Wednesday, April 20, 2016

Bilinmeyen Yönleriyle Tolstoy


Dünya edebiyatına dev yapıtlar kazandıran Lev Nikolayeviç Tolstoy (Rusça: Лев Никола́евич Толсто́й), asil bir ailenin çocuğu olarak 9 Eylül 1828 tarihinde Moskova’da dünyaya geldi. Ne eğitim hayatında ne de iş hayatında dikiş tutturamayan yazar; ilk gençlik yıllarında içki ve kadınlara olan düşkünlüğünün yanı sıra bohem ve sefil bir hayat yaşamıştır.
23 yaşında orduya girdi ve edebiyatla bu dönemde tanıştı. Onun edebiyata yönelmesinde Rousseau, Puşkin, Dickens ve Turgenyev’in büyük etkisi olmuştur. İlk romanlarını para ve ün için yazdı. İlerleyen zamanlarda yüksek sosyeteden bir kıza tutulduysa da bu aşk başarısızlıkla sonuçlandı.
Ünlüydü, övgülerin odağıydı; ama mutlu değildi. Hatta intihar etmeyi bile düşündü ve kurtuluşu ‘’aile hayatı’’nda görüyordu.
Bir gün Sofiya adlı, kültürlü, lükse ve eğlenceye düşkün, asil bir genç kadına aşık oldu. 1862’de evlendiler, evlendiklerinde Sofiya 18, Tolstoy 34 yaşındaydı.
Evliliklerinin ilk on beş yılı hem en mutlu hem de en verimli çağlarıdır. Savaş ve Barış ile Anna Karennina gibi iki dev yapıta işte bu on beş yıl içinde imza attı. Tolstoy yazıyor, Sofiya onun yazdıklarını kopya ediyordu. Sofiya, eserlerini okuyor; öğütlerde bulunuyor, Tolstoy bu öğütleri önemseyip yapıtlarında değişiklik yapıyordu.

Bir gün, neden olduğunu bilmediğimiz bir sebepten dolayı eşinden nefret etti. Sadece eşinden değil, çocuklarından ve çalışmaktan da. Hayatla bağları kopma noktasına geldi, hayranlarından gelen hiçbir mektubu okumaz, hiçbir dostu ile görüşmez oldu. Bu dönemde hem Tolstoy hem de eşi günlük tutmaya başladılar, ilginç olan ise birbirlerinin günlüklerini okuyor olmaları idi. Bu durum da ilişkilerini daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale soktu.
Esasında Tolstoy ile eşi birbirinden oldukça farklıydı. Tolstoy lüksten ve şatafattan ne kadar nefret ediyorsa Sofiya o denli seviyordu. Para, şöhret, zenginlik Sofiya’nın vazgeçilmezleriydi. Tolstoy ise tüm bunlara artık değer vermiyordu. Ve en kötüsü eşi, Tolstoy’u her şeyden ve herkesten kıskanıyordu. Kıskançlığı adeta hastalık derecesindeydi. Dostlarını, hayranlarını, kendi kız kardeşini; hatta kızını bile kıskanıyordu. Bir gün Tolstoy’un odasında duvarda asılı duran, öz kızının fotoğrafına ateş edecek kadar tehlikeli bir hal almıştı kıskançlığı.

Günlüğüne aynen şunları yazmıştı: ‘’Halkla ilişkisi bana tiksinti veriyor, kıskançlıktan kendimi öldüreceğim.’’ Tolstoy ise bu olanlar karşısında son derece umutsuz ve çaresizdi. Hayatın güzelliğine olan inancını yitirdikçe, önceleri inkar ettiği Tanrı’ya sığınıyordu. Hatta bu mutsuzluğu o kadar kronik bir hal aldı ki cinsel ilişkiden suçluluk duymaya ve kendinden iğrenmeye başladı.
Tolstoy hayatının son yirmi yılında şanının ve şöhretinin doruklarındaydı. Ona bir kerecik dokunabilmek, yüzünü bir an görebilmek ve sesini bir nebze de olsun duyabilmek için hayranları, kapısının önünde kuyruğa giriyordu. Yaşadığı yeri, hayranları hacca gidercesine ziyaret ediyorlardı. Atı ile gezintiye çıktığında köylüler, sanki onların güçlü efendisiymişcesine önünde saygı ile eğiliyorlardı.
Tolstoy tüm bunlar karşısında ne mi yaptı: Bütün topraklarını ve değerli tüm eşyalarını dağıttı. Ailesini çok kızdırsa da eserlerinin telif haklarını Rus halkına bağışladı. Edebi işlerinin başına da dostu Vlademir Çerkov’u getirmesi, eşinin gururunu kırdı ve onu ziyadesiyle kızdırdı. Ve Tolstoy ile Vlademir Çerkov’un eşcinsel bir ilişki içinde oldukları iddiasını ortaya attı.
Tüm bunlar yaşandıktan sonraki dört yıl Tolstoy için eşinin azarlamaları, öfkesi, her işinde kusur bulması ve onu incitmesiyle geçti.
Günlüklerinden edindiğimiz bilgilere göre Sofiya, Tolstoy’u, acımasız derecede soğuk ve aşırı bencil olduğu için suçluyordu. Ona göre Tolstoy, Sofiya’dan ruhen oldukça uzaktı.
Günlüğünün bir yerine şu satırları yazmıştır: ‘’Çalışma odasının kapısını araladığımda ‘Hiç rahat bırakmıyorsun beni.’ dedi.’’
Mutsuz olan sadece Tolstoy değildi, eşi de büyük ızdıraplar içinde kıvranıyordu. Hep eski, mutlu günlerine özlem duyuyor; o günleri yeniden yaşamak istiyordu. On üç çocuğundan yedisini kaybetti. Ve bu onun için büyük bir yıkım oldu. İntihara meyilliydi ve donarak ölmeyi denemiş, başaramayınca da zehir içmeye kalkışmıştır. Tolstoy ile yaşadığı her olumsuz durumda da intihar fikri beynini kurcalamıştır.


Tostoy ise aradığı mutluluğu ve huzuru dünyevi aşkta bulamayınca Tanrı’ya yöneldi ve ilahi aşkın peşinde koştu. Hıristiyanlığı, Museviliği ve İslamiyet’i inceledi. Ona göre Hıristiyanlık, yaşama anlam veren bir öğretiydi; ama mezhepler arasındaki kafir suçlamalarına, aforozlara, inancı tekeline alma ideallerine anlam veremiyordu. Sevgiyi hayatın gayesi olarak gören Tolstoy, özellikle ‘’öldürme’’yi anlayamıyordu. Bir fikir belirdi kafasında, yeni bir dinin kurulması, İsa’nın dininin; ama her türlü mucize ve dogmadan arınmış olarak. Bunun gerçekleşmesi için tüm hayatını feda edeceğini bile söylemiştir.
Tabii kilise, Tolstoy’a cephe aldı. O zamanlarda eşini, bir kez daha kağıtlarını karıştırırken yakalayınca her şeyi geride bırakarak kaçtı. Tüm her şeyden uzaklaşma yolunu tercih etti. Çünkü hayat artık ona çok ağır geliyordu ve yalnızlığı özlüyordu. Evinin hapishaneden bir farkı yoktu.
Onun şanını, evini, eşini, çocuklarını bırakarak yalnızlığa ve huzura doğru kaçması aslında dünyevi hayatı terk etmesi anlamına geliyordu. Çünkü kusursuzluğa ulaşabilmesi için İncil’in istediği gibi eşini ve çocuklarını terk etmesi, kutsallığa ulaşabilmek için de mülkiyet ve kazançtan vazgeçmesi gerektiğine inanıyordu. İnsan ne kadar yalnızsa Tanrı’ya o kadar yakındır fikrine sahipti. Ama amaçlarını alt üst eden bir şey olmuştu, bindiği tren daha hareket etmeden kompartımanın önüne onu görmek isteyen hayranları doluşmuş, ülkenin dört bir yanından gazeteciler onun peşine düşmüştü.


Yolda hastalandı, ailesine haber verildi. Hasta yatağında iken tek istediği eşinin yanına getirilmemesiydi. Ancak bilincini yitirdikten sonra eşi odasına girebildi ve gözyaşları içinde kocasına veda etti.
Ölürken son istediği eşinin cenazesine gelmemesi idi. 20 Kasım 1910 tarihinde ölürken, son sözleri ise şunlar oldu: ‘’Tanrı her şeyi yoluna koyacaktır, arayınız, her zaman arayınız.’’

http://www.insanokur.org/tolstoy-devlet-yurttaslari-sadece-somurmeye-degil-ayni-zamanda-ahlaksizlastirmaya-yonelik-bir-komplodur/