Montreal</st1:city>.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span><br />
Ehrlich, Howard J. (ed.) 1996.
Reinventing Anarchy, Again. <st1:place w:st="on"><st1:city w:st="on">San
Francisco</st1:city>, <st1:state w:st="on">CA</st1:state></st1:place>: AK
Press.<span style="font-family: Symbol; mso-ascii-font-family: "Times New Roman"; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: "Times New Roman"; mso-symbol-font-family: Symbol;">-</span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-679549324869983410.post-72447812572489601002015-11-28T21:16:00.003-08:002015-11-28T21:16:31.566-08:00“Özel Timde Dini Radikalizm Milliyetçilikle Bütünleşiyor”<div class="post_text_container" style="background: rgb(248, 248, 248); border: 0px; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 16.003px; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<div style="background: rgb(255, 255, 255); border: 0px; color: #222222; display: table-cell; font-family: Roboto, arial, sans-serif; font-size: 24px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: normal; margin: 0px 0px 13px; padding: 0px; vertical-align: top; width: 824px; word-wrap: break-word;">
<span style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; display: block; font-size: 12px; font-weight: bold; margin: 3px 0px 8px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">TAHİR ELÇİ YORUMLADI</span><a href="https://www.blogger.com/null" style="background: transparent; box-sizing: border-box; color: #006699; display: block; font-size: 22px; font-weight: bold; margin: 0px 0px 6px; outline: none; padding: 0px 6px 0px 0px; vertical-align: baseline;"><span style="background-color: transparent; color: #333333; font-size: 14px; line-height: 18px;">İdil’de özel timin tekbir getirerek havaya ateş açması ve Silvan’da duvarlara yapılan yazılamaları değerlendiren Elçi, 90’larda özel timde hakim olan milliyetçi ideolojinin artık dini radikalizmle birleştiği görüşünde.</span></a><a href="http://bianet.org/yazar/ekin-karaca?sec=bianet" style="background: transparent; box-sizing: border-box; color: #006699; font-size: 14px; font-weight: bold; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; text-decoration: none; vertical-align: baseline;">Ekin Karaca</a><span style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #666666; display: block; font-size: 14px; margin: 9px 0px 7px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">Diyarbakır - BİA Haber Merkezi</span><span style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; color: #666666; display: block; font-size: 14px; margin: 9px 0px 7px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">18 Kasım 2015, Çarşamba 16:38</span><strong style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">“90’lardan daha tehlikeli bir eğilim”</strong><br /><img height="277" imgid="71403" origheight="277" origwidth="500" src="http://bianet.org/resim/olcekle/71403/500/277" style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; font-size: 12px; margin: 0px; max-width: 100%; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;" width="500" /><br /><strong style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">“Şiddetle mücadele de yasalara göre yapılır”</strong><br /><strong style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">“Halk işgal gücü olarak görüyor”</strong><br /><strong style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">“Tekbir getirerek ateş etmenin anlamı…”</strong><br /><strong style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">“Esedulllah timi cihat anlayışıyla hareket ediyor”</strong><br />Ekin Karaca<span class="spr" style="background: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(255, 255, 255); border-bottom-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-top-style: solid; border-width: 1px 0px; box-sizing: border-box; height: 1px; margin: 0px 0px 0px 12px; outline: none; padding: 0px; position: absolute; top: 11px; vertical-align: baseline; width: 480px;"></span><span class="watch-title " dir="ltr" id="eow-title" style="background: transparent; border: 0px; margin: 0px; padding: 0px;" title="Özel Harekat Polislerinden Tekbir Sesleri"> Özel Harekat Polislerinden Tekbir Sesleri</span></div>
</div>
<div class="post_container" style="background: rgb(248, 248, 248); border: 0px; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: Arial, sans-serif; line-height: 16.003px; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<div class="article" style="background: rgb(255, 255, 255); border: 1px solid rgb(240, 240, 240); box-sizing: border-box; margin: 0px; outline: none; padding: 14px 20px; vertical-align: baseline;">
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi ile son günlerde gündeme gelen özel harekat polislerinin Şırnak’ın İdil ilçesinde tekbir getirerek havaya ateş açma görüntülerini ve Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde duvarlara yaptıkları yazılamaları konuştuk.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Bu görüntülerin 1990’ları hatırlattığını ifade eden Elçi, eskiden özel harekat polislerinin milliyetçi ideolojiyle yaklaştığını, bugün ise özel timde radikal dinci-milliyetçi çizginin hakim olduğunu belirtiyor.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Duvarlarda yer alan “Esedullah timi” imzasının da özel tim içindeki bu radikal dinci-milliyetçi gruplar tarafından yazıldığını söyleyen Elçi, bu yapının cihatçı anlayışla hareket ettiğini ifade etti.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
Elçi’nin bianet’e açıklamalarından satırbaşları şöyle:</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“1990'larda özel harekat timi daha çok MHP ve onun milliyetçi ideolojisi altındaydı. O zaman da Kürt kimliğini, halkı aşağılayan ‘Kahrolsun insan hakları’ gibi sloganlar atılırdı.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Bu dönem ise aynı özel tim radikal dinci-milliyetçi çizginin hakimiyeti altında ve çok daha tehlikeli bir eğilimin geliştiğini görüyoruz.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img height="311" imgid="71402" origheight="311" origwidth="500" src="http://bianet.org/resim/olcekle/71402/500/311" style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; max-width: 100%; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;" width="500" /></div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
"Çok ciddi bir tehlike var. Çünkü Kürt toplumunu gerçekten düşman olarak gören, hiç bir sınır tanımayan, kendini hiç bir kurala bağlı hissetmeyen, tamamen vurmak ve öldürmek üzerine meseleye yaklaşan bir bakış açısı var.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Özel tim de olsanız, şiddetle, silahlı faaliyetle, silahlı militanla da mücadele ediyor olsanız, yine yasaların ve hukukun çizdiği çerçeve içinde görevinizi yapmak durumundasınız.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img height="258" imgid="71401" origheight="258" origwidth="500" src="http://bianet.org/resim/olcekle/71401/500/258" style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; max-width: 100%; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;" width="500" /></div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Biz Türkiye'de toplumun karşı karşıya gelmesi gibi tehlikelerden söz ederken şükür ki Kürt toplumunda da Türk toplumunda da böyle bir eğilim yok.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Ama bu güvenlik görevlileri içinde giderek artan aşırı milliyetçilikle bütünleşen dini radikalizm çok daha tehlikeli bir noktaya gidiyor.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Öte yandan Kürt toplumu güvenlik güçleri böyle davrandığında güvenlik güçlerini kendilerini öldürmeye gelen işgal gücü olarak görüyor.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img height="328" imgid="71400" origheight="328" origwidth="500" src="http://bianet.org/resim/olcekle/71400/500/328" style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; max-width: 100%; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;" width="500" /></div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Dini değerlere çok bağlı olan Kürt toplumu içinde tekbir getirerek havaya ateş etmenin ne anlamı olabilir?</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Giderek toplumla yabancılaşan, toplumu düşman gören bir yapıyla karşı karşıyayız. Devlet-toplum ilişkileri giderek dağılıyor.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<img height="311" imgid="71399" origheight="311" origwidth="500" src="http://bianet.org/resim/olcekle/71399/500/311" style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; margin: 0px; max-width: 100%; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;" width="500" /></div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Esedullah timi denilen yapı birçok yerde görülüyor. Bunlar özel tim içindeki kendilerini daha çok milliyetçi dindar olarak tanıtan, bir tür cihat anlayışıyla hareket eden bir yapı.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; margin-bottom: 15px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Kürt toplumunu Müslüman olmayan bir toplum gibi görüyorlar ve bu durum tehlikeli hal alıyor.</div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; line-height: 22px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
“Burada da Tayyip Erdoğan'ın zamanında ‘Bunlar Zerdüşt’tür, bunların İslam’la alakası yok’ gibi söylemleriyle de ilgisi var.” (EKN)</div>
</div>
</div>
<div class="author-bio" style="background: rgb(239, 239, 239); border: 0px; box-sizing: border-box; color: #333333; font-family: Arial, sans-serif; line-height: 16.003px; margin: 20px 0px 0px; outline: none; padding: 20px; vertical-align: baseline;">
<div class="text" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: transparent; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; box-sizing: border-box; font-style: italic; line-height: 1.5em; margin: 0px; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<div style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: transparent; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial; background-repeat: initial; background-size: initial; border-image-outset: initial; border-image-repeat: initial; border-image-slice: initial; border-image-source: initial; border-image-width: initial; border: 0px; box-sizing: border-box; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
2004'te Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünden, 2008'de Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar yüksek lisans programından mezun oldu. 2006-2007'de Nokta dergisinde, 2008-2011'de Aktüel dergisinde muhabirlik yaptı. 2011'den beri bianet'te çalışıyor.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe width="320" height="266" class="YOUTUBE-iframe-video" data-thumbnail-src="https://i.ytimg.com/vi/UbSI1vhQIj8/0.jpg" src="https://www.youtube.com/embed/UbSI1vhQIj8?feature=player_embedded" frameborder="0" allowfullscreen></iframe></div>
<div style="background: transparent; border: 0px; box-sizing: border-box; outline: none; padding: 0px; vertical-align: baseline;">
<br /></div>
</div>
</div>
karaderibeyazmaskehttp://www.blogger.com/profile/03561182921499306793noreply@blogger.com