CulDe
suc
Pamuk
tarlalarında ska, rock stady ve reggae ile birlikte duyuldu blues. Kara
Afrika’nın hüznü, bu mavi tonlu müziğe yansıdı. 1930’larda Amerika kıtasına
ulaştığında “Şeytan icadı” olarak görüldü. Kilisenin güdümündeki kimi bağnaz
Amerikalılar’a göre blues müzisyenleri, Afrika dinlerini yaşatmaya çalışan
büyücülerdi. Blues ustaları bu savların karşısına çıkma gereği duydular.
Yerleşik düzene ilk başkaldırıyı, şeytanı öncü olarak seçmekle yaptılar.
Sonraları rock’n roll’a kaynaklık eden
blues, itilip kakılan alt kültür insanını hedef seçti. Aslına bakılırsa,
yerleşik değerlerin, burjuva kültürünün dindar insanı zaten dinleyici kitlesi
olamazdı.
50’li
yılların
gençliği tarihin en büyük acılarını çocukluğunda yaşayan, Hiroşima ve
Nagasaki gerçeğine tanıklık eden bir kuşaktı. Sıcak savaşların peşi sıra
nükleer tehlike gündemdeydi. Endişe ve korku en yoğun duygulanmalardı o
sıra.
Bu
gençlik savaşa karşıydı, savaşın en derin izlerini taşımaktaydı. Akademik değer
yargılarına da karşıydılar. Çünkü savaşların nedenini akademik tartışmalara
bağlıyorlardı. Böylece ortaya yerleşik düzenin tüm değer yargılarını,
alışkanlıklarını, düşünce biçimlerini reddeden bir kuşak çıktı. Bu reddediş,
devrimci bir yön taşımayan, safça bir iyiniyeti doğurdu ve kendi idolünü
yarattı: Elvis Presley.
Elvis
Presley ya da zamanın entelektüellerinin aşağılayıcı tanımlamasıyla Elvis
Pelvis, kalçalarını sallayarak yaptığı garip şovlarla bir anda “Sosyolojik bir
mit” halini aldı. Çok da içi boş bir mit değildi Elvis. Gitar, ritm gitar, bas
ve davuldan oluşan klasik rock’n roll dörtlüsünü Beatles’dan yaklaşık 10 yıl
önce kullanmıştı.
Bu
sıralar Beatniklerin mesihi sayılan Jack Kerouac (ki o dönemin en sıkı
yazarıydı), otostopla Amerika’yı boydan boya gezmekte ve çağın en ünlü “hobo”su
olmak üzeredir.
Veee…60’lara
gelindiğinde İngiltere’de Beatles fırtınası esmektedir. Bu, “kolejli çocuklar”
görüntüsündeki medya ilahları, kısa sürede tüm dünya müziğini etkilerler. Rock
müziğe dair ilk etkin çıkış ise hırpaniliğin kitabını yazan Rolling Stones
tarafından gerçekleştirilir. Artık müziğin içine distorsiyonlu gitar girmiştir.
Uzun yıllar önce şeytana ruhunu satan Robert Johnson’ın ardından, bu serseriler
de şeytana sempati duymaya başlarlar.
Amerika
cephesinde Kerouac’ın izinden giden Beat Kuşağı yerini çiçek çocuklarına
bırakmaya başlamıştır. Elden ele dolaşan kitaplar yine Walt Whitman ve Allen
Ginsberg şiirleri, Hermann Hesse ve Jack Kerouac’ın yapıtlarıdır. Greatfull
Dead bu kavmin favori grubudur. Onbinlerce kişi, grubun konserleriyle
Amerika’yı baştan başa katetmektedir.
Bob
Dylan ile protest rock Yeni Dünya’da tam bir patlama yapar. (Oysa İngiltere
konserlerinde ıslıklanmaktadır Dylan. Çünkü protest müziğe elektrikli gitarı
sokmuştur ve hala eski kıtada gözde enstrüman akustik gitardır.)
Çiçek
çocukları güzel insanlardı. Olağanüstü doğal giyim tarzları ve pasifist
tepkileriyle bir döneme imza attılar. Tepkiselliklerine tutarlı bir politik
yaklaşım katmadıkları için Woodstock
konserleriyle hippyliğin cenazesi kaldırılmış oldu. Artık, uyuşturucuya tapınan
“savaşma seviş” deyimini terminolojilere sokan bu sevimli kitle sahneden
çekilmişti. İngiltere’de Beatles’tan kendini sıyıran John Lennon, sol
söylemlerle aydın kesimin ilgisini çekmekteydi. Din, cinsellik ve TV ile
uyutulan, kendisini akıllı, sınıfsız ve özgür sanan insanlara bir hiç
olduklarını hatırlatmaktaydı Lennon. Yaşamın onurlu gerçekliğini “İşçi sınıfı
kahramanı” olmakta görüyordu. Lennon bir başlama noktasıydı ve …başkaldırı
başladı!
Golden
Era of Rock (Rock’ın Altın Çağı) 70’li yıllardır. Lirini bir köşeye bırakıp
gitara sarılan müzik tanrısı, henüz synthesizer ile tanışmamıştır. 68 kuşağı,
artık eski çiçek çocukları kadar iyimser ve pembe düşler içinde değildir. Soğuk
savaş rüzgarlarının estiği, Çekoslovakya işgalinin yankılarının sürdüğü 70’li
yıllar, radikal ve sert politik olaylara sahne olur. Gençlik bu sert, acımasız
yaşantıdan nasibini alır ve başkaldırının ruhu canlandırılır. Kapitalizmin yoz
değer yargılarına ve burjuvazinin yerleşik düzenine karşı kitlesel bir çıkış
yaşanır. Müzik artık daha bir elektrikleşmiş, ritmlerde sertlik başlamıştır.
Pink Floyd bu ortamda bayraklaşan grup olur. Pink Floyd’un yanısıra, teatral
rock’ı şovları ve görsel efektleriyle birleştiren Genesis, senfonik rock’ın
öncüleri Moody Blues, Jethro Tull ve Yes, hard rock’ta Deep Purple, Who, Led
Zeppelin ve Uriah Heep dönemin gözde gruplarıdır. Bu arada daha entelektüel bir
dinleyici kitlesine sahip olan Byrds ve Renaissance da başkaldırının
ateşleyicileri arasındadırlar.
60’ların
simgelerinden Bob Dylan rock çizgisine kaymış ve hala çok popülerdir. Bu arada
Kanada’lı ozan-şarkıcı Leonard Cohen ve Amerikalı protest şarkıcı Joan Baez
giderek daha çok sevilmektedirler.
70’ler
rock müziğin anti-tezinin de doğuşuna sahne olur. The Clash ve Sex Pistols’ın
öncülüğünde anti-rock bir akım olan Punk filizlenmeye başlar. (Nitekim 70’lerin
ikinci yarısında rock’ın isyankar misyonunu punk taşıyacaktır.) Bu arada
Amerikalı garaj grupları ve New Wave akımı da ilk ürünlerini vermeye başlar.
Rock
elbette 60’ların pasifist pembe görüşlerinden daha radikal bir tepki olarak
çıkmıştır. Bir başkaldırının, yaşamı ve toplumsal baskıları, yerleşik düzenin
yoz değerlerini sorgulamanın müziği olmuştur. Ama bütün bunlara dayanarak bir
yaşam felsefesi olduğu çıkarımını yapamayız. Rock siyasal bir düşünce ya da
teori değildir. Tepkiseldir ancak ciddi ve kalıcı çözümler üretme kaygısı
taşımaz. Doğal olarak toplumsal değişimlere ayak uydurmuş ve kendi bünyesinde
değişimler yaşamaya başlamıştır.
80’li
yıllar daha az kitap okunan, şiirlerin rafa kaldırıldığı yıllardır. ABD’de
Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakar kadroları demokratların yerine geçer.
İngiltere’de demir cadı Thatcher iktidarı ele geçirir. Kapitalizmin tüm dünyayı
sarmalamasıyla birlikte kitle iletişim araçları rock müziğe eskisi kadar yüz
vermemeye başlar. Bu ortamda kılık değiştirmiş, kişilik erozyonuna uğramış,
yeni bir rock müzik piyasaya çıkar. Köken olarak hard rock’a dayansa da hard
rock’ın taşıdığı lirizmden çok uzak yeni bir tür olan metal müzik hortlatılır.
Milliyetçi İngiliz grubu Iron Maiden, neo-faşist KISS (SS ayrı yazılmalı) ve
ırkçı söylemin yeni ağzı WASP (White Anglo Saxon Protestans) popülerdir. Rock
müziğin eski tarzının en popüler grubu ise yine bir sağcı gruptur: Queen.
80’ler
müzik endüstrisinin de canavarlaştığı yıllardır. Yüreğimizin parçası saydığımız
LP ‘ler, yerini yavaş yavaş CD denilen garip UFO’lara bırakır. Müzik
elektronikleşmiş, synthesizer, prophet ve bilgisayar kullanımıyla artık DJ’ler
bile müzisyenliğe soyunmuştur. TV izlemek, çılgınlık derecesine ulaşmış, müzik
artık video-clip’lerle anılmaya başlamıştır. Ve müzik tanrısı klavye kullanmaya
başlamış, gitarını çatı katında örümcek ağlarının arasına terketmiştir.
Çiçek
çocuklarının doğallığı, rock ruhunun bilinçli tepkiselliği yok olmaya yüz tutmuş
durumdayken, ürkünç görüntüleri, metal aksesuarları ve kara giysileriyle
sokaklarda dolaşan gruplar türer. Alt kültür insanı olmaları dışında, eski
gençlik grupları ile (hippyler, hobolar, modlar, punklar…vs.) en ufak bir
benzerlikleri yoktur. Kitap okumayı anlamsız bulurlar, çok gerekirse Stephen
King romanları ya da korku dergileri okurlar. Anarşist olduklarını sanacak
kadar anarşizm ve felsefeden habersizdirler.
Medyanın
uzağında başkaldırının sesi derinden derine sürmektedir aslında. Hard rock’ın
sosyalist grubu Rush, IRA’nın açık destekçisi U2, Amerikan rock’ının yeni sol
sesi Talking Heads, nitelikli ürünler ortaya koyarlar. İşsizlerden kurulu UB40,
Bob Marley’in mirası üzerine popüler bir reggae sound’u yakalar.
Bu
arada değinmediğimiz türler de vardır. Metal’e aptalca bir tavırla çıkan Acid,
güzel vücutlu kızların tingildek müziği House, 70’lerde Georgio Moroder’in
hortlattığı, Bee Gees’in popülerleştirdiği, düzeysizliğin ritmi Disco gibi
türler gelip geçer müzik piyasasından…
Üstünde
durulmaya değer iki tür görebiliyoruz. Birincisi daha önce kısaca değindiğimiz
Punk akımı. Orjinal tipleri ve boyalı saçlarıyla punklar toplumun insani
değerlere duyarsızlığını dile getirirler. Amatörlerin müziği diye adlandırılır
punk. Oysa elektronik müziğe tapınıldığı sıralarda onurlu bir tavır olarak
ortaya çıkıp alternatif bir kültür sunarlar. Komünal yaşantı ve uçuk tiplemeler
geçitidir punk. Patti Smith ve Sex Pistols ile ivme kazanır. The Clash hala
dinlenmektedir.
İkinci
tür ise çağa ayak uydurmuş ve klavye kullanımının öne çıktığı new wave’dir.
Depeche Mode, Eurythmics ve Human Leauge bu yeni dalgayı ayakta tutar. Aydın
kitle için 80’lerin tek sürükleyici grubu vardır: Dire Straits. Knopfler
biraderlerin birşeyler anlatma derdi, grubun müzikalitesi ile birleşmiş ve
dönemin en güzel albümleri ortaya çıkmıştır.
80’lerin
sonunda, böğüren vokalistlerin gürültüsü metale siyah bir alternatif çıkar:
Rap. Ritm&Blues, Soul dönemlerinden sonra ilk zenci hegemonyasına neden
olur rap. Varoşlardan gelen işsiz güçsüz zencilerin birbiri ardına inanılmaz
bir hızla sıraladığı kelimelerin, plak kaydırma ve tek düze ritmle
müzikleştirilme çabasıdır. Başkaldırı ruhunu sürdürmektedir ancak bu protest
tavrı müzikal çöplük haline getirmeyi başarırlar.
90’larda
tam bir müzik curcunası izliyoruz. Rap, hip hop ve metalin can çekişmesi, pop
müziğin video klip erotizmiyle pazarlanışı, rock müzikte eskiyi arayış ve new
wave‘de tekrarlar. Kirlenmeden kalan tek tür ise new age olur. Enstrümantal
yapısını çağın dışında bir lirizmle oluşturan new age hiç bir zaman geniş
kitlelerin müziği olmaz. Ama Andreas Vollendwider, Vangelis, Kitaro, Tangerine
Dream, George Winston, Yanni, Enya…gibi bestecileriyle her daim
dinlenebilirliğini korur.
90’lı
yıllar her şeyin ambalajlar içinde sunulduğu bir dönemdi. Şiir ve genelinde
yazın önemsenmemeye başlandı, tüm sanat dalları popülerliğe verilen tavizlerle
yaralandı. Yaşanan her şey biraz plastik, biraz teknolojik. Bu ortamda techno
adı verilen yeni bir ucube boy verdi. Teknoloji ve eğlence nevrozuna yakalanan
90’ların gençliği bu yeni türe sarıldı. Bu dönemde az da olsa ilaç mahiyetinde
grup ve sanatçılara rastlıyoruz: Radiohead, Massive Attack, Dream Theater, Nick Cave…
2000’li
yıllar yeni bir başkaldırının müjdecisi olacağa benzer. Gençlik yeni bir doğallık
furyasına tutulmak üzere. Okumak yeniden önemsenmeye başlandı. Akustik gitarın
hikmeti anlaşılmakta ve eski özlediğimiz rock, yeni kılığıyla dönüyor.
Not: Bu
yazıda, 70 yıllık bir dönemi özet olarak ele almanın güçlüğünden dolayı yer
bulamayan bir çok sanatçı ve grup olduğunun farkındayım. Müzik tanrısı beni
bağışlasın.