Sinema,
öteki
“Sinema,
öteki sanatların mirasçısıdır. Sinema yeni bir sanattır, bir eğlenti aracından
daha fazla bir şeydir”1. “Psikiyatri var olmasaydı, Sinema onu mutlaka icat
etmek zorunda kalırdı”2. Bir ölçüde de öyle oldu denilebilir. Venüs’ün Çiçek
Sepeti dolayısıyla terapi ve sinema; terapi mesleğini, hastalarını, kuramlarını
ve açıklamalarını sinema endüstrisinin nasıl ele aldığının ve bu mesleğe
ilişkin “halkın fantezilerini bazen harikalar yaratarak, ama daha çok da ‘düş
kırıklığına’ uğratacak biçimde kendi kar arayışı ile birleştirerek nasıl bir
meleze dönüştüremediğinin (tersinden soyut gerçek) bir özetini sunmaya
çalışıyor”3.
Başka
hiçbir eşleşmenin psikiyatri/terapi ve sinema kadar güçlü görünmediğini
belirtmeden geçemeyeceğim. Çünkü ikisi de alışılmadık ölçüde aynı konuyu
paylaşmaktadırlar. Sinema da, terapi de insan düşüncesini, duygularını,
davranışlarını ve hepsinden önemlisi, insan dürtülerini odak noktası olarak
alır. Ortak konularının izini sürerken, sinema ve terapi sık sık kesişir. Hugo
Münsterberg’in 1916 klasiği, Sinema: Psikolojik bir inceleme (The Film: A
Psychological Study) adlı yapıtında yazar ana fikir olarak der ki: hareket eden fotoğraflar insanın
öyküsünü, dış dünyanın örneğin mekan, zaman ve neden-sonuç ilişkileri gibi
biçimlerine üstünlük sağlayarak ve olayları örneğin dikkat, bellek, düş gücü ve
duygu gibi iç dünya biçimlerine uydurarak anlatır. 10 yıl sonra, ”Pandora’nın
Kutusu” ( Secret of a Soul ) adlı 1926 yılı yapımı filmde psikanalist Hans
Sachs; “Sinema sanatı, küçük bir rastlantısal aksiyon üzerinde ifade
edilemeyeni yer değiştirmeler yoluyla ifade ederek…insanoğlunu bilinçli bir
farkına varma noktasına doğru götürmenin yeni bir yolu gibi gözükmektedir.”
diye ekler. Son yıllarda, dilbilim ve psikanalitik yöntemleri birleştiren
göstergebilimciler, popüler filmlerdeki gizli iletileri açığa çıkarma
çabalarında başı çekmişlerdir. Fransız film yapımcısı Jean-Luc Godard’ın bir
yorumuna göre “sinema ne sanattır ne de hayatın kendisi; ikisinin ortasında bir
şeydir”. İlk gerçeküstü film yapımcıları sinemayı, 1931’de, Traumfabrik ya da
“düş fabrikası” olarak tanımlamışlardır.
Günümüze
yaklaştıkça, sinema sanatının psikanalitik eğilimli öğrencileri, sinema diliyle
Freud’un rüyalarımızın işleyişi üzerine yorumları arasında inandırıcı
bağlantılar kurmuşlardır (Metz
1982). Sıradan Amerikan filmlerinden 2.Dünya Savaşı’na, uzay keşiflerine, hatta
beyzbola bile içeriden bir insanın görüşünü yansıtmak için yüz dakikalık
ortalama zaman nadiren ayrılmıştır. “Bu alanın psikoterapinin çok yönlü,
sürekli olarak evrim geçiren meselelerine dengeli iç görüler sunmasını beklemek
eksik olur; böyle bir işi yapmaya kalkışan filmler de izleyiciyi bunaltır”4.
Film yapımcıları ve izleyicileri, insanı zorlayıcı, teselli edici ya da cinsel
dürtüleri uyarıcı eğlence türüyle kuşkusuz daha çok ilgilidirler; bu da onların
haksız yere olsa da çoğu zaman “kaçışı körükleyici” diye nitelendirilmesine yol
açmaktadır.
Bu
nedenle, terapi/psikiyatri, sinemanın, daha önemli amaçlarıyla büyük ölçüde
tutarsız birçok başka amaç uğruna düzenli bir şekilde sömürülmüştür.
Psikolojiyi
filmlere uygulamak, Harvardlı psikolog Hugo Münsterberg’in 1916’da yayımladığı
“hareketli fotoğrafın” ruhun asal hallerini geleneksel anlatı biçimlerinden
daha başarılı bir şekilde işleyebileceği üzerine düşüncelerinden bu yana
kanıksanmış bir izlek olmuştur. “Diğer bir yandan, günümüzde her yanda bol
miktarda imge var. daha önce hiç bu kadar çok şey incelip seyredilmemişti. Her
an, gezegenin veya ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz
atabiliyoruz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor. Ancak bununla
bir şey masum bir biçimde değişti. Eskiden görüntüler elle tutulur gövdelere
ait olduklarından bunlara fiziksel görüntü derdik. Şimdi her şey uçucu”5.
“Teknolojik
yenilikler görüneni varolandan ayırmayı kolaylaştırdı. Görünümler kırılmalara
dönüştü; birer serap gibi! İnsanlar eskiden olmadığı kadar, kendi varoluşlarına
ve acılarına tek başlarına zamanın ve evrenin uçsuz bucaksız arenasında bir yer
bulmaya çalışıyorlar”6.
Rüya
düşünceleri, biz onları öğrenir öğrenmez, hemen anlaşılırlar. Öte yandan rüya
içeriği, karakterlerinin tek tek rüya-düşüncelerinin diline çevrilmesi gereken
bir resim yazıyla ifade edilir adeta. Bu karakterleri simgesel ilişkilere göre
değil de resimsel değerlerine göre okursak, yanılacağımız açıktır. Önümde
resimli bir bulmaca olduğunu varsayalım, bu bulmacada çatısında bir tekne olan
bir ev, alfabenin bir harfi ve kafası olmayan koşan bir adam figürü
resmedilsin. Şimdi yanılıp itirazlarda bulunabilir ve bir bütün olarak resmin
ve onu oluşturan parçaların saçma olduğunu ilan edebiliriz. Bir teknenin evin
çatısında işi olamaz, kafasız bir adam da koşamaz. Üstelik adam evden büyüktür
ve eğer bütün
resmin amacı bir manzarayı temsil etmekse, alfabenin harflerinin burada yeri
yoktur zira doğada böyle nesnelere rastlanmaz. Ama resimli bulmacaya dair doğru
bir yargıyı, ancak bütün kompozisyona ve parçalarına yönelik bu tür
eleştirileri bir kenara koyup, bunun yerine tek tek her bir unsurun yerine söz
konusu unsurun şu ya da bu şekilde temsil ediyor olabileceği bir hece ya da
sözcüğü koyarak oluşturabiliriz. Bu şekilde bir araya getirilen sözcükler artık
saçma olmak şöyle dursun, müthiş güzel ve anlamlı şiirsel bir cümle
oluşturabilirler. “Bir rüya bu tür bir resimli bulmacadır ve rüya yorumu
alanındaki seleflerimiz resimli bulmacaya resimsel bir kompozisyon muamelesi
yapma hatasını işlemişlerdir,bu yüzden de rüya onlara saçma ve değersiz
görünmüştür”7.
Bir
resim cansızsa, bunun nedeni ressamın modeline bir işbirliğinin başlaması için
yeteri kadar yaklaşmaya cesaret edememesidir. Bu durumda ressam kopyalama
mesafesinde kalmıştır. Ya da günümüz gibi dönemlerde, sanat-tarihsel bir
mesafede kalmıştır ve modelinin haberi olmadan üslup oyunları oynamaktadır.
Yaklaşmak; geleneği, şöhreti, mantığı, hiyerarşileri ve benliği unutmaktır.
Abuk subuk olmayı, hatta çıldırmayı göze almaktır aynı zamanda. Çünkü ressamın
modeline fazla yaklaşması sırasında işbirliği bir anda bozulabilir ve ressam
modelin içinde eriyip kaybolabilir. Ya da hayvan ressamı yiyebilir ya da
ezebilir. “Her sahici resim bir işbirliğini gösterir”8.
Fırça,
der 17. Yüzyılda yaşamış büyük Çinli manzara ressamı Shitao, “nesneleri kaostan
kurtarmak içindir”. Sinema art-terapi içinde aynı görevi üstlenir: gerçeği
yeniden üreterek analizanı kaostan kurtarır.
“Ta
1907’de Lichtwark, ‘’ Çağımızda bir insanın kendi fotoğrafı, en yakın akrabalarının
ve dostlarının fotoğrafları, sevgilisinin fotoğrafı kadar yakın ilgiyle bakılan
hiçbir sanat yapıtı yoktur,’’ diye yazmış ve böylece sorunu, estetik
farklılıklar alanından toplumsal işlev alanına çekmiştir. Gelinen bu verimli
nokta daha ileriye ancak şimdi götürülebilir”9.
“Tüm
tedavi biçimleri insanın daha kaliteli, daha çekilebilir bir yaşam
sürdürebilmesi içindir”. Bu gerçeği bir an bile unutmamak gerekir. Konservatif
tıbbın egemenliğinde sürdürülen terapilerle beraber ve paralel, sürdürülebilir
alternatif tıp anlayışlarının da sağaltım içinde gitgide yeri
belirginleşmektedir. ALINTI
1.ONARAN,
Alim Şerif, Sinemaya Giriş, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1986, sayfa 13-15
2.
GABBARD O. Glen, GABBART Krin; Psikiyatri ve Sinema, Hazırlayanlar: Deniz Koç,
Başar N. Tarakçı, Okuyanus Yayıncılık, Eylül 2001, sayfa 4-21
3
.FREUD, Sigmund, The Interpretation of Dreams, s.277-8,, ZİZEK, S., Yamuk
Bakmak, Hazırlayan. Tuncay birkan, Metis Yayınları, Mayıs 2004, sayfa 76-79
4.
GABBARD O. Glen, GABBART Krin; Psikiyatri ve Sinema, Hazırlayanlar: Deniz Koç,
Başar N. Tarakçı, Okuyanus Yayıncılık, Eylül 2001, sayfa 4-21
5.
BERGER, John, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi,
sayı:34, yaz/ekim 1998
6.BERGER, John, Görünüre Dair Küçük Bir
Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi, sayı:34, yaz/ekim 1998, sayfa 22-24
7.FREUD,
Sigmund, The Interpretation of Dreams, s.277-8,, ZİZEK, S., Yamuk Bakmak,
Hazırlayan. Tuncay birkan, Metis Yayınları, Mayıs 2004, sayfa 76-79.
8.BERGER,
john, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar, Defter Dergisi, sayı:34,
yaz/ekim, sayfa 31-33.
9.BENJAMİN,
Walter, Fotoğrafın Kısa Tarihi, 1931/BERGER, John, O Ana Adanmış, Metis
Yayınları, Ekim 1998, sayfa 96-121.