Kendi
üniversitesinin çatısı altında baskına uğrayan Miguel de Unamuno
‘işgalciler’in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
‘Hepiniz,
benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık
ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim.’
Sevgili
Rona Aybay Hoca’nın 24 Mayıs 2012’de bu sütunlarda yayımlanan yazısı,
pek çok yapıtı Türkçeye de çevrilen fakat gereğince tanınmayan büyük
İspanyol Direnişçisi Cumhuriyetçi Miguel de Unamuno’nun soylu ve yüce
anısını tazelememize vesile olabilir.
Miguel de
Unamuno (29 Eylül 1864, Bilbao – 31 Aralık 1936) yirminci yüzyılın ilk
yarısında ilgilendiği hemen her alanda damgasını vurmuş bir İspanyol
romancısı, şairi, dilbilimcisi, tiyatrocusu, eleştirmeni ve düşünürüdür.
İspanyol kültürünü özümsemekle yetinmemiş, “anadili gibi” 14 dili
bilmekteydi. Yaşadığı çağı seçemese de o çağın içinde kendisini seçmiş
ve konumunu belirlemiş, iki büyük savaş arasının büyük kavgasında,
güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi
cephesinde yerini almıştır. Cumhuriyete ve onun değerlerine öylesine
içten, öylesine kararlılıkla bağlıdır ki, Falanjistlerin katlettiği
Frederico Garcia Lorca’nın akıbeti bile onu caydırmamış, tam tersine,
rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’ni demokrasinin ve Cumhuriyetin
kalesi olarak algılamak istemiştir.
1931’de
kurulan Cumhuriyete kendini adayan Unamuno, 1936’da başını General
Franco’nun çektiği faşist hareket, özgürlükçü demokratik Cumhuriyete baş
kaldırınca, kendini üç yıl sürecek olan İç Savaş’ın içinde ve
bilim-kültür cephesinin en ön saflarında bulur.
İç Savaş,
adı üstünde, cephesi belirsiz bir savaş. Zaferi ya da yenilgiyi, (sivil)
toplumun her alanında bireysel tavırlar, teslimiyetler ve direnmelerin
belirleyeceği bir savaş. İdeolojilerin belirleyici olduğu bir savaş.
İşte, bu İç Savaş’ın başlangıç yılı olan 1936’da Miguel de Unamuno,
Cumhuriyetin görevlendirmesi ile Salamanca Üniversitesi’nin rektörlüğünü
yapmaktadır. Ne var ki, Avrupa’nın en eski ve köklü üniversitelerinden
biri olan Salamanca Üniversitesi, Falanjistlerin ilerlemesi sonucu,
milliyetçi kuşatmanın içinde bir Cumhuriyetçi adacık olarak kalmıştır ve
her fırsatta taciz edilmekte, kışkırtılmaktadır. Aşağıdaki olay işte bu
kışkırtmanın öyküsüdür.
Cumhuriyet
karşıtları orduda ve Falanjist örgütlenmeler içinde yuvalanmışlardır ve
Cumhuriyeti devirmek için bin bir komplo, bin bir entrika
tezgâhlamaktadırlar. Franco yanlılarının etki alanı içinde yer alan ve
Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nin büyük
amfisinde 12 Ekim 1936’da rektörün izni olmaksızın bir ‘Irk Şenliği’
düzenlenmiştir. Şenliğin onur konukları arasında, daha sonra iyice
ünlenecek olan o mahut Caudillo’nun karısı Dona Carmen Franco da vardır.
Bütün o
davetli resmi erkânın ve bindirilmiş kalabalığın önünde kürsüye çıkan
Francocu General Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın
maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döken ve faşizmi öven
bir konuşma yapar ve konuşmasını, coşturulmuş kalabalık tarafından sık
sık tekrarlanan “Viva la muerta! – Yaşasın ölüm!” nidaları ile bitirir.
Kendi
üniversitesinin çatısı altında böylesi bir baskına uğrayan Miguel de
Unamuno, kendinden emin, kararlı adımlarla ve söz almaksızın, generalin
ardından kürsüye çıkar, oluşan bir ölüm sessizliği içinde ve
“işgalciler”in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
“Şimdi
benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum.
Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve
susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun
kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun
ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan
söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar
içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile
vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım.
Süslemesiz ve dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde gerçek,
daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce dinlediğimiz ve şu an
aramızda bulunan Genaral Millan-Astray’in konuşmasına, – eğer buna bir
söylev denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum.
Basklara
ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime
yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık
dinledim: ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların
tüylerini diken diken eden paradoksları hale yola koyup aşmaya
çalışmakla geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için
tiksindirici olduğunu söylemeliyim. General Millan-Astray bir maluldür.
Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi gerçek bir
harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya’da, ne
yazık ki, çok fazla sakat kimse vardır. Ve eğer Tanrı bize yardımcı
olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok sakat insanımız
olacak. General Millan-Astray’in bir kitle psikolojisinin temellerini
atmakta olduğu düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes’in ruh büyüklüğüne
sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden kurtulup rahatlamayı,
genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar.
Yenmek
ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve
tutkuya yeterince yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz
yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla kaba kuvvete
sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira,
inandırabilmeniz için, ikna edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için,
size, sizde bulunmayan iki şey gerekir: Akıl ve mücadelede haklılık.
Sizi İspanya’yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı
beklemenin bir yararı olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu
düşünüyorum. Bu kadar!”
General
Millan-Astray’in, oturduğu yerden, “Kahrolsun zekâ, Kahrolsun akıl!”
nidaları ile sık sık kestiği ve coşturulmuş amfiye yuhallattığı bu
konuşmasının ardından, Miguel de Unamuno kürsüden inerken faşist
militanlar namlularını ona doğrultmuş, General Millan-Astray’ın bir
işaretini beklemektedirler. Tam o sırada Dona Carmen Franco’nun ayağa
kalktığı ve Unamuno’nun koluna girdiği görülür. Namlular şaşkınlık
homurtuları içinde indirilir ve Unamuno amfiden yuhalamalarla çıkar,
evinde göz hapsine alınır ve 31 Aralık 1936’da ölür.
Ne demişti
büyük Tolstoy: “İnsan sadece uluorta yalan söylemekten sakınmakla
yetinmemeli, susarak yalan söylemekten de kaçınmalı.”
Ercan Eyüpoğlu