MAYIS 1ST, 2015 TARİH
Ermeni
Soykırımı’nın en az bilinen boyutlarından biri tehcir ve katliamların sonucu
yetim kalan Ermeni çocuklarının akıbetidir. Bunların bir kısmı Müslüman
ailelere dağıtılmış, genç kadın ve kızların bir kısmı Müslümanlarla
“evlendirilmiş”, hemen hepsi zorla Müslüman edilerek Ermeni kimliklerini
unutmaları sağlanmıştır.
Sayıları konusunda
kesin bir şey söylemek imkânsızdır, ancak bazı kaynaklar 200.000 civarında bu
tür Müslümanlaştırılmış Ermeni yetimden söz etmektedir. (Yetimhaneler konusunda
en yetkin çalışmalardan biri Nazan Maksudyan’ın Orphans and Destitute
Children in the Late Ottoman Empire (Syracuse University Press, 2014)
kitabıdır.)
Yetim çocuklar
İttihatçılar tarafından bir tür “sosyal sermaye” olarak, adeta işlenip istenen
kalıba sokularak topluma kazandırılacak bir hammadde olarak görülmüştür.
Tehcirin uygulanmaya başlamasıyla birlikte ölüm yolculuğuna çıkan kafilelerin
yetişkinleri katledilince birçok çocuğun ortalıkta kalacağını İttihatçılar
önceden tahmin etmiştir. Bunun en açık göstergesi Talat Paşa’nın 26 Haziran
1915 tarihli telgrafıdır. Taner Akçam’ın belirttiği gibi, bu telgrafın
yollandığı vilayetlerin bazılarında tehcir henüz başlatılmamıştı; “Demek ki
çocukların toplanması, sürgünlerin beklenmeyen bir sonucu veya yan ürünü olarak
ortaya çıkmamış, aksine önceden düşünülmüştü. Telgraf şöyledir:
“Mevkileri tebdil
edilen Ermenilerin on yaşından düun (küçük) çocuklarını darüleytam (yetimhane)
tesisiyle veya müesses darüleytamlara celp ile talim ve terbiye etmek
mutasavver (düşünülmüş) olduğundan, vilayet dâhilinde ne kadar çocuk
bulunduğunun ve orada darüleytam tesisi için münasip bina bulunup
bulunmadığının acilen bildirilmesi”.
Bunu izleyen 12
Temmuz 1915 tarihli bir başka telgrafta ise: “Ermenilerin nakl ve sevkleri
esnasında velisiz kalması muhtemel olan çocuklar” konu edilmektedir. (Taner
Akçam, Ermenilerin Zorla Müslümanlaştırılması, İletişim, 2014).
Antura Yetimhanesi
ve Halide Edip Adıvar
Bu yetimhanelerin
belki de ‘amiral gemisi’ denebilecek örneği Lübnan’da Beyrut’un 18 km kuzeyinde
yer alan Antura Yetimhanesi’dir. Lübnan, savaş boyunca Cemal Paşa’nın
hükümranlık alanı olan Dördüncü Ordu bölgesindeydi ve bütün bölge Cemal
Paşa’nın adeta bir genel vali gibi diktatorya rejimine maruz kalmıştır.
Antura Yetimhanesi
Cemal’in en gözde pilot projelerinden biri haline gelecekti. Bunun en önemli
göstergesi Paşa’nın Antura’yı İstanbul’dan özellikle getirttiği Halide Edip’in
denetimine vermesiydi. Cemal’in özel davetlisi olarak 1916 yılının Aralık ayı
sonunda Lübnan’a gelen Halide Edip, Dördüncü Ordu bölgesinde yetimhane ve
okulların genel müfettişi olarak görev yapacaktı.
Dördüncü Ordu
Komutanlığına tayin edilen Cemal Paşa 1916’da Antura’da Lazarist papazların
yönettiği St. Joseph
lisesine el koyar. Bina Ermeni yetimlerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması
için kullanacak, savaş boyunca sayıları üç bine varan Ermeni yetim Antura’da
barındırılacaktır. Yetimlerin arasında birkaç yüz Kürt yetim de vardır.
Yetimhanelere
yerleştirilen Ermeni yetimlere Türkçe adlar verilmiş ve Ermenice konuşmaları
yasaklanmıştır. Her ne kadar Halide Edip anılarında Türkleştirme ve
İslamlaştırma konusunda Antura’da bu politikaların uygulanmadığını söylese de,
diğer kaynaklar aksini göstermektedir.
Antura’da katı bir
disiplin uygulanır. Ermenice konuşan çocuklar falakaya yatırılır veya doğrudan
güneşe bakmaya zorlanırdı. Ermenice konuşanları ihbar edenler ise
ödüllendirilirdi. Gıda oldukça kıttı ve yetimler bakımları karşılığında
tenekecilik, dokumacılık ve diğer zanaat dallarında atölyelerde çalıştırılırdı.
Bazı kaynaklar
Halide Edip’in yetimhaneyi devraldıktan sonra koşulların nispeten iyileştiğini
belirtir. Örneğin, Beyrut Amerikan Koleji Müdürü Bayard Dodge’a göre:
“Halide Hanım’ın
gelişinden sonra çocukların durumu çok iyileşti. Eski dinî yaptırımlar
görmezden gelindi ve düzgün bir eğitmen kadrosu ve yetenekli bir müdür atandı.
Halide Hanım gittikten sonra çocuklar için tekrar karanlık bir dönem başladı”.
Dodge’un bahsettiği “yetenekli müdür” askerî doktor Lütfi Bey idi, yani
geleceğin efsanevî İstanbul Valisi Lütfi Kırdar!
Halide Edip
Cemal’in İslamlaştırma politikasına karşı çıktığını anlatır. Cemal’e Ermenileri
İslamlaştırma çabalarının gelecekte Türklere fatura edileceğinden söz ettiğini
söyler. Cemal ise Halide Edip’i “idealist” olmakla suçlar. Halide Edip
anılarında şöyle der:
“Bu yetimhane
üzerine merhum Cemal Paşa ile aramızda hayli çetin ve uzun münakaşalar oldu.
Ben Ermeni çocuklarının Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim.
Bunun sebebini Cemal Paşa şu surette izah etti. Şam’da Ermeniler tarafından
idare edilen bir takım yetimhaneler vardı. Bunlar yalnız Ermeni çocuklarını
alırlardı. Hiçbirinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi, yeni bir
yetimhane açmak in maddî imkân kalmamıştı. Ayin Tura sadece Müslüman çocuklar
için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin almadığı kimsesiz avare
Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk ve Müslüman adı vermek
zaruri idi. Esasen din dersi verilmiyordu. Yani Ermeni çocukları zorla Müslüman
yapmak gibi bir gaye yoktu.” (Mor Salkımlı Ev, Can Yayınları, 2013.)
Ancak Halide
Edip’in anılarıyla diğer kaynaklar uyuşmamaktadır:
“Halide Edip
kendine yöneltilen suçlamalardan haberdardı ve bu nedenle kendisi Antura’ya
gelmeden önce çocuklara zaten Türkçe isimler verilmiş olduğunu iddia etti.
Ermeni yetimler ve aileleri ise Halide Edip’in rolünü nefretle anar ve onun
batılı liberal imajının sahte olduğunu, inanmış bir İttihatçı olduğunu iddia
eder. Ermenileri kurtarmak için hiçbir şey yapmadığı gibi onları kendi
metotlarıyla yok etmeye çalıştığını söylerler.” (Hilmar Kaiser, “The Armenians
in Lebanon during the
Armenian Genocide”, Armenians of Lebanon ,Haigazian University , 2009. )
Antura’da vakit
geçirmiş ve sonra anılarını yazmış Ermeni yetimlerin tanıklıkları da farklı bir
tablo çizmektedir. Melkon Bedrosyan, Antura’ya getirildiğinde sekiz/on
yaşlarındaydı. Yetimhanedeki ilk gününü şu sözlerle anlatır:
“Kahvaltıdan sonra
Müdür Fevzi Bey bir demeç verdi. Bize dedi ki, çocuklarım eski zamanlarda
hepiniz Müslümandınız, Hristiyanlar atalarınızı zorla Hristiyan ettiler. Şimdi
aslî dininize dönme zamanıdır. Şimdiki dininiz putperestlerin ve Zerdüştlerin
dini gibi eski ve yıpranmıştır. Sizin İsa’nız da eskidir ve yıpranmıştır, eski
bir gömleği atar gibi atıp taze bir gömlek giymeniz lazımdır.”
Bedrosyan, bu kişi
İstanbul Türkçesiyle konuştuğu için Ermeni çocukların birçoğunun bir şey
anlamadığını, ama anlayanlar Ermenice ’ye tercüme ettiklerinde hep bir ağızdan
ağlamaya başladıklarını anlatır. Bunun üzerine Fevzi Bey vaazına ara verir.
Çavuş denilen,
daha önceden Müslümanlaştırılmış büyükçe erkek çocukları sürveyanlık görevi
yapmaktadır. Bir gün bunlar aracılığıyla, Müslüman olup Türk ismi alanlara
yemekte et ve pilav verileceği duyurulur. Müslüman olanlar önce yemek yiyecek,
Hristiyan kalanlar su ve un çorbasıyla yetinmek zorunda kalacaktır. İlk günden
sonra halen Hristiyanlıkta direnen on, on beş çocuk kalmıştır;
“Çavuşlar
ellerinde defterlerle geldiler. Müslüman ismi alıp kayda geçmeyenleri
acımasızca dövüyorlardı, yazıcı acele edin diye bağırdı, Müslüman olmayanların
kafasını ezeceğim, hapiste çürüyeceksiniz. Ağlayarak kabul ettik; ben Necip ismini aldım, kız kardeşlerim
ise Ayşe ve Lütfiye.”
Bedrosyan ders
programını da ayrıntılarıyla anlatır: “En başta doğru dürüst Türkçe yazmayı ve
okumayı öğrendik. Sarıklı bir hoca bize din dersi verirdi. Hiçbir şey anlamadan
dualar ezberlerdik.”
Osmanlı gittikten
sonra
Savaşın son
günlerinde, 1918 yazında Halide Edip Amerikan Koleji Müdürü Dodge ile son bir
kez görüşür. Yakında Lübnan’dan ayrılacağını ve çocukları ona emanet ettiğini
söyler.
Müttefik
kuvvetleri 3 Ekim 1918 de Lübnan’ı işgal etmiştir. O son günleri anılarında Harutyun
Alboyacıyan anılarında şöyle anlatır:
“Bir sabah
uyandığımızda Türk askerlerinin, gardiyanların, müfettişlerin ve hocaların
hiçbirinin yerinde olmadığını gördük, hepsi gitmişti. Bizim yetişkin erkekler
(yetimhane çavuşları), ki hepsi Türk olmuştu, Kürt Silo’yu kıstırmış amansızca
dövüyorlardı, Silo manda gibi böğürüyordu. Şu Silo ki bize defalarca şu sözleri
tekrar etmişti: ‘Ben doksan dokuz tane Ermeni öldürdüm, şimdi seni de
öldüreceğim ve hesap yuvarlanacak’. İşte bu aşağılık Silo’ya bizimkiler iyi bir
ders veriyordu. ”
Harutyun’un
anlatısı bu noktada daha da ilginçleşir. Türk görevlilerden kalan bir tek
askeri Eczacı Rıza Bey’dir. Harutyun kendisinin hep çok sert, fakat iyi bir
adam olduğunu anlatır.
“Rıza Bey
yemekhaneye geldi, hepimiz ayağa kalktık. ‘Oturun’ dedi. Oturduk. Masaların
arasında bir aşağı bir yukarı yürüyordu, derin düşüncelere dalmış gözüküyordu.
Bizim bölüğün çavuşu sünnet edilmiş ve adı Enver olmuştu, onu çağırdı ve sordu:
‘Oğlum Enver,
senin Ermeni adın neydi?’
(Selam çakarak) ‘Toros
idi efendim.’
Ondan sonra diğer
sınıfın çavuşunu çağırdı.
‘Oğlum Cemal,
senin Ermeni adın neydi?’
‘Vartan idi
efendim.’
Böylelikle tüm
diğer çavuşları sorguladı, hepsi esas duruşa geçip Ermenice isimlerini
söylediler. Derin bir sessizlik oldu. Hepimiz bekliyorduk….
[Rıza Bey dedi ki]
‘Bu günden sonra
hepiniz gene Ermenisiniz.’”
Günümüzde Antura
Yaklaşık üç yıl
önce Agos gazetesinde Antura yetimhanesi ile ilgili bir yazı
yayınlandı. Aynı günlerde Beyrut’da belgesel yapımcısı Nigol Bezciyan ile
tanıştım. Birlikte Antura üzerine bir belgesel yapma fikri oluştu.
Bizden önce Misak
Kelechian isimli hayırsever bir işadamı Antura’nın acıklı geçmişinin anısını
yaşatmak uğruna çaba harcamıştı. Günümüzde yine eski kimliğiyle eğitim veren
ünlü bir Katolik Lisesi (Lycée St. Joseph) olan okulun renovasyon çalışmaları
sırasında eski bir binası yıkıldığında temelinde birçok çocuk kemiğinin
bulunduğu bir toplu mezar keşfedilmişti. Kemikler okulun yetimhane olarak
kullanıldığı günlerde orada ölen çocuklara aitti. Misak Kelechian’ın çabaları
sayesinde okulun arkasında eski müdürlerin yattığı mezarlıkta bu kemikler
defnedilmiş ve çocukların anısına bir anıt dikilmişti.
Nigol Bezjian ile
birlikte okulu iki kez ziyaret ettik ve çekimler yaptık. Nigol, Amerika’da,
Fransa’da ve Ermenistan’da Antura’da zaman geçirmiş olan yetimlerin çocukları
ve torunlarıyla birçok mülakat yaptı. Belgeselin adı “Bu Günden Sonra” olacak.
Selim Deringil