Tarihsel
olarak 1 Mayısın 1886’da başlatılan 8 saatlik iş günü talepleri ile bir
mücadele günü olarak sembolleştiğini ve işçi sınıfının mücadelesinde
önemli bir yere sahip olduğunu herkes bilir ancak bilinmeyen veya
görmezden gelinen tarihsel bir gerçeklik vardır ki o da 1 Mayısın
anarşist kökenleridir.
1 Mayıs 1886 Amerika’da ülke çapında yaklaşık
350.000 işçinin katıldığı grevlerin örgütlenmesinde ve mücadelenin
genişlemesinde anarşistlerin yadsınamaz bir payı vardır. Sol literatürde
’’Chicago şehitleri’’ veya ’’Haymarket şehitleri” olarak anılan 8
devrimcinin (August Spiess, Adolph Fischer, Michael Schvvab, George
Engel, Albert Parsons, Louis Lingg, Samuel Fielden ve Oscar Neebe) hepsi
anarşistti ve 1 Mayıs öncesinde ve sonrasında örgütlenen grevlerin
oluşumunda önemli rollere sahiptiler.
Yaygın kanının aksine anarşistler tarihsel olarak
işçi mücadelesi ile yakından ilgilenmişlerdir. Central Labour Union
içerisinde anarşistlerin önemli bir ses olması Amerika’daki sendikal
harekete düşünsel olarak nasıl etkileri olduğunu anlayabilmemiz
açısından güzel bir örnektir. Hatta Chicago sürecinde sendikalar
içerisinde anarşistlerin esas güç olduğunu söylemek tarihsel olarak
yanlış olmacaktır.
Haymarket direnişinin bastırılmasından sonra 8
anarşist tutuklandı ve yargılandı. 20 Ağustos 1886’da idam kararı
açıklandı ve dört anarşist (Parsons, Engel, Fischer ve Spiess) 11 Kasım
1887 günü idam edildi. Louis Lingg ise bir gün önce hücresinde gizlice
intihar etti. Geriye kalan 3 anarşist ise yedi yıl sonra serbest
bırakıldılar. 1889’da Paris’te düzenlenen Enternasyonal’de Amerikan
delegasyonunun önerisi ile 1 Mayıs uluslararası mücadele günü olarak
Haymarket şehitleri anısına kabul edildi.
Anarşistler bu tarihsel gerçekliği özellikle
Türkiye’deki marksist solun bunu görmezden gelmesine inat yıllar boyu
vurgulamışlardır. Son 10 yıl içerisinde anarşizmin küçük burjuvalık,
örgütsüzlük, liberalizm gibi etiketler ile daha az anılır olmasına
rağmen anarşizmi hâlâ karşı devrimci olarak gören düşüncelerin hiçte
azınlıkta olmadığını kolaylıkla gözlemleyebiliriz. (İnsan Metin
Çulhaoğlu’nun haber solda yazdığı 17 Ekim 2013 tarihli “Anarşizmin bir
asalak olarak portresi” adını taşıyan yazısını hatırlamadan edemiyor! )
Marksist solun çoğu zaman 1 Mayısın anarşist
kökenlerine dair olan önemli ayrıntıları görmezden gelmek istemesi bir
yana 1 Mayısın “8 saatlik iş günü talebi” de sadece marksistler
tarafından değil anarşistler tarafından da tekrar üzerinde düşünülmesi
gereken bir talep olarak karşımızda durmaktadır.
Hem marksist sol, hem de anarşistler işçi algısını
daima kolektif bi üretimin ütopyasında coşkuyla çalışacak bireyler
olarak hayal etmişlerdir. Marksistler için “fabrika işçilerin olacak”
söylemi devlet temelli bir sistem ile şekillenirken, anarşistler için bu
kollektif üretim biçimi sendikalar, komünler ve kooparatifler olarak
kendini göstermiştir. “Devrimden sonraki gün” devrimi yapanların
fabrikalarda büyük bir heyecan ile üretime devam edeceklerine dayanan bu
inanç maalesef anarşistler açısından bile işçi denilen öznenin özgür
karar verme sürecine darbe vuracak eylemleri doğurabilmiştir.
1936’da anarşizmin en büyük pratiklerinden biri
olarak gösterebileceğimiz İspanyol anarşist hareketi ve Paris Halk
cephesi marksistler ve anarşistler tarafından kurgulanmış “işçi”
profilinin gerçekliğini yeniden sorgulamamız için incelenmeye değerdir.
Michael Seidman İspanyol devrimine ve işçi kavramına yeni bir bakış
açısı getirdiği “Workers against work: labor in Paris and Barcelona
during the popular front” (İşçiler Çalışmaya karşı) eserinde işçilerin
gerek Madrid hükümetine gerekse CNT’ye (İspanyol devrimindeki anarşist
sendika) karşı greve gitmelerinden hatta CNT’nin adalet bakanı Juan
Garcia Oliver tarafından çalışmayanların veya greve gidenlerin
gönderildiği çalışma kamplarından bahseder. Gerek 1936 devrimi
öncesinde, gerekse devrimin Katalan bölgesinde güç kazandığı 3 yıl
içerisinde işçilerin talepleri marksistlerin veya anarşistlerin hayal
ettiği gibi kollektif bir üretimin parçası olmak değil “daha az iş, daha
çok tatil” fikri üzerinden şekillenmiştir
Gerçek anlamıyla CNT’nin 1936’da 1.5 milyonu aşan
bir üye kitlesine sahip olmasındaki temel unsur işçilerin “daha az iş,
daha çok ücret ve daha çok tatil” taleplerini iyi anlaması ve iktidarı
bu talepler aracılığıyla baskı yapması olmuştur.
Bu yazıda İspanyol devriminin uzun analizine
girişebilmemizin imkânı yok ancak tarihsel olarak İspanyol devrimi bize
büyük bir soru sormak zorunda olduğumuzu gösteriyor: “Peki devrimin
gerçek sahipleri olan işçiler üretime karşı direnirlerse hayal edilen
devrim gerçekleşmiş midir?’’
İşte tam bu noktada 1 Mayısın 8 saatlik iş günü
talebini tıpkı İspanyol devrimini radikal bir okumayla gözden
geçirdiğimiz gibi gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ortodoks
Marksistler çoğu zaman işçilerin çalışmama isteğini bir yozlaşma olarak
okuma eğlimindedirler ve bu davranışların işçi bilincine sahip
olamamaktan geldiğini düşünürler. Ancak işçilerin çalışmaya karşı
isteksizlikleri tam da çalışmanın ve fabrikanın kapitalizm gibi bireyi
yok eden bir otorite biçimi olmasından kaynaklanmaktadır.
Anarşist anlamıyla 1 Mayıs 1886 kolektif üretimin
heyecanını yaşacağımız ve fabrikaları kutsayacağımız bir gün olmaktan
ziyade çalışmaya karşı direnmenin günü olarak selamlanmalıdır. Tarih
boyunca işçiler Marksistlerin veya bazı anarşistlerin düşündüğü gibi
çalışma arzusuyla dolmamışlar veya fabrikalar sözüm ona onların olunca
kolektif üretimin parçası olmak istememişlerdir.
1 Mayısın anarşistler tarafından unutulmuş kökenin
de bu nokta olduğunu düşünüyorum. 1 Mayıs çalışma denilen ve “devrimci”
bir kutsamayla önümüze sunulan lanete karşı direnişin günüdür. 1886’da
Amerika’da ve 1936’da İspanya’da işçiler çalışmanın ve fabrikanın da
kapitalizm gibi bir tahakküm olduğunu tanımlamasalar da güdüsel olarak
bu unsurlara karşı direniş göstermişlerdir. 1886’da işçiler daha az
çalışmak için direnişe geçtiler umuyorum ki 8 saatlik iş günü talebi
çalışma denilen tahakkümün olmadığı bir dünya özlemiyle yeni bir dünya
tutkusunda birleşecek ve umarım bizler 1 Mayısı çalışmanın lanetine
karşı bir direniş olarak selamlayarak mücadelemize devam edeceğiz.
Sözlerimi August Spies’in idam kararına verdiği cevap ile noktalamak
istiyorum :
“Eğer bizi asarak … tahakküm altındaki milyonların,
sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu arzulayan, kurtuluşu bekleyen
milyonların bu hareketini, işçi hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız
-eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı
ezeceksiniz, ama şurda, burda veya orada, arkanızda, -ve önünüzde, ve
her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla
söndüremezsiniz.”
Meriç Aytekin
Kaynak: Kaos GL