Perşembe, 25
Şubat 2016
Madrid
Belediyesi, Franko döneminde cadde, sokak ve meydanlara verilen Frankocu
isimlerin ayıklanması için bir komisyon kurmuş. Geçenlerde El Pais’de
yayınlanan bir habere göre komisyon, aralarında Salvador Dali gibi
ünlü sanatçı ve aydınların da bulunduğu 256 ismin değiştirilmesi tavsiyesinde
bulundu.[1]
Sürrealist
resmin öncülerinden olan Dali, İspanya’da faşist Franko rejimini desteklediğini
açıklayan ünlü isimlerden biri. 1975 yılında General Franko, ölüm döşeğindeyken
5 antifaşist gencin idamını onayladığında, onu kamuoyu önünde kutlamaktan da
kaçınmamıştı. Çığır açan ressamlardan biri olmasına rağmen bu nedenle sanat
dünyasında siyasi olarak oldukça kötü bir üne sahiptir.
Kendisi
Katalan olmasına rağmen ölmeden önce tüm mirasını, yaşadığı Katalan Özerk
Bölgesine değil de İspanyol devletine bırakarak mutlak merkeziyetçiliğini
ispatlamış biri…
Delilik ile
dahilik arasında dolaşan, ekstrem tavırları ve konuşmalarıyla daha çok gösteri
yapma, dikkat çekme ve şaşkınlık yaratma hevesi içinde olduğu izlenimi veren
Dali’nin, siyasi açıklamalarının da içtenliği hep sorgulana gelmiştir.
Belki de
kendini her dönemin parlak yıldızı olarak var edebilmenin yolunun, politik
atmosfere uyum sağlamak olduğuna inanıyordu. Aslında Dali ilk gençlik
yıllarında Sürrealist akımın Marksist kuramcılarının da etkisiyle sosyalist düşüncelere
eğilim göstermişti. Sanatta Dadaist, siyasette anarşist olmakla övünürdü.
Picasso ve Freud hayranıydı. O dönemin ileri gelen sosyalist aydınlarından şair
ve oyun yazarı Frederico Garcia Lorca, sinemacı Luis Buñuel gibi
isimlerle sıkı dosttular. Öyleki Dali ile Lorca arasındaki ilişki dramatik bir
aşka dönüşmüştü.
1936 yılında
Falanjistler tarafından genç yaşta (38) kurşuna dizilen ve İspanya faşizmine
karşı direnişin sembol isimlerinden olan Lorca ile Franko rejimine
biat etmenin kötü ününü sembolize eden Dali’nin
sıra dışı bir aşk yaşamış olduklarını tahmin etmek zor…
Ben de bu
şaşırtıcı gerçeği 2008 yılında gösterime giren “Little Ashes” (Küçücük Küller)[2] filmi sayesinde öğrenmiştim.
Yönetmenliğini Paul Morrison ‘un yaptığı filmde Salvador Dali’yi, bir
zamanlar oldukça popüler olanTwilight (Alacakanlık) dizisinde romantik
vampir rolünden tanıdığımız Robert Pattinson; Lorca’yı ise
benzerliğinden tercih edilmiş olsa gerek çok tanınmayan genç bir yıldız olan Javier
Beltrán Andreu canlandırıyorlardı.
Film şair
Lorca’nın ressam Dali’ye yazdığı şu sözlerle başlıyor:
“Kumsalda
çatırdayan şeylerin ve küçük küllerin resmini yaptığın zaman beni düşün. Ah
benim küçük küllerim! İsmimi de resmin bir köşesine yaz ki bu dünyada
hatırlanabileyim.”
Kadere bakın
ki tarih Garcia Lorca’nın ismini Dali’nin resimlerinin köşesinden değil,
şiirleriyle, oyunlarıyla, faşizme karşı anıtsal direnişiyle hatırlıyor. Demek
ki Lorca, o yıllarda sadece gençlik aşkının hatırlamasına sığınacak kadar
özdenlik kurmuştu onunla.
1923’de
Madrid’in sanat ve edebiyat dünyasında başlayan dostluğun, kısa sürede yasak,
aykırı, tutkulu bir aşka döndüğü görülür. Dali yine uçarı, gösteriş meraklısı
ve sınırlarda dolaşan bir kişiliktir. Lorca ise içten ve tutkulu yapısıyla,
toplumsal olaylara duyduğu derin ilgi ile öne çıkar. Birbirinden çok farklı bu
iki karakterin inişli çıkışlı ilişkilerinde sinemayla ilgilenen Luis
Banuel’in ise dostlarının arasındaki bu sevgiye yaklaşımında başlangıçtaki
homofobik tutumu dikkat çekmektedir.
Lorca ve
Dali’nin birlikteliği kısa sürmüş olsa da, Dali’nin Paris ve Amerika’ya gidişi,
Paul Eduard’ın eski eşi Gala ile evliliğine rağmen, birbirlerine karşı
ilgilerinin halen devam ettiğini anlarız. Görüşmedikleri yıllarda da uzun uzun
mektuplaşmış, birbirlerine resim ve şiir yollamışlardır. İspanyol gazeteci
Victor Fernandez, 40 kadar mektuptan geriye sadece 8 tanesinin kaldığını,
diğerlerinin imajının zedelenmesinden korkan Dali veya eşi Gala tarafından imha
edildiğini yazmaktadır.[3] Lorca’nın Dali için yazdığı iki ünlü
şiir bilinmektedir: “Salvador Dali’ye Destan” ve “Küçük Viyana Valsi”…
İlişkinin
romantik boyutu kadar, karşılıklı olarak şiir, resim, tiyatro oyunu ve
filmlerde kendini gösteren bir sanatsal etkileşim de söz konusudur. Sanat
uzmanları Dali’nin “Bal kandan tatlıdır” dahil 12 eserinde çeşitli
biçimlerde Lorca portreleri bulunduğu görüşündedir.
Lorca yaşadığı
döneme göre oldukça cesur bir çıkış yaparak 1933 yılında Meksika ve Küba
ziyareti sırasında eşcinsel olduğunu açıklamıştı. Bu yüzden Katolik kilisesi
kendisini protesto etti.
İspanya iç
savaşı başlamış, faşistler ilerlemekteyken Lorca, kendisini çoktan terk edip
yepyeni bir hayat kurmuş olan Dali’nin özgürlükten yana safını seçmesi için son
bir kez onu ziyaret eder. Öncülüğünü yaptığı “Anti-faşist Aydınlar Birliği”
için desteğini aramaktadır. Dali hiçbir tarafa katılmaktan yana değildir,
rüzgarın nereden estiğini fark etmektedir, para ve şöhret peşindedir; Lorca’ya
karşı duygularının değişmediğini, birlikte yaşamalarını, kendisiyle birlikte
Amerika’ya gelmesini teklif eder. Lorca ise isyanın kalbine doğru tercihini
yapmıştır.
Yolları artık
bir daha kesişmemecesine ayrılacaktır.
Lorca’nın
öldürülmesi konusunda Sinem Özlek çok iyi özetlenmiş olarak şunları
yazmış:
“… öldürülüşü
sonradan sağ basında söylendiği biçimiyle, iç savaşın kargaşası içerisinde
istenmeden gerçekleştirilmiş bir kaza, ya da birkaç gözü dönmüş caninin işi
değil, kendi içinde oldukça tutarlı ve sistemlice işlenmiş bir cinayettir.
Öldürülen kişi, Granada’daki “İspanya’nın en aşağılık burjuvazisiyle” sürekli
alay eden bir los putrefactos, maço İspanyol değerleriyle uyum kuramayan bir
eşcinsel, Çingeneler, Mağribiler, Zenciler gibi aşağılık kesimlerin destekçisi,
kutsal Katolik inançlarına ve aile kurumuna dil uzatan bir şair ve sol
düşünceyi savunan bir aydın, yani darbeyi gerçekleştirenlerin ve onların Granada’daki
destekçilerinin kafa yapılarının keskin bir düşmanıdır. Dolayısıyla, onu
ortadan kaldırmanın faşist darbenin karakteri açısından sembolik bir değeri
olduğu şüphe götürmez.”[4]
Onu tutuklayan
ve son kurşunları üzerine sıkan Teğmen Medina şöyle demişti: “Kalemiyle,
başkalarının silahlarıyla verdiğinden daha çok zarara yol açtı” ve ekler “İbnenin
götünde iki delik açtım!”[5]
Birçok
görüntüsü adeta bir tablo gibi çekilen filmin en anlamlı sahnelerinden biri de,
Lorca’nın 1936 yılında Granada’da faşistler tarafından kaçırılıp kurşuna
dizildiğini radyodan dinleyen Salvador Dali’nin büyük bir üzüntüyle tualini ve
kendini siyaha boyamasıydı.
Genel
portresine bakınca Dali’nin iç savaştan galip gelen Franko faşizmine şapka
çıkarmasına ve ölmeden önceki son yıllarına kadar Lorca ile ilişkisini sır gibi
saklamasına insan şaşırmıyor.
..ama yine de
onu unutmadığını öğreniyoruz. Dali, 1989 yılında 85 yaşında henüz ölmeden
önce hasta yatağında 34 kiloya düşmüş yatarken; onu oradan oraya taşıyan bakım
hemşirelerinden biri diğer anlaşılmaz mırıltılar içinde şu sözleri duymuştu: “…arkadaşım
Lorca”[6]
Birbirinden
çok farklı yollarda yürüyen bu iki sanatçının birbirlerinin gençlik aşkı
olmaları bize insan ilişkilerinin karmaşıklığı ve aşkın kural tanımazlığı
hakkında çok şey anlatıyor.
Lorca’nın ismi
Franko dönemince yasaklıydı. İsim silme şimdi Dali’ye dönecek mi bilinmez.
Katalonyalı Dali veya Andalusialı Lorca’nın isimleri sokak ve meydan
levhalarından silinse de silinmese de her ikisinin de isimlerini İspanya’nın
modern kültür ve sanat tarihine silinmemecesine kazıdıklarına kuşku yok.
Şairden
bahsedip de şiirsiz yolculamak olmaz:
Atlının
Türküsü
Kurtuba
Uzakta tek
başına
Ay kocaman at
kara
Torbamda
zeytin kara
Bilirim de
yolları
Varamam
Kurtuba'ya
Ovadan geçtim
yel geçtim
Ay kırmızı at
kara
Ölüm gözler
yolumu
Kurtuba
surlarında
Yola baktım
ama yol uzun
Canım atım
yaman atım
Etme eyleme
ölüm
Varmadan
Kurtuba'ya
Kurtuba
Uzakta tek
başına
(Çeviri: Melih Cevdet ANDAY - Sabahattin EYUBOĞLU)
(Çeviri: Melih Cevdet ANDAY - Sabahattin EYUBOĞLU)
[3] Victor Fernandez,
“Querido Salvador, Querido Lorquito, Epistolario 1925-1935”,http://elpais.com/elpais/2013/06/20/inenglish/1371734269_018888.html
[5] Metin Kızık, “Lorca'nın kalemi,
Dali'nin paleti...”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2009http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/83430/Lorca_nin_kalemi__Dali_nin_paleti....html