Thursday, May 10, 2012

EDWARD SAİD / ORYANTALİZM VE FEMİNİZM

RP
Oryantalizm’e bağlı olarak, Jane Miller adlı bir eleştirmen The Seduction of Theory adlı kitabında, Oryantalizm tartışmasında bütün o terimleri feminen çağrışımlarla birlikte kullanmış olmanıza dikkat çekerek bunların tehlikeli terimler olduğunu öne sürüyor. Kitapta feminizme pek sıcak bakmamış olduğunuz görülüyor.

Said
Evet, öyle. Buna kuşku yok. Yirmi yıl önce, Oryantalizm’i yazdığım sırada, iki şeye dikkat çekmeye çalıştım: Doğu’nun Avrupalı erkek yazarlarca olağanüstü derecede feminize edilmiş olmasına ve Batı’daki kadın hareketinin emperyalist hareketle el ele yürümekte olduğuna. Bu bir caydırıcı değildi. Irk ve cinsel kimlik sorunlarının hem tarihsel hem de kuramsal olarak birleşmeleri —tek başına cinsel kimlik sorunuyla kıyaslandığında— dört ya da beş yıl öncesinden geriye gitmez. Bu, Oryantalizm’i yazdığım sırada uğraştığım konunun bir parçası olarak görmediğim, hala süren bir tartışma. Bence Miler kesinlikle haklı, ama Oryantalizm ‘e yönelik bu eleştirilerin o zaman yapılmamış olması da çok ilginç! Müzik ya da budunbilim gibi bir alandaki oryantalizmde feminizmin ne gibi bir rolü olabilir? Bu çok karmaşık, çok sorunlu ve daha yeni yeni gündeme getiriliyor: Son üç-dört yıl içinde diyebilirim, Amerikan Budunbilim Derneği ve daha birkaç yerdeki tartışmalarda. Bu konuda ilgi yeni uyanmaya başladı.

RP
Son dönemde Oryantalizm’le doğrudan ilgilenen feminist uzmanlar, ya kültürel ulusçu tavrı ya da kadın hakları tarafını desteklediler. Bu tür tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Said
Son zamanlarda, özellikle geçtiğimiz yıldan beri oldukça ilgimi çekmeye başladı. Ortadoğu’ya baktığınızda, sözgelimi İslâm ve İslâm toplumu açısından kadının rolü konusunda aniden boy gösteren bir hayli karmaşık ve ilginç bir dizi çalışmayla karşılaşıyoruz. Uç-dört ay önce Yale tarafından basılan Leyla Ahmed’in yeni kitabı, Amerika’da henüz tek bir eleştiri bile almış değil. O kadar karmaşık, soruna o kadar uğraştırıcı bir bakışla yaklaşmış ki kimse ona elini sürmek istemiyor. Yakında çıkmak üzere olan bir yığın malzeme daha var. Eskiden Nawal el Saddawı ıle bırkaç kışının daha adını sayabili1yorduk Ama lıste pek uzun değildi. Antolojiler de var tabii—Let Women Speak, İslamic Women Speaking gibi—, bir de dünyanın en ıyı tanıdığım köşesinden —İslam ve Arap dünyasından— kadın yazarların çevirileri...
Ancak benim için işin en önemli kısmı bu kuramsal sorunlar değil, dört bir yanda birden filizlenen bu cıddı, sıyasal olarak etkin kadın hareketi Her şey,önünde sonunda, buna bağlanıyor. Artık Ortadoğu’da —Suudi Arabistan’da, Cezayir’de, Tunus’ta, Lübnan’da, bence özellikle de Filistin’de— status quo’nun dehşeti karşısındaki genel savaşımın bir parçası olan bir hareket, bır yazın soz konusu Intıfada da kadınlar müthiş avant garde bır role sahiptir. 0 halde, artık durum değişmekte. On yıl öncesine, yirmi yıl öncesine göre kuşkusuz çok farklı bır yerdeyız Benım ıçın en ılgı çekici olan da kadınlara, Kuran’ın, Şeriat’ın savlarından kendi çıkarları doğrultusunda anlamlar çıkaran yetkelerce inkar edilen bir dizi hakkın verilmesi isteminde bulunan muhalif kadın hareketidir.

RP
Yeni kitabınızda bu tür tartışmalara yer veriyor musunuz?

Said
Bunlarla oldukça ilgilenmiştim. Ama yazın alanı hala çok kısıtlı. Bir sorun daha var: Kadın hareketinin ulusçulukla bağı. Endonezya, Hindistan, Mısır gibi öncü kadın hareketlerinin olduğu ülkelerdeki ulusal hareketin ilk zamanlarında, bunlar temelde ulusçu hareketlerdi. Beyaz adam karşısındaki genel savaşın bir parçası olarak düşünülüyorlardı Geçen yıl Guney Afrıkaya gittığımde o gunun hareketi ıle bu günkü arasındaki farkın canlı bir örneğine tanık oldum. Akademik Özgürlük başlıklı bir ders vermek üzere Cape Town Üniversitesi tarafından davet edilmiştim. Boykot nedeniyle, ANC tarafından aranıp temize çıktıktan sonra ANC’nin büroları ve birkaç yerde daha seminerler verdim. Johannesburg’taki ilk konuşmam, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir Asya yerleşimi olan Linasia’daki bir Islam merkezindeydi. Filistin hakkında konuştum, onların istediği de buydu zaten. Sonra bana şöyle dendi: ‘Biz seni dinledik, şimdi sıra sende’. Once şaka ettiklerini sandım, genellikle konuklar derslerini anlatıp giderler ya... Sonra adamın biri eğitimden, yasa değişikliklerinden, şiddetten, cezaevi koşullarından söz etmeye başladı. Sonra, adını asla unutamaya cağım bir kadın (Rohanna Adams, Müslüman bir ad ve Hıristiyan bir soyadı —harika!) ayağa kalktı. Müslümanların iman tümcesi olan Bismillahirrahrnanirrahim’i kullanmayan tek kişi oydu. —Güney Afrika ve bütün Islam dünyasında bu tümceyi söylemek, kimi zaman devrimci, kimi zaman da gerici bir davranıştır. İlk durumda ‘Islam, siz baskıcılar, ırkçılar karşısında kılavuzumdur’ demiş olursunuz. Suudi Arabistan gibi yerlerde krala bağlılığı ifade eder. Cezayir’de Fransızlara karşı kullanılırdı: Siyasal bir güç olarak İslam. O kadın bunu yapmayan tek kişiydi. Irk ayrımcılığı karşısındaki savaşıma yeniden saplanmamak için geçtiği bir yoldu bu. Şöyle dedi: ‘Tamam, hepimiz ırkçılığa karşı savaşıyoruz, ama kadın sorunu hala duruyor. Hiçbiriniz buna değinmediniz’ (herkesi suçlayıcı gözlerle süzdü...) ‘Bizi bir kenara itmeye çalışıyorsunuz’; gerçekten de bunu yapıyorlardı. Salon, kadınlar ve erkekler ayrı taraflarda oturacak biçimde düzenlenmişti —konu ırk ayrımcılığıydı. Kadın bu durumu halletmemiz gerektiğini söylüyordu. Bu nedenle, artık ulusçuluktan yüz çeviren, bütünüyle farklı bir kadın hareketinden söz ediyoruz. Ulusçuluğun, kadınlar, dinsel ve etnik gruplar vs. gibi yeni azınlıklar sınıfı aracılığıyla baskıcı güçlerin tuzağı haline geldiği yönünde genel bir uyanış söz konusu; bu uyanışın ortaya çıktığı yerlerden biri de kadın hareketidir. Filistin’de işgal bölgesindeki kadın hareketingi en büyük erdemi, yalnızca İsrail’i değil, bütün bir Arap İslâm dünyasının kadınlara yönelik baskısını hedef almış olmasıdır. Ama daha işin başındalar. Her şey değişiyor.
Çalıntı