- GÜLSÜNAY UYSAL - |
Diğer yandan olmayan bir şey varmış gibi bu varoluş
varsayımı üzerinden saatlerce, günlerce hatta yıllarca üzerine konuşulacak bir
gerçeklik dünyası da kurabiliriz. Öyle ya Heidegger
de “dil varlığın evidir” demiyor mu?
Çoğu zaman tarihsel süreci okumak için dil okumaları yapmak başlı başına bir tüyo
verebilir. Toplumsallıkların zihin yapılarını anlamaya çalışırken deyimler ve
atasözlerine bakmak ise işi bir hayli kolaylaştırır. Belki tam da bu noktada “dil, yolların labirentidir” diyen Wittgenstein’a kulak vermek gerekir.
Toplumsal hafızalarda yer eden tüm acılarda dil ile yaratılmış yaralar vardır,
açıktır, kanıyordur. Dil bir bela gibidir acılara, Gazali metaforuyla... [1]
Bu yazıda ikinci cins
olan kadının hangi söylemlerle ötede belirlenmiş yerinde eril tahakküm
tarafından cinsel, psikolojik, fiziksel şiddet görünüşlerinden, onları bu duruma
sokan ataerki tarafından üretilmiş dil oyunlarından bahsedeceğiz. Ama önce
sırtımızı hangi duvara dayadık anlatmak için uğraşacağız.
İkinci cins vurgusu
Simone de Beauvoir’ın 1949’da “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözüyle
zihnimize kazınan “İkinci Cins” adlı
kitabına işaret ediyor. Beauvoir, kadının, tarih boyunca “normal” kabul edilen
erkek cinsiyetinden bir sapma olarak “diğer” cinsiyet şeklinde nasıl inşa
edildiğinin üzerinde duruyor, böylece toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet
arasındaki doğal kabul edilen ve sorgulanmayan önemli ayrımı vurguluyor. Toplumsal
cinsiyetin, kimliğin bir parçası olarak aşamalı olarak edinildiğini belirtiyor.
Burada en önemli nokta kadının ezilmesinin kadına özgü doğal farklılıklardan
kaynaklanmadığını, ezilmeyi meydana getiren koşulların tarihsel ve toplumsal
olarak oluştuğunu öne sürmesidir.
Simone de Beauvoir’ın kadını erkeğin egemenliğinden kurtarmak için toplumsal, tarihsel ve kültürel olanla mücadele etmeyi önermesinin ve eşitlik talep etmesinin Butler’ın Cinsiyet Belası üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Beauvoir bedenimizde kültürel dünyayı vücuda getirdiğimizi, onu giyindiğimizi, ataerkil kültürün bizim sürekli ve etkin biçimde icra ettiğimiz bir proje olduğunu görür. Dişi cinsiyetin doğal olduğu yanılsamasını yaratan şey kadınların kendilerini ikinci cins haline getiren projeyi sürekli biçimde üstleniyor olmalarıdır. [2]
Simone de Beauvoir’ın kadını erkeğin egemenliğinden kurtarmak için toplumsal, tarihsel ve kültürel olanla mücadele etmeyi önermesinin ve eşitlik talep etmesinin Butler’ın Cinsiyet Belası üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Beauvoir bedenimizde kültürel dünyayı vücuda getirdiğimizi, onu giyindiğimizi, ataerkil kültürün bizim sürekli ve etkin biçimde icra ettiğimiz bir proje olduğunu görür. Dişi cinsiyetin doğal olduğu yanılsamasını yaratan şey kadınların kendilerini ikinci cins haline getiren projeyi sürekli biçimde üstleniyor olmalarıdır. [2]
Judith Butler’ın Beauvoir ve Lacan’a eleştirel düştüğü noktadan alıp eril dil ile kadına kurulan
tahakküm ilişkisini anlatmak için kısaca bu perspektifleri vermemiz gerek.
Beauvoir kadını içkinliğe mahkum eden normları ifşa eder. Butler ise bedenin,
yasayla ilişkisi içinde normları üstlenerek veya ihlal ederek cinsiyetlendiğini
savunuyor. Butler cinsiyetli bedenden söz edilemeyeceğinden söz ederken bunu
dayandırdığı Lacan’ın “sembolik sistem”i
ile karşılaşırız.
Sembolik sistem, anlamın ortaya çıkışının gösterenler arasındaki farklılıklar sayesinde oluşturduğu bir hareketliliği ifade eder, bu hareket dildir. Lacan dilin içindeki zamansal ve mekânsal farklılıkları bilinçdışıyla ilişkilendirerek düşünür. Lacan’a göre sembolik sistem içinde özne her zaman “eril” bir biçimde konumlandığı halde, “cinsiyet farkı” yoktur. Sembolik sistemin yasası bizi cinsiyetli özneler olarak üretmez. Buna karşın, Butler yasanın cinsiyetli bedenler üretecek bir biçimde işlendiğinde ısrar eder. O, akrabalık ilişkilerinin sembolik düzene taşınıp, tarihsel ve toplumsal süreçlerden koparılmasını erkek egemenliğinin ve heteronormativitenin başka türden bir meşrulaştırılması olarak düşünür. Dilde cinsiyet farklılığının nasıl belirdiği, cinsiyet farklılığı konumundan konuşmanın mümkün olup olmadığı ikinci dalga feminizmin temel meselesiydi.
Irigaray da Lacan gibi düşünüyor ve 'Sembolik sistemin konuşan öznesi cinsiyet açısından nötr değil erildir' diyor. Sembolik sistemin tek bir cinsiyetin konuşmasına izin verdiğini, bir kadın da “özne konumu”ndan konuşursa sembolik sistemdeki eril konumu almış olduğunu da ayrıca. [3]
Sembolik sistem, anlamın ortaya çıkışının gösterenler arasındaki farklılıklar sayesinde oluşturduğu bir hareketliliği ifade eder, bu hareket dildir. Lacan dilin içindeki zamansal ve mekânsal farklılıkları bilinçdışıyla ilişkilendirerek düşünür. Lacan’a göre sembolik sistem içinde özne her zaman “eril” bir biçimde konumlandığı halde, “cinsiyet farkı” yoktur. Sembolik sistemin yasası bizi cinsiyetli özneler olarak üretmez. Buna karşın, Butler yasanın cinsiyetli bedenler üretecek bir biçimde işlendiğinde ısrar eder. O, akrabalık ilişkilerinin sembolik düzene taşınıp, tarihsel ve toplumsal süreçlerden koparılmasını erkek egemenliğinin ve heteronormativitenin başka türden bir meşrulaştırılması olarak düşünür. Dilde cinsiyet farklılığının nasıl belirdiği, cinsiyet farklılığı konumundan konuşmanın mümkün olup olmadığı ikinci dalga feminizmin temel meselesiydi.
Irigaray da Lacan gibi düşünüyor ve 'Sembolik sistemin konuşan öznesi cinsiyet açısından nötr değil erildir' diyor. Sembolik sistemin tek bir cinsiyetin konuşmasına izin verdiğini, bir kadın da “özne konumu”ndan konuşursa sembolik sistemdeki eril konumu almış olduğunu da ayrıca. [3]
Eril dil aramızda bir hayalet gibi de dolaşmıyor ki duymayanımız
kalsın: “Kadının karnından sıpayı,
sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” İşte bu atasözünü diye diye, duya
duya yetişen/yetiştirilen erkeklerimiz var bizim. Bu erkeklerin “sürekli” gebe bırakması; aynı zamanda da dövmesi
gereken bir karıları var. Erkeklik böyle bir şey. İspatlar dünyası.
Çemberin dışına çıkarsan toplum mimler. Erkek olmak “da” kolay değil bu
toplumda. “Kedinin bacağını baştan
ayırmak”, “Kızını dövmeyen dizini döver.” gibi atasözü ve deyimler de bu
örneklerden. İşte bu cinsel ve fiziksel şiddete dayalı devletimizin vukuat-ı
adiyeden gördüğü hallerimiz, mağduriyetimiz, geleneklerimiz. Kim bilir kaç
kadın “kocandır döver de sever de”, “biz aile arasına giremeyiz” cevabını
alıp evine döndü devletimizin emniyet organlarından, adaletinden; sonra kimisi
öldü.
Kadına karşı şiddet evrensel olarak varlığını sürdüren bir
şey. Öyle ki erkeğin kadına şiddeti “normal”
bir davranış, gelenek ya da olması gereken bir eylemmiş gibi dayatıldığı için kadınlar
hep mağduriyetlerini saklıyorlar. Saklamadıklarında
başvuracakları bir yer bulamıyorlar. Şiddetin gelenek gibi algılanmasının ve
kadınların boyun eğmesinin en önemli itkilerinden biri her türlü günlük söyleme
yedirilmiş, eril tahakkümün hakimiyetini ve şiddet meşruiyetini içeren
atasözleri ve deyimler. Bu atasözleri ve deyimler tüm dünyada bir hayli yaygın.
Mineke Schipper, “Erkek Acı Çeker
Kadının Ruhu Duymaz” başlıklı kitabında kadınlar üzerine söylenmiş
atasözlerini derlemiş. Kadınlara karşı erkekler tarafından uygulanan şiddeti
meşrulaştıran atasözlerini sizin için “itina”yla
seçtik:
“Karınızı düzenli bir
biçimde dövün; neden dövdüğünüzü siz bilmeseniz bile, o bilir.” (Batı Afrika)
“ Gonklar gibi
kadınların da düzenli olarak dövülmeleri gerekir.” (ABD)
“Kötü kadının da, iyi
kadının da sopaya ihtiyacı vardır.” (Arjantin)
“İyi atlar için de,
kötü atlar için de mahmuz gereklidir; iyi kadınlar için de, kötü kadınlar için
de kırbaç gereklidir.” (Avrupa-ABD)
“Bir öküze ya da bir
kadına kıymamazlık etmeyin.” (Burma)
“Yeni bir sandalı
kalafatlayın; yeni bir zevceyi dövün.” (Khiongtha)
“Kavgacı bir kadın
dayağı hak etmiştir.” (Almanya)
“Eğer zevce çılgınsa
kamçı güçlü olmalıdır.” (Kazakistan)
“Tekrar dövülmek
isteyen kocasına hadımsın der.” (Ruanda)
“Sopayla dövmek
erdemli zevceler oluşturur.” (Çin)
“Dövülen kadın daha
iyi bir zevce olacaktır.” (Kore)
“Yük arabasının
çivileri ve bir kadının kafası, ancak iyi vurulduğunda işler.” (Racastan)
“Tanrı zevcesini
dövenin rızkını artırır.” (Rusya)
“Bir fındık, bir çiroz
ve genç bir zevcenin iyi olmaları için dövülmeleri gerekir.” (Lehistan)
“Bir kadın, bir köpek
ve bir ceviz ağacı, bunları ne kadar çok döverseniz o kadar iyi olur.” (İngiltere)
“Sevgi sopanın ucunda
başlar.” (Kore)
“Eğer karınızı
gerçekten seviyorsanız onu dövmeniz gerekir.” (Tigrinya-Eritre)
“Karınıza kötek
atmazsanız, kendini daha şimdiden dulmuş gibi hisseder.” (Ermenistan)
“Bir zevceye vurmak
bir un çuvalına vurmak gibidir: iyi olan dışarı çıkar, kötü olansa içeride
kalır.” (İsveç)
“Bir zevcenin kaderi
kolay değildir: değnekle dövüleceksiniz ve sesiniz çıkmayacak, çünkü
yetişkinler ağlamaz.” (Ovambo)
“Genç bir zevce
kocasının evinde bir yankı ya da bir gölge olmalıdır.” (Japonya)
İdeal eş, iffetli, çekingen, sadık, edepli, suskun,
görünmez, güvenilir, hamarat ve faydalı olacak. Kocası tarafından kalıba
sokulmayı kendi isteğiyle, uysallıkla kabullenecek. Böyle mi? Alkışlar şimdi
dil ile şiddeti var eden ataerkek atasözlerine! Ama bu alkışlar çok ironikler.
Çünkü kadınlar bu atasözleriyle üretilmiş erkek zihniyetleri yüzünden
öldürülüyorlar. Hani, diye diye olduran bu ataerkil toplumumuzda bir de diyorlar
ya hep bir adam karısını öldürdüğünde “sevmekten”
diye, he işte o ataerkil düzenin eril dilinin bir palavrası. Seven adam öldürür,
seven adam döver, seven adam söver… Bu nasıl bir oyunu egemen dilin? Ve evet
kadınlar kafanızı kuma gömmekten kamburunuz çıktı, yetmez mi artık? Bazı
kadınlar bu söylemlerle barışık ya da sonsuz inanma inancıyla itaat ediyorlar
bu ıstıraplara, cinsel, psikolojik, fiziksel şiddetin mağduru olmaya, öyle
bilmişler: Kocandır döver de, sever de! demiş
duyanlar, bilenler. Anasına dönse yani eril dile en hâkim olan varlık olan
anasına, o da diyecek ki: “Kadın bir
topak çamurdur, nereye atarsan orada kalmalıdır.”
Bakın bu başlıklar fırından yeni çıktı:
“Karısını öldürdü oğlunu sevgilisine teslim etti”[4]
“Polis memuru boşandığı karısını öldürdü”[5]
“Karısını öldürdü, yakarak gömdü!”[6]
“Eski eşini tüfekle vurarak öldürdü”[7]
“Koca dehşeti: Karısını 50 yerinden bıçakladı!”[8]
“Karısının kafasını kesip çatıdan attı”[9]
Ve? Şu dile bir ayar çekmenin vakti geçmemiş mi? Ya da yedi ceddimize ve ulu orta savrulmuş seri katil sözlerine, atasözlerine.
Gülsünay Uysal
Kaynaklar:
-
Erkeğin
Değişe(meye)n Halleri, Editör: Huriye Kuruoğlu
-
Cinsellik
Muamması, Hazırlayanlar: Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice
-
Cinsiyetli
Olmak, Derleyen: Zeynep Direk
-
Erkek Acı
Çeker Kadının Ruhu Duymaz, Mineke Schipper