"19. yüzyıla gelindiğinde, hem devrim naralarını atan Fransa hem de İspanya'da 'güçlü ulus-devlet'ten halkların payına homojenleştirilme, yani asimilasyon ve kültürel soykırım düştü. 1841 yılında Fransa ve İspanya devletleri arasında çizilen sınırla Bask Ülkesi de ikiye bölünmüş oldu."
"1975 yılına kadar sürecek olan Franco diktatörlüğü Bask halkı açısından bir imha harekatından farksızdı. Yaklaşık 6 bin Bask idam edildi, onbinlercesi Nazi kamplarına benzer mekanlara kapatıldı, yüzbinlerce insan yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Bask dili ve kimliğine dair ne varsa yasaklandı."
Bask Ülkesi'nde yeni dönem -I-
Avrupa'nın "son silahlı çatışması" sayılan Bask meselesinde son aylarda yeniden dünya kamuoyunun gündemine girdi. Bunda, özellikle de ETA'nın silahlı mücadelesine son verme kararı belirleyici olmuştur. Bu karar uluslararası medyada geniş yankı bulurken, silahlara veda ana akımda daha çok "ETA'nın yenilgisi", "İspanya demokrasisinin zaferi" vb. şeklinde verildi.
Hakikaten öyle mi? 50 yılı aşkın Bask Ülkesi'nin özgürlüğü için mücadele eden kısa adı ETA olan Euskadi Ta Askatasuna (Bask Vatanı ve Özgürlük), son yıllarda artan devlet baskıları karşısında yaşadığı zayıflama nedeniyle mi silahları bırakmaya karar verdi? Sıkça iddia edildiği gibi toplum nezdinde büyük destek kaybına uğradı mı? Bask sorunu nasıl bir aşamaya geldi? Çözüm mücadelesinin temel aktörleri kimler, ne gibi projeleri var? Bütün bu sorulara yanıt bulmak için Bask Ülkesi'ne gittim.
Bask Ülkesi ve sorunun kökenleri
Hemen baştan belirtmeliyim ki, 'Bask Ülkesi' derken Bask topraklarının bütününü kastediyorum. Bunu vurgulamak şu açıdan önemli: Fransa ile İspanya devletlerinin sınır bölgesindeki Pirene ile Kantauriar dağlarının arasındaki ülkenin adı Bask dilinde Euskal Herria (Bask Ülkesi). Ancak sıkça kullanılan 'Euskadi' kelimesi, ülkenin sadece üçte birini kapsayan Özerk Bask Bölgesi'ni ifade eder. Euskadi'nin dışında, İspanya devlet sınırları içindeki Nafarroa (İspanyolca: Navarra) ve Fransa devlet sınırları içindeki Kuzey Bask Ülkesi de, üçe bölünen Euskal Herria'nın birer parçası.
Şimdi diyeceksiniz ki, madem kendi dillerinde ülkelerinin adı 'Euskal Herria', bizim bildiğimiz 'Bask' kelimesi de nereden geliyor? Dikkat edilirse Kürdistan'da da birçok şehrin adı etimolojik olarak Kürtçe değil. Örneğin Mêrdîn'e bağlı Nisêbîn (Nusaybin), Asurca 'Nisibis' isminden geliyor. Onun kökeninde de Akatça 'Naşibina' var. Şehir isimleri çoğunlukla, onları kuran iktidarlar veya işgalciler tarafından verilmiştir. 'Bask' adının ardında da böyle bir işgal, iktidar ve isyan hikayesi var.
'Bask' kelimesi, köken olarak Latince 'Vasco'dan (veya çoğul: Vascones) geliyor. Onun kökeninde ise, Roma döneminde kullanılan 'Barscunes' kelimesi var. Bu öylesine bir teori değil, zira Nafarroa'nın başkenti Iruna'da (İspanyolca adıyla Pamplona) yapılan kazılarda bulunan ve M.Ö. ilk ve ikinci yüzyıla ait olduğu belirlenen demir paraların üzerinde de 'barscunes' yazılı. Kürtlerin yaşadığı toprakların adını dağlardan (Sümerce kur = dağ) aldığı söylenir ya. 'Barscunes' de Latincede 'dağ halkı' demek...
Dolayısıyla 'Bask' adı, başkaların takmış olduğu bir isimdir. Oranın insanları kendilerine 'Euskaldunak' (Baskça konuşanlar, bu aynı zamanda etnik bir terimdir) veya 'Euskal herritarrak' (Bask Ülkesinin yerlileri) diyor.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Naffaroa, Baskların tarihinde çok özel bir yere sahip. Bunun sebebi, Ernest Hemingway'in Iruna'da geçen ilk romanı olan Güneş Doğar Da'da da anlatılan boğa güreşleri değil. Naffaroa, 824 yılından 1589'a kadar - bazen aralıklarla - kraliyet olup, şu veya bu düzeyde özerk ve bağımsızdı. Bu kraliyet, en çok genişlediği dönemlerde toplam 7 eyaletten oluşan Bask Ülkesi'nin tümünü de kapsıyordu, bugün bildiğimiz birçok Bask şehri, örneğin futbol takımı ile ünlü Bilbo (İspanyolca Bilbao) bizzat kraliyet tarafından kuruldu. Ancak değişik dönemlerde egemenlik sahalarını genişletmek uğruna savaş ve işgallere başvuran Fransız, Aragon, Kastilya ve İngiliz kraliyetleri, farklı zamanlarda kısmen Naffaroa kraliyetine ait topraklara 'sahip' oldular.
Ulus-devlet Basklara yaramadı
Naffaroa kraliyeti 16. yüzyılın sonlarında Fransa ve Kastilya krallıkları arasında bölüşülse de, belli bir düzeyde idari, kurumsal varlığını sürdürür. Paris veya Madrid'e bağımlı olmak şartıyla bir yere kadar özerktir. Yine kendi iç hukuk düzenleri var. Baskların o dönemki statüsü bir bakıma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan önceki süreçteki Kürt mîrliklere benzetilebilir. Fakat 17. ve 18. yüzyılda Fransız ve İspanyol merkezi hükümetler, Baskların sahip olduğu sınırlı özerkliği adım adım sınırlar. Bunda, önceki iki yüzyılda Bask topraklarında, özellikle de liman kentlerinde sağlanan ekonomik kalkınma ve bunun beraberinde getirdiği güçlenme belirleyici olmuştur. Paris ve Madrid'in bu tutumuna Basklar ayaklanmalarla yanıt verir. Kürdistan'da 'Serhildan' neyse, Bask Ülkesi'nde 'Matxinada' odur. İsyanlar kanlı bir şekilde bastırılır.
19. yüzyıla gelindiğinde, hem devrim naralarını atan Fransa hem de İspanya'da 'güçlü ulus-devlet'ten halkların payına homojenleştirilme, yani asimilasyon ve kültürel soykırım düştü. 1841 yılında Fransa ve İspanya devletleri arasında çizilen sınırla Bask Ülkesi de ikiye bölünmüş oldu. Baskların ulus olarak bastırılmasına paralel olarak bölgede kapitalist üretim tarzı hızla geliştirildi. 1872 yılındaki III. Karlist Savaşı sonucu Bask Ülkesi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak İspanya devletine zorla entegre edildi. Ancak Bask halkının direniş damarı bütün bunlara rağmen hiçbir zaman kurutulamadı. 1895'te de Bask Ulusal Partisi'nin (EAJ-PNV) kuruluşuyla birlikte modern Bask ulusal mücadele de doğmuş oldu. Yedi lehçeden oluşan Bask dili bu dönemden sonra yeniden bir standarda kavuşturuldu, ulusal semboller yaratıldı. Bask ulusal marşı ve bayrağı da yine bu döneme ait.
İspanya'nın monarşiye karşı İkinci Cumhuriyeti, 14 Nisan 1931'de Bask Ülkesi'ne bağlı Eibar'da ilan edildi. Basklar, Madrid ile problemli ilişkilere rağmen sonradan belli özerk haklara sahip oldu. Fakat 1936'da Franco liderliğindeki faşist darbeyle birlikte Bask Ülkesi açısından karanlık bir dönem başlar. 1936 yılında patlak veren iç savaşta iki temel cephe vardı: Sol Halk Cephesi (Frente Popular) ve faşist Ulusal Cephe (Frente Nacional). Cuntacılar Nafarroa ve Araba'da birkaç gün içinde iktidarı ele geçirebilirken, bugünkü Euskadi'de Basklar, cumhuriyetçilerin safında yer aldı. 26 Nisan 1937'de Picasso'ya ünlü tablosunu yaptıracak Gernika katliamı gerçekleştirildi: Hitler Almanya'sına ait savaş uçakları ile Gernika şehri bombalandı, yüzlerce insan hayatını kaybetti.
Picasso'nun Guernicası, Baskların Gernikası
Burada Gernika'nın Bask halkı için özel anlamından söz etmek gerekiyor: 1366 yılında kurulan ve halk arasında kutsallığa sahip olan Gernika'da, Ortaçağ'dan itibaren meclis toplantıları gerçekleştirilirdi. İspanyol kralları, şehrin merkezindeki meşe ağacının altında, Bask halkının sahip olduğu özerk haklara, yani fuero'lara saygı göstereceklerine dair yemin içerlerdi. Gernikako Arbola olarak isimlendirilen bu meşe ağacının altında ayrıca 1876 yılına kadar bütün Bask Ülkesi'nden yaşlılar heyetleri yılda bir toplanıp, bir çeşit doğrudan demokrasi uygulardı. İşte, Alman faşistlerin İtalyan dostlarıyla birlikte Franco için düzenlediği bombardımanda, Gernika meşesinden geriye kalan gövde bugün anıt olarak o günleri anımsatıyor.
Haziran ayına kadar cuntacılara karşı direnen Bizkaia ve Gipuzkoa eyaletleri, yenildikten sonra Franco tarafından 'ihanetçi eyaletleri' ilan edildi ve her türlü özerk düzenlemeler iptal edildi. 1975 yılına kadar sürecek olan Franco diktatörlüğü Bask halkı açısından bir imha harekatından farksızdı. Yaklaşık 6 bin Basklı idam edildi, onbinlercesi Nazi kamplarına benzer mekanlara kapatıldı, yüzbinlerce insan yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Bask dili ve kimliğine dair ne varsa yasaklandı. Baskça'nın konuşulması ve isimlerin konulması yasaklandığı gibi, şehir isimleri de tümüyle değiştirildi. ETA'nın 31 Temmuz 1959'daki kuruluşuna neden olan işte bu gerçeklikti. ETA'yı kuranlar – ki çoğunlukla Bask kültürü, özellikle edebiyatı ile ilgili çalışmalar yürüten üniversite öğrencileriydi – Bask Ülkesi'ni İspanya devletinin baskıcı egemenliğinden kurtarmayı amaçlayıp, kendilerini Franco diktatörlüğüne karşı devrimci bir direniş örgütü olarak görüyordu. Örgüt, ilk yıllarda daha çok Bask dili ve kültürünün yeniden canlandırılmasını öngören faaliyetlere yoğunlaşırken, siyasi atmosferin de etkisiyle radikalleşir. 1968'de rejime karşı silahlı mücadeleyi başlatır. İlk eylemlerinde 'meşhur işkenceci' emniyet müdürü Meliton Manzanas'ı öldürürler.
Franco'nun ölümünden sonra 1979'da yeni İspanya anayasası ile birlikte özerk bölgeler yeniden statülerine kavuşur. Özellikle Bask, Katalan ve Galiçya özerkliklerin daha özgün olmasının sebebi, devletin bir lütfundan ziyade orada yürütülen mücadelelerin sonucu. Buna rağmen yapılan referandumda İspanya Anayasası Bask Ülkesi'nde çoğunluk tarafından reddedildi. Bunun sebebi, anayasanın ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımaması, Bask Ülkesi'nin coğrafi bölünmüşlüğünü sağlamlaştırması ve Bask özerkliği her an kaldırma yetkisini taşımasıdır.
Sonuç vermeyen müzakereler tarihi
ETA ile İspanya devleti arasında farklı dönemlerde farklı düzeylerde görüşmeler gerçekleştirildi. İlk temaslar 1970'li yılların sonunda kuruldu. ETA ilk ateşkesini, sağ-muhafazakar Demokratik Merkez Birliği'nin (UCD) iktidarda olduğu 1981 yılının Şubat ayında ilan etti. Bu ateşkes, 1 yıl sürdü. Sonra 1986 yılının sonunda, dönemin PSOE hükümetiyle görüşmeler yapıldı, bunların sonucu olarak ETA 28 Ocak 1988'de hükümete 60 günlük ateşkes teklif etti. Gizli bir şekilde Cezayir'de yürütülen bu görüşmeler, 1989'un başında müzakerelere dönüştü ve ETA yeniden tek taraflı ateşkes ilan etti. Fakat bu müzakereler nisan ayında sonuçsuz kalınca ETA ateşkesini bozdu. 1996 yılında yapılan seçimleri kazanan sağcı Halk Partisi PP'ye bir haftalık ateşkes teklif edildi. Ancak PP bu teklife olumlu karşılık vermedi. İki yıl sonra ise yeniden ilan edilen ateşkesle birlikte ETA ve PP temsilcileri arasında bir dizi görüşme gerçekleştirildi, fakat bu müzakereler de çözüm yolunu açmadı.
2003'e gelindiğinde PSOE ve PP'nin çıkardığı yeni partiler yasası ile birlikte, o döneme kadar Madrid'de temsil edilen Batasuna yasaklandı. Ardından birçok parti, Batasuna'nın devamı olduğu iddiasıyla yasaklandı. 11 Mart 2004'te El Kaide tarafından Madrid'de gerçekleştirilen terör saldırısının ardından PP iktidarını kaybederken, ETA da yeniden sorunun çözümü için diyalog çağrısında bulundu. Ancak merkezi hükümet, görüşmeler için ETA'nın silah bırakmasını önkoşul olarak dayatınca, çözüm umutları bir kez daha yarı yolda kaldı.
ETA, PSOE iktidarı ile müzakereler amacıyla 22 Mart 2006'da kalıcı ateşkes ilan etti. Örgüt, konuyla ilgili açıklamasında bu adım ile Bask Ülkesi'nde demokratik sürecin başlatılması ve sorunun çözülmesini hedeflediğini kaydetti. Jose Luis Rodriguez Zapatero başbakanlığındaki hükümet bunun üzerine ETA ile görüşmelere başladı, ancak öncesinde "terörizmin sonlandırılması için siyasi bedel ödemeyeceğiz" dedi. Mecliste PP dışındaki siyasi partiler de ETA ile müzakerelerin yürütülmesine onay verdi. O dönemde ETA içinde de çelişkiler söz konusu idi; bir kanat diyaloğu desteklerken bir kanat silahlı mücadeleye dönüşü savundu.
ETA, 30 Aralık 2006'da Madrid havaalanındaki otoparkına bombalı saldırı düzenledi. Hükümet bu eylemle birlikte diyaloğun sonunu ilan etti. 2007'de konuyu sorduğum bir Bask özgürlük hareketi yetkilisi, hükümetin müzakere sürecinde tek bir somut adım atmadığını, kendilerini oyaladığını ve bu eylemin "uyarı" amacıyla gerçekleştirildiğini, kendileri açısından eylemin ateşkesin sonu olarak görülmediğini belirtmişti. Saldırıdan önce ETA, telefon yoluyla polise ihbarda bulunmuştu ve otoparkın boşaltılmasını istemişti. Ancak buna rağmen iki Ekvadorlu hayatını kaybetmişti. Görüştüğüm yetkili, bu iki kişinin kağıtsız mülteci olduğunu ve sınırdışı edilme korkusuyla arabadan çıkmadığını söylemişti.
ETA, 5 Haziran 2007'de ateşkesinin bittiğini ve silahlı mücadelenin "bütün cephelerde" yeniden başlatılacağını ilan etti. İspanya devleti bu açıklamaya Ekim ayında Batasuna'nın yönetim kademesini tutuklayarak yanıt verdi. Ardından gelişen süreçte ETA silahlı eylemlerini yoğunlaştırırken, devlet de yeni bir tutuklama ve yasaklama dalgası başlattı. ETA en son 5 Eylül 2010'da ateşkes ilan etti. 10 Ocak 2011'de bu ateşkes, kalıcılaştırıldı. Örgüt, uluslararası kamuoyunun ateşkes denetimine açık olduğunu beyan etti. 20 Ekim 2011'de ise silahlı mücadelesine son verdiğini deklare etti. ALINTI