Thursday, November 19, 2015

CHP olup bitenin farkında mı?

Seçimler bitti, Erdoğan-AKP kliği elinden kayar gibi olan iktidarı deyim uygunsa sopayla geri aldı. AKP’nin izlediği kaos siyaseti, baskı ve terör yöntemi üzerine kapsamlı analizler yaptık. ABC Gazetesi konuyu bütün yönleriyle irdeledi. CHP konusunda da kimi önemli değerlendirmeler yaptık, ama bu partinin seçim performansı üzerinde birkaç yazı dışında geniş şekilde durmadık.

CHP, seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığının da etkisiyle genel başkan seçiminin yapılacağı ve parti yönetiminin yenileneceği bir kurultaya (kongre) gidiyor. Ocak ayında olağan bir kurultay, yani yasal bakımdan zamanı gelmiş bir kurultay yapılacak olmakla birlikte, ilçe ve ilk kongrelerinin de toplanacağı bu sürecinin “olağanüstü” bir niteliğe sahip olacağı açık.
Bu nedenle, toplumun geniş ve dinamik bir kesiminin umut bağladığı, ama çoğu kez bu umudu boşa çıkaran CHP hakkında seçimler bağlamında yeniden kapsamlı bir analiz yapmak şart oldu. Çünkü CHP, hızla yeni bir örgütsel, siyasal ve  ideolojik krizin içine sürükleniyor.
CHP krizinin çok daha derin ve tarihsel nedenleri bulunmakla birlikte, ABC Gazetesi’nin başyazısı niteliğindeki “Keskin Kalem” köşesinin sınırları içinde kalarak, şimdilik görece daha kısa bir döneme ilişkin değerlendirme yapmakla yetineceğim. (Kaldı ki, ‘Keskin Kalem’ köşesinin sınırlarını da hayli zorlayacak ve bu yazıyı olması gerekenden biraz uzun tutacağım.)
CHP’nin içine girdiği örgütsel, siyasal ve ideolojik krizin nedenlerini, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri bağlamında irdelemek; hem sorunun güncel boyutlarının daha iyi görülmesini sağlayacak hem de somut veriler ışığında krizin nedenlerinin deinliğine kavranmasını kolaylaştıracak.  
O halde başlayalım.
CHP KAOS PLANI VE AKP SALDIRISINA DİRENEMEDİ
Erdoğan-AKP iktidarının, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını değiştirmek için uyguladığı kaos planını, CHP başta olmak üzere muhalefet partileri ve solun bazı kesimleri hiçbir zaman tam olarak anlayamadı. Eğer bu planı anlamış olsalardı, hiçbir meşruiyeti olmayan 1 Kasım seçimine bu kadar kolay şekilde “evet” denilemezdi. Teslim oldular. 
Oysa ortada demokratik ve adil bir seçim değil, tam tersine daha birkaç ay önce ortaya çıkan sandık sonuçlarını zorla değiştirmeye çalışan, bunun için anayasayı çiğneyen ve yasaların etrafından dolaşan bir adam ve iktidar vardı.
Amaç, rejim değişikliğini tamamlamak için son engelleri aşmaktı. Çünkü 7 Haziran seçimleri bu oyunu bozacak ölçekte bir sapma anlamına geliyordu.
Bu girişimi önleme ve toplumu harekete geçirme gücüne sahip olan CHP, tam tersine bu oyunun bir parçası haline geldi. Erdoğan-AKP kliğinin uygulamaya koyduğu bu plandan habersiz olduğu ya da durumu kavrayamadığı anlaşılıyordu. Her iki durumda da affedilemez bir zaaf söz konusuydu. CHP, çok değerli bir zamanı AKP ile sahte koalisyon görüşmeleriyle geçirdi.
Oysa yapılması gereken şey, 1 Kasım seçimlerinin meşru olmadığı ilan etmek ve bu seçimlere katılmamak, toplumu bu oyununu bozmak için harekete geçirmekti. AKP’yi seçimlerde yalnız bırakmaktı. Diğer partileri de bu tutumu almaya zorlamaktı. 
CHP’nin olmadığı bir Meclis’le kimse bu ülkeyi yönetemez.
TOPLUMUN GÜVENİ YİTİRİLDİ
Cumhuriyetçiler, solcular ve seçmenler iktidarın saldırılarına maruz kalır, işyerleri yakılıp yıkılırken, CHP ise, “uzlaşmacı, kavga etmeyen ve sorumlu parti”profili vermekle meşguldü. Oysa öncelikle zorbalığa karşı koymak ve saldırıyı püskürtmek gerekiyordu. karşı koymanın yerine barış çağrısı yapmak, zalime/diktatöre teslim olmak demekti.
Bu tutum, CHP’ye yönelik bir sempatiye değil, tam tersine kararlı taraftarları ve örgütlerinde bir özgüven yıkımına, toplumun ilerici kesimlerinde de büyük bir güvensizliğe, karamsarlığa ve yenilmişlik duygusuna yol açtı.
Urfa’nın Suruç ilçesinde 34 sosyalist gencin IŞİD tarafından bombalı saldırı ile katletmesini sinsice kullanan AKP-Erdoğan iktidarı, bu dinci terör örgütüne yönelik operasyon yapıyorum diye, bazı radikal sol grupları ve Kürt örgütlerini hedef aldı. Sonradan ortaya çıktığı gibi AKP iktidarı 14 Ekim’e, yani Ankara katliamının sonrasına kadar IŞİD’e yönelik hiç operasyon yapmamıştı. Ortada sinsi bir yalan vardı.
İşte CHP, “terörle mücadele” operasyonunun esasında sinsice yapılan bu değişikliği de anlayamadı. Daha kötüsü, belki anladı ama sesini çıkarmadı. Öyle anlaşılıyor ki, korktu ve milliyetçi ön yargılara teslim oldu. Oysa AKP, çatışmaları sola ve Kürt gruplarına doğru yayarak, hem karşısında direnecek güçleri sindirmek hem de bir terör ortamı yaratarak toplumda korkuyu yaymak istiyordu. CHP, bütün bu süreci edilgen şekilde izledi.
Örneğin bu dönemde, İstanbul Bağcılar’da silahsız bir devrimci genç kadın, her hangi bir çatışma olmadığı halde polis tutanaklarına bile yansıyan ve kabul edilen bir "yargısız infaz" yöntemiyle (devlet eliyle cinayet işlemek) öldürülmesine karşın, CHP bu cinayete bile etkili şekilde karşı çıkamadı. IŞİD bahanesiyle başlatılan, ancak sol örgütlere yönelen bu operasyon/terör dalgaları yeterince sorgulanamadı. Erdoğan-AKP iktidarının bu sahtekarlığı ve kanlı hile açığa çıkarılamadı.
KENDİ SOLUNA DEĞİL SAĞINA YÖNELDİ
CHP sistematik bir şekilde kendi solundan uzaklaşan ve kendi sağına yaklaşan bir çizgi izledi. Sosyal demokratlar dahil, dünya solu daha kamucu ve toplumcu bir çizgiye kayarken CHP bunu göremedi, dahası tersini yaptı. Bill Gates ve Ali Koç’un bile kapitalizmi sorguladığı, gezegenin geleceğinden kaygı duyduğu ve daha eşitlikçi bir rejim istediği bir atmosferde CHP soldan kaçması anlaşılır şey değildi.
Kurucu bir parti olmasına karşın CHP, toplumun bütün ilerici güçlerinin ve birikiminin sorumluluğu almaktan kaçındı. CHP yönetimi, kendilerinin “terör örgütleriyle” ilişkili ya da yan yana gösterilebileceği korkusuyla sessiz kaldıkça, geri çekildikçe siyasal İslamcı AKP ise hamle üstüne hamle yaptı ve adım adım kaos planını uyguladı. Ne yazık ki, sonuç da aldı. 
CUMHURİYETİN DEĞERLERİ SAVUNULAMADI
Türkiye’de esas olarak bir rejim savaşı sürerken ve Cumhuriyetten geriye ne kaldıysa tasfiye edilmek istenirken, CHP kampanyasını ekonomik taleplerle sınırlandırdı. Oysa mücadele, esas olarak insanlığın ilerici birikimini savunma, cumhuriyet ve modernleşmenin kazanımlarını (elde ne kaldıysa) koruma çabası üzerinden yürüyordu. Bu olgu görülemedi.
AKP ve siyasal islamcılar laikliği sorgularken, bu alan boş bırakıldı ve esaslı bir laiklik savunusu bile geliştirilemedi. Liberal-İslamcı blokun, laikliği orta sınıflara ve seçkinlere ait bir olgu gibi gösterme sahtekarlığına teslim olundu. 
Eğitim dinselleştirilip her üç okuldan biri imam hatip haline getirilirken, CHP, “Biz imam hatipleri kuran partiyiz, bu okulları kapatmayacağız” diyordu. Bu tutum, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve sonuç alıcı gerici saldırısını karşısında teslim olmak anlamına geliyordu.
‘Din düşmanı gibi’ görünme korkusu, gericiliğe yönelik bütün eleştirilerin geri çekilmesiyle sonuçlandı. Böylece siyasal islamcı hareket ve AKP tek kale bir maç yapma olanağını yakaladı.
Oysa Türkiye’nin bu kritik dönemecinde yapılması gereken şey, ihtiyaç fazlası bütün imam hatiplerin kapatılacağını, İslam’da kadınların din görevlisi, yani imam ya da vaiz olması yasak olduğu halde, bir meslek lisesi şeklinde açılan kız imam hatip okulu sahtekarlığına son verileceğini ilan etmekti. Bu okulların Milli Eğitim sisteminden çıkarılarak Diyanet’e bağlı meslek liseleri haline getirileceğini, mezunlarının da yine üniversite sistemi dışına çıkarılacak Diyanet'e bağlı ilahiyat enstitülerine girebilecekleri görüşü açıkça savunulmak durumundaydı. Bu arada Diyanet'in de  anayasal bir kurum olmaktan çıkarılarak küçültüleceği, laik bir denetim ve düzenleme örgütüne dönüştürüleceği açıklanmalıydı. 
Bu tutum bırakın din düşmanlığını, tam tersine hem siyasal islamcıların iki yüzlülüğünü ortaya çıkaracak hem de İslam dininin esasıyla uyumlu siyaset olacaktı.
İDEOLOJİK MÜCADELE GERİĞİ GÖRÜLEMEDİ
Siyasal kavganın değerler üzerinden yürüğü bir dönemde CHP hiçbir cumhuriyet ve modernleşme kazanımının, insanlık birikiminin ve ilerici değerin arkasında kararlılıkla duramadı. Örneğin, kadınların örtünmeye teşvik edilip zorlandığı, tesettürlü kadının bir rol modeli haline getirilmek istendiği, kadına yönelik en büyük aşağılama ve ayrımcılık olan türbanın orta öğretime bile girdiği bir dönemde; CHP ve sol etkili bir muhalefet geliştirmek yerine sustu ve olan biteni izledi.
Oysa CHP ve sol, gericiliğin ideolojik planda kurduğu inisiyatifi kırmak için radikal bir tutum takınmak zorundaydı. Bir siyasal simge ve gericiliğin sancağı haline gelen türbanın, geleneksel ve halk içinde kullanılan “başörtüsü” ile aynı şey olmadığını vurgulayarak, kamu kuruluşlarından yasaklanmasını açıkça, tereddütsüz, amasız fakatsız şekilde savunmalıydı.
Çünkü inançları nedeniyle örtünenler, bu konuda özgür oldukları gibi, bu tercihlerine uygun bir yaşam sürmeye de hazırdır. Bu nedenle saygı görmeyi de fazlasıyla hak ederler. Gerisi iki yüzlülük ve siyasal sahtekarlıktır.
Diğer taraftan, Osmanlı övgüsünün ayyuka çıktığı bir dönemde CHP ve sol doğru dürüst bir Cumhuriyet savunuculuğu bile yapamadı. Mahcup, utangaç  ve tuhaf bir suçluluk duygusu içinde İstiklal Mahkemeleri, Dersim ve Şeyh Said isyanlarına sıkıştırılmış ve daraltılmış cumhuriyet tartışması karşısında geri çekildiler.
Oysa çürümüş, yozlaşmış, cehalet içinde kıvranan, yüz kızartıcı şekilde Batı’nın oyuncağı olmuş bir ortaçağ din devletinin, Osmanlı’nın feodalizminin savunulmasına karşı çıkmak için solcu olmaya bile gerek yoktu. Cumhuriyeti kuranlar Osmanlıya isyan edenlerdi. Cumhuriyet, Saltanat ve Hilafet eleştirisi üzerine kurulmuştu. Kurtuluş savaşı, esas olarak hilafetçi güçlerle bir iç savaş şeklinde gelişmişti.
Durum böyle olduğu halde; ne cumhuriyetin kurucu gücünü ve iradesini temsil eden en önemli güçlerden biri olan CHP ne de sol etkili bir Osmanlı eleştirisi yapmadı. Tartışmayı bu alanda kurmaktan tuhaf bir şekilde kaçandı. Cumhuriyetin "suçlarına" ortak olmaktan korkulduğu açıktı. Ve işte bu korku, gericilerin arayıp da bulamadığı fırsatı onlara adeta altın tepsi içinde sundu.
Kavga; gerisinde büyük bir ekonomik nedenler ve çıkarlar yığınağı olsa bile, esas olarak “değerler” üzerinden ve "ideolojik" planda yürüdüğü halde; CHP’nin seçim kampanyasını sendikal talepler diyebileceğimiz (asgari ücret 1500 TL olacak gibi) bir çizgide yürütmesi çok büyük hataydı. Kültürel planda yürüyen kavgada, AKP bu ekonomik talepleri içerip kendi programının parçası haline getirince, CHP 1 Kasım seçimlerinde neredeyse silahsız kaldı.
Diğer taraftan, Türkiye'nin yakıcı bir konusu olmaya devam eden Kürt sorununun çözümü konusunda da CHP'nin ne söylediği tam olarak belli değildi. Parti kurulları ve kulislerinde ifade edilen kimi görüşler cesaretle savunulamadı. Bu konuda yapılan baz çıkışlar ise, yeterli netliğe sahip olmadıkları ya da böyle bir dil kullanılmadığı için toplum tarafından tam olarak anlaşılamadı. 
YENİ BİR FİKİR HAREKETİ
Sonuç olarak CHP, yüzde 50’yi aşan bir toplum kesimini kendi değerleri etrafında birleştiremedi. Oysa birleştirebilir  ya da cumhuriyetçi bir bloka önderlik edebilirdi. Toplumsal eşitlik talepleriyle desteklenecek böyle bir blok CHP'yi iktidara taşıyabilirdi.
CHP şimdi kurultaya gidiyor. Kurultay'da genel başkanlık seçimi yapılacak ve parti yönetimi yenilenecek. Ancak partide henüz bizleri, toplumu heyecanlandıracak düzeyde nitelikli bir fikir tartışması yok. Kapsamlı bir dönem değerlendirmesi, bir Dünya ve Türkiye analizi de yapılmış değil. Siyasette güçlerin nasıl saflaştığı ve toplumdaki çatışma eksenleri yakalanamamış durumda.
Sistematik, ülkenin bütün katlarını (ekonomik, toplumsal ve siyasal düzlemlerini) saracak yeni, yeni olduğu kadar sol, kamucu, halkçı, cumhuriyetçi, yurtsever, eşitlikçi ve aydınlanmacı bir program (CHP’nin marjlarını zorlamak pahasına da olsa) geliştirilemeden, seçimli de olsa yeni kurultayın çözeceği hiçbir gerçek sorun olmayacaktır.
Liberallerin, etnik milliyetçilerin ve mezhepçilerin/islamcıların bütün linç girişimine karşın CHP, başta kitlesi ve üyeleri olmak üzere gericiliğin karşısındaki en önemli ilerici güçtür. Tarihsel değeri de buradan gelmektedir. Solun ve sosyalistlerin bu olguyu görmezden gelme lüksü yoktur.
Keskin Kalem / Merdan Yanardağ