Thursday, September 10, 2015

KÜRDLERİN ÜÇÜNCÜ UZUN YÜRÜYÜŞÜ VE ZAMANIN RUHU

KÜRDLERİN ÜÇÜNCÜ UZUN YÜRÜYÜŞÜ VE ZAMANIN RUHU

 
Mao’nun uzun yürüyüşü dışında kendi ulusal tarihimizden iki uzun yürüyüş daha biliyoruz.İlki 1925 isyancılarının Bin-xet’e çatışmalı uzun yürüyüşleri,ikincisi de Mela Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Sovyet Rusya topraklarına uzun yürüyüşüdür.

Mao’nun uzun yürüyüşü,gerçekten de uzun bir yürüyüştür;insan iradesinin her adımda sınandığı 12,000 km.’lik bir yürüyüş.Çin komunistleri bu yürüyüşle yok edilmekten kurtulmuş ve ulusal/toplumsal kurtuluş mücadelesi için cephe gerisi bir kurtarılmış bölgeye kavuşmuşlardır.Bunu günümüzün Qendil’i ile karşılaştırmak da mümkündür.
Mela Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Irak devletine teslim olmayı reddetmeleri ve 6 Mayıs 1947’de Güney Kürdistan’dan başlayıp 18 Haziran 1947’de Aras nehrini geçerek Sovyet topraklarına varmasıyla sonuçlanan uzun yürüyüş ise bizim ulusal tarihimizin en önemli olaylarından biridir.Kürdlerin bu uzun yürüyüşü uluslararası öneme de haizdir ve BBC Mela Mistefa Barzani ve peşmergelerinin Sovyet topraklarına varışını tüm dünyaya ilk haber olarak duyurmuştur.Ancak büyük umutlarla varılan Sovyet toprakları Kürdlere pek de konuksever davranmamıştır.Öyle ki Mela Mistefa Barzani çok sonraları çocuklarına bu dönemde yaşadıkları baskı ve karşılaştıkları sıkıntıların önceki dönemlerden çok daha ağır olduğunu söyleyecektir.Özellikle Azeri ve Özbek yetkililerin  Kürdlere çektirdikleri eziyet Sovyetlerin sonradan oluşturdukları araştırma heyetlerince de tespit altına alınmıştır.Kruşçev’in iktidara gelişiyle birlikte ortam değişmiş ve Kürdler görece daha olumlu koşullara kavuşmuşlardır.Bu sürecin sonunda 1958’de Mela Mistefa Barzani Bağdat’a dönüşünde onbinlerce kişi tarafından  bir kahraman olarak karşılanmıştır.

Görünen o ki, zamanın ruhu Kürdistan tarihine bir uzun yürüyüş daha ekleyecek.Gönüllerinde ve bilinçlerinde bağımsız ve özgür bir Kürdistan inancıyla ölümüne direnmiş Kürdistan’ın yiğit evlatları ülkelerinin kuzey parçasından diğer parçalarına tarihi bir yürüyüş gerçekleştirecekler.Umarız bu yürüyüşü Bexte Rome Tuneye sözünü hatırlamamıza gerek kalmadan tamamlarlar.Ve Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin bir sonraki safhası için gerekli hazırlıkları yapma imkan ve ortamına kavuşurlar.Bu sürece ilişkin en önemli tarihsel bilgimiz de ne 1925 isyancılarının,ne Çin komunistlerinin ne de Barzani peşmergelerinin uzun yürüyüşlerini silahlarını gömerek ya da teslim ederek tamamlamamış olduklarıdır.Bunu önerenlerin hem hadlerini, hem de bunun Kürd kültürel kodlarında ne anlama geldiğini, bilerek önermeleri gerekmektedir.Bu süreci çok da kötümser karşılamaya gerek yok.Nihayetinde Ortadoğu’daki bu kapışmada Kürdleri kim kazanırsa,mücadeleyi de onun cephesi kazanacak.Kürdün ve Kürdistan’ın özgürleşmesi kaçınılmaz bir gereklik ve gerçekliktir.Ve kaçınılmaz olan hükmünü yerine getirecektir.

Kürdistan, sömürge olması itibariyle iç dinamiklerinin tamamı hırpalanmış bir ülkedir. Ekonomik,sosyal,kültürel dinamiklerinin hırpalanmasının yanı sıra Kürd kişiliği de yozlaştırılmış,bencil çıkarlara hapsedilmiş ve fırsatçılığı/çıkarcılığı bir yaşam biçimi haline getirmiştir.Kürd/Kürdistan olguları tanınmamış/yok sayılmış/bilinçaltına hapsedilmiştir.Bu tanınmama/yok sayılma durumunun tek tek Kürd bireylerinde ve daha da önemlisi Kürd ulusal düşüncesinde yarattığı tahribatı anlamak da anlatmak da kolay değildir.Düşünün ki yaşamınız bir tiyatrodaymış gibi.Ülkenizin adı yok.Ulusunuzun adı yok.Diliniz yasaklı.Tüm bunlar yetmezmiş gibi çocuklarınız sömürgecilerin eğitim sistemini uygulayan okullarda “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye bağırtılıyor.Ülkenizin, geçişinizin pasaportlara bağlandığı Batı ve Doğu parçalarında da durum çok farklı değil.Bu zamanötesi insanlıkdışı  duruma ciddi bir itiraz da var ve bu itiraz, kendini örgütleme çabası içerisinde bir hayli de mesafe kaydetmiş.Ciddi bir iç dinamiğe dönüşen bu itiraz,dış dinamikler açısından dikkate alınması gereken bir düzeye ulaşmış.Güney Kürdistan fiili bir bağımsızlık yaşıyor.Batı Kürdistan da Güney Kürdistan’ın geçtiği yolda hizla ilerliyor.Doğu Kürdistan ise doygun bir yanardağ misali sabırsızca sırasını bekliyor.Kuzey Kürdistan’da ise Kürdistanlılar mücadelenin öncü gücüyle kaderini birleştirmiş ve iç/dış koşullar amaca uygun durumda.İşte bu momentte Kürdlerin son isyanının lideri Öcalan ile TC arasında içeriğini henüz bilmediğimiz bir anlaşma yapılıyor ve bu anlaşmanın ilk tezahürü gerillanın Kuzey Kürdistan topraklarını terki olarak programlaştırılmış.En azından hukuki-askeri bir zemini olan “barış-müzakere” süreçleri de hızla zeminsiz “halkların kardeşliği” noktasına varıyor.Ancak tıpkı Kürdistan’ı dörde bölen Lozan Anlaşması’nda olduğu gibi Kürdistan’ın kaderini belirleyen bu süreçte de Kürd/Kürdistan isimleri geçmiyor.Üstelik “halkların kardeşliği” retoriği süreç ilerlerken Kürdistan ulusunun Alevi ve Ezidi bileşenlerini rahatsız edecek denli açık bir “islam kardeşliği” ne kayıyor.Bırakın Kürd/Kürdistan’ı tanımayı,Newroz meydanında neden Türk bayrağı yoktu argümanıyla Türk yönetimi Kürd kurumlarına tam saha pres uyguluyor.”Atatürk’ün Diyarbakır’ın fahri hemşeriliğini kabul edişinin 87. yıldönümü törenlerle kutlanırken,yıldönümü nedeniyle Büyükşehir Belediyesi hizmet binasına dev bir Türk bayrağı asılıyor”.Halbuki bu bayrak  Kürdlerin değil,Kürdistan’ın kuzeyini işgal edenlerin bayrağı.İşgalcinin bayrağına saygı duyabilirsiniz ama onu kendi bayrağınız olarak benimsemek sizi Keje Bemal’ın anlattığı,Türkçeyi iyi konuşamadığı için zeka engelli diye raporlanarak “rehabilitasyon merkezleri”ne gönderilen ve ”Kürdçe konuşmayı biliyor musun?” sorusuna “Hayır.Kürdçe pis bir dildir!”diye cevap veren 13 yaşındaki zavallı Kürd kızının durumuna düşürür.Hem kişisel hem de ulusal anlamda önce kendiniz olamazsanız,eyleminizin başarıya ulaşma şansı da yoktur.

Vaaz edilen Kürd-Türk ittifakının reel politikte bir yeri olabilir.Artık uluslararası politikada ciddiye alınmaya başlanan Kürdlerin cephe değiştirmesi uluslararası merkezlerde planlanıyor olabilir.İşin içinde bizim vakıf olamayacağımız ayrıntılar da olabilir.Ancak bir anlaşmaya/bir birliğe kendiniz olarak katılmıyorsanız;ittifak kurduğunuz kesimler sizden “terörist” olarak bahsediyorlarsa,”akil insanlar heyeti” size düşman bir halkı sizinle ortaklığa ikna etmek için dolaşıma sokuluyorsa,işin sonunun iyi gelmeyeceği ihtimalini de hesaba katmak ve alternatif planlar oluşturmak lazım.Ne olursa olsun,Türkiye’de kardeşliğe giderken Kuzey Kurdistan’da Alevi/Ezidi/Sunni Kürdistanlıların birliğinden,Batı Kürdistan’da da özerklikten-bağımsızlıktan olmamak bu süreçte çok önemli.

Dış dinamiklere gelince,Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden geçen 90 yılda Kürdler ve Kürdistan çok değişti.Kürdistan’ı dörde parçalayan,Kürdlerin beynini dağıtan Lozan Anlaşması’nın metninde Kürd ve Kürdistan ibarelerinin dahi geçmemesi Kürdistan’ın o yıllardaki durumunu ve ülkemize biçilen yoksayılma yazgısını çok iyi özetler.Lozan Anlaşması’nın orijinal balmumu mühürlü nüshası “depoziter” ülke olarak Fransa Dışişleri Bakanlığı arşivindedir.Ve belki de Kürdlerin o anlaşmayı o arşivden çıkarıp ait olduğu çöplüğe gönderecek güce ulaşmalarına çok yakınız.Almanlar Zeitgeist tabirini çok sık kullanıyorlar,zamanın ruhu anlamında.Kim bilir?

07.04.2013
 Zulkuf AZEW