Friday, April 20, 2012

Sinema, öteki


 Sinema, öteki
“Sinema, öteki sanatların mirasçısıdır. Sinema yeni bir sanattır, bir eğlenti aracından daha fazla bir şeydir”1. “Psikiyatri var olmasaydı, Sinema onu mutlaka icat etmek zorunda kalırdı”2. Bir ölçüde de öyle oldu denilebilir. Venüs’ün Çiçek Sepeti dolayısıyla terapi ve sinema; terapi mesleğini, hastalarını, kuramlarını ve açıklamalarını sinema endüstrisinin nasıl ele aldığının ve bu mesleğe ilişkin “halkın fantezilerini bazen harikalar yaratarak, ama daha çok da ‘düş kırıklığına’ uğratacak biçimde kendi kar arayışı ile birleştirerek nasıl bir meleze dönüştüremediğinin (tersinden soyut gerçek) bir özetini sunmaya çalışıyor”3.
 Başka hiçbir eşleşmenin psikiyatri/terapi ve sinema kadar güçlü görünmediğini belirtmeden geçemeyeceğim. Çünkü ikisi de alışılmadık ölçüde aynı konuyu paylaşmaktadırlar. Sinema da, terapi de insan düşüncesini, duygularını, davranışlarını ve hepsinden önemlisi, insan dürtülerini odak noktası olarak alır. Ortak konularının izini sürerken, sinema ve terapi sık sık kesişir. Hugo Münsterberg’in 1916 klasiği, Sinema: Psikolojik bir inceleme (The Film: A Psychological Study) adlı yapıtında yazar ana fikir olarak der ki: hareket eden fotoğraflar insanın öyküsünü, dış dünyanın örneğin mekan, zaman ve neden-sonuç ilişkileri gibi biçimlerine üstünlük sağlayarak ve olayları örneğin dikkat, bellek, düş gücü ve duygu gibi iç dünya biçimlerine uydurarak anlatır. 10 yıl sonra, ”Pandora’nın Kutusu” ( Secret of a Soul ) adlı 1926 yılı yapımı filmde psikanalist Hans Sachs; “Sinema sanatı, küçük bir rastlantısal aksiyon üzerinde ifade edilemeyeni yer değiştirmeler yoluyla ifade ederek…insanoğlunu bilinçli bir farkına varma noktasına doğru götürmenin yeni bir yolu gibi gözükmektedir.” diye ekler. Son yıllarda, dilbilim ve psikanalitik yöntemleri birleştiren göstergebilimciler, popüler filmlerdeki gizli iletileri açığa çıkarma çabalarında başı çekmişlerdir. Fransız film yapımcısı Jean-Luc Godard’ın bir yorumuna göre “sinema ne sanattır ne de hayatın kendisi; ikisinin ortasında bir şeydir”. İlk gerçeküstü film yapımcıları sinemayı, 1931’de, Traumfabrik ya da “düş fabrikası” olarak tanımlamışlardır.

Günümüze yaklaştıkça, sinema sanatının psikanalitik eğilimli öğrencileri, sinema diliyle Freud’un rüyalarımızın işleyişi üzerine yorumları arasında inandırıcı bağlantılar kurmuşlardır (Metz 1982). Sıradan Amerikan filmlerinden 2.Dünya Savaşı’na, uzay keşiflerine, hatta beyzbola bile içeriden bir insanın görüşünü yansıtmak için yüz dakikalık ortalama zaman nadiren ayrılmıştır. “Bu alanın psikoterapinin çok yönlü, sürekli olarak evrim geçiren meselelerine dengeli iç görüler sunmasını beklemek eksik olur; böyle bir işi yapmaya kalkışan filmler de izleyiciyi bunaltır”4. Film yapımcıları ve izleyicileri, insanı zorlayıcı, teselli edici ya da cinsel dürtüleri uyarıcı eğlence türüyle kuşkusuz daha çok ilgilidirler; bu da onların haksız yere olsa da çoğu zaman “kaçışı körükleyici” diye nitelendirilmesine yol açmaktadır.
 Bu nedenle, terapi/psikiyatri, sinemanın, daha önemli amaçlarıyla büyük ölçüde tutarsız birçok başka amaç uğruna düzenli bir şekilde sömürülmüştür.

Psikolojiyi filmlere uygulamak, Harvardlı psikolog Hugo Münsterberg’in 1916’da yayımladığı “hareketli fotoğrafın” ruhun asal hallerini geleneksel anlatı biçimlerinden daha başarılı bir şekilde işleyebileceği üzerine düşüncelerinden bu yana kanıksanmış bir izlek olmuştur. “Diğer bir yandan, günümüzde her yanda bol miktarda imge var. daha önce hiç bu kadar çok şey incelip seyredilmemişti. Her an, gezegenin veya ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz atabiliyoruz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor. Ancak bununla bir şey masum bir biçimde değişti. Eskiden görüntüler elle tutulur gövdelere ait olduklarından bunlara fiziksel görüntü derdik. Şimdi her şey uçucu”5.
 “Teknolojik yenilikler görüneni varolandan ayırmayı kolaylaştırdı. Görünümler kırılmalara dönüştü; birer serap gibi! İnsanlar eskiden olmadığı kadar, kendi varoluşlarına ve acılarına tek başlarına zamanın ve evrenin uçsuz bucaksız arenasında bir yer bulmaya çalışıyorlar”6.
 Rüya düşünceleri, biz onları öğrenir öğrenmez, hemen anlaşılırlar. Öte yandan rüya içeriği, karakterlerinin tek tek rüya-düşüncelerinin diline çevrilmesi gereken bir resim yazıyla ifade edilir adeta. Bu karakterleri simgesel ilişkilere göre değil de resimsel değerlerine göre okursak, yanılacağımız açıktır. Önümde resimli bir bulmaca olduğunu varsayalım, bu bulmacada çatısında bir tekne olan bir ev, alfabenin bir harfi ve kafası olmayan koşan bir adam figürü resmedilsin. Şimdi yanılıp itirazlarda bulunabilir ve bir bütün olarak resmin ve onu oluşturan parçaların saçma olduğunu ilan edebiliriz. Bir teknenin evin çatısında işi olamaz, kafasız bir adam da koşamaz. Üstelik adam evden büyüktür ve eğer bütün resmin amacı bir manzarayı temsil etmekse, alfabenin harflerinin burada yeri yoktur zira doğada böyle nesnelere rastlanmaz. Ama resimli bulmacaya dair doğru bir yargıyı, ancak bütün kompozisyona ve parçalarına yönelik bu tür eleştirileri bir kenara koyup, bunun yerine tek tek her bir unsurun yerine söz konusu unsurun şu ya da bu şekilde temsil ediyor olabileceği bir hece ya da sözcüğü koyarak oluşturabiliriz. Bu şekilde bir araya getirilen sözcükler artık saçma olmak şöyle dursun, müthiş güzel ve anlamlı şiirsel bir cümle oluşturabilirler. “Bir rüya bu tür bir resimli bulmacadır ve rüya yorumu alanındaki seleflerimiz resimli bulmacaya resimsel bir kompozisyon muamelesi yapma hatasını işlemişlerdir,bu yüzden de rüya onlara saçma ve değersiz görünmüştür”7.
 Bir resim cansızsa, bunun nedeni ressamın modeline bir işbirliğinin başlaması için yeteri kadar yaklaşmaya cesaret edememesidir. Bu durumda ressam kopyalama mesafesinde kalmıştır. Ya da günümüz gibi dönemlerde, sanat-tarihsel bir mesafede kalmıştır ve modelinin haberi olmadan üslup oyunları oynamaktadır. Yaklaşmak; geleneği, şöhreti, mantığı, hiyerarşileri ve benliği unutmaktır. Abuk subuk olmayı, hatta çıldırmayı göze almaktır aynı zamanda. Çünkü ressamın modeline fazla yaklaşması sırasında işbirliği bir anda bozulabilir ve ressam modelin içinde eriyip kaybolabilir. Ya da hayvan ressamı yiyebilir ya da ezebilir. “Her sahici resim bir işbirliğini gösterir”8.

Fırça, der 17. Yüzyılda yaşamış büyük Çinli manzara ressamı Shitao, “nesneleri kaostan kurtarmak içindir”. Sinema art-terapi içinde aynı görevi üstlenir: gerçeği yeniden üreterek analizanı kaostan kurtarır.
 “Ta 1907’de Lichtwark, ‘’ Çağımızda bir insanın kendi fotoğrafı, en yakın akrabalarının ve dostlarının fotoğrafları, sevgilisinin fotoğrafı kadar yakın ilgiyle bakılan hiçbir sanat yapıtı yoktur,’’ diye yazmış ve böylece sorunu, estetik farklılıklar alanından toplumsal işlev alanına çekmiştir. Gelinen bu verimli nokta daha ileriye ancak şimdi götürülebilir”9.
 “Tüm tedavi biçimleri insanın daha kaliteli, daha çekilebilir bir yaşam sürdürebilmesi içindir”. Bu gerçeği bir an bile unutmamak gerekir. Konservatif tıbbın egemenliğinde sürdürülen terapilerle beraber ve paralel, sürdürülebilir alternatif tıp anlayışlarının da sağaltım içinde gitgide yeri belirginleşmektedir. ALINTI
 
1.ONARAN, Alim Şerif, Sinemaya Giriş, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1986, sayfa 13-15
2. GABBARD O. Glen, GABBART Krin; Psikiyatri ve Sinema, Hazırlayanlar: Deniz Koç, Başar N. Tarakçı, Okuyanus Yayıncılık, Eylül 2001, sayfa 4-21
3 .FREUD, Sigmund, The Interpretation of Dreams, s.277-8,, ZİZEK, S., Yamuk Bakmak, Hazırlayan. Tuncay birkan, Metis Yayınları, Mayıs 2004, sayfa 76-79
4. GABBARD O. Glen, GABBART Krin; Psikiyatri ve Sinema, Hazırlayanlar: Deniz Koç, Başar N. Tarakçı, Okuyanus Yayıncılık, Eylül 2001, sayfa 4-21
5. BERGER, John, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi, sayı:34, yaz/ekim 1998
 6.BERGER, John, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi, sayı:34, yaz/ekim 1998, sayfa 22-24
7.FREUD, Sigmund, The Interpretation of Dreams, s.277-8,, ZİZEK, S., Yamuk Bakmak, Hazırlayan. Tuncay birkan, Metis Yayınları, Mayıs 2004, sayfa 76-79.
8.BERGER, john, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi, sayı:34, yaz/ekim, sayfa 31-33.
9.BENJAMİN, Walter, Fotoğrafın Kısa Tarihi, 1931/BERGER, John, O Ana Adanmış, Metis Yayınları, Ekim 1998, sayfa 96-121.