Kurucu Babalar,
kendilerini güçlü hissettikleri noktaya varıncaya kadar, birleştirici olabilmek
için ‘Türkiyeli’ terimini kullandılar
BASKIN ORAN
Radikal
Geçen haftaki
yazımdan, üst kimlik olarak “Türk” teriminin “etno-dinsel”, yani “bölücü”
olduğu yeterince anlaşıldı sanırım. Zira, nasıl bir devletin bölge liderliği
diğer bölge devletlerinin rızasıyla olursa, üst kimlik de alt kimliklerin
rızasına tabidir: Bu rıza var ise birleştirici, yok ise parçalayıcı olur.
Çünkü, alt kimlikler içinden en güçlü olanı kendi kendini üst kimliğe terfi
ettirerek asimilasyona başlarsa, ikinci güçlü alt kimlik isyan edebilir. 90
yıldır başımızda dolaşan lanetin çok özet öyküsü bu, işte.
“Türk”çü
ulusalcılar, “Türkiyeli”den nefret ediyorlar. İki sebepten: 1) Esas, Millet-i
Hakime tahtından inip eşit olmak istememelerinden, 2) Ama bir de, terimin
1961’den sonra sosyalistler ve Kürtler tarafından kullanılmış olmasından. Peki,
bu “komünistler ve bölücüler”, şimdi Prof. İlber Ortaylı’nın “tercüme
edilemezdir, bidon’dur” dediği bu terimi kafalarından mı icat etmişlerdi? Ne gezer, şimdiki
ulusalcılarımızın kalpaklı resimlerini meydan meydan dolaştırmaktan kuvvet
aldıkları Gazi M. Kemal ile arkadaşlarından kopya çekmişlerdi. Çünkü Kurucu
Babalar, kendilerini güçlü hissettikleri noktaya varıncaya kadar, birleştirici
olabilmek için “Türkiyeli” terimini kullandılar. Yani, İlber kardeşime sorarsan
“bidoncu” idiler. Yerim sınırlı olduğundan, örnekleri atlaya atlaya vereyim:
İttihat ve Terakki’de Türkiyeli
Benim tespit
edebildiğim, terim ilk olarak Ağustos 1915 tarihli Mekatib-i Hususiye (özel
okullar) Talimatnamesi’nde İttihat ve Terakki hükümeti tarafından kullanıldı.
(Bkz. Selçuk Akşin Somel, Gayri Müslim Okulları Nasıl Azınlık Okullarına
Dönüştü, Geçmişten Günümüze Azınlık Okulları Projesi, İstanbul , Tarih Vakfı,
2013’ten, Faik Reşit [Unat], Maarif Düsturu, Cilt I-2, İstanbul, Devlet
Matbaası, 1927, s. 312).
Md. 1 özel
okulları, ‘masrafları bireyler tarafından ve hükümetçe tanınmış “Türkiyeli”
cemaat, cemiyet ve şirketler tarafından sağlanarak açılan okullar’ diye
tanımlamıştı. Md. 3, “Türkiyeli” cemaatler tarafından açılan okulların ancak o
cemaate mensup nüfusun sakin bulunduğu mahalle veya köylerde bulunabileceğini
söylüyordu. Md.
8, “Türkiyeli” gayrimüslimler tarafından açılacak okullarda, Maarif
Vekaleti’nden resmi ruhsat alınmadıkça yabancı müdür, müdire veya öğretmen
istihdam edilmesini yasaklıyordu.
TBMM tartışmalarında Türkiyeli
İttihatçı/İttihatçıların
bu kullanımı İttihatçı/Kemalistlere miras kaldı, çünkü onlar da işin başında
birleştirici olmak zorundaydılar. Birinci TBMM tutanaklarından okuyoruz.
05.11.1921: “Türkiyeli demek, Türk tâbiiyetini haiz demektir.” (Yusuf Kemal B. –
Kastamonu). “Sekizinci maddedeki Osmanlı kelimesi yerine ‘Her Türkiyeli’
kelimesinin ikamesini teklif ederiz.” (Emin Şükrü B. – Bursa Bolu). Herhalde Osmanlı’daki “Fransevî”
terimini unuttuğundan, ‘Fransızlara Fransalı diyor muyuz!’ diyen ünlü tarih
profesörümüze fena bir cevap: “Fransa milletine ne diyorlar? Fransalı.
Türkiyeli denince her millet dâhildir. Türkiye tâbiiyetini haiz olan her kimse
Türkiyelidir.” (Hüseyin Avni B. – Erzurum).
21.06.1922:
“Türkiye’nin meşru hukukunun tanınması hususunda şimdiye kadar gösterdikleri ve
göstermekte oldukları temayüle karşı Türkiyeliler pek müteşekkirdirler.”
(oturum başkanı Musa Kazım E.). 06.07.1922: “Buraya her yan bakan gözü
Türkiyeliler her zaman çıkarabilirler. (Alkışlar)” (Mahmud Esad B. – İzmir).
Ve, 02.12.1922
oturumunda söylenen şu söz, kimilerini hop oturtup hop kaldırtacak: “Burada
kürsü-i millette yegâne söz sahibi Türk ve Kürt olacaktır. (Her Türkiyeli,
sesleri)” (Hüseyin Avni B.).
Gazi’nin Anayasa taslağında Türkiyeli
Gazi M. Kemal’in
de bölücü değil, birleştirici olmaya ihtiyacı vardı. Temmuz 1923’te, kendi el
yazısıyla hazırladığı 1921 Anayasası değişiklik taslağında terimi 4 ayrı
maddede kullandı (Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı, İstanbul, Boyut
Yayın Grubu, Ekim 1998):
Md. 12:
“Türkiye’de ahval-i fevkalade müstesna olmak üzere, Türkiyeliler için seyr-ü
sefer serbesttir”; Md 13: “Emr-i tedris serbesttir. Kanun dairesinde her
Türkiyeli umumi ve hususi tedrise mezundur”; Md. 14: “Mektepler ve bilumum
irfan müesseseleri devletin taht-ı nezaret ve murakabesindedir. Türkiyelilerin
talim ve terbiyesi bir siyak-ı ittihat ve intizam üzere olmak mecburidir”; Md.
15: “Türkiyeliler nizam ve kanun dairesinde ticaret ve sınaat ve felahat için
her nevi şirketler teşekkülüne mezundurlar”.
Heyet-i Mahsusalar’da Türkiyeli
Terim, Eylül
1923’te, savaş sırasında sayıları fazla kabarmış olan subayları emekli etmek
amacıyla TBMM’de kurulan Heyet-i Mahsusalar’da çok kullanıldı. Para sınırlı olduğu için, mevcut sınırlar dışında mesela
Yemen’de yaşayanlara maaş bağlanmak istenmiyordu. Milli Müdafaa Vekili Kazım
(Özalp) Paşa şöyle demişti: “Bu işi, tabii, kendi hududu millimiz dahilinde
olanlara, Türkiyeli olanlara hasrettirmek istiyoruz” (Cemil Koçak, Belgelerle
Heyeti Mahsusalar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, p. 25).
Türkiyeli’den Türk’e geçiş
Fakat Temmuz
1923’te Lozan yapılarak devlet kuruldu, Ekim 1923’te de cumhuriyet ilan
edilerek rejim. Kurucu Babalar artık ‘birlik-beraberlik’i sağladıklarına karar
verdiler. Kürtlere (ve diğer ‘anasır-ı muhtelife’ye) artık ihtiyaç kalmamıştı;
Türk’e geçiş yapılabilirdi. Çünkü, bir yandan dönemin uluslararası havası
‘kuracağı ulusu tek bir kimlikten ibaret sayan ulus-devlet’lere uygundu, bir
yandan da Kürtler tamamen örgütsüzdü. Birkaç örnek de buradan vererek
bitireyim.
1981’de
bitirdiğim (ve şimdi yeniden yazacağım) ‘ Atatürk Milliyetçiliği’ kitabının
1999’da yapılan 5. baskısı için 3 ciltlik Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ile 1
ciltlik Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’ndeki 5 kilit önemdeki isim
tamlamasını oturup saymış, bir dipnot olarak eklemiştim. Bunlardaki “Türkiye”
kelimesi, 29 Ekim 1923’ten sonra “Türk” oluverdi. Bunları sunayım. Yanlarındaki
sayıların önce geleni bu tarihten önceki, sonra geleni de bu tarihten sonraki
kullanım sayılarıdır: “Türkiye Milleti” (3/1); “Türkiye Halkı” (51/4); “Türkiye
Devleti” (24/2); “Türkiye Ordusu” (9/0); “Türkiye Hükümeti” (6/0).
İşin asıl
ilginci, şu anda, şu sözlerin bahsettiği noktada oluşumuz: “Anayasamız
gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde o ilin halkı
Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Türkiye’nin
halkı söz konusu olurken, onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade
olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele yaratmaları daima mümkündür.”
Söyleyen: Gazi M. Kemal, 16-17 Ocak 1923 gecesi, İzmit Basın Toplantısı.