Sinan İZMİR
Kürt Özgürlük
Hareketi kendisi için öğretici olduğu kadar, Kürdistan anarşistleri için de bu
süreçte son derece öğretici bir alan açmıştır.
Başlarken
Bu yazıdaki
tespitler ve öneriler, kendini anarşist-antiotoriter olarak tanımlayan bir
bireyin kişisel gözlem ve fikirlerinden oluşmaktadır. Mutlak doğru değildir ve
mutlak geçerliliği yoktur. Bu yazıdan kaynaklanacak bir tartışma platformunun
oluşması ve akabinde yazının/düşüncenin geliştirilerek anarşizmin Anadolu
serüveninde bir çıkış yolu bulunması amaçlanmıştır.
Yazı içinde
kullanılan bazı kavramların şimdiden açıklanması ilerde oluşacak yanlış
anlaşılmaların önüne geçilmesini sağlayacaktır:
Yazıda bir
coğrafi bölge olarak “Anadolu” adının kullanılması kapsama alanının
genişliğinden dolayıdır. Anadolu coğrafyasında yaşayan tüm halkların coğrafi
bölge adlarını kabul
etmekle birlikte, yazı akışını bozmaması ve her seferinde tüm coğrafi bölgeleri
tek tek saymamak adına genel geçer bir ad olarak Anadolu adı kullanılmıştır.
Yazıda geçen
“Kürt Özgürlük Hareketi” sol ve sosyalist hareketlerden ayrı tutulmuştur. Bunun
sebebi “Kürt Özgürlük Hareketinin” ağırlıklı olarak sol tandanslı olmasına
rağmen içinde pek çok farklı politik kültürü (sosyalizm, anarşizm, ulusalcılık,
Marksizm, İslam gibi) barındırmasından ve çok parçalı bir yapısı olmasından
dolayıdır.
Yazı dili olarak
“entelektüel bir jargon” kullanılmaktan itinayla kaçınılmıştır. Zira
“entelektüel jargon”un konu içinde de bahsedeceğimiz ana sorunlardan biri
olduğu ve elitist (üstten bakan, kibirli) bir tavır içerdiği düşünüldüğünden
olabildiğince basit bir dil kullanılacaktır. Entelektüelizme kıymet verilmekle
birlikte, bunun bir fetişe ve akabinde bir sınıfsal ayrımcılığa ve hatta kimi
zaman kültürel despotizme dönüşmesi gözlemlendiğinden temkinli
yaklaşılmaktadır.
Yazı içinde
geçen anarşist ve anarşizm eleştirileri “vicdani/total ret hareketini” ve
vicdani/total retçileri kapsamamaktadır. Vicdani/total ret hareketinin bu
toprakların tarihindeki en cesur ve en samimi direniş hareketlerinden biri
olduğunu düşünülmektedir.
Kopyala-Yapıştır
Muhalefet
“Bu gruplardan
her biri (1960’lı yıllardan itibaren Dersim’de örgütlenen sol-sosyalist
örgütler kastediliyor-S.İ.), Dersim’e Çin’den, Arnavutluk’tan, Rusya’dan
veyahut Küba’dan devşirilmiş görüşleri ile bakmışlar, ne Dersim’in, ne de bir
bütün olarak bulundukları coğrafyanın koşullarını, gerçeklerini, değerlerini ve
hassasiyetlerini anlamışlardır.” Cafer SOLGUN – “Dersim… Dersim…”
Toplumlar
birbirlerini etkileyerek dönüşür ve değişirler. Tarih boyunca en küçük insan
topluluklarından en büyük imparatorluklara kadar tüm insan toplulukları hayatın
her alanında “öteki”nden etkilenmiş, “öteki”ni değiştirmiş ve bu arada kendisi
de değişmiştir. Bu dönüşüm ve değişim gündelik hayat içindeki en basit
konulardan başlayıp, bir devletin kurulması sürecine kadar gitmiştir. Aynı
şekilde mevcut sosyal ve siyasal sistemlere karşı gelişen muhalif/alternatif
hareketler de birbirlerini etkilemişlerdir.
Anadolu
coğrafyasında da durum farklı olmamıştır. Özellikle sol-sosyalist hareketler
Anadolu coğrafyası dışındaki siyasi teorilerden etkilenmiştir. Feodal ağlarla
sarılı, katı gelenekçi, biat ve tahakküm kültürünün yaygın olduğu bu topraklara
Marksist, Leninist ve Maoist siyasetler yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu
yapılırken de bölge halklarının geçmişten aktarılan kültürel kodları göz önünde
bulundurulmadan, kopyala-yapıştır mantığı ile uygulanmaya çalışılmıştır. Bu
durum solun Anadolu’da gelişememesinin en önemli nedenlerindendir. Halkın
özellikle inanç değerleri ile çatışılmış, Kemalist elitizmin de etkisiyle halka
tepeden bakan bir tavır geliştirilmiştir. Kullanılan dil hem öz hem de biçim
olarak halkla bağları tamamen koparmış, halkın “kurtarılması gereken” bir
topluluk olarak görülmesi ile sol kendi içine hapsolmuştur.
Anarşizme
gelindiğinde ise durum soldan çok farklı olmamıştır. Hatta sol, anarşizmden
kısmen daha rahat etki alanı bulmuştur. Solda görülen otoriter örgütlenme
tarzı, liderlik kültü, gelenekselci tutumlar gibi bazı değerlerin halkın
geçmişten getirdiği değerlerle benzeşmiş olması solun kısmen kabulünü sağlamıştır.
Fakat anarşizmin
tamamen bu topraklara yabancı olan dili ve tarzı halkın çok uzağına düşmüştür.
Anarşizmin hayal dünyası ile Anadolu’nun gerçekliği arasında bağlantı kurmanın
güçlüğü nedeniyle anarşizm bu topraklarda doğmadan ölüme yatmıştır. Çıkarılan
dergiler, çeviri yayınlar ve çok az sayıdaki yerli basımlar İstanbul merkezli
birkaç grubun oluşmasını sağlamış ama Anadolu’nun diğer kentlerine bu etki
yeterince ulaşmamıştır.
Diğer yandan
anarşizmin bir fetiş haline getirilmesi ve eleştiriye kapatılması anarşist
yapıları kısırdöngüye sokmuştur. Anarşizmin eleştiriye kapatılmasından
kastımız, Kürşad Kızıltuğ’un yerinde tabiriyle “beyan esasının muğlaklığıdır”.
Yani bir birey ya da grup kendisini anarşist olarak tanımlıyorsa, bu beyanına
karşılık diğer anarşist bireylerin ya da grupların o birey/grubun anarşist olup
olmadığına, ya da sağ, liberal veya otoriter ideolojilere ne derece saptığına
dair söz söyleme hakkının olmamasıydı.
Bu beyan esası muğlaklığı nedeniyle (Anarko-Kemalizm gibi ucube bir tanımlama
da dâhil) anarşizmin tanım enflasyonu yaşandı. Ne olduğu belli olmayan, muğlak
bir kavrama dönüştürüldü. Bu tanım karmaşası nedeniyle anarşizm kendisinden
başka her şeye benzemeye başladı.
Çıkış Yolu:
Çıkmaz Sokak
Gerek bu tanım
karmaşasından faydalanarak, gerekse de anarşizmin Anadolu coğrafyasında içine
girdiği buhrandan kaynaklı olarak anarşist birey ve gruplar kendilerine çıkış
yolları ve alternatifler üretmeye başladılar. Hatta bu coğrafyanın değerleriyle
buluşmak adına çeşitli zorlama sentezlere giriştiler. Zorlama diyoruz, çünkü
toplumda ve gündelik hayatta bir karşılığı olmadığı için onlar da kendi
içlerinde yeni birer çıkmaz sokak yarattılar.
Bu yan çıkmaz
sokaklara sapan anarşistler, varolma kaygısıyla ya içine girdikleri hareketleri
kendilerine benzetmeye çalıştılar (benzetemedilerse bile, en azından kendi
algılarında böyle bir yanılsama yarattılar) ya da çeşitli ödünler vererek o
hareketlerin içinde akıntıya kapıldılar.
Bu çıkış
arayışlarının varolma kaygısı ve nicel olarak yayılma ihtiyacından
kaynaklandığı düşünülmektedir.
Aynı süreçte
yukarda bahsi geçen sapmalara karşı tepki geliştirenler oldu. Fakat onlar da bu
tepkilerinde anarşizmin bu topraklarda izole, el değmemiş bir fikir olarak
kalmasına neden olabilecek görüşleri dile getiriyordu. Anarşist hareketlerin
diğer anarşist olmayan muhalif hareketlerle ortaklaşma içine girmesinin
anarşist harekete zarar vereceği, anarşist hareketin bu tip ortaklaşmalarla
kendisini kullandırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi görüşlerle anarşizmin
Anadolu topraklarında kendi soyut dünyasında yaşamasına sebep olabilecek
görüşler gelişiyordu.
Dolayısıyla bir
taraftan (varolma kaygısı ve nicel gelişim ihtiyacı ile) aşağıda bahsedeceğimiz
3 ana akım içinde anarşizmi arayan ya da anarşizmi bu 3 ana akıma entegre
etmeye çalışırken anarşizmi yitiren birey ve gruplar varken, diğer taraftan bu
3 ana akıma tamamen reddiyeci bir tavırla yaklaşan, gündelik hayatın ve somut
gerçekliğin verilerinden kopuk izole ama “arî” bir anarşizm savunusu yapan
birey ve gruplar bulunmaktadır.
Öncelikle
varolma kaygısı ve nicel gelişim ihtiyacı bir siyasi/felsefi fikir için doğal
ve anlaşılabilir bir durumdur. Burada önemli olan yöntemin doğru
belirlenmesidir. Yanlış yöntemin seçilmesi aşağıda bahsedeceğimiz 3 ana sapmayı
ortaya çıkarmıştır. Oysa anarşizmin, diğer politik hareketler gibi “bugünden
yarına” bir beklentisi olmamalıdır. Anarşi bir oluş hali olduğuna göre, her an
ve her yerdedir. Tıpkı Le Guin’in unutulmaz betimlemesi gibi “devrim
yapamazsınız, devrim olursunuz ancak”.
Dolayısıyla,
bugünden yarına, gözlerimizi yumup bu dünyadan göç etmeden önce anarşizmi (bu
coğrafyada) görme hayaliyle/yanılsamasıyla yola düşenler kendilerini aşağıdaki
3 ana sapmadan birinde bulacaklardır. Bu sapmalara karşı çıkarken, toplumdan ve
kendi özgün yapıları içinde direniş gösteren insanlardan uzak durarak anarşizmi
kendilerinde bulduklarını sananlar da en büyük yanılgıyı kendi içlerinde
yaşayacaklardır.
3 Sapma
1. Kürt Özgürlük Hareketi
“Zor aracı
olarak devlet, ne zorunlu bir ilerleme aracı, ne de zorunlu bir kötülüktür. Bu
yönüyle devletin doğduğu ilk günden itibaren kesilip atılması, teşhir ve tecrit
edilmesi gereken toplumsal bir ur
olarak değerlendirilmesi en doğru tanımdır.” Abdullah ÖCALAN – “Öcalan’ın
İmralı Günleri”
Kürt Özgürlük
Hareketi’nden kastımız Kuzey Kürdistan coğrafyasında kendi özgün yapıları
içinde mücadele veren yapılardır. Elbette ki bu gruplardan PKK-KCK ve önderlik
olarak benimsedikleri Öcalan ile devletin yasal çiftliğinde, yine devletin
köteğine rağmen mücadele sürdüren BDP grubu mevcut Kürt Özgürlük Hareketinin en
güçlü yapılarını oluşturmaktadır. Bu yapılar dışında bölgede mücadele veren
diğer özgürlük hareketlerini de kapsaması açısından tümüne Kürt Özgürlük Hareketi
demek uygundur sanırım.
Son yıllarda
özellikle Qijika Reş dergisi çevresinde görüşlerini dillendiren Kürdistan
Anarşistlerini bir yana koyarsak, bölgede mücadele veren hiçbir yapının
anarşist olmadığı açıktır. Kendileri de anarşist olduklarını beyan
etmemişlerdir.
Fakat Öcalan’ın,
Bookchin etkilenmeleri sonrasında örgütün ana izleğinde kırılma gerçekleşmiş ve
bağımsız Kürt Devleti isteğinden vazgeçilerek, devlet aygıtı sorgulanmış ve
nihayetinde devletsiz bir konfederal sistemde karar kılınmıştır. Bunun dışında
anarşistlere yakın gelebilecek başka anarşizan söylem ve pratikler de Kürt
Özgürlük Hareketi içinde yer bulmuştur. Fakat Kürt Özgürlük Hareketi hiçbir
zaman anarşizmi benimsememiş, anarşizmi de eleştirerek, kendi pratiklerine
anarşist (ya da daha ziyade yine anarşizmin özgürlükçü bir eleştirisi olan
toplumsal ekolojist/komünalist) nüveler katmayı yeterli görmüştür. Kaldı ki
mutlak itaat edilen bir liderlik kültünün olduğu yerde anarşizmden bahsetmek
çok zorlama bir iyimserlik olur.
Yine de, özellikle
Kürdistan bölgesinde kendisini anarşist olarak tanımlayan bireylerin algısında
derin bir yanılsama oluşarak Kürt Özgürlük Hareketinin bir takım anarşizan
unsurlar içermesinden kaynaklı olarak hareketi anarşist olarak görme, tanımlama
ve bu tanım üzerinden hareket içinde yer alma
çabaları gözlenmektedir.
Kürt Özgürlük
Hareketi, Kemalist rejimin inkâr ve imha politikaları neticesinde son kez isyan
hareketi başlatarak otuz yıl içinde verdiği gerilla mücadelesi ile on binlerce
gencini yitirmiş ve yine on binlerce direnişçisinin devletin hapishanelerinde
tutsak edilmesiyle, yaşlı, çocuk demeden sokak sokak, mahalle mahalle
direnerek, gerek “yasal” platformlarda gerekse “yasadışı” sayılan platformlarda
öğretici bir mücadele pratiği geliştirmiştir. Bu mücadele pratiği içinde
coğrafi koşulları ve halkının kültürel sosyal kodları gereği kendi içinde özgün
bir yapı oluşturmuştur. Pek çok farklı siyasi disiplinden (İslam’ı da özü
gereği bir siyaset olarak alıyorum) beslenerek, tecrübelerini de gündelik hayatta
sınayarak kendine has bir dil ve pratik geliştirmiştir. Bugün bölge insanının
yediden yetmişe politik bir bilinç ile durum değerlendirmesi yapabilmesi,
hareketin bu denli yoğun örgütlenebilmesi, Kürt Özgürlük Hareketinin, Kemalist
elitler gibi ya da Kemalist elitlerin hastalığını devam ettiren sol-sosyalist
örgütler gibi, “halk için, halka rağmen” görüşünü bir kenara koyarak, halkın
kültürel ve sosyal değerlerini dışlamadan bir ortaklaşma içinde hareket
etmesindendir.
Tüm bu
tespitlerden sonra söylenebilir ki, Kuzey Kürdistan bölgesinde devletin imha
saldırısına karşı topyekûn bir direniş gerçekleştiren bir halk vardır.
Anarşistlerin dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, devletin imhası ile karşı
karşıya kalmış bir halk varsa o halkın yanında yer alması gerekir.
Fakat bu
hissiyatla yola çıkınca ve bir de hareket içindeki birtakım anarşizan söylem ve
pratikler de göze çarpınca heyecana kapılarak hareketi anarşist bir hareket
olarak görmek ve harekete mutlak bir destek vermek bizi zaman zaman sapmaya
düşürmektedir.
Her anarşistin
Kürt Özgürlük Hareketi’ne destek vermesi, devletin imhasına karşı elinden
geldiği kadarıyla varlığını ortaya koyması gerekmektedir. Burada önemli olan
ayrıntı, bu desteği verirken ne Kürt Özgürlük Hareketi’ni kendisine dönüştürmeye
çalışmalı ne de kendisini – anarşizmi – bu harekete benzetmeye çalışmalıdır.
İkisi de beyhude bir çaba olacaktır.
Anarşistler bu
hareketin tarafında kara bayrakları ve iflah olmaz anarşist söylem ve
pratikleriyle yer almalıdır. Bunu yaparken Kürt Özgürlük Hareketi’nin anarşist
bir yapı olmadığı asla unutulmamalı, beklentiler ve eylemler bu bilinç
çerçevesiyle sınırlandırılmalıdır. Aksi halde büyük hayal kırıklıkları yaşamak
olasıdır. Öcalan, PKK, KCK veya BDP’nin içindeki politik manevralar, devletle uzlaşma
refleksleri, liderlik kültü v.b. gibi konuları ve bir anarşistin gözüyle
bulunabilecek eksiklikleri dillendirmek, eleştiri dozunu artırarak hareketi
dışlamak, küçümsemek, bunu yaparken de “gündelik politikadan uzak durma”
refleksi göstermek anarşistlerin kendi hayal âlemlerinde kapalı kalmasına neden
olan tutumlardır. Zira Kürt Özgürlük Hareketi içindeki eksiklikler ve
çelişkiler bu hareketi bizatihi yüklenmiş götüren birey ve grupların
kendilerinin görmesi, eleştirmesi ve dönüştürmesi gereken durumlardır.
Anarşistlerin işi, anarşist olmayan ama bir ceberut devlet karşısında yaşam
için direniş mücadelesi veren bir halkın yanında, ilkeli ve tutarlı bir duruş
sergilemektir.
Gündelik hayatın
içine yayamadığımız, halkın değerleriyle çatıştırdığımız bir anarşizm, kendi
içinde çelişki yaşıyor demektir. Anarşizm başka bir gezegendeki canlılar için
ortaya atılmış bir görüş olmayıp, bu dünyada yaşayan insanlar tarafından ve
yine bu dünya insanları için ortaya atılmış bir görüştür. Kitap, dergi ve web
sayfalarından dışarı taşan, halkın özgürlük mücadelesi içinde “biz de varız!”
diyen, bunu yaparken de Kemalist ve sol kültürün “elitizm” çukuruna düşmeden
varlığını ortaya koyan bir anarşizm.
Özetle, ne Kürt
Özgürlük Hareketi anarşist olmak zorunda ne de Kürt Özgürlük Hareketine destek
veren anarşistler tamamen akıntıya kapılarak anarşizmden çok uzakta bir direniş
içinde kendilerini bulmak zorunda…
Kürt Özgürlük
Hareketi kendisi için öğretici olduğu kadar, Kürdistan anarşistleri için de bu
süreçte son derece öğretici bir alan açmıştır. Anarşistlerin söylemlerinin
pratikle sınanması, gündelik hayatın içindeki varoluş denemeleri bu süreçte
kendisini gösterecektir. Elbette hatalar yapılacak, sapmalar olacak, deneye
yanıla bir yaşam kültürü gelişecektir.
2. İslam ve Anarşizm
“Sefaletin
felsefesi şunu da ortaya koyuyor ki; zenginin hırsı binlerce fakirin emeğini
sömürme yolunda koşarken, fakirin hırsı zenginin elinden birkaç lokma fazlasını
koparma yolunda emekliyor.” Nurettin TOPÇU – “Ahlâk Nizamı”
İslam dini,
diğer iki büyük (tek tanrılı) dinden ayrı olarak toplumsal bir düzen ve siyaset
amacı güderek, gündelik hayatın en ince ayrıntılarına kadar kurallar silsilesi
geliştirmiştir. O sebeple, gündelik hayatın dışında, bireyin kendisiyle tanrısı
arasında yaşayabileceği bir inanç sistemi olmaktan çok uzaktır. Kaldı ki,
Batılı Hristiyan ülkeler Rönesanslarıyla birlikte dinle hesaplaşmış ve dini,
bir sembol olarak ya da gündelik hayatın dışında tutmaya karar vermişlerdir.
Bizde ise siyaset camilerde dile gelmektedir. Laik olduğu söylenen ve
kurulduğundan beri 1 gün dahi laik olmayan bir cumhuriyet sisteminde, din her
zaman siyasetle içli dışlı olmuştur.
Bu,
muhalif/alternatif düşünce sistemlerinin de göz önünde bulundurması gereken bir
durumdur. Lakin Kemalizm, “derleyip toplama”, tek tipleştirip, “adam etme”
politikası gereği İslam’la dansında her daim ikircikli bir tutum takınmış, ne
sözünü dosdoğru söylemiş ne de propagandasını yaptığı gibi inanç özgürlüğü
getirmiştir.
Sol-Sosyalist
hareketler de yine “kopyala-yapıştır” politikalarından kaynaklı olarak, ihraç
ettikleri siyasetleri noktasına virgülüne dokunmadan, bulundukları toplumsal
koşulları göz önünde bulundurmadan, dine karşıdan cephe açarak kendi ayağına
kurşun sıkmıştır. Sol ve sosyalist hareketleri 3. sapma olarak
değerlendireceğimiz başlık altında biraz daha açacağız.
Anarşistlere
gelince, genel itibariyle ateist ya da agnostik bireylerden oluşan anarşistler
de, başta bahsettiğimiz hatalara düşerek İslam’la ilgili olarak hatalı çıkışlar
yapabilmiştir. Lakin anarşistler sol kadar dogmatik bir bakış açısına sahip
olmadığından (ve yine sol gibi Kemalizmle ortak bir ruh halini
paylaşmadığından) bu durumu çabuk fark etmişlerdir.
Bu durumu fark
etmeleri de maalesef bazı anarşistlerdeki 2. sapma olarak belirlediğimiz durumu
ortaya çıkarmıştır. Anarko-İslam ya da İslami-Anarşizm diyerek kavramlaştırılan
ve oldukça zorlama bir sentez girişimi oluşmuştur.
Bu topraklarda
doğan, büyüyen ve devlet tedrisatından geçen her bireyin damarlarına enjekte
edilen Kemalizm ve İslami değerlerin sol-sosyalist ya da anarşist bir dünya
görüşünü benimsediğinde de yakasını bırakmadığını kendi kısıtlı çevrelerimizde
de görebiliyoruz. Bu, söz konusu zorlama sentezin (kişisel) bir bahanesi olarak
kabul
edilebilir. Birey hem Müslüman olup, hem de Tanrı’dan başka otorite
tanımadığını beyan edebilir. Bu durumda bireyin anarşizmin temel değerleri
üzerinde bir kez daha düşünmesinde fayda vardır. Yine de (tanrı otoritesi
dışında) pek çok konuda ortaklaşılan bir anarşizm söz konusudur. O zaman
Müslüman olan ve kendisini anarşist olarak tanımlayan bireylerin varlığı olumlu
ve kabul
edilebilir bir durumdur. Lakin bunu daha ileri götürerek bir siyaset söylemi
olan İslam ile yine bir siyaset olan anarşizmi sentezleme girişimi sapla samanı
birbirine karıştırmaktır. “Kuran-ı Kerim” ile “Tanrı ve Devlet” kitabı
karşılaştırmalı okunursa bu sentezin neden imkânsız olduğu ortaya çıkacaktır.
Faik Bulut’un “Allah Devletinde Demokrasi” kitabında da sahih hadisler ve
ayetlerden yola çıkarak bir kitap dolusu somut örnekle vurguladığı gibi
“DEVLETSİZ İSLAM OLMAZ!”. Fakat devleti reddeden, tasavvuf felsefesine hâkim
Müslüman bireyler olabilir.
Bu sentezleme
ihtiyacının ikinci sebebi de, yine anarşizmin (bu topraklarda) kendisini
kapattığı sınırlardan kurtarma ve alternatif hareketlerle buluşturma olabilir.
Diğer 2 sapmada da geçerli olan bu ihtiyaç, bu topraklardaki anarşistlerin
kendilerine yeni alan yaratma ve toplumsal kabul görme ihtiyacıdır. Temelde haklı ve
doğal bir itkidir. Lakin yine yöntem konusunda sıkıntı yaşanmaktadır.
İslam dini, pek
çok farklı yorumla kendisine farklı mezhepler, cemaatler ve tarikatlar yaratmış
bir dindir. Bu yorumlar arasında elbette anarşistlerin de ortaklaşabileceği,
eylem birliktelikleri gerçekleştirebilecekleri akımlar bulunmaktadır. Bu
akımlarla ortaklaşmak için de asgari ortak ilkelerde birleşmek yeterlidir.
Anarşist söylem ve pratiklerimizden ödün vermeden, hak, adalet ve özgürlük
temelinde esnek birliktelikler yaşanabilir. Bunun için ne anarşistlerin illa
Müslüman olması gerekir ne de İslam’ı anarşist-miş gibi göstermeye, algılatmaya
zorlamak gerekir. Tıpkı Roboski katliamına karşı, Kürt halkının yanında yer
almak için her anarşistin Kürt olması (ya da Kürt Özgürlük Hareketinin neferi
olması) gerekmiyorsa, başörtüsüne özgürlük gibi Müslüman bireylerin haksızlığa
uğradıklarını belirttikleri alanlarda da, yanlarında olmak için Müslüman olmak
gerekmiyor.
Özellikle,
“insanın özü isyandır!” diyerek, hareket felsefesinden yola çıkıp, İslam’ı
“hak, adalet, eşitlik ve özgürlük” temelinde yeniden yorumlayan, “İsyan Ahlakı”
adlı başyapıtıyla “Anadolu Sosyalizmi” kavramını ortaya atan, bu toprakların en
değerli düşünürlerinden Nurettin Topçu gibi bir ekolün; yine kapitalizme karşı
sesini yükselten ve son dönemde çevresindeki kitle ile yine “hak, adalet,
eşitlik ve özgürlük” temelinde İslam’ı yeniden yorumlayan İhsan Eliaçık’ın
fikirlerinden de beslenen anti-kapitalist Müslümanlar gibi gruplar
anarşistlerin rahatlıkla ortaklaşabileceği gruplardır.
Fakat tıpkı Kürt
Özgürlük Hareketi’ndeki gibi, İslam tandanslı muhalif gruplarla da
ortaklaşırken ne bu hareketlerin içinde akıntıya kapılıp, anarşizmin asgari
değerlerini eğip bükmeye ne de bu hareketleri zorlama bir çabayla anarşist-miş
gibi göstermeye gerek olmamalıdır.
Sisteme her
muhalif hareket kendi özgün yapısı, özgün söylem ve pratikleri içinde
değerlidir. Öyle de kalmalıdır.
3. Otoriter Sol-Sosyalist Akımlar
Anarşistlerin
sol ve sosyalist akımlarla ilişkisini değerlendirmeye geçmeden önce şunu önemle
belirtmek gerekiyor. Bu bölümde sol ve sosyalist akımlara yapılacak
eleştiriler, TKP’den bugüne, solun bugün hâlâ daha devam ettirmeye çalıştığı
genel bir algıya yöneliktir. Sol ve sosyalist yapılar içindeki tek tek bireyler
söz konusu edildiğinde, sol gelenekler içinde devletin baskı, zulüm ve
zorbalığı sonucunda, idam sehpalarında can vermiş, işkencelerden geçmiş, yıllar
boyu devlet hapishanelerinde tutsak edilmiş, bedeniyle ve hayatıyla ciddi bir
bedel ödemiş direnişçilerin bu mücadelelerine önem verildiği bilinmelidir.
Fakat
sol-sosyalist akımlar yapısal olarak (tek tek bireylerden bağımsız olarak)
değerlendirildiğinde, ortaya çok vahim sonuçlar çıkmaktadır. Bu vahim sonuçlar
gerek solun kendi içinde, kendisiyle kavga ederek, bölünmelere, gerekse de halk
içinde kimi zaman anlaşılamamaya, kimi zaman da itibar yitirmelerine neden
olmuştur. Oluşturulan örgütsel yapıların katı otoriter özellikler içermesi,
ülke dışındaki sol-sosyalist düşüncelerin ülke içine aktarılırken coğrafi ve
toplumsal koşulların/özgünlüklerin göz ardı edilmesi, Kemalizmin
“aydınlanmacılık”, “uygarlık” olarak algılanıp sol-sosyalist teorilerin içine
serpiştirilmesi, halk için mücadele ederken, halkla bağların koparılması ve
hatta nüans farklılıkları nedeniyle sol gelenek içinde yer almasına rağmen
diğer sol yapılara düşmanca yaklaşılması v.s. gibi tutumlar solu ve sosyalizmi
bu topraklarda anlaşılamaz kılmıştır. Bugün hâlâ daha noktasına virgülüne
dokunmadan, dünyanın diğer ülkelerindeki çarpık, kötü “komünist” iktidar
deneyimlerine rağmen bu görüşler dogmatik bir şekilde devam ettirilmeye
çalışılmaktadır. Sovyetler Birliği (özellikle Stalin dönemi) süreci, Çin’in
mevcut durumu (kapitalizmin tek gözlü devi olma yolunda ilerliyor), Kuzey
Kore’nin içler acısı “ağlanası” hali, Küba’daki çarpıklıklar (çocuk fuhşunun en
yaygın olduğu ülkelerden biri olması bile yeterlidir) v.b. gibi deneyimler göz
önünde olmasına rağmen, ülkemizdeki sol-sosyalist kesimlerin büyük bir kısmı
hâlâ daha bir âmâya rahmet okutacak şekilde bu bahsi geçen deneyimleri pir-ü
pak deneyimler olarak algılayabilmektedir. Diğer bir kısmı da geçmişten
devraldıkları Kemalist ruh halini, bugün hâlâ daha inatla yaşatmaya
çalışmaktadır. Geçmişte yaşanan “sosyalist devrim” ve “milli demokratik devrim”
ayrışması bugün hâlâ daha bir adım ileri gitmeden devam etmektedir.
Bazı anarşistler
ise bu süreçte yine yukarıdaki 2 sapmaya neden olan ihtiyaçlardan dolayı
(kendine yeni alan yaratma ve toplumsal kabul
görme isteği) bir üçüncü sapma olarak otoriter sol ve sosyalist sapmayı
gerçekleştirmektedir. Bahsi geçen anarşistlerin sol ve sosyalist yapılardan
anarşizme geçişlerinde yanlarında getirdikleri birtakım otoriter eğilimleri
anarşist örgütlenmelere dâhil ederek uzaktan bakıldığında anarşiste benzeyen
ama içine girildiğinde otoriter bir sol örgütü aratmayan yapılar
oluşturabildiği görülmektedir. Mitinglerdeki kortej düzenlemesinden, diğer
anarşist yapılara karşı geliştirdikleri zehirli ve düşmanca dilden, kendi
içlerinde oluşturdukları bireyin özgür iradesine aykırı birtakım kural ve
koşullara kadar görülebilen özelliklerle kendi “disiplinli” ve “güçlü”
‘anarşi’lerini yaratmaya çalışmaktadırlar.
Yine burada bir
kez daha belirtmekte fayda var: Sol-sosyalist yapılar (her ne kadar tarihte
anarşistler bu yapılardan sürekli zarar görmüş ve ihanete uğramışsa da) devlet
denilen zor aygıtının karşısında muhalif/alternatif yapılardır. Hedefleri her
ne kadar devlet erkini ele geçirmek olsa da, anarşistlerle ortaklaştıkları pek
çok konu (en azından söylemde) bulunmaktadır. O nedenle sol-sosyalist yapılar
içinde veya esnek birlikteliklerle ortak eylem pratikleri olmalıdır. Siyasi
parti dışındaki sendika, dernek, kongre gibi çeşitli sivil toplum platformlarında
anarşistler de var olmalı ve asgari değerler üzerinden ortak hareket
edebilmelidir.
Bunu yaparken
anarşizmden ödün vererek, anarşizmi sola çekmek ya da solu anarşizme benzetmeye
çalışmak beyhude çabalardır. Anarşistler örgütlü devlet yapısı karşısında sol-sosyalist
yapılarla ortak hareket edebilmelidir (sola eleştiri hakları saklı kalmak
üzere), gündelik hayatın içinde yansımasını bulan eylem ve etkinliklerde
ortaklaşmalıdır. Bu ortaklaşmaya karşı çıkmak, anarşizmi saf bir düşünce
sistemi halinde kendi camdan fanusu içinde saklama egosuyla “gündelik
politikaya karşıyız” gibi söylemlerle ya da solu eleştirip, solla hareket
edilmemesi sonucunu çıkartarak anarşizmi ortak eylem alanlarından
uzaklaştırmaya çalışmak da en az anarşizmin içine otoriter sol gelenekleri
entegre etmeye çalışmak kadar kötücül bir durumdur.
Netice
“Bugün yüz yüze
olduğumuz ve yakın gelecekte çözülecek mesele, bir insanın hem başka insanlarla
birlikte olduğunu derinden hissedip, hem de bireyin bütün karakter
özelliklerini benliğinde barındırması, hem kendisi olup, hem başkalarıyla
birlik olabilmesidir.” Emma Goldman
Yazının buraya
kadar olan sürecinde, dile getirilen eleştiriler, saptamalar ve önermelerin
hepsi eleştiriye açıktır. Başta da belirttiğimiz gibi mutlak doğrular değildir.
Tamamen iyi niyetle, samimi bir yol açma, alternatif sunma girişimidir. Hiçbir
politik yapı veya anarşist yapıyla polemik yaratma amacı güdülmemiştir. Devlet
denen zorba aygıta, tahakküm ilişkilerine karşı verilen her türlü mücadelenin
hakkı teslim edilmekle birlikte, elbette kendi durduğumuz noktadan eleştiriler
getirilmiştir.
Neticede, Emma
Goldman’ın da neredeyse 100 yıl öncesinden belirttiği üzere “birey hem kendisi
olurken, hem de başkalarıyla birlik olabilmelidir”. Bu birliktelik için ne
bireyin kendi karakteristik özelliklerinden vazgeçmesi ne de diğer bireylerin
karakteristik özelliklerini değiştirmeye çalışması şart değildir. Aslolan
temel, asgari değerlerdir. Temel, asgari değerlere sahip tüm birey ve gruplarla
anarşistlerin kendi karakteristiklerini yitirmeden ortaklaşmasını savunuyoruz.
Anarşistlerin
Anadolu topraklarında anarşizm-dışı politik grupların içinde akıntıya kapılması
ile “gündelik politikadan uzak durma” adına anarşizmi camdan bir fanusa
kapatarak, izole bir halde, gündelik hayatın çok uzağına savurması arasındaki
ince çizgi anarşistlerin ana hattını oluşturmalıdır.