Saturday, April 5, 2014

Atatürk, Dersim katliamının planlayıcısıdır.

Dersim Katliamına Giden Süreç

Cumhuriyet’in kuruluşu ile beraber giderek otoriterleşen rejim, verilen sözlerin tutulmasını isteyen Kürtler ve Cumhuriyet rejimine karşı çıkan İslamcıları sindirmeye yöneldi.

Koçgiri katliamı ile başlayan yeni dönem Şeyh Sait ile devam etti. Rejim bir yandan silahlı güçle toplumu bastırmaya çalışırken diğer yandan yeni çıkardığı Cumhuriyet Kanunları ile toplumu tekleştirmeye çalıştı. Çıkarılan yeni yasalarla tek millet, tek din, tek ırk ve tek dil anlayışı egemen kılınmaya çalışıldı.


Bütün bu gelişmelerin yanında, Dersim cumhuriyet kadroları açısından çıbanbaşı olarak görülmeye başlandı. Peş peşe umum müfettişlerinin, genelkurmay yetkililerinin, İsmet İnönü, Şükrü Kaya, İbrahim Tali, Celal Bayar vb. birçok kurum ve ismin hazırladığı raporlarda, Dersim’de rejimin otoritesinin sarsıldığı ve cumhuriyetin egemen olamadığı vurgulanıyordu. Bunun için zaman kaybettirilmeden bir an önce halledilmesi gereken bir sorun olduğuna dikkat çekiliyordu.


Genelkurmay raporunda, ”Dersim’e asırlarca egemen olunamamış, hükümete sorunlar çıkarmış, devamlı şakilik yapan saldırgan ve soyguncuları barındıran bir bölgedir” belirlemesi yapılıyordu.

Mülkiye müfettişi Hamdi Bey raporunda, ”Dersim, hükümet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak, acı sonuç ihtimalini önlemek, memleketin selameti için gereklidir” diyordu. (1926)


İsmet İnönü Şark raporunda, ”Dersim ıslahına bir program dâhilinde tevessül edeceğiz. Program, hazırlık, silahtan tecrit ve icap ederse iskan safhalarını ihtiva edecektir. Hazırlık ve silahsızlanma üç senede olacaktır” diyordu. (1935)


Tüm raporlardan ortaya çıkan gerçeklik cumhuriyeti yönetenler tarafından sıranın artık Dersim’e geldiği ve çıbanbaşı olarak görülen Dersim’in yok edileceği gerçekliğidir.
Neden Dersim?

Cumhuriyetin Dersimi hedef olarak seçilmesinin sebepleri olarak gösterilen, Dersim’in şakilik yaptığı, feodalizmi yaşattığı ve cumhuriyetin modernleştirme hareketine karşı çıktığı vb. gerekçeler gerçeği yansıtmıyordu. Tüm bunlar katliam için hazırlanan kılıflar ve yalanlardır. Ayrıca yapılan bu ve benzer yakıştırmalar Dersim ve Dersimlilere yapılan hakaretler olarak kabul edilmelidir.


Bu gerekçeleri ortaya koyan Kemalist yazar, siyasetçi, bürokrat ve kalemşorlar açık bir çarpıtma içerisindedirler. Şöyle ki, cumhuriyet genel olarak feodalizmden kurtulmuşta da bir tek Dersim mi feodalizmi besliyordu? Sorusu akla gelmelidir. Dönemin parlamentosundaki milletvekillerinin profili göz önüne alındığında, sistemin feodalizmle nasıl açık bir şekilde uzlaştığı görülmektedir. Yine “şakilik” suçlaması da, bizzat Mustafa Kemal ile çalışan Topal Osman ve Kuvay-ı Milliyecilerin yaptıkları incelendiğinde ayakları havada kalan bir iddia olarak kalmaktadır.


Zira dönemin gereği olarak herkes silahlıdır ve kendi güvenliğini bu şekilde sağlamaktadır. İddialar arasındaki en hayret verici olan ise modernleşmeye karşı olma iddiasıdır.

Kemalist zihniyetin ”tedip ve tenkil” zihniyetine tekabül eden bu anlayış sadece katliamın kılıfıdır. Kaldı ki Dersimlinin terbiye edilmeye ihtiyacının olmadığı açıktır. Cumhuriyet rejiminin baskıcı ve tekçi zihniyeti karşısında, Dersim, kültürü, birikimi ve evrensel inancıyla bu gerici zihniyetin çok ilerisindedir. “Tedip ve tenki” hareketinin amacı, biat ettirme mantığının dışında bir şey ifade etmiyordu.


Dersim katliamının arka planında yatan ise, egemen zihniyetin Dersim’e ve Dersimliye bakışındaki düşmanca yaklaşımlardır. Egemen zihniyet, Dersim’i Kürt Alevi kimliğinden kaynaklı olarak her zaman güvenilmez ve düşman olarak görmektedir. Bu düşman görme mantığının tarihsel bir geçmişinin de olduğu unutulmamalıdır. Dersim, Osmanlı fetvalarında katli vacip olan Kızılbaş Aleviliğin en önemli merkezidir. Buna bir de Kürt kimliği de eklenince katliamın gerçek nedeni daha kolay anlaşılmaktadır.

Burada göz önünde bulundurulması gereken önemli bir gerekçe de Dersim’in tarihin hiçbir döneminde egemenlere boyun eğmediğidir. Rejim, Dersim’e boyun eğdirebilirse sistemini daha rahat yürütebileceğini ve tarihsel intikamını da alabileceğine inanmaktadır. Böyle bir boyun eğdirme ile, aynı zamanda Ermeni katliamı sırasında ittihatçıları dinlemeyip Ermenileri koruyan Dersimlilere esaslı bir ders verilmek isteniyordu.


Özcesi Dersim katliamının sebepleri, devletin modernleşmesine karşı ayak direyen, şaki ve feodal bir Dersim değil, tamamen tarihsel düşmanlığa dayanan egemenlerin Kürt-Alevi Dersim’i yok etme isteğidir.
Katliam ve Sorumluları

Şeyh Sait ayaklanmasından sonra başlayan hazırlıklar, 1935 yılında çıkarılan ve Dersim ismini Tunceli olarak değiştiren kanun önemli bir aşamadır. 1926 Koçuşağı hareketi ile başlatılan hazırlıkların bu aşaması bölgeye ve Dersim’e gönderilen kişilerin hazırladığı raporlarla şekillenmeye başlamıştır. Elazığ’da kurulan 4. Genel Valiliğe getirilen General Alpdoğan üzerinden yürütülen askeri planlamalarla Dersim’de askeri karakollar ve yolların yapımına hız verilmiştir. Yapımı süren karakol çalışmaları sırasında yaratılan bir provokasyon sonucu katliam fiilen başlatılmıştır.
1937 yılında başlatılan Dersim katliamı, Seyit Rıza’nın yakalanışı ile ilk aşaması tamamlanmıştı. Erzincan’da yakalanan Seyit Rıza Elazığ’a getirilir. Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım’da bitirilir. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza dahil 7 kişi idama, 37 kişi de ağır hapis cezalarına mahkûm edilir.

15 Kasım’da Seyit Rıza (1860/62- 1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, Seyit Rıza’nın oğlu Refik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar.

İhsan Sabri Çağlayangil, Seyit Rıza’nın asılması hakkında anılarında yaşanılan hukuksuzlukları anlatmaktadır. Tatil olmasına rağmen mahkemenin nasıl oluşturulduğu, otomobil ışığında gerçekleşen idam, Seyit Rıza’nın yaşını küçültüp, yaşı tutmayan oğlunun yaşını büyülterek katledilmeleri, devletin intikamcı karakterini göstermesi açısından ibret vericidir.


Seyit Rıza ve arkadaşlarının asılmasından sonra, katliam şiddetini arttırarak tüm Dersim’i kapsamıştır. Başta “laç deresi” olmak üzere, Dersim katliamı insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.1938 yılında son bulan katliam sonucunda, resmi rakamlara göre 6800-16 bin, genel kabule göre ise, 60- 70 bin insan katledilmiştir. Katliamdan kurtulan Dersimliler Batı illerine sürülmüş, çocuklarda yatılı okullara verilmiştir.
Atatürk ve Dersim Gerçeği

Halk arasındaki söylentiler ve Kemalistlerin yaydıkları bir halk söylencesi vardır. “Atatürk katliam sırasında hastaydı, ya da Atatürk aslında Seyit Rıza’nın asılmasını istemiyordu,

engel olmak istedi ama gericiler onu Malatya’da oyaladılar.” Okuduğunuzda gülümsediğinizin farkındayım, lakin ne yazık ki halk arasındaki söylenti böyledir. Oysa ki işin rengi ve gerçek farklıdır.


Atatürk, Dersim katliamının planlayıcısıdır. Atatürk’ün rahatsızlığı katliam sırasındadır.

O güne kadar yapılan tüm planlamaların hepsi bilgisi dâhilindedir. Hazırlanan raporlar bizzat ona gitmiştir. Değerlendirmeleri ve planlamaları yapan bizzat kendisidir. Trabzon ziyareti sırasında 1935 yıllında bizzat harita üstünde Dersim harekât planlaması durmaktadır. Müzeye çevrilen o evde bu harita halen bulunmaktadır. Emekli General Osman Pamukoğlu bir demecinde, “Dersim harekâtından Atatürk’ün haberi yoktur demek hakarettir, harekâtı planlayan Mustafa Kemal’dir” demiştir.


Atatürk’ün Dersim ilgisi sadece bu kadar değildir. Manevi kızı Sabiha Gökçen’i ilk kadın savaş pilotu olarak görevlendirmesi ve görevlendirme sırasında yaptığı konuşma, Atatürk’ün rolünü göstermesi açısından önemlidir.


Seyit Rıza’nın asılmasının bu kadar aceleye getirilmesi, aslında Atatürk’ü zor durumdan kurtarmak amacıyla yapıldığı daha inandırıcıdır. Zira Atatürk’ün ziyareti sırasında halkın toplanarak Atatürk’ten Seyit Rıza ve arkadaşlarının affedilmesini isteyeceği duyulmuştur. Bunun önüne geçmek için, sistem kendi hukukunu bile hiçe saymış ve çiğnenmiştir.
Dersim Katliamının Sonuçları

Dersim katliamı cumhuriyet tarihinin en vahşi ve barbar katliamı olarak tarihe geçmiştir. Üzerine yakılan ağıtları, hikâyeleri ve dramları ile Dersim katliamının hafızalardan silinmesi mümkün değildir. Laç Deresi vahşeti, mağaralara sığınan insanların betonlanması, uçurumlardan atlayan genç kızlar, dere yataklarında kendi çocuğunu boğmak zorunda kalmış acılı bir toplum olan Dersimliler yaşadıkları travmayı bugün dahi atlatamamışlardır. O vahşeti yaşayanların bugün dahi anlatmaya korkmaları travmanın ağırlığını ifade etmektedir. Bu anlamıyla “Dersim toplumu travmatik bir toplumdur” belirlemesi yanlış değildir.


Bu kadar ağır ve kanlı yaşanan katliamın sonraki uygulamaları ise bir toplumu tamamen tarihten silmeye dönük daha büyük bir vahşettir. Yaşanan katliamın acıları belki silinebilir bir şekilde, ama sonrasında Dersim’de uygulanan beyaz katliamın etkilerini silmenin kolay olamayacağı ve bu etkinin aradan geçen 73 yıla rağmen bugün dahi sürdüğü açık bir şekilde görülmektedir.


Dersim’deki kanlı katliamın ardından beyaz bir katliam uygulamaya konulmuştur.

Katliamdan kurtulanlar dağınık bir şekilde sürgüne gönderilmiş, çocuklar ise yatılı bölge okullarına yerleştirilerek, kendi atalarına düşman bir şekilde yetiştirilmişlerdir. Dersim’de uygulanan kışla kültürü ile Dersim’in mağdur çocukları kendi cellatlarına aşık pozisyonuna getirilmiş, Kemalist bir gelecek yaratılmıştır.


Sıdıka Avar’ın anılarında anlattığı gibi, kız çocukları toplanarak bir Türk gibi yetiştirilmiştir. Katliam sırasında ailelerinden koparılan, ya da yetim kalan çocukların nerede ve hangi ailelerin yanında olduğu dahi bilinmemektedir. Toplum üzerindeki bu uygulamalarla Dersimli, kendi kimliğine, diline ve kültürüne yabancılaştırılmak istenmiş ve bu konuda kısmi bir başarı da sağlanmıştır.

Dersim’de yaratılan bilinç çarpıtılması kendini siyasal, sosyal, inançsal ve her anlamda izlerini göstermektedir. Öyle ki kendi katliamını gerçekleştiren CHP’nin halen Dersim’de varlığını sürdürmesi dahi nasıl bir beyaz katliamın uygulandığını göstermesi açısından ibret verici değil midir? Dersim’de Kemalist damarın güçlü olmasının izlerini Dersim katliamı sonrasındaki bu beyaz uygulamalarda aramak gerekir.

Katliamdan 88 Yıl Sonra Dersim

Katliamın üzerinden 88 yıl geçmiş olsa da Dersim katliamı halen tartışılmaktadır. Başbakan Dersim katliamı söylemini dillendirse de gereklerini yerine getirmekten kaçınmaktadır. Devlet arşivleri açılmıyor, mezarları bilinmeyen Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıklanmıyor, en önemlisi de devlet katliamdan dolayı halen özür dilemiş değildir.


Kanlı katliamın sonuçları açığa çıkarılmadığı gibi, beyaz katliamın sonuçları da giderilebilmiş değildir. Sistem, tarihsel kinini devam ettirerek Dersim’de yeni tarz saldırılarla Dersim’i yok etme çabasını devam ettirmektedir.


Dersim coğrafyasına yapılmak istenen barajlar, dönüşü olmayacak şekilde yok etme politikasının devamı niteliğindedir. Yapılmak istenen barajlarla, doğayı olduğu kadar demografik yapı, iklim ve kültür yok edilecektir. Ayrıca kutsal ziyaretgâhlar sular altında kalacaktır. Üzerine yeminler edilen Munzur’un önüne vurulan setler aslında Dersimlileri köleleştirme arzusunun farklı bir yöntemidir.


Dersim katliamının gerekçesi olan etnik ve inançsal kimlik, günümüzde Türkleştirme ve İslamlaştırma çabalarının saldırısı altındadır. Dün katliamla yok edilmek istenen ve yok sayılan Dersim’in Kürt kimliği bugün, “asıl Türk biziz, Dersimliler ayrı ulustur” vb. tuhaflıklarla sürdürülmek istenmektedir. Kızılbaş –Aleviliğin önemli ocaklarının merkezi olan Dersim’de Türk-İslamcı Alevilik yerleştirilmeye çalışırken, öte yandan Fetullahçı örgütlenme çalışmaları sürdürülmektedir.

Dersim, katliamının 73. yılında boyun eğmez, özgürlüğü için direnen “Dersim kişiliğinin” yerine, uyuşturucuya bulaştırılan çeşitli yozlaştırma politikaları ile kişiliksizleştirilmiş bir Dersim kişiliği oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Dersim katliamının simge isimleri Bese ve Zarife şahsındaki direngen, yurtsever Dersim Kadını, fuhuş bataklığına çekilerek düşürülmeye, yok edilmeye çalışılmaktadır.


Dersim katliamının 73. yılında egemenler tarz ve yöntemlerini değiştirseler de, nihai hedefleri olan Dersim’i top yekun yok etme zihniyeti değişmiş değildir. Top yekun saldırılara karşı ise Seyit Rızaların, Alişerlerin, Zarifelerin, Şahan Ağaların torunları olarak topyekun direnmeye devam etmektedir. Pirimiz Seyit Rıza: “ben sizin oyunlarınızla baş edemedim bu bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun” demiştir.


Katliamın 73. yılında yol göstericimiz olan pirlerimizin şahsında diz çökmeden direnmeye devam ederken, oynanmak istenen yeni oyunlara karşı da egemenler ve işbirlikçilerine karşı da uyanık davranmaya devam edilmelidir.
Dersim Katliamının Kronolojisi

25 Aralık 1935
Tunceli Kanunu çıkarılarak Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi.


6 Ocak 1936

Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve başına sömürge valisi yetkileriyle General Abdullah Alpdoğan atandı. Dersim’de kışla ve karakol inşasına başlandı.



1937 YILI OLAYLARI (İSMET İNÖNÜ'NÜN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ )
20/22 Mart 1937 (Kahmut Olayı)
1936‘da başlatılıp kış nedeniyle ara verilen kışla-karakol inşası 1937 Mart’ında devam ettirildi. Seyit Rıza’nın köyü ve çevresi bombalandı. Türk askeri kaynakları ve Dersim’in hafızasının kaydettiği 1937 yılının ilk olayı 20–21 veya 21–22 Mart 1937 gecesi saat 11‘de Pah-Kahmut bucaklarını bağlayan Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve civardaki karakola baskındır.

26–27 Mart veya 26 Nisan 1937

Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim (Bava), babası adına askeri harekâtın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırağan köyü Deşt’te misafir olduğu evde uyurken öldürülür.

1-3 Mayıs
Sabiha Gökçe’nin de katıldığı 15 uçaklık bir filo, Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar.

8 Mayıs
Genelkurmay, Dördüncü Genel Valiliğe 8 Mayıs’ta genel tenkili (Bor/Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşacak hücum harekâtını) başlatması emrini iletir.

9 Mayıs
Emir üzerine 25. Alay Kırmızı Dağ zirvesini bir saldırıyla işgal eder, tespit edilen Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Savaş alanındaki sivil halkın Kalan ve Kutu derelerindeki sığınaklara yerleştirilmesine neden olur.

26 Mayıs
Bahtiyar köylerine ordu baskını ve bu bölgede önceden boşaltıldığı görülen Resikan, Gözerek, Varuşlar, Çökerek ve Çat köylerinin yakılması.

18 Haziran
Başbakan İnönü, Elazığ’a gelerek sürmekte olan harekatı görüşür.

22 Haziran
Ordu birlikleri Zel, Bokir, Sıncık, Aziz Abdal dağlarını işgal ederler.

Haziran veya Temmuz
Asker Tujik Dağı’nı işgal eder. Bu dağın eteğindeki İksor Vadisi’nde sığınaklarda bulunan çoğu kadın ve çocuk sivil halktan binlerce kişiyi imha eder. Mağaraların girişi betonla kapatılarak veya ağzında ateş yakıp içine boğucu duman verilerek binlerce sivil yok edilir. Bu sırada can havliyle dışarı fırlayanlar vurulur. Kısacası İksor vadisinde tam bir katliam olur.

9 Temmuz 1937
Dersim ulusal hareketinin Seyit Rıza’dan sonraki en önemli önderi Alişer, eşi Zarife’yle birlikte Rehber ve çetesi tarafından öldürülür.

17–18 Ağustos
Bahtiyar mıntıkasında (Tokmakbaba-Titenik-Sarıoğlan üçgeninde) çetin çarpışmalar. Seyit Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu ve bin kişilik kuvveti bu çarpışmada katledilirler.

28 Ağustos
28 Ağustos günü direnişin önemli bir önderi olan Bahtiyarlı Sahan, General Alpdoğan tarafından satın alınan üvey kardeşi Pırço oğlu Hıdır tarafından uyurken öldürülür.
Bahtiyar direnişinin kırılması (ardından Bahtiyar kırımı yapılır) anlamına gelen Sahan’ın öldürülüşü, gerçekten de Dersim direnişinin sonu olur.


5–13–15 Eylül
Seyit Rıza Erzincan’a giderken veya gittiğinde yakalanır. Bir söylentiye göre yakalandığında komşu illere kaçmaya çalışıyordu. Bir diğerine göre kaçma girişimi yoktur. Bir yoruma göre Erzincan valisi aracılığıyla görüşmeye çağrıldığı Erzincan’da beraberindekilerle birlikte tutuklanır. Bazı yaşlılara göre gittiği Pülümür yöresinde ihbar edilip yakalatılmış ya da bu ihbar üzerine gidip teslim olmuştur. Kaynaklarda Eylül’ün 5‘inde veya 10‘unda yakalandığı yazılıdır. Seyit Rıza’nın yakalandığı haberini 13–14–15 Eylül tarihli Tan, Kurun, Ulus gibi gazeteler vermektedir.

Ekim ayı ortaları
Seyit Rıza Erzincan’dan Elazığ’a götürülüp orda toplanmış bulunan diğer Dersimli esirlerle birlikte (toplam 58 kişi oldukları anlaşılıyor) askeri mahkemede Dersim’i isyana teşvikten ve bu isyana katılmaktan dolayı yargılanır.

15 Kasım
Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım’da biter. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza da dahil 7 kişi idama, 37 kişi ağır hapis cezalarına mahkum edilir. 15 Kasım’da Seyit Rıza (1860/62–1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, Seyit Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar.

Zamanın Başbakanı İsmet İnönü, Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, “Dersim meselesini ortadan kaldırdık... Dersim müşkülesinden kurtulduk“ derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair“ başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebediyen ölmüştür“ demektedir.

1938 YILI OLAYLARI (CELAL BAYAR'IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ)
2 Ocak
Dördüncü Genel Valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı ve bu kararı uygulama girişimi. 38 Ocağının başında sıranın kendilerine geldiğini anlayan adı geçen bölge aşiretleri ittifak halinde direnme kararı alırlar. “Askeri içimize sokmayalım, silahlanalım, ittifak yapmazsak hepimizi tek tek kıracaklar“ diyerek direnişe geçerler. 1937‘deki Kahmut Köprüsü baskını nasıl kasıtlı olarak birinci askeri harekâtın sebebi gibi gösterildiyse, Mansul Uşağı Olayı da bazı kaynaklar tarafından 1938‘deki İkinci harekâtın nedeni gibi sunulmaya çalışıldı. 1938‘deki ikinci harekât çevre illerden orduların aktarılması ve diğer hazırlıklar nedeniyle, daha da önemlisi dış dünyanın tepkisini çekmeyecek daha uygun bir fırsatın kollanması sebebiyle ancak 11–12 Haziran’da başlar.

11–12 Haziran
İkinci harekâtın (1938 harekâtı) başlangıcı. Her taraftan Dersim’e giren TC. orduları Kalan-Merho-Mercan vadilerindeki halkı boşaltmayı amaçlar. Burası, Buyer Bava-Mahmunut Gediği-Birman Gediği-Keller Komu-Katır Tepe-Koçgölbaşı-Badikan-Karasakal noktaları arasındaki bölgedir. Yani Munzur-Mercan dağlarının hemen dibindeki İç Dersim’in en kuzey bölgesidir. Zel ve Kırmızı dağlar hattının kuzeyi de harekâtın kapsamına alınır. Kısacası 38 harekâtının asıl hedefi Asıl/Eski Dersim‘dir, Kalman Ocağı’dır. Böylece yerinden yurdundan edilmek istenen İç Dersimli bir ölüm dirim savaşına girişir.

19–22 Haziran
Boşaltılmak istenen diğer bölge Ali Boğazı ve çevresidir. 19–22 Haziran günlerinde bu bölgede oturan Koçan grubu aşiretleri (Koç, Şam, Resik) de direnişe geçer. Kureyşanlılar’ın Şeyhan kabilesi ile Yukarı Abbas aşireti Koçanlıları desteklemek için direnişe geçerler. Böylece direniş doğusu ve batısıyla tüm Dersim’e yayılır.

24–30 Haziran
24 Haziran günü İç Dersim’deki Dolu Baba (Tujik) işgal edilir.

29 Haziran’da Karasakal zirvesi işgal edilir.

Temmuz
2 Temmuz‘da asker Ahpanos, İksor ve Tujik dağına hücum eder. Çetin bir muharebenin sonucunda Tujik zirvesi işgal edilir. Kaçış yolları kapatılıp bir uçak filosu eşliğinde tek çıkış yolu olarak kasıtlı şekilde açık bırakılan Kalan Deresi’nde kırım yapılır. İç Dersim’de 1938‘deki zorlu muharebelerin ağıtlara konu olan en ünlüsü, Laç Deresi (Dere Laçinu) muharebesi olur. Laç Vadisi’ndeki çarpışmaların en şiddetlisi 19-24 Temmuz günleri arasında olur. Dersim’in en namlı silahşörleri Laç’ta birlikte dövüşür ve yarım asırdan çoktur dilden dile dolaşan bir destan yaratırlar.
1–10 Ağustos
Kuşatılan Haydaran bölgesindeki tüm direnişçiler mağaralarda sıkıştırılır. 100‘den çok direnişçi öldürülür.

10-31 Ağustos (“Üçüncü Askeri Harekat“)
Bu harekat toplama, toplu halde kurşuna dizme ve 1931‘de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda planlanan Batıya toplu sürgünün hayata geçiriliş safhasıdır. Bu tarihler arasında Dersim’in her tarafında aynı anda başlatılan ve amacı “girilmemiş hiç bir yer bırakmamak“ olan genel bir operasyon yapılarak ‘yasak bölgeler‘in içinden ve dışından en az 5–7 bin kişinin (aşiret reisleri, kolbaşılar, seyitler ve aileleri) batı illerine nakli ve iskânı başlatılır.
Kaynaklar –Newede Dersim gazetesi Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerinde dersim –Cafer Demir Gomanweb sitesi