Mao’nun
uzun yürüyüşü dışında kendi ulusal tarihimizden iki uzun yürüyüş daha
biliyoruz.İlki 1925 isyancılarının Bin-xet’e çatışmalı uzun
yürüyüşleri,ikincisi de Mela Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Sovyet
Rusya topraklarına uzun yürüyüşüdür.
Mao’nun
uzun yürüyüşü,gerçekten de uzun bir yürüyüştür;insan iradesinin her
adımda sınandığı 12,000 km.’lik bir yürüyüş.Çin komunistleri bu
yürüyüşle yok edilmekten kurtulmuş ve ulusal/toplumsal kurtuluş
mücadelesi için cephe gerisi bir kurtarılmış bölgeye kavuşmuşlardır.Bunu
günümüzün Qendil’i ile karşılaştırmak da mümkündür.
Mela
Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Irak devletine teslim olmayı
reddetmeleri ve 6 Mayıs 1947’de Güney Kürdistan’dan başlayıp 18 Haziran
1947’de Aras nehrini geçerek Sovyet topraklarına varmasıyla sonuçlanan
uzun yürüyüş ise bizim ulusal tarihimizin en önemli olaylarından
biridir.Kürdlerin bu uzun yürüyüşü uluslararası öneme de haizdir ve BBC
Mela Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Sovyet topraklarına varışını tüm
dünyaya ilk haber olarak duyurmuştur.Ancak büyük umutlarla varılan
Sovyet toprakları Kürdlere pek de konuksever davranmamıştır.Öyle ki Mela
Mistefa Barzani çok sonraları çocuklarına bu dönemde yaşadıkları baskı
ve karşılaştıkları sıkıntıların önceki dönemlerden çok daha ağır
olduğunu söyleyecektir.Özellikle Azeri ve Özbek yetkililerin Kürdlere
çektirdikleri eziyet Sovyetlerin sonradan oluşturdukları araştırma
heyetlerince de tespit altına alınmıştır.Kruşçev’in iktidara gelişiyle
birlikte ortam değişmiş ve Kürdler görece daha olumlu koşullara
kavuşmuşlardır.Bu sürecin sonunda 1958’de Mela Mistefa Barzani Bağdat’a
dönüşünde onbinlerce kişi tarafından bir kahraman olarak
karşılanmıştır.
Görünen
o ki, zamanın ruhu Kürdistan tarihine bir uzun yürüyüş daha
ekleyecek.Gönüllerinde ve bilinçlerinde bağımsız ve özgür bir Kürdistan
inancıyla ölümüne direnmiş Kürdistan’ın yiğit evlatları ülkelerinin
kuzey parçasından diğer parçalarına tarihi bir yürüyüş
gerçekleştirecekler.Umarız bu yürüyüşü Bexte Rome Tuneye sözünü
hatırlamamıza gerek kalmadan tamamlarlar.Ve Ulusal Kurtuluş
Mücadelesinin bir sonraki safhası için gerekli hazırlıkları yapma imkan
ve ortamına kavuşurlar.Bu sürece ilişkin en önemli tarihsel bilgimiz de
ne 1925 isyancılarının,ne Çin komunistlerinin ne de Barzani
peşmergelerinin uzun yürüyüşlerini silahlarını gömerek ya da teslim
ederek tamamlamamış olduklarıdır.Bunu önerenlerin hem hadlerini, hem de
bunun Kürd kültürel kodlarında ne anlama geldiğini, bilerek önermeleri
gerekmektedir.Bu süreci çok da kötümser karşılamaya gerek
yok.Nihayetinde Ortadoğu’daki bu kapışmada Kürdleri kim
kazanırsa,mücadeleyi de onun cephesi kazanacak.Kürdün ve Kürdistan’ın
özgürleşmesi kaçınılmaz bir gereklik ve gerçekliktir.Ve kaçınılmaz olan
hükmünü yerine getirecektir.
Kürdistan, sömürge olması itibariyle iç dinamiklerinin tamamı hırpalanmış bir ülkedir. Ekonomik,sosyal,kültürel
dinamiklerinin hırpalanmasının yanı sıra Kürd kişiliği de
yozlaştırılmış,bencil çıkarlara hapsedilmiş ve fırsatçılığı/çıkarcılığı
bir yaşam biçimi haline getirmiştir.Kürd/Kürdistan olguları
tanınmamış/yok sayılmış/bilinçaltına hapsedilmiştir.Bu tanınmama/yok
sayılma durumunun tek tek Kürd bireylerinde ve daha da önemlisi Kürd
ulusal düşüncesinde yarattığı tahribatı anlamak da anlatmak da kolay
değildir.Düşünün ki yaşamınız bir tiyatrodaymış gibi.Ülkenizin adı
yok.Ulusunuzun adı yok.Diliniz yasaklı.Tüm bunlar yetmezmiş gibi
çocuklarınız sömürgecilerin eğitim sistemini uygulayan okullarda “Ne
Mutlu Türküm Diyene” diye bağırtılıyor.Ülkenizin, geçişinizin
pasaportlara bağlandığı Batı ve Doğu parçalarında da durum çok farklı
değil.Bu zamanötesi insanlıkdışı duruma ciddi bir itiraz da var ve bu
itiraz, kendini örgütleme çabası içerisinde bir hayli de mesafe
kaydetmiş.Ciddi bir iç dinamiğe dönüşen bu itiraz,dış dinamikler
açısından dikkate alınması gereken bir düzeye ulaşmış.Güney Kürdistan
fiili bir bağımsızlık yaşıyor.Batı Kürdistan da Güney Kürdistan’ın
geçtiği yolda hizla ilerliyor.Doğu Kürdistan ise doygun bir yanardağ
misali sabırsızca sırasını bekliyor.Kuzey Kürdistan’da ise
Kürdistanlılar mücadelenin öncü gücüyle kaderini birleştirmiş ve iç/dış
koşullar amaca uygun durumda.İşte bu momentte Kürdlerin son isyanının
lideri Öcalan ile TC arasında içeriğini henüz bilmediğimiz bir anlaşma
yapılıyor ve bu anlaşmanın ilk tezahürü gerillanın Kuzey Kürdistan
topraklarını terki olarak programlaştırılmış.En azından hukuki-askeri
bir zemini olan “barış-müzakere” süreçleri de hızla zeminsiz “halkların
kardeşliği” noktasına varıyor.Ancak tıpkı Kürdistan’ı dörde bölen Lozan
Anlaşması’nda olduğu gibi Kürdistan’ın kaderini belirleyen bu süreçte de
Kürd/Kürdistan isimleri geçmiyor.Üstelik “halkların kardeşliği”
retoriği süreç ilerlerken Kürdistan ulusunun Alevi ve Ezidi
bileşenlerini rahatsız edecek denli açık bir “islam kardeşliği” ne
kayıyor.Bırakın Kürd/Kürdistan’ı tanımayı,Newroz meydanında neden Türk
bayrağı yoktu argümanıyla Türk yönetimi Kürd kurumlarına tam saha pres
uyguluyor.”Atatürk’ün Diyarbakır’ın fahri hemşeriliğini kabul edişinin
87. yıldönümü törenlerle kutlanırken,yıldönümü nedeniyle Büyükşehir
Belediyesi hizmet binasına dev bir Türk bayrağı asılıyor”.Halbuki bu
bayrak Kürdlerin değil,Kürdistan’ın kuzeyini işgal edenlerin
bayrağı.İşgalcinin bayrağına saygı duyabilirsiniz ama onu kendi
bayrağınız olarak benimsemek sizi Keje Bemal’ın anlattığı,Türkçeyi iyi
konuşamadığı için zeka engelli diye raporlanarak “rehabilitasyon
merkezleri”ne gönderilen ve ”Kürdçe konuşmayı biliyor musun?” sorusuna
“Hayır.Kürdçe pis bir dildir!”diye cevap veren 13 yaşındaki zavallı Kürd
kızının durumuna düşürür.Hem kişisel hem de ulusal anlamda önce
kendiniz olamazsanız,eyleminizin başarıya ulaşma şansı da yoktur.
Vaaz
edilen Kürd-Türk ittifakının reel politikte bir yeri olabilir.Artık
uluslararası politikada ciddiye alınmaya başlanan Kürdlerin cephe
değiştirmesi uluslararası merkezlerde planlanıyor olabilir.İşin içinde
bizim vakıf olamayacağımız ayrıntılar da olabilir.Ancak bir
anlaşmaya/bir birliğe kendiniz olarak katılmıyorsanız;ittifak kurduğunuz
kesimler sizden “terörist” olarak bahsediyorlarsa,”akil insanlar
heyeti” size düşman bir halkı sizinle ortaklığa ikna etmek için dolaşıma
sokuluyorsa,işin sonunun iyi gelmeyeceği ihtimalini de hesaba katmak ve
alternatif planlar oluşturmak lazım.Ne olursa olsun,Türkiye’de
kardeşliğe giderken Kuzey Kurdistan’da Alevi/Ezidi/Sunni
Kürdistanlıların birliğinden,Batı Kürdistan’da da
özerklikten-bağımsızlıktan olmamak bu süreçte çok önemli.
Dış
dinamiklere gelince,Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden geçen
90 yılda Kürdler ve Kürdistan çok değişti.Kürdistan’ı dörde
parçalayan,Kürdlerin beynini dağıtan Lozan Anlaşması’nın metninde Kürd
ve Kürdistan ibarelerinin dahi geçmemesi Kürdistan’ın o yıllardaki
durumunu ve ülkemize biçilen yoksayılma yazgısını çok iyi özetler.Lozan
Anlaşması’nın orijinal balmumu mühürlü nüshası “depoziter” ülke olarak
Fransa Dışişleri Bakanlığı arşivindedir.Ve belki de Kürdlerin o
anlaşmayı o arşivden çıkarıp ait olduğu çöplüğe gönderecek güce
ulaşmalarına çok yakınız.Almanlar Zeitgeist tabirini çok sık
kullanıyorlar,zamanın ruhu anlamında.Kim bilir?
07.04.2013
Zulkuf AZEW