A.3.1 Bireysel ve
Toplumsal Anarşistler Arasındaki Ayrımlar Nelerdir ?
A.3.2 Farklı Toplumsal Anarşizm Çeşitleri Varmıdır ?
A.3.3 Yeşil Anarşizmin Hangi Çeşitleri Vardır ?
A.3.4 Anarşizm Pasifist'midir ?
A.3.5 Anarko-Feminizm Nedir ?
A.3.6 Kültürel Anarşizm Nedir ?
A.3.7 Dinsel Anarşistler Var mıdır ?
A.3.8 "Sıfatları Olmayan Anarşizm" Nedir ?
A.3.2 Farklı Toplumsal Anarşizm Çeşitleri Varmıdır ?
A.3.3 Yeşil Anarşizmin Hangi Çeşitleri Vardır ?
A.3.4 Anarşizm Pasifist'midir ?
A.3.5 Anarko-Feminizm Nedir ?
A.3.6 Kültürel Anarşizm Nedir ?
A.3.7 Dinsel Anarşistler Var mıdır ?
A.3.8 "Sıfatları Olmayan Anarşizm" Nedir ?
Anarşistler,
bazı temel fikirleri tümü paylaşmakla beraber, insan özgürlüğüne en uygun
ekonomik düzenlemeler konusundaki görüşlerine dayanılarak bazı geniş
kategorilerde sınıflandırılabilirler.Ama yine de, tüm anarşist görüşler temel
bir yaklaşımı paylaşırlar. Rudolf Rocker'ın sözleriyle:
"Sosyalizmin
kurucularıyla ortak olarak, Anarşistler tüm ekonomik tekellerin yıkılmasını ve
kullanımı hiçbir ayrım yapılmadan herkese açık olmak üzere, toprak ve üretim
araçlarında ortak mülkiyeti talep ederler; çünkü kişisel ve toplumsal özgürlük,
ancak herkese eşit ekonomik imkanların sağlanması temelinde tasavvur
edilebilir. Bizzat sosyalist hareketin içinde Anarşistler, tarihte ekonomik
sömürünün her zaman siyasi ve toplumsal baskı ile yan yana bulunması nedeni
ile, kapitalizme karşı savaşımın siyasi gücün tüm kurumlarına karşı savaşım
olduğu görüşünü temsil ederler. İnsanın insan tarafından sömürülmesi ve insanın
insan üstünde tahakkümü birbirinden ayrılamaz, ve her biri diğerinin koşuludur. [Anarcho-Syndicalism,
s. 17-18].
İşte bu genel
çerçeve içinde anarşistler görüş ayrılıklarına sahiptirler. Her ne kadar her
birinin ekonomik düzenlemeleri tamamı ile birbirini dışlamasa da, temel ayrım "bireysel" ve "toplumsal" anarşistler
arasındadır. Bunlardan, toplumsal anarşistler (komünist-anarşistler,
anarko-sendikalistler ve diğerleri) her zaman geniş bir çoğunluğu oluştururken,
bireysel anarşizm ise genel olarak ABD ile sınırlı kalmıştır. Bu kısımda
anarşist hareket içinde yer alan bu ana akımlar arasındaki farkları ortaya
koyacağız. Az ileride anlaşılacağı üzere, hem toplumsal hem de bireysel
anarşistler devlet ve kapitalizme karşı çıkarken, özgür toplumun doğası
(ve nasıl ulaşılacağı) konusunda birbirlerinden farklılaşırlar. Kısaca,
toplumsal anarşistler toplumsal sorunlara komünal çözümler bulunmasını, ve iyi
bir toplumun (yani bireysel özgürlüğü koruyan ve geliştiren bir toplumun)
komünal bakış açısının olması gerektiğini savunurlar. Bireysel anarşistlerse,
isimlerinden de anlaşılacağı üzere, bireysel çözümlerin taraftarıdırlar ve yine
iyi bir toplumun bireysel bakış açısına sahip olması gerektiğini savunurlar.
Fakat bu okulların ayrılıkların onların ortak noktalarını gölgelemesine müsade
etmemeliyiz; yani bireysel özgürlüğü azamileştirme, devlet ve kapitalist
hakimiyet ile sömürüyü sona erdirme istekleri.
Bu önemli
anlaşmazlıklara ek olarak, anarşistler sendikalizm, pasifizm,
"yaşamtarzı", hayvan hakları ve diğer bazı konularda da görüş
ayrılıklarına sahiptirler; ancak yine de bu ayrılıklarına rağmen bunlar aslında
anarşizmin farklı yönlerini temsil etmektedir. Bazı temel fikirler hariç olmak
üzere, anarşist hareket (aynen yaşamın kendisinin olduğu gibi) devamlı bir
değişim süreci, tartışması ve düşüncesi içindedir -- özgürlüğe oldukça fazla
değer veren bir hareketten bekleneceği üzere.
Kağıtlarımızı
açık oynamak için, bu SSS (Sıkça Sorulan Sorular)'ın yazarları kendilerini
anarşizmin "toplumsal" kanadı içine yerleştirmektedirler. Bu bizim
bireysel anarşizmle ilintili pekçok önemli fikri gözardı edeceğimiz anlamına
gelmemektedir; biz sadece hem bireysel özgürlüklerin varolması için gerekli
güçlü bir temeli oluşturmakta, hem de bizim yaşamayı arzuladığımız toplumu daha
yakından temsil etmesi noktalarında, toplumsal anarşizmin modern toplum için
daha uygun olduğu görüşündeyiz.
Her ne kadar
bu iki kampta da yer alan anarşistler, diğer kampın önerilerinin bir çeşit
devlet yaratılması ile sonuçlanacağını iddia ederlerse de, toplumsal ve
bireysel anarşistler arasındaki farklılıklar çok büyük değildir. Her ikisi de
devlet-karşıtı, otorite-karşıtı ve anti-kapitalist'dir. Temel farklılıklar iki
yönlüdür.
Birincisi
hemen, şu anda yapılması gereken eylem metodları hakkındadır (yani, anarşinin
ortaya çıkacağı tarz ile ilgili). Bireyciler, genellikle eğitim ve alternatif
kurumlar --yardımlaşma bankaları, birlikler, komünler gibi, oluşturulmasına
öncelik verirler. Genellikle, grev ve diğer şiddet-dışı toplumsal protesto
biçimlerini desteklerler (kira grevleri, vergilerin ödenmemesi vb.). Onlar, bu
tip faaliyetlerin mevcut toplumu giderek hükümetsizliğe, ve böylece de anarşist
bir topluma doğru geliştireceğini iddia ederler. Asıl olarak devrimci değil,
evrimcidirler ve toplumsal anarşistlerin devrimci durumlar yaratmak için
doğrudan eylem kullanılması metodunu onaylamazlar. Onlara göre devrim
kapitalist mülkiyete el kolmayı, yani otoriter araçların kullanılmasını
gerektirdiği için anarşist ilkelerle çelişir. Bunun yerine servetin, mülkiyetin
yeni ve alternatif bir ekonomik sistemin araçları kullanılarak (yardımlaşma
bankaları ve kooperatifler çerçevesinde temellendirilen) ortadan kaldırıldığı
bir topluma ulaşmayı hedeflerler. El koyma ile değil, reform aracılığı ile sağlanan
anarşizmle böylece genel "toplumsal tasfiye(ing. liquidation) kolayca
gerçekleştirilebilir.
Toplumsal
anarşistlerin çoğu, eğitimin ve alternatifler (liberter birlikler gibi)
yaratılmasının gerekliliğini kabul
ederler, ama bunların kendi başlarına yeterli olmadığına inanmaktadırlar. Her
ne kadar kapitalizmin içinde, toplumsal mücadelelerle gerçekleştirilecek
reformların liberter eğilimleri arttırmasının önemini gözardı etmeseler de,
kapitalizmin parça parça reforme edilerek anarşizme dönüştürülebileceğini de
düşünmemektedirler. Aynı zamanda, otoriteyi (ister devlet olsun ister
kapitalist) yıkmanın otoriterce olmadığından hareketle, devrimin anarşist
ilkelerle çatışma içinde olduğunu da düşünmezler. Yani, toplumsal devrim ile
kapitalist sınıfın tasfiye edilmesi ve devletin yıkılması; doğası itibari ile,
büyük bir çoğunluğu yöneten ve sömürenlere karşı yürütüldüğü için otoriter
değil, liberter bir harekettir. Kısacası, toplumsal bir devrimle kapitalist
sistemi yıkmayı çabalarken, sistemin içinde liberter eğilimleri güçlendirmeye
çalışan, toplumsal anarşistler genellikle evrimciler ve devrimcilerdir.
Ama, bazı toplumsal anarşistlerin tamamen evrimci olmasından anlaşılacağı
üzere, bu farklılık toplumsal anarşistleri bireycilerden ayıran en önemli
farklılık değildir.
İkinci temel
ayrım noktası ise önerilen anarşist ekonominin biçimi hakkındadır. Bireyciler,
toplumsal anarşistlerin ihtiyaç-temelli sisteminin yerine, dağıtımın
piyasa-temellinde yapıldığı bir sistemi tercih ederler. Her ikisi de mevcut
kapitalist mülkiyet sisteminin ortadan kaldırılması gerektiği konusunda
hemfikirdirler, ve kullanım hakları mülkiyet haklarının yerini almalıdır
(rantın, faizin ve kârın ortadan kaldırılması; ya da bireysel anarşistlerin bu
üç kutsal olmayan üçlemeyi adlandırırken tercih ettikleri isimle "usury").
Öz olarak, her iki akım da Proudhon'un klasik çalışması What is Property ?'nin
görüşlerini takip ederek, özgür toplumda kontrol'ün (ing. possession) mülkiyetin
yerini alması gerektiğini savunurlar (anarşistlerin mülkiyet hakkındaki
tartışmaları için Kısım B.3'e bakınız).
Fakat bu
kullanım-hakları anayapısı içinde, anarşizmin iki okulu farklı sistemler
önerirler. Toplumsal anarşistler komünal (ya da toplumsal) sahiplik ve
kullanımı savunurlar. Bu kullandığınız şeylerin yaratılmasında kullanılanlar
hariç, kullandığınız şeyler için kişisel sahipliliğin hala varolduğu, ama
üretim ve dağıtım araçlarında toplumsal sahipliliğin olduğu bir sistemi ifade
eder (kolunuzdaki saat sizindir, ama saat fabrikası insanlara aittir" [Alexander
Berkman,The ABC of Anarchism, s. 68]). Berkman "güncel kullanımın
sadece bir tanımlama olduğunu --sahiplilik değil ama kontrol için" olduğunu,
ve "örneğin, kömür işçileri kömür ocaklarının başında olacaklardır;
ama sahibi olarak değil de işleten bir mümessil olarak . . . Topluluğun
faydasına işbirliği ile idare edilen kolektif sahiplik, kâr güdüsü ile beslenen
özel kişisel mülkiyetin yerini alacaktır." [aynı yer (a.y.), s. 69].
Bu sistem işçilerin kendi kendilerini yönetmesi ve (pekçok toplumsal anarşistin
kabullendiği üzere) emeğin ürününün serbest paylaşımı ilkelerine dayanır (yani,
paranın olmadığı bir ekonomik sistem). Karşılıkçılar (ing. mutualists)gibi
bazı toplumsal anarşistler ise, bu tip bir hürriyetçi (ya da özgür) komünizm
sisteminin karşısındadırlar, fakat genel olarak toplumsal anarşistlerin
çoğunluğunun paranın kullanımının sona ermesi ve böylece alım, satımın ortadan
kalkması konusunda hemfikir olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun tersine
bireyci anarşistler bu kullanım-hakları sisteminin işçilerin emeğinin ürününü
de içermesini kabul
etmezler. Toplumsal sahipliliğin yerine bireyci anarşistler, işçilerin kendi
üretim araçlarına sahip olacağı ve emeklerinin ürününü diğer işçilerle
serbestçe değişebilecekleri, daha piyasa temelli bir sistem önerirler.
Kapitalizmin gerçekte serbest piyasa olmadığını iddia ederler. Aksine,
kapitalistler ekonomik ve toplumsal güç yaratmak ve sonra da onu korumak (diğer
bir deyişle, emekçi sınıfı için piyasa disiplini, yönetici sınıf için ise
devlet yardımı) için, devlet aracılığı ile piyasayı adeta zincire vurmuşlardır.
İşte bu devlet tekelleri (para, toprak, dış ticaret tarifeleri ve patentler)
yaratmıştır, ve kapitalist mülkiyet ilişkilerinin devletçe uygulanması ekonomik
eşitsizlik ve sömürünün kaynağıdır. Hükümetin ortadan kaldırılması ile gerçek serbest
rekabetin oluşacağını ve bunun da kapitalizmin ve kapitalist sömürünün sonunun
gelmesini sağlayacağını savunurlar (bu argümanın mükemmel bir özeti için
bakınız, Benjamin Tucker'ın State Socialism ve Anarchism).
Bireyci
anarşistler üretim araçlarının (toprak hariç) bireysel emeğin ürünü olduğunu
öne sürerek, bu nedenle insanların eğer
isterlerse kullandıkları üretim araçlarını satabileceklerini savunurlar. Ama,
kapitalist anlamdaki mülkiyet haklarını redderek, onun yerine "ikamet
(ing. occupancy) ve kullanım" sistemini desteklerler. Eğer üretim araçları,
örneğin toprak, kullanılmıyorsa yeniden ortak mülkiyete dönüştürülür ve
diğerlerinin kullanımına sunulur. Onlara göre, bu sistem --bunu karşılıkçılık
olarak adlandırırlar, üretimin işçiler tarafından kontrolünü sağlayacak, ve
kapitalist sömürü ve tefeciliği sona erdirecektir.
Bu ikinci
ayrım en önemli olanıdır. Bireyciler bir topluluğa katılmaya zorlanmaktan ve
böylece özgürlüğünden yoksun bırakılmaktan çekinirler (diğerleri ile serbest
olarak değişim özgürlüğü dahil olmak üzere). Max Stirner bu durumu iyi
saptamıştır; "Komünizm, tüm kişisel mülkiyeti ortadan kaldırarak,
genellik ya da kolektivite adı altında beni bir başkasına daha fazla bağımlı
hale getirir... (bu da) benim serbest hareketimi sınırlayan, üzerimde bir hakim
gücün oluşması durumudur. Komünizm doğru bir şekilde bireysel sahiplerden
çektiğim baskıya karşı isyan eder; ama bundan daha korkunç olanı ise
kolektivitenin ellerine verdiği güçtür." [The Ego and Its Own, s.
257]. Benzer şekilde Proudhon komünizmde komünün sahip haline geldiği, ve bu
nedenle kapitalizm ve komünizmin her ikisinin de mülkiyete ve otoriteye
dayandığını söyleyerek; komünizme karşı durur (Mülkiyet Nedir ? adlı
kitabının"Komünizmin özellikleri ve mülkiyet" adlı kısma
bakınız). Bu nedenle bireysel anarşistler komünizmin bireyi toplum veya komüne
tabii kıldığı noktasından hareketle toplumsal sahipliğin bireysel özgürlükler
için tehdit oluşturduğunu ifade ederler. Yine bireysel ahlâk gözönüne
alındığında, "toplum"un işçiye ne üretmesi ve emeğinin ürününden ne
alması gerektiğini söylediği noktada da toplumsallaşmanın emeğin kontrolünü
efektif olarak imkansız kılacağından korkarlar. Gerçekte, komünizmin (ve
genelde toplumsal sahipliğin) patronların otoritesi ve sömürüsü yerine
"toplum" tarafından yapılanı koyması nedeni ile kapitalizme benzer
olacağını söylerler.
Her ne kadar
söylemeye gerek olmasa da, toplumsal anarşistler bu görüşleri kabul etmezler. Stirner ve Proudhon'un
yorumlarının doğru olduğunu, ancak bunların sadece otoriter komünizm hakkında
geçerli olduğunu söylerler. Kropotkin'in söylediği gibi, "1848 ve
öncesinde, [komünizmin] teorisi, Proudhon'un onun özgürlük üstündeki etkileri
hakkındaki güvensizliğini tamamen haklı çıkaracak şekilde şekillenmişti. Eski
Komünizm fikri, yaşlıların ya da bilim adamlarının katı kurallarla rahipleri
yönlendirdiği ruhban komünlerinin bir düşüncesiydi. Eğer insanlık böyle bir komünizme doğru
yönelseydi, özgürlüğün ve bireysel enerjinin son kırıntıları da yok edilmiş
olacaktı." [Act for Yourselves, p. 98]. Kropotkin her zaman
komünist-anarşizmin yeni bir gelişme olduğunu ve bu nedenle de
1870'lerden kalma Proudhon ve Stirner tarafından yapılan uyarıların buna karşı
söylenmiş kabul
edilemeyeceğini savundu.
Bireyin
topluma tabii olacağı fikrinin aksine toplumsal anarşistler komünal sahipliğin,
her ne biçimde olursa olsun mülkiyet sahibinin gücünü ortadan kaldırarak,
yaşamın tüm yönlerinde bireysel özgürlüğü korumak için gerekli çerçeveyi
oluşturacağını savunurlar. Buna ek olarak, tüm bireysel
"mülkiyet"in yokedilmesi görüşünün aksine, komünist anarşistler
bireysel sahipliğin ve bireysel alanın öneminin farkındadırlar. Bu nedenle
Kropotkin komünizmin, "hep aynı evin içinde yaşamayı gerektiren ...ve
bu nedenle de hep aynı erkek ve kız kardeşlerle birarada olmayı zorunlu
kılan ... tüm toplumu bir aile modeli içinde yönetme arzusunun, ... her bireye
olabildiğince özgürlük ve ev hayatı sağlamayı garantilemeyi denemenin aksine bu
şekildeki 'büyük aile'yi dayatmasının en büyük hatası" olduğunu
söyler [Small Communal Experiments and Why They Fail, s. 8-9].
Anarşist-komünist hareketin amacı, yine Kropotkin'den alıntılarsak, "toplanmış
ya da üretilmiş olan ürünün herkesin kullanımına [ÇN. sunacak], kendi evinde
nasıl arzularsa öyle tüketmesi serbestliğini tanıyacak şekilde" olmasını
sağlamaktır [The Place of Anarchism in the Evolution of Socialist Thoght, s.
7]. Bu bireysel zevk ve arzuların, yani bireyselliğin ifade edilmesini
sağlayacaktır --hem üretimdehem de tüketimde, toplumsal anarşistlerin
işçilerin kendi-yönetiminin yılmaz destekçesi oldukları noktasında.
Bu nedenle,
Bireyci Anarşistlerin komünizme karşı çıkmaları, devlet ya da otoriter
komünizme karşı çıkma bağlamında geçerli olsa da, komünist-anarşizmin temel
doğasını ihmal etmektedir. Komünist anarşistler bireyselliği komünlükle
değiştirmezler, sadece komünü bireyselliği savunmakta kullanırlar. Bireyci
Anarşistlerin korktuğu, toplumun bireyi kontrol etmesinin aksine, toplumsal
anarşizm bireyselliğe ve bireyselliğin ifade edilmesinin önemini vurgularlar:
"Anarşist
Komünisler tüm zaferlerin en değerlisini --bireysel özgürlük-- savunurken, onu
genişleterek ve politik özgürlüğün olmazsa olmaz koşulu olan güçlü temeline
--ekonomik özgürlük-- oturturlar; tanrıyı, evrensel tiranı, kral tanrıyı ve
meclis tanrısını reddetmiş olan bireylere, kendisini aslen bahsedilenlerden
daha korkunç olan bir tanrıya --Toplum tanrısı-- tabii kılmasını, ya da kendi
bağımsızlığından, iradesinden, zevklerinden değişerek vazgeçmesini ve daha önce
çarmıha gerilmiş tanrısına yaptığı asketizm01 yakarmalarını
tekrarlamasını istemez. Aksine, ona 'hiçbir toplum, birey özgür olmadıkça özgür
olamaz' denildi!... [a.y., s. 14-15].
Buna ek olarak
toplumsal anarşistler her zaman gönüllü kolektifleştirmenin gerekliliğinin
farkındadırlar. Eğer
insanlar kendi başlarına çalışmak isterlerse bu sorun yaratmaz (Kropotkin'in The
Conquest of Bread, s. 61 veAct for Yourself, p. 104-105'e bakabilirisiniz;
ayrıca Malatesta'nınLife and Ideas, s.99 ve a.103'e de bakılabilir). Bunun
yanısıra, toplumsal anarşistler için birlik (ing. association), ancak onu
oluşturan insanların faydasına varolabilir; bunun anlamı, [birlik] insanların
ortak ihtiyaçlarını karşılamak için yardımlaşmalarının bir aracıdır. Bu nedenle tüm anarşistler,
anarşist toplumun temeli olarak serbest anlaşmalarının önemine dikkat çekerler.
Yani tüm anarşistler Bakunin'in şu sözlerine katılmaktadırlar:
"Özgür
toplumda, kolektivizm yukardan dikte edilerek değil, aşağıdan gelen
kendiliğinden oluşmuş hareketlerin olayları dayatması ile
gerçekleşebilir."[Bakunin on Anarchism, s. 200].
"Anarşizmin
rahat örtüsü altında, bazılarının hükmetme fikrini öne çıkarmaları eğilimi daha
az karmaşık değildir ... Hükmetmenin habercileri, bunu kendi egoları adına
pratik bireyselliklerinde aklamaktadırlar; ancak diğerlerinin boyun eğen, çekilmiş
ve etkisiz egoları üstünde." [The End of Anarchism?, s. 40].
Bunun da
ötesinde toplumsal anarşistler için, üretim araçlarının satılabilmesi fikri
anarşist toplumda özel mülkiyetin tekrar inşa edilebileceğini anlamına gelir.
Eğer "başarısız" rekabetçiler işsizliğe itilirse, ve hayatta
kalabilmek için "başarılı" olanlara emeklerini satmak zorunda
kalırlarsa; bu otoriter toplumsal ilişkilerin canlanması ve çoğunluğun azınlık
tarafından "serbest kontratlar" yolu ile tahakküm altına alınması
sonuçlarını doğuracaktır. Bu tip kontratların zorla uygulanması (ve buna benzer
diğer başkalarının), tüm olasılıklar dahilinde, "'savunma' başlığı
altında devletin tüm fonksiyonlarının tekrar vücuda getirilmesi için yolu ...
açar"[Peter Kropotkin, Kropotkin's Revolutionary Pamplets, s. 297].
Liberalizm ve
serbest piyasa fikirlerinden en çok etkilenen, etkili anarşistlerden birisi
olan Benjamin Tucker da, tüm soyut bireycilik okullarının karşılaştığı
sorunlarla yüz yüze geldi --özellikle, "hürriyet"in bir ifadesi
olarak otoriter toplumsal ilişkilerin kabul
edilmesi. Bunun nedeni ise mülkiyetin devlete olan benzerliğidir. Tucker'a göre
devlet iki şeyle nitelendirilebilir; saldırganlık ve "verili bir
alanda ve onun dahilinde, kendine tabii olanların daha yetkin bir şekilde bastırılması
ve [Ç.N. etkin olduğu alanın] sınırlarınının daha da genişletilmesi amaçları
için otoritenin amirliğinin uygulanması" [Instead of a Book, s. 22].
Öte yandan, patron ve toprak sahibi de belli bir alanda (ilgili mülkiyet) ve
onun dahilinde (işçiler ve kiracı köylüler) otoriteye sahiptirler. İlki
diğerinin eylemlerini nasıl devlet yurttaşlarını ya da tabii olanlarınkini
yapıyorsa, kontrol eder. Diğer bir deyişle, aynı kaynaktan gelmeleri açısından
(belli bir alanda gücün ve onu kullanma tekeline sahip olma), bireysel mülkiyet
devlet tarafında yaratılan toplumsal ilişkileri aynen yeniden üretir.
Toplumsal
anarşistler, Bireyci Anarşistlerin kabul
ettiği bireysel mülkiyet ve bireysel özgürlükler kavramlarının, kökeninde
otoriter/devletçi doğaya sahip ve bu nedenle de bireysel özgürlüklerin
reddedilmesi sonucunu doğuracak, bir toplumsal ilişkiler yapısı oluşturacağını
iddia ederler. Malatesta "bireycilerin özgürlüğün soyut kavramına
aşırı önem vererek; gerçek, elle tutulur özgürlüğün ancak dayanışma ve gönüllü
işbirliğinin sonucu olacağını anlamakta başarısız kaldıklarını ya da yetersiz
olduklarını" [The Anarchist Revolution, s. 16] söyler. Böylece,
örneğin nasıl yurttaşlık yurtttaşı devlete karşı konumlandırıyorsa, ücretli
emek de emeği patronla aynı tip bir ilişki içinde konumlandırır; yani tahakküm
ve tabii olma ilişkileri. Aynı şey kiracı köylü ve toprak sahibi arasında da
geçerlidir.
Bu tip bir
toplumsal ilişki sadece devletin diğer unsurlarını üretmekten öte bir şey
yapamaz. Albert Meltzer'in dikkat çektiği gibi, bu ancak ve ancak devletçi
yansımalara yol açabilir, çünkü "Benjamin Tucker'ın okulu
--bireysellik adına-- işverenlerin 'özgürlüğü'nü garanti altına almak için
grevlere müdahale edecek olan bir polis gücünün gerekliliğini savundu.
Bireyciler adı altında kabul edilen bu okulun
tümü polis gücünün gerekliliğini ve böylece hükümeti, hem de anarşizmin ana
tanımı hükümetsizliği kabul
ederler." [Anarchism: Arguments For and Against, s. 8]. İşte kısmen
bu nedenledir ki, toplumsal anarşistler bireysel hürriyeti korumak için en iyi
araç olan toplumsal mülkiyeti savunurlar.
Bireysel
mülkiyetin kabul
edildiği durumda bu sorun, ancak Proudhon'un (Tucker'in ekonomik fikirlerinin
kaynağı olan) birden çok işçi gerektiren durumlarda, işyerini çalıştırmak için
önerdiği kooperatifler kurulması ile üstesinden gelinebilir. Bu doğal olarak
toprak ile ilgili olarak, toprak sahipliği kurumunu ortadan kaldıracak "işgal
[ÇN. kullanmak için ikamet etme anlamında] ve kullanma" haklarını
desteklenmesini gerektirir. Ancak kaynağı kullananlar ona sahip olursa,
bireysel mülkiyet hiyerarşik bir otoriteye (devletçilik/kapitalizm gibi) yol
açmaz. Bu çözüm, Kısım G de tartışacağımız üzere, Bireyci
Anarşistlerce de kabuledilmiş gözüküyor. Örneğin, Josep Labadie'yi oğluna
yazdığı mektupta, ücretli emekten ve "diğerlerinin
tahakkümünden" bir an önce uzaklaşması çağrısı yaparken buluyoruz
[Carlotta Abderson tarafından alıntılanmış,All American Anarchist, s. 222].
Yine Wm. Garry Kline, ABD'li anarşistlerin "servet açısında dikkate
değer farklılıklar olmayan, büyük ölçüde kendi işine sahip insanların toplumunu"
arzuladığına değinir [The Individual Anarchist, s. 104]. Bu kendi işine sahip
bireylerin toplumu görüşüdür ki, onların ülkülerinin gerçek anlamda anarşist
olmasını temin eder.
Bunun da
ötesinde bireysel anarşistler "tefeciliğe" (ing. usury) saldırırken,
piyasalara girmeye engel teşkil eden
ve bu nedenle tefeciliği bir başka biçimde yeniden oluşturan sermaye birikimi
sorununu gözardı ederler (bunun için kısım C.4, "Neden piyasa büyük
firmaların hakimiyetinde"e bakınız). Böylece, Tucker ve diğer Bireysel
Anarşistlerin taraftarlığını yaptığı bankalarda "serbest piyasa"
uygulaması, kooperatif yatırımın yerine kapitalistlerin ekonomik çıkarlarını
gözeten, az sayıda bankanın hakim hale geleceği bir sonuç ortaya çıkarabilir
(bu biçimin kooperatiflerden daha yüksek getiri sağlayacağı gözönüne alınırsa).
Bu soruna tek çözüm, Proudhon'un önerdiği gibi bankalarda toplumun sahipliğini
ve yönetimini sağlamak olacaktır.
Kapitalist
ekonomi içindeki bu gelişme bilindiği için toplumsal anarşistler;
toplumsallaşmış, merkezi mekanizmalardan arındırılmış, serbest ve
kooperatif emekçe üretimin yapıldığı bir sistem lehine bireysel anarşistlerin
görüşlerini kabul
etmezler.
Evet.
Toplumsal anarşizm içinde dört ana eğilim vardır --karşılıkçılık (ing.
mutualizm) , kolektivizm, komünizm ve sendikalizm. Farklılıklar çok
ayıredilebilecek cinsten değildir, ve genellikle strateji temelinde
farklılıkları içerir. Karşılıkçılık ve diğer toplumsal anarşizm çeşitleri
arasında bir büyük farklılaşma vardır. Karşılıkçılık piyasa sosyalizmi olgusu
üzerinde şekillenir --emekçilerin kooperatifleri, komün bankaları aracılığı ile
emeklerinin ürünlerini değişirler. Bu karşılıklı banka ağı "risk ve
harcamalar çıkarıldıktan sonra ... verilen boçlar üzerinde hiç bir faizin
uygulanmadığı [ÇN. tarzda] ... herhangi bir bireye ya da sınıfa özel ayrıcalık
sunulmadan, tüm toplumun faydasına [ÇN. çalışacaktır]." [Charles A.
Dana, Proudhon and his "Bank of the People", s.
44-45.]. Bu sistem, "her yerde değişim ve kredi [ÇN.
mekanizmalarında] uygulanarak, emeğe yeni unsurlar verecek ve onu gerçek
anlamda demokratik yapacaktır." [a.y., s.45].
Karşılıkçılık'ın
toplumsal anarşizmdeki şekli, bireysel anarşistlerde var olan bağımsız
kooperatiflerin yerine yerel toplumca (ya da komünce) sahiplenilen karşılıklı
bankalar olması nedeni ile farklılaşır. Bu onların kapitalist girişimler yerine
kooperatifler için yatırım fonları sağlamasını sağlar. Bir başka fark ise,
hürriyetçi komünlerin federasyonunu tamamlayacak tarzda, bazı toplumsal
anarşist karşılıkçıların Proudhon'un "tarımsal-endüstriyel
federasyon" olarak tanımladığı oluşumu desteklemeleridir. Bu "ticaret
ve endüstri'de karşılıklı emniyeti sağlayacak ... bir konfederasyondur" ve
yollar, demiryolları gibi büyük ölçekli gelişmeleri sağlayacaktır. Bu,"belirli
federal düzenlemelerle, federal devletlerin vatandaşlarını hem içerden hem de
dışardan gelebilecek kapitalist ve finansal feodal [ÇN. tehditlerden]
korunayacaktır". Bunun nedeni ise "politik hakların ekonomik
haklarla desteklenmesi [ÇN. gereğidir]. Böylece, tarımsal-endüstriyel
federasyon toplumun anarşist doğasının, piyasa kontrolündeki değişimin
istikrarsızlaştıran (servette ve dolayısıyla güçte eşitsizliği arttıran)
etkilerinden sakınmasını sağlayacaktır. Bu çeşit bir sistem, "endüstrilerin
kardeşler olduğu; aynı bedenin parçaları olduğu; birisinin acısını diğerlerinin
paylaştığı [ÇN. bir sistemdir]. Bu nedenle, hep birlikte tükenmek ve
karmaşıklığa düşmek için değil, ortak refah durumunun koşullarını birlikte
sağlamak için federe hale gelmeliler ... Bu tip bir düzenleme onların
hürriyetinden bir şey eksiltecek değildir; basitçe onların hürriyetine daha çok
güvenlik ve güç katacaktır."[The Principle of Federation, s. 70,67 ve 72].
Toplumsal
anarşizmin diğer biçimleri karşılıkçıların, kapitalist-olmayanlar için olsa
bile, piyasalara verdiği desteği paylaşmazlar. Bunun yerine özgürlüğün, en iyi
şekilde üretimin komünal hale gelmesi ve bilgi ile ürünlerin serbestçe
kooperatifler arasında paylaşılmasını yolu ile sağlanacağına inanırlar. Diğer
bir deyişle, toplumsal anarşizmin diğer biçimleri, karşılıkçılık'ın bireysel
kooperatifler sisteminin yerine, üretici birliklerinin federasyonu ve komünler
aracılığı ile sağlanan ortak (ya da toplumsal) sahipliğe dayanan bir sistemi
oturtur. Bakunin'in dediği gibi, "geleceğin toplumsal
organizasyonları tamamen aşağıdan yukarıya doğru yapılmalıdır; ilk olarak
onların sendikalarında, sonra komünlerde, bölgelerde, uluslarda ve nihayet
uluslararası ve evrensel büyük federasyonlarda" ve "toprak,
emek araçları ve tüm kapital toplumun tümünün kolektif mülkiyetinde olacaktır ve
sadece işçiler tarafından, diğer bir ifade ile tarımsal ve endüstriyel
birlikler tarafından kullanılacaktır." [Michael Bakunin: Selected
Writings, s. 206 ve s. 174). Ancak kooperatif ilkesini bireysel çalışma yerinin
ötesine genişletmekle bireysel hürriyet azamileştirilebilir ve korunabilir
(anarşistlerin çoğunun piyasaya neden karşı çıktıkları konusu için Kısım
I.1.3'e bakınız). Bu açıdan aslında Proudhon ile aynı zemini paylaşmaktadırlar.
Endüstriyel konfederasyonlar, "bu gruplardan birinin mülkiyetinde
olan ve karşılıklı bir anlaşma ile tüm ... federasyonun kolektif mülkü haline
gelecek üretim araçlarının ortak kullanımını garanti edecektir. Bu yolla,
grupların federasyonu ... toplumun dalgalanan ihtiyaçlarını karşılamak için
gerekli üretim oranlarını düzenleyebilecektir." [James Guillame, Bakunin
on Anarchy, s. 376].
Bu anarşistler
karşılıkçıların kooperatifler içinde işçilerin üretimi kendi yönetmeleri
fikrini desteklerler, ancak piyasa yerine, bu birliklerin (ing. associations)
konfederasyonunun karşılıklı yardımlaşmayı (ing. mutual aid) temsil eden canalıcı nokta
olduğunu savunurlar. "Farklı fabrikalarda çalışan işçiler, üretim
araçları üzerinde oldukça zorlu bir süreç sonucunda elde ettikleri kontrolü,
kendini 'anonim şirket' olarak adlandıran üstün bir güce devretmekte isteksiz
olacakları" [a.y., s. 364] bilinirken, çalışma yeri otonomisi
ve kendinden yönetim tüm federasyonların temelini oluşturacaktır. Bu
endüstri-geneli federasyona ek olarak, herhangi bir belli endüstriyel
federasyonun fonksiyonu veya yetkisi dahilinde bulunmayan, ya da toplumsal
boyutu olan konularla ilgili olacak endüstriler-arası ve komün
konfederasyonlarını teşkil edilecektir. Yine burada da Proudhon'un karşılıkçı
görüşlerine benzerlikler görmekteyiz.
Toplumsal
anarşistler üretim araçlarının ortak mülkiyeti konusunda ısrarlı bir tutum
içindedirler (tamamen bireyler tarafından kullanılanlar hariç olmak üzere), ve
bireycilerin onları kullananların "satadabileceği" görüşünü kabul etmezler. Bunun
sebebi, daha önce de belirtildiği gibi, bunun serbest bir toplumda kapitalizm
ve devletçiliğe tekrar gerekli zemini yaratacağı fikridir. Buna ek olarak,
diğer toplumsal anarşistler karşılıkçıların, ortak (ing. mutual) bankacılık
sistemi aracılığı ile, kapitalizmin reforme edilerek hürriyetçi sosyalizme
dönüştürülebileceği fikrini de kabullenmezler. Onlara göre kapitalizm ancak
toplumsal bir devrimle yerini özgür topluma bırakabilir.
Kolektivistler
ve komünistler arasındaki temel ayrım devrimden sonra "para"nın rolü
sorusu üzerindedir. Anarko-kolektivistler üretim araçlarında özel mülkiyetin
sona erdirilmesini anahtar olarak görürken, anarko-komünistler paranın ortadan
kaldırılmasına asıl önemi verirler. Kropotkin'in belirttiği gibi, kolektivist
anarşizm"üretim için gerekli olan herşeyin emek grupları ve özgür komünler
tarafından sahip olunduğu bir durumu ifade ederken, emeğin karşılığının
verilmesinin yollarının, komünist olsun ya da olmasın, her grubun kendisince
halledilmesi gerektiğini savunur" [Kropotkin's Revolutionary Pamplets,
s. 295]. Yani, hem komünizm, hem de kolektivizm üretimi üretici birlikleri
aracılığı ile aynı şekilde organize ederken, üretilen malların nasıl
dağıtılacağı konusunda farklılaşırlar. Komünizm serbest tüketime dayanırken,
kolektivizm katkıda bulunulan emek ölçüsünde malların dağıtımı temeline
dayanır. Ama, anarko-komünistlerin pekçoğu zamanla üretkenlik arttıkça ve
topluluk olgusu geliştikçe, paranın ortadan kalkacağına inanırlar. Böylece her
iki grup da, uzun dönemde, toplumun komünist deyişteki--"herkesten
yeteneğine göre, herkesin ihtiyacına göre", gibi işleyeceği konusunda
hemfikirdirler. Sadece bunun ne kadar zamanda gerçekleşeceği konusunda
uzlaşamazlar.
Anarko-komünistlere
göre, devrimden sonra "komünizm --en azından kısmi--, bu kolektivizmi
inşaa etmede daha fazla şansa sahiptir" [a.y., s. 298].
Kolektivizmin, "üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti
kaldırdığında başlaması ancak, eşitsizliklerin yeniden oluşması demek olan
sarfedilen emeğe göre ücret sistemine tekrar dönüşle kendisinin oluşumunu
tersine çevirmesi" [Alexander Berkman, The ABC of Anarchism, s.
80] özellikleri nedeni ile, komünizme doğru yönelimin hayati derecede önemli
olduğuna inanırlar. Komünizme ne kadar çabuk geçilirse, o ölçüde yeni
eşitsizliklerin gelişmesinin önlenebileceğine inanırlar. Söylemek her ne kadar
gereksiz olsa da, bu duruşlar aslında farklı değildirler, ve pratikte
anarşizmi öne çıkaranların siyasi bilinç düzeyleri ve toplumsal devrimin
gereksinimleri her alanda hangi sistemin uygulanacağını belirleyecektir.
Yani,
kapitalizm altında dahi, anarko-sendikalistler "özgür üreticilerin
özgür birliğini" yaratmayı amaçlarlar. Bu birliklerin "anarşizmin
pratik okulu" olarak işlev göreceğini düşünürler ve Bakunin'in
işçilerin örgütlerinin devrim öncesi dönemde "sadece fikirleri değil
aynı zamanda bizzat geleceğin gerçeklerini" yaratmaları gerektiği
saptamasını da oldukça ciddiye alırlar.
Anarko-sendikalistler,
diğer tüm toplumsal anarşistler gibi, "Sosyalist ekonomik düzen
hükümet kararnameleri ve yasaları ile düzenlemeyeceğine, aksine ancak ve ancak
üretimin her branşında işçilerin el ve beyinleri ile dayanışmacı ortak
çalışması sonucu gerçekleşebileceğine kanaat getirmişlerdir, yani üreticilerin
tüm fabrikaların yönetimini --genel ekonomik organizmanın bağımsız üyeleri olan
ayrı gruplar, fabrikalar ve endüstri branşları gibi formlarda-- kendilerinin
bizzat üstlenmesi ve özgür karşılıklı anlayış temelinde topluluğun faydasına
üretimi ve ürünün paylaşılmasını sistematik bir şekilde devam
ettirilmesini" [Rudolf Rocker,Anarcho-syndicalism, s. 55] savunurlar.
Sendikalistler
ve diğer devrimci toplumsal anarşistler arasındaki farklar oldukça muğlaktır ve
tamamen anarko-sendikalist sendikalar sorusu etrafında şekillenmektedir.
Kolektivist anarşistler hürriyetçi sendikaların kurulmasının önemli olduğu
konusunda hemfikirdirler, ve bu nedenle de "emekçi kitlelerin
toplumsal (ve bunun sonucunda, siyaset-karşıtı) gücünün ... geliştirilmesi ve
organizasyonizasyonun sağlanmasını" [Bakunin, Michael Bakunin:
Selected Writings, s. 197] için emekçi hareketinin içinde çalışmanın hayati
olduğu konusunda hemfikirdirler. Komünist anarşistler ise genelde emekçi
hareketinin içinde çalışmanın önemini kabullenmekle beraber, sendikalist
organizasyonların mücadele içinde işçilerce şekillendirileceğine inanırlar, ve "isyan
ruhunun"canlandırılmasının sendikalist birlikler kurulmasından daha önemli
olduğuna ve işçilerin bunlara katılacağını ümit ederler. İşyeri oluşumlarına
fazla önem vermezler, çünkü onlara göre bu mücadele kadar hiyerarşiye ve işyeri
dışındaki tahakküme karşı mücadele de önemlidir (anarko-sendikalistlerin
pekçoğu da buna katılacaktır, ama bu genelde sadece bir vurgu sorunu
olmaktadır). Komünist-anarşistlerin küçük bir bölümü emekçi hareketinin
reformist doğası nedeni ile onun içinde uğraş vermenin gereksizliğine
değinirler, ama bunlar küçük bir azınlıktırlar.
Hem komünist,
hem de kolektivist anarşistler tamamı ile saf anarşist organizasyonlar içinde
birlik olmanın gerekliliğini kabul
ederler. Anarşistlerin fikirlerinin belirginleşmesi ve diğerlerine iletilmesi
için anarşistlerin birarada çalışmasının hayati olduğunu düşünürler.
Sendikalistler anarşist grup ve federasyonların önemini sık sık reddederler,
çünkü onlara göre devrimci endüstriyel ve topluluk birlikleri kendi başlarına
yeterlidirler. Sendikalistler anarşist ve sendika hareketlerinin tek bir
oluşuma indirilebileceğini düşünürler, ama diğer pekçok anarşist buna kabul etmez. Sendikalist
olmayanlar sendikacılığın reformist doğasına dikkat çekerek, sendikalist
sendikaların devrimci karakterinin devam ettirilmesi gereğine dikkat çekerler,
bunun içinde anarşistler [ÇN. sendikalar] içinde anarşist gruplar ve
federasyonların bir parçası olarak çalışmalıdırlar. Sendikalist olmayanların
pekçoğu anarşizmin ve sendikalizmin tekbirleşmesinin (ing. fusion) ayrı
ayrı görevlerinin başarısız olmasına yol açacak bir karışıklık yaratacağına
inanırlar.
Pratikte,
anarko-sendikalistlerin çok azı anarşist federasyonlara gereksinim olduğu
fikrini toptan reddeder, öte yandan pek az anarşist tamamen sendikalizm
karşıtıdırlar. Örneğin, Bakunin hem anarko-komünist hem de anarko-sendikalist
fikirlere esin kaynağı olmuştur; Kropotkin, Malatesta, Berkman ve Goldman gibi
anarko-komünistler de hep anarko-sendikalist hareket ve fikirlere sempati ile
yaklaşmışlardır.
Toplumsal
anarşizm çeşitleri üzerine daha ileri okumalar için şunları önerebiliriz:
karşılıkçılık genellikle Proudhon'un, kolektivizm Bakunin'in, komünizm
Kropotkin, Malatesta, Goldman ve Berkman'ın çalışmaları ile özdeşleşmiştir.
Sendikalizm ise, "ünlü" isimlerin çalışmalarından ziyade mücadelede
emekçilerin bir ürünü olması nedeni ile bir şekilde farklıdır (her ne kadar bu
George Sorel'in sendikalizmin babası olarak adlandırılmasını engellemese de --o
da varolan bir sendikalist hakkında yazmıştır aslında. Emekçi sınıfların
kendilerinin kendi fikirlerini geliştireceği fikri genelde havada kalmaktadır).
Ama, Rudolf Rocker genellikle anarko-sendikalist teorinin en önde gelen ismi kabul edilir, yine
Fernand Pelloutier ve Emile Pouget'in çalışmaları da anarko-sendikalizmi
anlamak için temel okumalar arasında sayılır. Toplumsal anarşizmin gelişiminin
ve önde gelenlerinin ana çalışmalarının mükemmel bir özeti için, Daniel Guerin'in No
Gods No Masters antolojisinden daha iyisi yoktur.
Ekolojik krize
çözüm olarak anarşist fikirlerin öne sürülmesi, bugünkü anarşizm biçimleri
içinde yaygın olan bir tondur. Bu eğilim, anarşist toplumun, hem el ve zihin
emeğini, hem de endüstri ile tarımın merkezden dağıtılacağı (ÇN. eski tabiri
ile adem-i merkeziyetçilik) (ing. decentralization) ve
birbirine eklemleneceği bir toplulukların konfederasyonuna dayanacağını
söyleyen Kropotkin'e kadar gider (klasik eseri Fields, Factories, and
Workshops'a bakınız). Ekonominin"küçük güzeldir" fikri (E.F.
Schumacher'in Yeşil klasiğinin başlığını kullanırsak), alınıp yeşil hareket
haline gelmeden 70 yıl kadar önce öne sürülmüştü. Bunun yanısıra, Kropotkin Mutual
Aid'de türlerin kendi içinde ve kendi aralarında, ve aynı zamanda çevreleri ile
işbirliğinin onlara rekabetten daha çok fayda sağlayacağını ortaya koymuştur.
Kropotkin ile beraber, William Morris ve Reclus kardeşlerin (Kropotkin gibi her
ikisi de dünyaca tanınmış coğrafyacılardı) çalışmaları, ekolojik konularda
anarşistlerin güncel ilgisinin temellerini şekillendirmiştir.
Her ne kadar,
klasik anarşizmin içinde ekolojik doğa temalarının kullanılması varsa da,
ekolojik düşünce ile anarşizm arasındaki benzerliklerlerin öne çıkarılması
ancak son zamanlarda olmuştur (özellikle Murray Bookchin'in "Ecology
and Revolutionary Though" (Ekoloji ve Devrimci Düşünce) adlı
makalesinin 1965'te yayınlanmasından sonra). Aslında, Morray Bookcin'in
fikirleri ve çalışmalarının ekolojiyi ve ekolojik konuları, anarşizmin ve
anarşist ideallerin ve yeşil hareketin pekçok yönünün analizinin kalbine yerleştirildiğini
söylemek mübalağa olmayacaktır.
Yeşil
anarşizmin çeşitlerini tartışmadan önce nelerin anarşizm ile ekoloji
arasında ortak noktalar olduğundan bahsetmek faydalı olacaktır. Murray
Bookchin'den alıntı yapacak olursak, "hem ekolojistler hem de
anarşistler kendiliğindenlik'e (ing. spontaneity) vurgu yaparlar" ve "hem
ekolojisler hem de anarşistler için, devamlı-olan büyüme artan farklılaşma ile
olmaktadır. Genişleyen bir bütün onun parçalarının farklılaşması ve
zenginleşmesi ile meydana getirilir". Bunun da ötesinde,"aynen
ekolojistlerin eko-sistemin alanını genişletmeyi ve türler arasında özgür
karşılıklı etkileşimini yaygınlaştırmayı amaçlamaları gibi, anarşistler de
toplumsal deneyin alanını genişletmeyi ve onun gelişmesindeki tüm engelleri yoketmeyi
amaçlarlar" [Post-Scarcity Anarchism, s.78].
Böylece
anarşistlerin özgür gelişme, merkezileşmeden dağıtım, çok çeşitlilik ve
kendiliğindenlik konularındaki ilgileri, ekolojik fikir ve ilgilere de
yansımıştır. Hiyerarşi, merkezileşme, devlet ve refahın (belli ellerde)
yoğunlaşması çok çeşitlilik ve bireylerin özgür gelişmesi ve onların
toplumlarının oluşmasını doğal olarak engelleyecektir; böylece toplumsal
eko-sistemi ve aynı zamanda da onun bir kısmı olan varolan eko-sistem insan
toplumlarını zayıflatacaktır. Bookchin'in belirttiği gibi, "ekolojinin
yeniden yapılandırmaya yönelik mesajı ... [şudur] çeşitliliği korumamız ve
teşvik etmemiz", ama modern kapitalist toplumun içinde "[t]üm
kendiliğinden, yaratıcı ve bireyselleşen şeyler standartlaştırılmış,
düzenlenmiş ve kitleselleştirilmiş ile çevrelenmiştir" [Op. Cit., s.
76, p. 65]. Pekçok açıdan, anarşizmin bireylere ve topluluklara güç vererek, ve
de politik, toplumsal ve ekonomik gücü merkezden dağıtarak hem bireyin ve
toplumsal hayatın özgürce gelişmesini, hem de böylece doğasının artan şekilde
farklılaşmasını garanti altına almayı amaçlaması, ekolojik fikirlerin topluma
uygulanması olarak düşünülebilir.
Peki ne gibi
yeşil anarşizm çeşitleri vardır ? Eko-anarşizmin iki akımı, anarşizm içinde iki
çekim noktasına sahiptir; Toplumsal Ekoloji ve "ilkelci" anarşistler.
Buna ek olarak, ne kadar da sayıca çok olmasa da, bazı anarşistler Derin
Ekoloji'den etkilenmişlerdir. Şüphesiz Toplumsal Ekoloji en etkili olan
akımdır. Toplumsal Ekoloji, 1950'lerden beri ekolojik konularda, ve 1960'lardan
beri de bu konuları devrimci toplumsal anarşizm ile biraraya getirme çabası
içinde eserler veren Murray Bookchin ile birlikte ifade edilir. Post-Scarcity
Anarchism, Toward an Ecological Society, The Ecology of Freedom çalışmalarından
bazılarıdır.
Toplumsal
Ekoloji ekolojik krizin kökenlerini, insanlar arasındaki tahakküm ilişkileri
ile sıkı bir şekilde örtüştüğünü belirtir. Doğaya tahakküm böylelikle toplum
içindeki tahakkümün bir ürünü olarak görülür, ama bu hükmetme kriz haline ancak
kapitalizm altında varır. Murray Bookchin'in sözleriyle:
"İnsanın
doğaya hükmetmesi gerektiği kavramı doğrudan doğruya insanın insana hükmetmesi
olgusundan kaynaklanır ... Ama organik topluluk ilişkileri ... ancak piyasa
ilişkilerine yol açacak şekilde çözüldüğünde, gezegenin kendisi bir sömürü
kaynağına indirgendi. Bu yüzyıllarca süren eğilim en yoğun gelişmesini modern
kapitalizmle beraber gösterdi. İçsel olarak sahip olduğu rekabetçi doğası
nedeni ile, burjuva toplum [ÇN. sadece] insanoğlunu birbirine düşürmekle
kalmadı,aynı zamanda da insanlık kitlelerini doğa dünya ile birbirine düşürdü.
Nasıl ki insanlar mallara dönüştürüldüyse, benzer şekilde doğanın herbir öğesi
de bir mala, üretimde kullanılacak ve pazarlanabilecek bir kaynağa umarsızca
dönüştürüldü."[a.y., s. 63].
"İnsanlığın
maneviyatının piyasa alanınca yağmalanması ile yerkürenin sermaye tarafından
yağmalanması bir birine paraleldir." [a.y., s.65].
Bu nedenle
toplumsal ekolojistler, ekolojik sorunların ana nedeni olarak uygarlaşmaya
değil ama hiyerarşiye ve kapitalizme saldırmayı temel unsur olarak
nitelendirirler. Bu ise onların [ÇN. toplumsal anarşistlerin], modern yaşamın tüm yönlerini
çok daha eleştirel bir yaklaşımla ele alan "İlkelci" anarşistlerle --
teknoloji ve büyük ölçekli organizasyonların tüm biçimlerini reddedecek şekilde
"uygarlığın sona erdirilmesi gibi oldukça ileri uçlara gidenleri de
içeren, olan temel farklılaşma alanıdır.
En aşırı
durumda, "İlkelci" anarşistler, doğası gereği hiyerarşik olduklarını
söyledikleri teknolojiye karşı çıkarak, inasan toplumunun
"Avcı-Toplayıcı" biçimine geri dönmesinin taraftarlığını yaparlar.
İngiltere merkezli "Green Anarşist" [ÇN. Yeşil Anarşist]
adlı bu fikrin sözlü temsilciliğini yapmaktadır.
Ama aslında
pek az anarşist bu kadar aşırıya kaçar. Gerçekten de, pekçok anarşist,
toplumsal altyapının çöktüğü durumda geri dönülen "Avcı-Toplayıcı"
toplumun hemen hemen tüm ülkelerde kitlesel bir kıtlığa yol açacağını
belirterek, "İlkelcilik"in aslında anarşizm bile olamayacağını
belirtir. İnsanların büyük kısmı için "İlkelci" fikirlerin içsel
olarak çekici olmaması nedeni ile, bu hiç bir zaman liberter araçlarla (yani
bireylerin kendi davranışları ile yarattıkları bireylerin özgür tercihi ile),
ve bu nedenle de bu durumu çok az kişinin gönüllü olarak kabulleneceği
düşünülürse, anarşist olarak da nitelendirilemez. Bu ise "Yeşil
Anarşistler"in bir tür eko-öncülük biçimi, Rousseau'nun ifadesini kullanırsak,
"insanları özgür olmaya zorlamak", geliştirmesine yol
açmaktadır (terörist saldırıları kutlayan 1998'de basılan makaleden görüleceği
üzere). Buna ek olarak, "zamanı geriye döndürmek" şeklinde ifade
edilebilecek bu görüş önemli açmazları içinde barındırmaktadır; her ne kadar
ilk [ÇN. yerli olarak da çevirilebilir, ing. aboriginal] toplumlar genel
olarak anarşist olsalarda, bu "ilkelci anarşizm"in cevap
olamayacağını gösteren şekilde bu toplumlar istisnasız olarak devletçi,
mülkiyet temelli toplumlara evrilmişlerdir.
Ama,
eko-anarşistlerin çok az bir kısmı bu aşırı durumun taraftarıdır.
"İlkelci" anarşistlerin büyük bir kısmı, teknoloji-karşıtı ve
uygarlık-karşıtı olmaktan ziyade, (David Watson'un ifadesi ile) "ilkel
yaşam tarzlarının kabul edilmesi" ve teknoloji, akılcılık ve ilerleme
gibi konulara Toplumsal Ekoloji bakışından daha eleştirel bir yaklaşımın
izlenmesi gerektiği konularında farklılaşmaktadırlar. Bu eko-anarşistler "doğrusal
bir şekilde ilk köklerimize dönebileceğimizi öne süren dogmatik
ilkelciliği" de, "ilerleme" fikrini de; ve de "hem
Aydınlanmanın hem de Aydınlanma-Karşıtlığının yüceltilmesi" fikrini
ve geleneklerini reddederler. Bu tip eko-anarşistler için, İlkelcilik "devletin
yükselmesinden önceki yaşamın bir görüntüsünü yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda
uygarlaşma ile oluşan hayatın gerçek koşullarına karşı geçerli bir cevaptır
da", bu nedenle saygı gösterilmeli ve "eski ve yeni taş devri
gerçek geleneklerinden" dersler çıkarılmalıdır (yerli Kuzey Amerika
kabileleri ve diğer yerel insanlar gibilerinden). Bu bağlamda,"her ne
kadar laik [ÇN. bu dünyevi olarak da çevrilebilir, (ing. secular)] düşünme
ve hayata bakış biçimlerini bir kenara bırakamasak da, ve bırakmamamız gerekse
de ... hayat deneyimini, ve nihayetinde asli ve kaçınılmaz olan neden yaşadığımız, nasılyaşadığımız
sorularını da laik terimlere indirgeyemeyiz ... Bunun da ötesinde, tinsel
(ruhani) olanla laik olan arasındaki sınır pekde belirgin değildir. Tarihimizin
yanlızca "el ideal" için ölen ateist İspanyol devrimcilerini
onurlandırmasını değil; aynı zamanda dinsel pasifistleri, düşünce tutsaklarını,
Lakota hayalet dansçılarını, taoist çilecileri ve süfi mistisizmcileri de
onurlandırmasını teşvik edici sebeplerin kabullenmesi diyalektik anlayışı
[ÇN.-na sahip olmalıyız]." [David Watson, Beyond Bookchin:
Preface for a future social ecology, s. 240, s. 103, s. 240, s. 66-67].
Bu tip
"İlkelci" anarşizmi çoğu, Fifth Estate gibi, ABD merkezli
olan, farklı dergilerle ilişkilidir. Örneğin, teknoloji konusunda bu tip
eko-anarşistler şunu öne sürerler; "[p]iyasa kapitalizmi ateşi
çıkaran kıvılcımken, ve bütünün (ing. complex) merkezinde olmaya devam
ederken, aslında daha büyük olan bir şeyin bir parçasıdır; organik insan
toplumlarının ekonomik-araçsal uygarlaşmaya, ve sadece hiyerarşik ve dışsal olmakla
kalmayıp giderek "hücresel" ve içsel olan kitle tekniklerine zorla
uyumlanması. Bu sürecin pekçok bileşenlerinin, önce neden ve sonra ikincil
etkiler mekanistik hiyerarşisi içinde, katmanlaşması hiç bir anlam ifade
etmez." [David Watson, a.y., s. 127-8].
Bu nedenle,
"İlkelci" anarşistler, toplumsal ekolojistlerin insanlığı ve
yerküreyi özgürleştirmek için temel gördükleri uygun teknoloji
kullanımı çağrısını da içermek üzere, teknolojinin tüm yönlerine daha eleştirel
yaklaşırlar. Watson'un belirttiği gibi:
"Teknolojik
toplumdan bahsetmek aslında, kapitalizm içinde oluşturulmuş tekniklerden,
dolayısıyla da sermayenin yeni biçimlerini oluşturacak tekniklerden bahsetmek
demektir. Bu teknolojiyi belirleyen toplumsal ilişkilerin kendine özgü (belli)
bir alanı olması kavramı sadece tarihsel olmayan ve diyalektik olmayan bir şey
değildir, aynı zamanda basitleştirilmiş alt-üst yapı şeması çeşidini de
yansıtır." [a.y., s. 124].
Böylece,
teknolojiyi kimin kullandığı, onun etkilerini belirleyen şey
değildir, aksine teknolojinin etkisi büyük ölçüde onu meydana getiren toplum
tarafından belirlenir. Diğer bir ifade ile, toplumda hangi teknolojinin
kullanacağını seçenlerin genel olarak gücü elinde bulunduranlar olması nedeni
ile, seçilen teknoloji hiyerarşik gücü tekrar oluşturma eğilimine sahiptir
(zulmedilen insanların teknolojiyi güçlüler aleyhine kullanabilme
yeteneği, ve teknolojik değişme ile toplumsal mücadelenin karşılıklı ilişki
içinde olması hakkında Kısım D.10'a bakınız). Bu nedenle, teknolojilerin
kimler tarafından kullandığından bağımsız olarak bazı etkilerinin olduğu
dikkate alınırsa, uygun teknolojinin kullanımı konusu bile, sadece eldeki
mevcut teknolojiler arasında seçim yapmaktan daha öte bir şeydir. Bu da,
bireysel özgürlüğün, yetkilendirmenin ve mutluluğun azamileştirilmesi söz
konusu olduğunda; teknolojinin tüm yönlerinin değerlendirilmesi, ve gerekirse
düzenlenmesi ve hatta reddedilmesi sorusudur. Toplumsal Ekolojistlerin pek azı
buna karşı çıkacaklardır, farklılıklar genelde derin bir siyasi noktadan ziyade
yapılan vurgu sorusudur.
Nihayet,
"İlkelci" anarşistler, pekçok diğer anarşist gibi, Toplumsal
Ekolojistlerin belediye seçimlerinde yarışan adayları desteklemesini
eleştiririrler. Toplumsal Ekolojistlerin bunu, halkçı kendinden-yönetim
meclisleri ve devlete karşı bir güç oluşturmakta araç olarak görmesini pek az
anarşist kabul
edecektir. Bunu içsel olarak reformist, ve toplumsal değişimi meydana
getirmekte seçimleri kullanma olanağı hakkında naif bulurlar (bunun ayrıntılı
tartışması için Kısım J.5.14'e bakınız). Radikal fikirleri sulandırarak ve
ilgili insanları bozulmasına yol açarak, seçim kampanyası yürütmenin çıkmaz bir
sokak olduğunu belirterek, bunun yerine anarşist ve ekolojik fikirlerin öne
çıkarılmasının aracı olarak doğrudan eylemi önerirler (Kısım J.2 -- Doğrudan
Eylem Nedir ?'e bakınız).
"İlkelci"
anarşizm hakkında daha çok bilgi için John Zerran'ın Future Primitive ve Elements
of Refusal, ve David Watson'un Beyond Bokkchin ve Against the
Mega-Mashine adlı eserlerine bakılabilir.
Son olarak,
biyo-merkezli doğası nedeni ile pekçok anarşist tarafından insan-karşıtı olarak
nitelendirilen "derin ekoloji" akımı vardır. İnsanların, insan
olarak, ekolojik krize yol açtığına inanan anarşistler vardır, ki bu derin
ekolojistler tarafından öne sürülmetedir. Örneğin, Murray Bookchin derin
ekolojiyi ve içindeki insan-karşıtı fikirleri devamlı eleştiren birisi olmuştur
(örnek olarak Which Way for the Ecology Movement'a bakınız). David Watson
da Derin Ekoloji'ye karşı çıkmıştır (George Bradford adı ile yazdığı How
Deep is Deep Ecology adlı çalışmasına bakınız). Anarşistlerin pek çoğu,
insanların değil sistemin sorun olduğunu, ve sadece insanların onu
değiştireceğini savunurlar. Murray Bookchin'in sözleriyle:
"[Derin
Ekoloji'nin sorunu] 'İnsanlık' ve 'Toplum' olarak adlandırılan soyutlamalardan
değil; devamlı olarak yokolmakta olan insanlık duygusunu saklamak için 'doğal
yasa' kullanan, ve konuştuğumuzun kapitalizm olduğu gerçeğini ihmal
ederek toplumsal gerçekliğin aşırı ihmal edilmesinin üzerini örten, kaba
biyolojizmin otoriter çizgisinden kaynaklanmaktadır." [The Philosophy
of Social Ecology, s. 160].
Ekolojik
eleştiri ve analizi insan ırkının protestosuna indirgemek ekolojik yıkımın
gerçek nedenlerini ve dinamiklerini ihmal eder; böylece de, bu yıkımın
önlenmesini sağlayacak olanın bulunamamasını sağlar. Basitçe ifade edilecek
olursa, insanların büyük bir kısmı yaşamlarını, topluluklarını, endüstrilerini
ve eko-sistemlerini etkileyen kararlar üzerinde gerçekten bir söz söyleme
yetkisine sahip değilken, suçlanacak olanın insanlar olması bayağı güçtür.
"İnsanlık" üzerine odaklanarak (ve böylece zengin-yoksul,
erkek-kadın, beyaz-renkli, sömürenler-sömürülen, ve hükmeden-hükmedilen
arasında bir ayrım yapmayarak), içinde yaşadığımız sistem ve ekolojik
sorunların kurumsal nedenleri gözardı edilmektedir.
Önde gelen
temsilcilerinin fikirlerinin anarşistler tarafından devamlı olarak
eleştirilmesi sonucu pekçok Derin Ekolojist, hareketlerinin insan-karşıtı
fikirlerinden uzaklaşmıştır. Derin ekoloji, özellikle Earth First! (EF!),
zaman içinde oldukça değişmiştir, ve bugün EF! sendikalist birlik olan Industrial
Workers of the World(IWW) ile yakın çalışma ilişkileri içindedir. Derin ekoloji
eko-anarşizmin bir kolu olmamakla beraber, pekçok ortak fikire sahiptir; ve
(EF! gibi) toplumsal olmayan fikirlerini reddederek, giderek insan
ırkının değil hiyerarşinin sorun olduğunu görmeye başladıkları anarşistler
tarafından da kabul
edilmektedir (Murray Bookchin ve önde gelen Earth First!'çü Dave Foreman
arasındaki tartışma için Defending the Earth adlı kitaba bakınız).
Leo Tolstoy'un
önde gelen simalarından biri olduğu pasifist kol anarşizm içinde uzun süreden
beri varolmaktadır. Bu kol genellikle "anarko-pasifizm" ("şiddet-karşıtı
anarşizm" terimi de bazen kullanılmaktadır, ama bu kullanım doğru
olmayan bir şekilde hareketin geri kalanının şiddet taraftarı olduğu anlamını
ima etmesi açısından talihsiz bir kullanımdır) olarak adlandırılır. Anarşizmin
temel ülküleri ve argümanları verili iken, anarşizmin ve pasifizmin birliği
şaşırtıcı olmaz. Her şeyden öte, şiddet, ya da şiddet veya zarar tehditi,
bireysel özgürlüğe zarar veren temel araçlardır. Peter Marshall'ın belirttiği
gibi " anarşistlerin bireyin egemenliğine saygısı dikkate alınırsa,
uzun dönemde şiddet değil, şiddet-karşıtlığı anarşist değerler tarafından ifade
edilmektedir" [Demanding the Impossible, s.637).Malatesta ise "anarşizmin
temel politik platformu şiddet'in insan ilişkilerinden soyutlanmasıdır" [Life
and Ideas, s.53] derken daha açıktır.
Her ne kadar
pekçok anarşist şiddeti reddederek pasifistlik taraftarı olduğunu belirtse de,
genel olarak hareket özünde pasifist değildir (her zaman şiddetin her türlüsüne
karşı olma anlamında). Aksine o [ÇN. anarşizm], devletin organize şiddetine
karşı olmakla beraber, tahakküm edenlerin uyguladığı şiddet ile tahakküme maruz
kalanlarınki arasındaki farka dikkat çeken, askeriye-karşıtıdır. Bu da,
anarşist hareketin her zaman ordu teşkilatına ve kapitalist savaşa karşı
çıkmakta bu kadar zaman ve enerji harcarken, aynı zamanda tahakküme karşı
silahlı mücadeleyi desteklemesi ve organize etmesini açıklar (Rus Devrimi
sırasında, hem Kızıl hem de Beyaz ordulara karşı direnen Makhnovist ordu, ve
İspanyol Devrimi sırasında faşistlere karşı direnişi organize eden gerillalar örneklerinde
oloduğu gibi --sırasıyla Kısım A.5.4 ve A.5.6'a bakınız).
Şiddet-karşıtlığı
sorununda, kaba şekilde bir ilke olarak, hareket Bireyci ve Toplumcu çizgilere
ayrışır. Bireyci anarşistlerin büyük bir kısmı, Karşılıkçılar gibi, toplumsal
değişimin tamamen şiddet-karşıtı taktiklerini destekler. Ama, Bireyci anarşizm
tam anlamı ile pasifist olarak nitelendirilemez, pekçoğu saldırı karşısında
kendini savunma temelinde şiddet fikrini destekler. Öte yandan, toplumcu
anarşistlerin çoğu baskıcı gücü iktidardan uzaklaştırmak ve devletle kapitalist
saldırıya direnmek için fiziksel güce sahip olmanın gerektiğini belirterek,
devrimci şiddetin kullanımını desteklerler (her ne kadar pasifist klasik The
Conquest of Violence'i yazan Bart de Ligt bir anarko-sendikalist olsa da).
Malatesta'nın vurguladığı gibi, şiddet "kendi başına şeytani olsa da
... bir kimsenin kendisini diğerlerinin şiddetine karşı korumak için kullandığı
durumda kabul edilebilir" ve "köle
her zaman geçerli bir savunma durumundadır, ve sonuçta patrona, tahakküm edene
karşı onun şiddet uygulaması ahlâki olarak her zaman kabul edilebilir" [a.y., s. 55, s.
53-54]. Bunun da ötesinde, Bakunin'in sözleriyle, toplumsal tahakküm "bireylerden
ziyade şeylerin organizasyonlarından ve toplumsal konumlardan kaynaklandığı
için", ve anarşist devrimin amacı ayrıcalıklı sınıfların varlığını sona
erdirmek olduğu için --"bireyler olarak değil, sınıflar olarak",
anarşistler insanlardan ziyade "acımasızca konumları ve şeyleri
yoketmeyi"amaçlarlar [Richard B. Saltman'ın alıntısı,The Social and
Political Thought of Michael Bakunin, s. 121, s. 124 ve s. 122].
Aslında,
şiddet sorunu anarşistlerin çoğu için göreceli olarak önemsizdir, bu nedenle
onu yüceltmezler ve herhangi bir toplumsal mücadele ve devrim sırasında onun
[ÇN. kullanımının] asgari düzeyde tutulması gerektiğini savunurlar. Bütün
anarşistler Hollandalı pasifist anarko-sendikalist Bart de Ligt'in şu
argümanına katılacaktır; "kapitalist dünyanın karakteristik koşulları
olan şiddet ve saldırganlık, sömürülen sınıfların tarihsel misyonu olan bireyin
özgürleşmesi ile bir arada olamaz. Şiddetin açık bir şekilde devrimin emrine
verildiği durumda dahi, daha fazla şiddet daha zayıf bir devrim anlamına
gelecektir" [the Conquest of Violence, s. 75].
Benzer
şekilde, tüm anarşistler Ligt'ın kitabının kısımlarından birisinin ismi olan "burjuva
pasifizminin anlamsızlığı" görüşünü paylaşacaklardır. De Ligt ve tüm
anarşistler için, şiddet kapitalist sistem için içsel bir konudur ve
kapitalizmi pasifist yapma çabası başarısız kalmaya mahkumdür. Bunun nedeni
ise, savaşın aslında başka araçlar kullanılarak yapılan bir ekonomik rekabet
olduğu gerçeğidir. Uluslar genellikle bir ekonomik krizle karşılaştıklarında
savaşa giderler, ekonomik mücadele içinde elde edemediklerini çatışma ile elde
etmeye çalışırlar. Diğer yandan, "şiddet modern toplumun ayrılmaz bir
parçasıdır ... [çünkü] o olmadan, her ülkedeki yönetici sınıf sömürü altındaki
kitlelere karşı sağladığı ayrıcalıklı konumunu korumayı başaramaz. Ordu
öncelikli olarak, hoşnutsuzluk içinde bulunan işçileri kontrol altında
tutmak için kullanılır" [Bart de Ligt, a.y., s. 62]. Devlet ve
kapitalizm varoldukça şiddet kaçınılmazdır; bu nedenle, anarko-pasifistler
için, tutarlı bir anarşistin pasifist olması gerektiği gibi tutarlı bir
pasifistin de anarşist olması gerekir.
Pasifist
olmayan anarşistler için, şiddet tahakküm ve sömürünün kaçınılmaz ve talihsiz
bir sonucu olduğu gibi, ayrıcalıklı sınıfların güç ve servetlerinin devamını
sağlayacak tek araçtır. Otorite durumundakiler nadiren kendiliklerinden
güçlerinden vazgeçerler, bu nedenle de zorlanmalıdırlar. Bu nedenle, "insanlığın
çoğunu hizmetkârlık konumunda tutmakta kullanılan daha büyük ve devamlı şiddete
son vermek için geçiçi" [Malatesta, a.y., s. 55] şiddete
gereksinim vardır. Şiddet ve şiddet-karşıtı konusu üzerine yoğunlaşılması,
gerçek sorunu yani toplumu daha iyi için nasıl değiştireceğimiz sorununu ihmal
eder. Alexander Berkman'ın belirttiği gibi pasifist anarşistler, "çalışmak
için kollarını sıvamayı çalışmanın kendisidir" diyenlere benzer
olarak meseleyi yanlış ele almaktadırlar. Aksine," [d]evrimin kavga
aşaması sadece kollarınızı sıvamaktır. Gerçek, asıl görev bundan sonradır" [ABC
of Anarchism, s. 40]. Ve aslında, toplumsal mücadelerin ve devrimlerin çoğu
göreceli olarak barışçıl başlar (grevler, işgaller ve benzerleri gibi) ve ancak
güç [ÇN. iktidar] konumunda olanlar konumlarını korumak için çaba
gösterdiklerinde şiddete doğru evrilir (1920'lerde işçilerin fabrika
işgallerini takip eden
faşist terörün yaşandığı İtalya bunun klasik bir örneğidir -- Kısım A.5.5.'e
bakınız).
Yukarıda da
belirtildiği üzere, bütün anarşistler militarizm-karşıtıdırlar, ve hem ordu
mekanizmasına (dolayısıyla da "savunma" endüstrisine) hem de
devlet/kapitalist savaşlarına (her ne kadar, Rudolf Rocker ve Sam Magdolf gibi
bazı anarşistler ikinci dünya savaşı sırasında, daha az kötü olarak
değerlendirdikleri faşizm-karşıtı kapitalistleri destekleselerde) karşı
çıkarlar. Fransız CGT'nin askerleri itaat etmemeye ve grevdeki kardeş
işçilerini bastırmamaya çağıran broşürlerini basan İngiliz ve Kuzey Amerikan
sendikalistleri ve anarşistleri, birinci dünya savaşının başlamasından çok daha
önceleri anarşistlerin ve anarko-sendikalistlerin savaş aygıtı-karşıtı olan
mesajlarını yaymaktaydı. Emma Goldman ve Alexander Berkman, 1917'de Zorunlu
Askeliğe Hayır Birliğioluşturdukları için tutuklanarak Amerika'dan sınırdışı
edilirken, birinci ve ikinci dünya savaşlarında silahlı kuvvetlere katılmayı
reddeden pek çok anarşist ise tutuklanarak, hapsedildiler. Savaş taraftarı olan
güçlü elit sınıflara karşı tehdit oluşturan organizasyonu ve savaş-karşıtı
mesajları nedenleri ile, anarko-sendikalist etkisindeki IWW, hükümet baskısının
azgın bir dalgası ile ezildi. Daha yenilerde ise, anarşistler (Noam Chomsky ve
Paul Goodman gibi insanlar) halen varolan barış hareketlerinde ve savaş-karşıtı
hareketlerde aktiftirler. Anarşistler , Vietnam Savaşı, Falkland
savaşı ve Körfez savaşı gibi savaşlara karşı çıkmışlardır (İtalya'da örneğin
protesto amacı ile grevler organize edilmesine yardım etmişlerdir).
Anarşistlerin savaşa karşıtlığını hoş bir şekilde özetleyen "Savaş
değil ama sınıf savaşı" sloganı bu son anlaşmazlıkta ortaya çıkmıştır
-- farklı ülkelerin tahakküme maruz sınıflarının, kendi yöneticilerinin
iktidarı ve kârları için birbirlerini öldürmelerinin gözlendiği herhangi sınıf
temelli bir sistemin kötü bir sonucu olarak. Bu organize katliamın bir parçası
olmaktansa; anarşistler emekçi insanları, sahiplerinin amaçları için değil
kendileri için uygun olan amaçlar için organize olmaya çağırırlar.
"Her
zamankinden daha çok şimdi tavizler vermekten kaçınmalıyız; kapitalistler ile
ücretli köleler arasındaki ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki uçurumu daha
da derinleştirelim; insanlar arasındaki kardeşliği, herkes için Adaleti ve
Özgürlüğü sağlamanın yegane araçları olan devletlerin yokedilmesi ve özel
mülkiyetin dağıtılmasını destekleyelim; ve de bunları gerçekleştirmek için
hazırlanmalıyız." [Malatesta,a.y.,s.251].
(Malatesta'nın
bu sözlerinin kısmen, yıllardır yazdıklarını inkâr ederek, I. Dünya Savaşı'nda
Alman otoriterizmine ve emperyalizmine karşı müttefik güçleri destekleyen Peter
Kropotkin'e karşı yazdığına dikkat etmemiz gerekir. Malatesta'nın dikkat
çektiği üzere, "tüm Hükümetler ve tüm kapitalist sınıflar ... kendi
ülkelerinin işçilerine ve isyankârlarına ... kötülükler yaparlar." [a.y.,
s. 246].
Böylece,
pasifizmim anarşistlere çekici gelmesi bir açıklık kazanmış oluyor. Şiddet otoriter
ve zorlayıcıdır, ve bu nedenle de onun kullanımı anarşist ilkelerle çelişkiye
yol açar. Bu nedenledirki, anarşistler Malatesta'nın şu sözlerine
katılacaktırlar; "[b]iz ilke olarak şiddete karşıyız ve bu nedenle de
toplumsal mücadelenin mümkün olduğunca insancıl olmasını isteriz." [a.y.,
s.57]. Katı olarak pasifist olmayan anarşistlerin hepsi olmasa da büyük bir
kısmı, pasifist-anarşistlerin şiddetin sık sık, insanları yabancılaştırarak ve
devlete hem anarşist hareketi hem de toplumsal değişim için oluşan halk
hareketlerini bastırmak için bir mazeret yaratarak olumsuz olabileceği
argümanına katılacaklardır. Tüm anarşistler radikal değişim için daha iyi
yollar olan şiddet-dışı doğrudan eylemi ve sivil itaatsizliği desteklerler.
Toparlamak
gerekirse, saf-pasifist anarşistler oldukça azdır. Büyük bir kısmı şiddet
kullanımını zorunlu bir kötülük olarak kabul
eder ve kullanımının asgari düzeyde olmasını sağlık verir. Tümü, şiddeti kurumsallaştıran bir
devrimin devleti yeni bir biçimde tekrar oluşturacağına katılır. Öte yandan,
otoriteyi yıkacak tabii ki otoritenin kendisi olmayacaktır, ve şiddete karşı
koymak için şiddet kullanılmalıdır. Bu nedenle, her ne kadar anarşistlerin çoğu
pasifist olmasa da, pekçoğu kendini-savunma dışında -ki o durumda dahi bu asgari
düzeyde tutulmalıdır, şiddeti reddeder.
Her ne kadar
otoritenin tüm biçimlerine ve devlete karşı çıkma 19. yüzyıl ilk feministleri
arasında güçlü bir sese yol açmışsa da, 1960'larda başlayan daha yenice olan
feminist hareket anarşist pratik üzerinde şekillenmiştir. İşte burada, faaliyet
içinde bulundukları daha geniş feminist ve anarşist hareketler içinde onlara
ilkelerini hatırlatmak için ortaya çıkan, kadın anarşistleri ifade eden anarko-feminizm
ortaya çıkmıştır.
Anarşizm ve
feminizm her zaman birbirine oldukça yakın bağlantılar içinde olmuşlardır.
Pekçok önde gelen feminist --hareketin lideri olan Mary Wollstonecraft (A
Vindication of the Rights of Woman'ın yazarı), Komüncü Louise Michel,
Voltairine de Cleyre ve kadınların özgürleşmesinin yılmaz şampiyonu Emma
Goldman (örneğin onun ünlü makaleleri, "The Traffic in Women","Woman
Suffrage", "The Tragedy of Woman's Emancipation","Marriage
and Love" ve "Victims of Morality"e bakınız) dahil
olmak üzere, aynı zamanda anarşistlerdi. En eski anarşist gazetelerden birisi
olan Freedom 1886'da Charlotte Wilson tarafından kurulmuştur.
Bunların yanısıra, önde gelen anarşistlerin hepsi (Proudhon hariç) kadınların
eşit olmasını desteklemişlerdir. İspanyol devrimi sırasında İspanya'da ortaya
çıkan "Özgür Kadınlar" hareketi, temel özgürlüklerini
korumak ve kadınların özgür ve eşit olacağı toplumu yaratmak için kendiliğinden
organize olan anarşist kadınların klasik bir örneğidir (bu önemli organizasyon
hakkında daha ayrıntılı bilgi için Marta Ackelsberg'in Free Women of Spain adlı
çalışmasına bakınız).
Anarşizm ve
feminizm oldukça ortak olan bir tarihe sahiptirler; ve yine bireysel özgürlük,
dişil cinsten üyeleri için eşitlik ve saygıya olan ilgi ortaktır (ama, aşağıda
daha ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi, anarşistler güncel/liberal feminizmi
yeteri kadar ileri gitmemeleri noktasında eleştirir). Bu nedenle, 1960'ların
yeni feminizm dalgasının kendisini anarşist anlamda ifade etmesi ve Emma
Goldman gibi anarşist şahsiyetlerden esinlenmesi şaşırtıcı olmamaktadır. Cathy
Levine'in belirttiği gibi, bu dönem boyunca " bağımsız kadın grupları
eril solun yapısı, liderleri ve diğer yükümlülüleri olmadan faaliyet göstermeye
başladılar; bağımsız ve eşanlı olarak yılların ve bölgelerin anarşist organizasyonlarına
benzer organizasyonlar yaratmaya başladılar. Bunların hiçbirisi de birer kaza
ile olmuş değildirler." [Anarchy: A Graphic Guide adlı eserde,
Clifford Harper tarafından alıntılanmıştır, s.182].
Bu bir kaza
değildir, çünkü feminist araştırmacıların da belirttiği üzere, Neolitik dönemin
sonlarında başladığı düşünülen baaberkilliğin ve tahakküm ideolojilerinin
yükselmesi ile ortaya çıkan hiyerarşik toplumun ilk kurbanları arasında
kadınlar yer alırlar. Marily French (Beyond Power'da), insan ırkının ilk önemli
toplumsal katmanlaşmasının, kadının etkin olarak "daha düşük" ve
"daha aşağı" bir toplumsal sınıf haline sokulduğu, erkeğin kadına
hakim hale geldiği zaman oluştuğunu iddia eder.
Peggy
Kornegger anarşizm ile feminizm arasında, hem teoride hem de pratikte varolan
güçlü bağlantılara dikkat çeker. "Radikal feminist bakış açısı
neredeyse tamamı ile saf anarşizmdir" diye yazar. "Ana
teori çekirdek ailenin tüm otoriter sistemlerin temelini oluşturduğunu öne
sürer. Babadan öğretmene, patrona ve tanrıya kadar kimden olursa olsun, bir
çocuğun öğrendiği ders Otoritenin bilinmeyen büyük sesine itaat etmektir.
Çocukluktan erişkinliğe terfi etmek ise, hiçbir sorgulama yetisi olmayan ve
hatta açıkça düşünemeyen tam anlamı ile bir robot olmak demektir." [a.y.].
Benzer şekilde, Zero Collectives, Anarko-feminizmin"feminizmin
anarşizminin farkına varılması ve bilinçli olarak onun geliştirilmesinde
varolduğunu" [The Raven, no. 21, s. 6] savunur.
Anarko-feminizm
tahakküm, sömürü, saldırganlık, rekabetçilik, duyarsızlaşma gibi otoriter
nitelik ve değerlerin hiyerarşik uygarlıklarda yüce olarak değer biçildiğine,
ve geleneksel olarak "eril" olarak değinildiklerine dikkat çekerler.
Bunun aksine, işbirliği, paylaşma, duyarlılık, yakınlık gibi otorite-karşıtı
nitelik ve değerler ise geleneksel olarak "dişil"dirler ve aşağı
değerde görülürler. Feminist araştırmacılar bu olgunun izlerini, erken Bronz
Çağı'ndan önce varolan "dişil" niteliklerin ve değerlerin süregeldiği
ve saygı gördüğü işbirliği temelinde varolan "organik" toplumların
fethedilerek, babaerkil toplumların serpilmesine kadar sürerler. Bu fethi
takiben, bu gibi değerler giderek -özellikle erkekler için, erkekler tahakküm
ve sömürünün yapılmasından sorumlu olma durmunda bulundukları için, aşağılık
olarak kabul
edilmeye başlandılar [örneğin Riane Eisler'inThe Chalice and the Blade ve
Elise Boulding'in The Underside of History adlı eserlerinde].
Böylece, Anarko-feminizm "toplumun dişilleştirilmesini" ,
yani işbirliğine, paylaşıma, karşılıklılığa vb. dayanan otoriter olmayan
anarşist toplumun yaratılmasını temsil eder.
Anarko-feministler
toplumun "dişilleştirilmesine", kendinden-yönetim ve
merkezden-dağıtımın her ikisinin de olmadan erişilemeyeceğine dikkat çekerler.
Bunun nedeni ise altetmek istedikleri babaerkil değer ve geleneklerin
hiyerarşiler içinde barındırılması ve yeniden üretilmesidir. Böylece feminizm
merkezden-dağıtılmayı, ve sonuçta da kendinden-yönetimi ima eder. Hiyerarşik
yapıları ve rekabetçi karar almanın biçimlerini ortadan kaldıran kolektif
feminist organizasyon biçimlerinin deneyimlerinden görüldüğü üzere, pekçok
feminist bunun farkındadır. Bazı feministler ise doğrudan demokratik
organizasyonların özellikle dişi siyaset biçimleri olduğunu öne sürerler [buna
örnek olarak Nancy Hartsock'un, Zeila Eisenstein'ın editörlüğünü yaptığı Capitalist
Patriarchy and the Case for Socialist Feminism adlı kitaptaki "Feminist
Theory and the Development of Revolutionary Strategy," adlı yazısına
bakınız, s. 56-77]. Tüm anarşistler gibi, anarko-feministler de
kendini-özgürleştirmenin (ing. self-liberation) kadınların eşitliği, ve böylece
de özgürlüğü için anahtar olduğunu kabul
ederler. Emma Goldman şöyle der:
"Onun
[ÇN. kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi
aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir
şahsiyet olaral değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi
vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek,
Tanrı'ya, Devlet'e, topluma, kocaya, aileye, vb. hizmetçi olmayı reddederek;
yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak. Yani, yaşamın anlam ve
özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun
değeryargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek." [Anarchism
and Other Essays, s. 211].
Anarko-feminizm,
feminizmi hem sağdan hem de soldan kaynaklanan otoriter ideolojilerin
etkilerinden ve hakimiyet kurmasından kurtarmaya çalışır. Bu doğrultuda,
hiyerarşik ve merkezi organizasyonlar ve yine daha çok kadın patronlar,
siyasetçiler ve askerler olmasını eşitliğe doğru bir adım olarak algılanması
illüzyonunu yaratan, "resmi" feminist hareket tarafından el üstünde
tutulan kitlesel reformcu kampanyalar yerine, anarko-feminizm doğrudan eylem ve
kendinden-yardım (ing. self-help) ilkelerini öne çıkarır.
Anarko-feministler kapitalist şirketlerde kadınların yönetici olabilmek için
öğrenmeleri gereken, güya "yönetim bilimi" diye adlandırılan şeyin,
aslında yekvücud (ing. corporate) hiyerarşilerde ücretli işçinin
kontrolü ve sömürüsünün tekniklerinin bir paketi olduğunu belirtirler; öte
yandan toplumun "dişilleştirilmesini için" ise; ücretli-köleliğin ve
yönetimsel tahakkümün toptan ortadan kaldırılması gerektiğini belirtirler.
Anarko-feministler nasıl etkin bir sömürücü ya da bastırıcı olunacağının,
eşitliğe giden bir patika olmadığının farkındadırlar (Mujures Libres'in bir
üyesinin belirttiği gibi, "[b]iz feminist hiyerarşiyi erkeklerinkinin
yerine geçirmek istemiyoruz" [Martha A. Ackelsberg'in Free Women
of Spain adlı eserindeki alıntısı, s.2] -- babaerkillik ve hiyerarşi
konusu hakkında daha ayrıntılı bir tartışma için Kısım B.1.4'e bakınız).
Böylece,
anarşizmin kadınların özgürleşmesi ve eşitliğini desteklerken, liberal (ya
da güncel hakim olan) feminizme geleneksel düşmanlığı anlaşılabilir.
Federeica Montseny (İspanyol Anarşist hareketinin önde gelen ismi) bu tip
feminizmin kadınların eşitliğini savunurken, mevcut olan kurumlara bir tehlike
oluşturmadığını belirtir. Ona göre, (günümüzün hakim) feminizminin "tek
tutkusu, belirli bir sınıfa dahil kadınlara mevcut ayrıcalıklar sistemine
katılılabilmek için daha fazla fırsat verilmesidir" ve eğer bu
kurumlar "erkekler onun avantajlarından faydalanırken adil değilse,
kadınlar da onun avantajlarından faydalandığında yine adil olmayacaktır." [Martha
A. Ackelsberg'in Free Women of Spain adlı eserindeki alıntısı, s.
90-91, s. 91].
Böylece,
Martha A. Ackelsberg'in belirttiği gibi, tarihsel anarşist harekette,
liberal/güncel hakim feminizmin hep "cinsiyet mücadelesinin sınıf
mücadelesinden veya bir bütün olarak anarşist projeden soyutlanamayacağı
noktasında, kadınların özgürlüğüne kavuşması için bir strateji olarak, ancak
çok sınırlı bir anlamda hedefe sahip olduğu" [a.y., s. 91]
belirtilir. Bu geleneği sürdürerek, anarko-feminizm sadece baberkil değil, tüm
hiyerarşi biçimlerinin yanlış olduğunu belirtir; ve eğer feminizmin tüm arzusu yanlızca kadına
-aynen erkeğin olduğu gibi, patron olma şansını elde etmesine imkan yaratmaksa,
o zaman feminizm kendi idealleri ile çelişkiye düşmektedir.
Bu nedenle
anarko-feministler , tüm anarşistler gibi özgürlüğün reddi demek olan
kapitalizme karşı çıkarlar. Kadını özgürleştireceği iddia edilen "eşit
fırsat" kapitalizmi ideali, böyle bir sistemde hala çalışan kadınların
patronları tarafından (kadın ya da erkek olsun) baskı altında tutulacağı
gerçeğini gözardı eder. Anarko-feministler için, kadınların özgürleşmesi
mücadelesi hiyerarşiye karşı mücadeleden soyutlanamaz, L. Susan Brown'un
ifadesi ile;
"Anarşist-feminizm,
feminist kaygılara uygulanan anarşist duyarlılığın bir ifadesi olarak, bireyi
başlangıç noktası olarak ele alır ve, tahakküm ve tabi olma ilişkilerine karşı
çıkmada, hem erkekler hem de kadınlar için bireysel varlıksal özgürlüğü koruyacak,
araçsal olmayan ekonomik biçimleri ele alır." [The Politics of
Individualism, s. 144].
Anarko-feminizm,
hiyerarşik uygarlıkların otoriter değerlerinde, ekolojik krizlerin kaynaklarını
anlamamız için önemli katkılarda bulunabilir. Örneğin, bazı feminist
araştırmacılar, doğaya hakimiyet kurulması ile, tarih boyunca doğa ile birlikte
tanımlanan kadına hakimiyet kurulması arasında bir paralellik olduğuna dikkat
çekmektedirler (örneğin bakınız, Carline Merchant'ın eseri, The Death of
Nature, 1980). Hem kadın, hem de doğa otoriter kişiliği karakterize eden kontrol etme
tutkusunun birer kurbanıdırlar. Bu nedenle, giderek artan sayıda radikal
ekolojist ve feminist, amaçlarının gerçekleştirebilmesi için hiyerarşilerin
parçalanması gerektiğinin farkına varmaktadırlar.
Bunlara ek
olarak, anarko-feminizm kadınlarla erkekleri birbirine eşit tutarken, onların
farklılıklarına da saygı göstermenin önemini bize hatırlatır. Diğer bir
deyişle, çeşitliliği fark etmek ve ona saygı göstermek hem erkek, hem de kadın
için geçerlidir. Sıkça pekçok erkek anarşist cinsiyetçiliğe karşı oldukları
için (teoride), pratikte de cinsiyetçi olmadıklarına inanırlar. Böyle bir
varsayım yanlıştır. Anarko-feminizm teori ve pratikte tutarlılık sorununu
toplumsal aktivizmin önüne sunar, ve sadece dışsal değil aynı zamanda da içsel
kısıtlarla çarpışmamız gerektiğini bize hatırlatır.
Amacımıza
yönelik olarak kültürel anarşizmi, toplumun "ekonomik" ya da
"siyasal" yanlarından ziyade geleneksel olarak "kültürel"
olarak değerlendirilen yanları ele alarak otorite-karşıtı değerlerin öne
çıkarılması olarak tanımlayacağız --örneğin, sanat, müzik, drama, edebiyat,
eğitim, çocuk-yetiştirme pratikleri, cinsel etik, teknoloji vb. ele alınarak.
Kültürel ifadeler,
otoriter değer ve tavırları -başta tahakküm ve sömürü olmak üzere, öne
çıkarmaya yarayan en geleneksel kültürel biçimlerin eğilimlerine saldırdıkları,
zayıflattıkları, veya bastırdıkları ölçüde anarşist olarak
değerlendirilebilirler. Bu nedenle, savaşın kötülüklerini betimleyen bir roman,
basitçe "savaş cehennemdir" modelinin dışına çıkarak, okuyucunun
militarizmin otoriter kurumlarla (örn. kapitalizm ve devletçilik) veya otoriter
belirlemelerle (örn. geleneksel babaerkil aile içinde serpilmesi) nasıl bir
ilişki içinde olduğunu görmesine olanak verdiği takdirde kültürel anarşizm
içinde ele alınabilir. Ya da, John Clark'ın ifade ettiği gibi, kültürel
anarşizm "tahakküm sisteminin faklı yönlerini gün ışığına çıkaran
sanat, medya ve diğer sembolik biçimlerin geliştirilmesini ima eder ve onları
özgürlük ve topluluk temelli değerler sistemi ile karşılaştırır." [The
Anarchist Moment: Reflections on Culture, Nature and Power].
Kültürel
anarşizm önemlidir --aslında hayatidir, çünkü aslında otoriter değerler, siyasi
ve ekonomik yönlerin ötesine geçen çok yönlü bir tahakküm sisteminin içinde yer
almaktadırlar. Bu nedenle, nüfusun büyük bir kısmında köklü psikolojik
değişimler olmadan, ekonomik ve siyasal kombinasyonlu bir devrim ile bile bu
[ÇN. otoriter] değerlerin kökü kazınamaz. Bunun sebebi ise, bugünkü sistemde
gözlenen kitlesel sessiz onamanın, son beş ya da altı bin yıldır süregelen
babaerkil-otoriter uygarlıkla beraber gelişen, pekçok belirleme ve
toplumsallaştırma biçimlerince üretilmiş olan insanoğlunun tinsel yapısında
(Wilhelm Reich'in ifadesi ile,"karakter yapısı") kök salmış
olmasıdır.
Diğer bir
deyişle, hemen yarın kapitalizm ve devlet defedilse bile, insanlar kısa bir
zamanda onların yerine yeni otorite biçimleri yaratacaklardır. Otorite aslında
--güçlü lider, emir-komuta zinciri, birisinin emirler vererek diğerini kendi
başına düşünmenin sormluluğundan kurtarması-- itaatkâr/otoriter kişiliğin en
uyumlu olacağı durumdur. Ne yazıkki, insanoğlunun çoğunluğu gerçek özgürlükten
korkmaktadır, ve aslında onunla ne yapacağını da bilmemektedir --özgürlük,
demokrasi ve eşitlik devrimci ideallerine ihanet edilerek, yeni hiyerarşi ve
yönetici sınıfların çabucak yaratıldığı başarısız devrimler ve özgürlük
hareketlerinin uzun listesinden gözleneceği üzere. Bu başarısızlıklar
genellikle reaksiyon gösteren politikacıların ve kapitalistlerin
manipülasyonlarına ve devrimci liderlerin ihanetlerine bağlanır; ama
reaksiyoner politikacılar, ancak sıradan insanların karakter yapısında otoriter
ideallerinin yeşermesi için elverişli bir zemin olduğundan yandaş
bulabilmektedirler.
Bu nedenle,
insanların yavaş yavaş kendi içlerindeki itaatkâr/otoriter niteliklerin farkına
vardıkları, belirlemelerle bu niteliklerin nasıl yeniden üretildiğini
gördükleri, ve yeni kültür biçimlerle --özellikle yeni çocuk yetiştirme ve
eğitim metodları, bunların üstesinden nasıl gelinebileceğini, nasıl ortadan
kaldırılabileceğini anladıkları bir bilinçlilik-artımı dönemi anarşist bir
devrimin önkoşuludur. Bu konuyu Kısım B.1.5'te (What is the
mass-psychological basis for authoritarian civilisation?), Kısım J.6'da
(What methods of child rearing do anarchists advocate?), ve Kısım J.5.13'te
(What are Modern Schools?) daha etraflıca tartışacağız.
Kültürel
anarşist fikirler hemen hemen anarşizmin tüm okullarınca paylaşılmaktadır, ve
bilinçlilik-artımı anarşist hareketin hayati bir kısmı olarak görülmektedir.
Anarşistler için, yaşamımızın tüm yönlerinde "eski kabuğun içinde
yeni bir dünya kurmak" önemlidir, ve anarşist bir kültür yaratılması
da bu faaliyetin bir parçasıdır. Öte yandan, anarşistlerin pek azı bilinçlilik-artımını
kendi başına yeterli görür, ve bu nedenle kültürel anarşizm faaliyetlerini,
kapitalist toplumda doğrudan eylem kullanımı ve hürriyetçi alternatifler
kurulması ile birleştirirler. Anarşist hareket, her bir faaliyetin diğerini
beslediği ve desteklediği, pratik kendinden-faaliyet ile kültürel faaliyeti bir
araya getiren bir harekettir.
Evet. Her ne
kadar anarşistlerin büyük bir kısmı, köklü bir şekilde insan-karşıtı ve
dünyasal otorite ve köleliği olumlayıcı olması nedeni ile, Tanrı fikrine ve
dine karşı olsa da; bazı inananlar (dinsel) fikirlerini anarşist sonuçlara
vardırmışlardır. Tüm anarşistler gibi, bu dinsel anarşistler de, devlete karşı
çıkmalarını, özel mülkiyet ve eşitsizlik bağlamında eleştirel duruşları ile
birleştirirler. Diğer bir deyişle, anarşizmin ateist olması gerekmez. Aslında,
Jacques Ellul'e göre, "İncil'de ki görüşler doğrudan anarşizme yol
açar, ve bu da Hristiyan düşünürlerle uyumlu olan tek siyasi anti-siyasi
duruştur." [Peter Marshall'ın Demanding the Impossible eserindeki
alıntısı, s. 75].
Dinsel
fikirlerden ilham almış pekçok farklı anarşizm çeşitleri vardır. Peter
Marshall'ın dikkat çektiği üzere, "ilk anarşist duyarlılığın açıkça
ifadesi, M.Ö. altıncı yüzyılda varolan, eski Çin'de ki Taoist'lere kadar takip
edilebilir" ve "Budizm, özellikle Zen formundaki, ... güçlü
bir hürriyetçi ruha ... sahiptir." [a.y., s. 53, s. 65]. Bazıları ise
anarşist fikirlerini Pagan ve Tinselci etkilerle birleştirir. Ama, dinsel
anarşizm genellikle, bizim de yoğunlaşacağımız, Hristiyan Anarşizmi biçiminde
şekillenir.
Hristiyan
Anarşistler, İsa'nın takipçilerine söylediği, "krallar ve yöneticiler
insanlar üzerinde hakimiyet hakkına sahiptirler; aranızda bunun gibi olanlar
olmasın"sözlerini ciddiye alırlar. Benzer şekilde, Paul'un
yargısı, "Tanrı'dan başka bir otorite yoktur" toplumda devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu nedenle, gerçek bir Hristiyan için, devlet Tanrı'nın otoritesine el koymaktadır; ve her bireyin kendini yönetmesi ve Tanrı'nın Krallığının Kendi İçinde Olduğunun (Tolstoy'un ünlü bir kitabının başlığını kullanacak olursak) farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır.
yargısı, "Tanrı'dan başka bir otorite yoktur" toplumda devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu nedenle, gerçek bir Hristiyan için, devlet Tanrı'nın otoritesine el koymaktadır; ve her bireyin kendini yönetmesi ve Tanrı'nın Krallığının Kendi İçinde Olduğunun (Tolstoy'un ünlü bir kitabının başlığını kullanacak olursak) farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır.
Benzer
şekilde, İsa'nın gönülü yoksulluğu, servetin bozucu etkileri üstüne yorumları
ve İncil'deki dünyanın insanlar için ortak olarak faydalanmak üzere yaratıldığı
yolundaki ifadeler özel mülkiyetin ve kapitalizmin toplumsal eleştirisi için
hep birer temel olarak ele alınırlar. Aslında, ilk Hristiyan kilisesi (her ne
kadar daha sonra onları devlet dini içine sınırlandırsa da, kölelerin
özgürleşme hareketi olarak kabul
edilebilecek olan), radikal Hristiyan hareketlerinde (aslında, İncil tahakküm
altında olanların hürriyet özlemlerinin bir ifadesi olarak kullanılagelmiştir,
ki bu daha sonra anarşist ya da Marksist terminoloji biçimini almıştır) tekrar,
tekrar ortaya çıktığını gözlemlediğimiz maddi malların komünsel paylaşımına
dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, İngiltere'deki 1381 Köylü Ayaklanması'nda dini
lider John Ball şu ifadeyi kullanmıştır:
"Adam
bellenir ve Eva karışlanırsa,
O zaman centilmen kimdir ?"
O zaman centilmen kimdir ?"
Hristiyan
anarşizminin tarihçesi, Orta Çağ'da Özgür Ruhun Dinsel İnançlara Aykırı
Mezhebi (ing. heresy) hareketi, sayısız Köylü ayaklanmaları ve 16.
yüzyılAnabaptistler hareketine kadar uzanır. Hristiyanlık içindeki
hürriyetçi gelenek 18. yüzyılda William Blake'in yazılarında tekrar yüzeye
çıkar, ve Adam Ballou 1854'te yazdığı Practical Christian Socialism adlı
eserinde anarşist sonuçlara varır. Ancak Hristiyan anarşizmi, gerçek anlamı ile
anarşist hareketin bir parçası haline ünlü Rus yazarı Leo Tolstoy ile gelmiştir.
Tolstoy
İncil'in mesajını ciddiye alarak, gerçek bir Hristiyanın devlete karşı çıkması
gerektiği sonucuna varır. İncil'i okumasından, Tolstoy anarşist sonuçlara
varır:
"yönetmek
güç kullanmak demektir, ve güç kullanmak ise gücün kullanıldığı kişinin
yapmaktan hoşlanmadığının ve de gücü kullananın kendisine yapılmasından da
kesinlikle hoşlanmayacağının ona [ÇN. gücün kullanıldığı kişiye] yapılmasıdır.
Sonuç olarak, yönetmek bize yapılmasını istemediğimiz şeylerin başkalarına
yapılması demektir, yani yanlış yapılmasıdır." [The Kingdom of God
is Within You, s. 242].
Tüm
anarşistler gibi, Tolstoy da özel mülkiyet ve kapitalizme karşı eleştireldir.
Henry George gibi (Proudhon gibi onun [ÇN. Tolstoy] üstünde önemli etkisi
olmuştur), toprak üzerindeki özel mülkiyete şöyle diyerek karşı çıkar; "toprak
mülkiyetinin savunulması ve sonucunda fiyatında yükselme olmasaydı, insanlar bu
kadar dar alanlarda kümelenmeyeceklerdi, aksine halen dünyada oldukça bol olan
serbest topraklara doğru yayılacaklardı.". Bunun da ötesinde, "bu
mücadelede [toprak mülkiyeti için], hiçbir zaman toprakta çalışan değil, aksine
daima hükümetin şiddetinde pay sahibi olanlar avantaja sahiptirler." [a.y.,
s. 307]. Tolstoy, kullanım dışındaki bütün mülkiyet haklarının varolmasının,
onların korunması için devlet şiddetini gerektireceğinin farkındadır (iyelik
[ÇN. burada kullanım hakkı anlamında]"her zaman gelenekçe, kamuoyunca,
adalet ve karşılıklılık hislerince korunmaktadır, ve bu nedenle de şiddet
tarafından korunmaları gerekmez."[a.y.]. Aslında, şöyle demektedir:
"Tek bir
sahibi olan onbinlerce dönümlük ormanın --binlerce insanın yakacağı yokken--
şiddet kullanılarak korunması gerekir. Aynı şey, pek çok işçinin ve soylarının
aldatıldığı ve halen aldatılmakta olduğu, fabrikalarda ve işyerlerinde de
geçerlidir. Yine aynı zamanda, tek bir kişi tarafından sahip olunan yüzbinlerce
kilelik hububat, kıtlık zamanında üç kat fiyatla satılmak üzere
saklanmaktadır." [a.y.].
Tolstoy
kapitalizmin bireyleri hem ahlâki hem de fiziksel olarak mahvettiğini ve
kapitalistlerin "köle-tüccarları" olduğunu ifade eder. "Sanayici
(ing. manifacturer) gelirini işçilerinkini sömürerek elde eder, ve tüm
faaliyeti zorunlu, doğal olmayan emeğe bağlıdır" diyerek gerçek bir
Hristiyanın kapitalist olmasının imkansız olduğunu söyler; ve bu nedenle,"öncelikle,
kendi kârı için insan yaşamlarını mahvetmekten vazgeçmesi gerekir." [The
Kingdom Of God is Within You, s. 338, s. 339]. Hiç
de şaşırtıcı olmayacak şekilde, Tolstoy kooperatiflerin "şiddetin
tarafı olmak istemeyen aklâklı, kendine saygılı bir kimsenin katılabileceği tek
toplumsal faaliyet" [Peter Marshall'ın alıntısı, a.y., s. 378]
olduğunu belirtir.
Şiddete karşı
çıkmasından dolayı, Tolstoy hem devleti hem de özel mülkiyeti reddeder ve
toplumdaki şiddetin sona erdirilmesi ve adil toplum yaratılması için pasifist
taktiklerin kullanılmasına çağırır. Nettlau'nun ifadesi ile, o [ÇN. Tolstoy], "şeytana
karşı direnilmesini ... öne sürdü; ve direniş yollarından birisine - aktif
güç- yeni bir yol ekledi: itaatsizlik yolu ile direniş, pasif güç." [a.y.,
s 251]. Özgür toplum fikrinde, Tolstoy gözle görülür bir şekilde kırsal Rus
yaşamından vePeter Kropotkin (örneğin, Fields, Factories and
Workshops), P-J Prodhon ve anarşist olmayan Henry George'un çalışmalarından
etkilenmiştir.
Tolstoy'un
fikirleri, İngilizleri Hindistan'dan kovmak için halkından şiddet-dışı direniş
uygulamalarını isteyen Gandhi'yi derinden etkilemiştir. Bunun da ötesinde,
Gandhi'nin bağımsız Hindistanı köylü komünleri federasyonu olarak tasavvur
etmesi de Tolstoy'un özgür toplum görüşüne benzerdir (her ne kadar Gandhi'nin
anarşist olmadığını vurgulamamız gerekse de). 1933'te, ABD'de Catholic
Worker adlı gazeteyi kuran, inançlı bir Hristiyan pasifist ve anarşist
olan Dorothy Day ve Catholic Worker Group yine Tolstoy'dan (ve
Proudhon'dan) oldukça etkilenmişti. Tolstoy'un ve dinsel anarşizmin etkileri,
Hristiyanlık fikirlerini işçi sınıfı ve köylüler arasındaki toplumsal
etkinlikler ile biraraya getiren, Latin ve Güney Amerika Liberation
Theology hareketlerinde de görülebilir (ama Liberation Theology'nin
anarşist fikirlerden ziyade, devlet sosyalizmi fikirlerinden etkilendiğine
dikkat etmemiz gerekir).
İrlanda'da,
Güney Amerika'nın bazı kesimlerinde, ve ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl başı
İspanyasında olduğu gibi, Kilise'nin de facto siyasi güce sahip
olduğu ülkelerde anarşistler tipik olarak din-karşıtıdırlar, çünkü Kilise karşı
çıkanları ve sınıf mücadelesini bastırmak için gücünü kullanmaktadır. Böylece,
anarşistlerin çoğu ateist (yani Bakunin'in eğer Tanrı varolsaydı, insanoğlunun özgürlüğü
ve onuru için, onu ortadan kaldırmak gerekirdi deyişine katılarak) olmakla
beraber, anarşizm içinde dinden anarşist sonuçlar çıkarsayan bir azınlık
geleneği vardır. Ek olarak, toplumsal anarşistlerin çoğu, daha büyük
kötülüklere karşı durmak için şiddet kullanılması (bazen) gerektiğini görerek,
Tolstoycu pasifizmi dogmatik ve aşırı olarak değerlendirirler. Ama
anarşistlerin büyük bir kısmı, anarşist bir toplum yaratmanın anahtarının
değerlerin herbirinin değişimini sağlamak olduğu konusunda ve genel bir taktik
olarak şiddet-karşıtlığının önemli olduğu konusunda, Tolstoyculara
katılacaklardır (yine, anarşistlerin ancak çok az bir kesiminin, başka hiç bir
seçenek kalmadığı durumlarda, kendini savunma amacı ile olsa bile şiddet
kullanımını reddettiğini vurgulamalıyız).
Tarihçi George
Esenwein'ın sözleriyle, "sıfatları olmayan anarşizm", en geniş
anlamı ile, "anarşizmin tiresi (-) olmayan biçimini; yani, komünist,
kollektivist, karşılıkçı ya da bireyci gibi niteliksel etiketleri olmayan bir
doktrini ifade eder. Diğerleri için ... [o], farklı anarşist okulların birarada
bulunmasına hoşgörü gösteren bir davranış tarzı olarak algılanmıştır." [Anarchist
Ideology and the Working Class Movement in Spain , 1868-1898, s. 135].
Bu kelimeyi
Kasım 1889'da, Barcelona'da kullanan Küba doğumlu Fernando Tarrida del Marmol
bu ifadenin yaratıcısıdır. Yorumlarını, o dönemde kendi teorilerinin üstünlüğü
üzerine yoğun bir tartışma içinde bulunan İspanyol komünist ve kollektivist
anarşistlere karşı yapmıştı. "Sıfatları olmayan anarşizm", anarşist
eğilimler arasında daha çok tolerans gösterilmesini sağlamak, ve anarşistlerin
önceden tasarlanmış ekonomik planlarını hiç kimseye dayatmamaları gerektiğini
vurgulamak için yapılmış bir teşebbüs idi. Özgür toplumun tek kuralının özgür
deneme olması bağlamında, anarşistler için ekonomik tercihlerin, kapitalizmi ve
devleti yoketmeye göre "ikinci derecede önemli" olması
gerektiği belirtiliyordu.
Böylece "anarquismo
sin adjetives" ("sıfatları olmayan anarşizm") olarak
bilinen kuramsal görünüm, aslında hareketin bizzat kendi içindeki yoğun
tartışmaların bir yan ürünüydü. Bu görüşün kökenleri, 1876'da Bakunin'in
ölümünü takiben gelişen Komünist Anarşizm'de görmek mümkündür. Kollektivist
Anarşizm'e tamamen zıt olmamakla beraber (James Guillaume'nin, Bakunin and
Anarchism adlı eserin içinde yer alan ünlü yazısı "On Building the
New Social Order"dan da görüleceği üzere, kollektivistler kendi ekonomik
sistemlerinin özgür komünizme doğru evrildiğini söylüyorlardı), Bakunin'in
Proudhon'un çalışmalarını geliştirmesi, derinleştirmesi ve zenginleştirmesi
gibi; Komünist Anarşistler de Bakunin çalışmalarını geliştirip, derinleştirip,
zenginleştirdiler. Komünist Anarşizm Elisee Reclus, Carlo Cafiero, Errico
Malatesta ve (en ünlüsü) Peter Kropotkin ile birlikte anılır.
İspanya hariç,
tüm Avrupa'da Komünist-Anarşist fikirler kısa zamanda Kolektivist Anarşist
fikirlerin yerini aldılar. Burada esas konu komünizm sorusu değildi (her ne
kadar Ricardo Mella için bu rol oynamış olsa da), esas sorun Komünist Anarşizm
tarafından belirtilen strateji ve taktiklerin uyumlandırılması idi. O
zamanlarda (1880'lerde), Komünist Anarşistler genel olarak sendikacılığa karşı
çıkan (militan işçi örgütlerinin önemini görenlerden birinin de Kropotkin
olmasına rağmen), aynı zamanda da bir biçimde organizasyon-karşıtı olan, yerel
(saf) anarşist militan hücrelerinin öneminden bahsediyorlardı. Ortaya çıkan
taktik ve stratejilerde ki değişim ise, işçi sınıfı örgütlenmesi ve mücadelesinin
ısrarlı taraftarı olan İspanyol Kolektivistleri arasında büyük tartışmalara yol
açtı.
Bu çatışma
kısa zamanda İspanya'nın dışına taştı ve Paris'te La Revolte'nin
sayfalarında kendisine yer buldu. Bu pekçok anarşisti Malatesta'nın şu
sözlerini kabullenmeye yönlendirdi, "[s]adece hipotezler üzerinden
anlaşmazlığa düşmek, bizim için doğru değildir." [Max Nettlau'nın, A
Short History of Anarchismadlı eserindeki alıntısı, s. 198-9]. Zamanla,
anarşistlerin çoğunluğu (Netlau'nun sözleriyle) "geleceğin ekonomik
gelişmesini önceden tahmin edemeyiz" [a.y., s. 201] şeklindeki
yargıyı kabullendiler, ve farklı görüşlere sahip oldukları özgür toplumun nasıl
işleyeceğinden ziyade, ortak olanlara (kapitalizm ve devlete karşı çıkma) vurgu
yapmaya başladılar. Zaman geçtikçe, Kolektivist-Anarşistler komünist ülkülere
bağlılıklarını ve bu ülkülere devrimden sonra değil, devrimden önce ulaşılması
gerektiğini vurgulamaya başlarken; Komünist-Anarşistlerin çoğu da, işçi
hareketini gözardı etmenin fikirlerinin işçi sınıfına ulaşmamasına neden
olduğunu gördüler.
Benzer
şekilde, aynı zamanlarda ABD'nde ise Bireyci ve Komünist anarşistler arasında
yoğun bir tartışma yapılmaktaydı. Benjamin Tucker Komünist-Anarşistlerin
anarşist olmadığını söylerken, John Most ise Tucker'ın fikirleri hakkında
benzer şeyleri söylüyordu. Aynen Mella ve Tarrida gibi kişilerin anarşist
gruplar arasında hoşgörü olması fikrini öne sürmeleri gibi, bazı anarşistler
de, örneğin Voltairine de Cleyre, "kendisini sadece 'Anarşist' olarak
adlandırmaya başladı; ve devletin yokluğunda, en uygun biçimi bulmak amacı ile
muhtemelen farklı yerlerde pekçok farklı denemeler yapılacağı için, Malatesta
gibi 'Sıfatları olmayan Anarşizm' çağrısında bulundu." [Peter
Marshall, Demanding the Impossible, s. 393].
De Cleyre, Malatesta,
Nettlau ve Reclus gibi bilinen anarşistlerin "sıfatları olmayan
anarşizm" ifadesinde içerilen hoşgörülü bakış açısını kabul etmeleri ile,
bu tartışmalar anarşist harekette süregelen etkilere neden oldu (bunun mükemmel
bir özeti için Nettlau'nun A Short History of Anarchism'e bakınız, s.
195'den 201' e kadar). Bize göre de bu diğer eğilimlerin de kendilerini
"anarşist" olarak adlandırma haklarının kabul edildiği --tabii ki,
anarşist teorinin belli çeşitleri hakkında kendi tercihleri ve diğer çeşitlerin
neden kusurlu oldukları konusunda kendi görüşleri olmak üzere--, anarşist
hareket içinde bugünkü hakim tavırdır. Ama, anarşizmin farklı biçimlerinin
(komünizm, sendikalizm, dinsel, vb.) tamamen birbirini dışlayan şeyler
olmadığını, ve birini desteklerken diğerlerinden nefret etmeniz gerekmediğini
vurgulamak istiyoruz. Bu hoşgörü "sıfatları olmayan anarşizm"
ifadesinde yansıtılmaktadır.
Son bir konu
olarak, bazı anarko-kapitalistler kendi ideolojilerinin,"sıfatları olmayan
anarşizm" ile ilişkili hoşgörüyü kullanarak, anarşist hareketin bir
parçası olarak kabul
edilmesi gerektiğini iddia etmektedirler. Ne de olsa, 'anarşizm devletten kurtulmak
üstünedir, ekonomi ikinci planda gelir' demektedirler. Ama, zamanında
tartışılan ekonomi çeşitlerinin kapitalizm-karşıtı (yani sosyalizm
yanlısı) olduğu hatırlanırsa, "sıfatları olmayan anarşizm"in bu
şekilde kullanımı sahte bir kullanımdır (ÇN. aldatıcıdır). Diğer bir deyişle,
kapitalizmin devletle beraber ortadan kaldırılması gerektiği kabul edilmiştir, ve ancak bu yapıldığı zaman
özgür deneme gelişecektir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, devlete
karşı mücadele tahakküm ve sömürüyü sona erdirmek için yapılan daha kapsamlı
bir mücadelenin sadece bir parçasıdır, ve bu daha geniş hedeflerden
soyutlanamaz. Kapitalizmin devletle beraber yokedilmesi gerektiğini hedeflememeleri
noktasında, "anarko"-kapitalistler anarşist değildirler, ve
"sıfatları olmayan anarşizm" kendilerini "anarşist"
kapitalistler olarak adlandıranlara uygulanmaz ("anarko"-kapitalizmin
neden anarşist olmadığına hakkında Kısım F'e bakınız).
ÇEVİRİ:
Anarşist Bakış
01asketizm:
tinsel disiplini sağlamak amacı ile kendini alıkoyma, hatta kendi-varlığını
reddetme, çilecilik.