Sunday, October 14, 2012

Seri Katil Bulundu: Ataerkek Atasözleri

- GÜLSÜNAY UYSAL -
Diye diye var ettik insanlık olarak. Demelerle var ettik. Dedikçe var olacağına inandık. “Sus öyle deme! Kırk kere dersen olur!” diye öğretildik. Her şey dil ile var olurdu çünkü? Korktuk şom ağzımızı açmaya. Durumlar/olaylar dile getirilmediğinde onlar yokmuş gibi, olmamış gibi yapabiliriz. İşimize gelmezse görmezden, duymazdan gelip dillendirmeyiveririz. Zengin kocamız aldattığında kazan kaldırmak çok cazip olmayabilir her zaman? Susarız. Ee, zaten erkek aldatır! Ya da öyle ya sarsılır prestijimiz, işadamı kocamızın şiddet uyguladığı duyulursa. Dün gece karşı dairedeki çığlıkları duymayıveririz, kuşanmışızdır yedi kuşak evvelden: Karı-koca arasına giremeyiz. Oysa paspas altı ettiklerimizin yekûnudur acılarımız. Göz ardı etmeye gelmediğini bir gün işitilmeyen sizin çığlıklarınız olduğunda anlarsınız. 

Diğer yandan olmayan bir şey varmış gibi bu varoluş varsayımı üzerinden saatlerce, günlerce hatta yıllarca üzerine konuşulacak bir gerçeklik dünyası da kurabiliriz. Öyle ya Heidegger de “dil varlığın evidir” demiyor mu? Çoğu zaman tarihsel süreci okumak için dil okumaları yapmak başlı başına bir tüyo verebilir. Toplumsallıkların zihin yapılarını anlamaya çalışırken deyimler ve atasözlerine bakmak ise işi bir hayli kolaylaştırır. Belki tam da bu noktada “dil, yolların labirentidir” diyen Wittgenstein’a kulak vermek gerekir. Toplumsal hafızalarda yer eden tüm acılarda dil ile yaratılmış yaralar vardır, açıktır, kanıyordur. Dil bir bela gibidir acılara, Gazali metaforuyla... [1]
Bu yazıda ikinci cins olan kadının hangi söylemlerle ötede belirlenmiş yerinde eril tahakküm tarafından cinsel, psikolojik, fiziksel şiddet görünüşlerinden, onları bu duruma sokan ataerki tarafından üretilmiş dil oyunlarından bahsedeceğiz. Ama önce sırtımızı hangi duvara dayadık anlatmak için uğraşacağız.
İkinci cins vurgusu Simone de Beauvoir’ın 1949’da “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözüyle zihnimize kazınan “İkinci Cins” adlı kitabına işaret ediyor. Beauvoir, kadının, tarih boyunca “normal” kabul edilen erkek cinsiyetinden bir sapma olarak “diğer” cinsiyet şeklinde nasıl inşa edildiğinin üzerinde duruyor, böylece toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet arasındaki doğal kabul edilen ve sorgulanmayan önemli ayrımı vurguluyor. Toplumsal cinsiyetin, kimliğin bir parçası olarak aşamalı olarak edinildiğini belirtiyor. Burada en önemli nokta kadının ezilmesinin kadına özgü doğal farklılıklardan kaynaklanmadığını, ezilmeyi meydana getiren koşulların tarihsel ve toplumsal olarak oluştuğunu öne sürmesidir.

Simone de Beauvoir’ın kadını erkeğin egemenliğinden kurtarmak için toplumsal, tarihsel ve kültürel olanla mücadele etmeyi önermesinin ve eşitlik talep etmesinin Butler’ın Cinsiyet Belası üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Beauvoir bedenimizde kültürel dünyayı vücuda getirdiğimizi, onu giyindiğimizi, ataerkil kültürün bizim sürekli ve etkin biçimde icra ettiğimiz bir proje olduğunu görür. Dişi cinsiyetin doğal olduğu yanılsamasını yaratan şey kadınların kendilerini ikinci cins haline getiren projeyi sürekli biçimde üstleniyor olmalarıdır. [2]
 
Judith Butler’ın Beauvoir ve Lacan’a eleştirel düştüğü noktadan alıp eril dil ile kadına kurulan tahakküm ilişkisini anlatmak için kısaca bu perspektifleri vermemiz gerek. Beauvoir kadını içkinliğe mahkum eden normları ifşa eder. Butler ise bedenin, yasayla ilişkisi içinde normları üstlenerek veya ihlal ederek cinsiyetlendiğini savunuyor. Butler cinsiyetli bedenden söz edilemeyeceğinden söz ederken bunu dayandırdığı Lacan’ın “sembolik sistem”i ile karşılaşırız.

Sembolik sistem, anlamın ortaya çıkışının gösterenler arasındaki farklılıklar sayesinde oluşturduğu bir hareketliliği ifade eder, bu hareket dildir. Lacan dilin içindeki zamansal ve mekânsal farklılıkları bilinçdışıyla ilişkilendirerek düşünür. Lacan’a göre sembolik sistem içinde özne her zaman “eril” bir biçimde konumlandığı halde, “cinsiyet farkı” yoktur. Sembolik sistemin yasası bizi cinsiyetli özneler olarak üretmez. Buna karşın, Butler yasanın cinsiyetli bedenler üretecek bir biçimde işlendiğinde ısrar eder. O, akrabalık ilişkilerinin sembolik düzene taşınıp, tarihsel ve toplumsal süreçlerden koparılmasını erkek egemenliğinin ve heteronormativitenin başka türden bir meşrulaştırılması olarak düşünür. Dilde cinsiyet farklılığının nasıl belirdiği, cinsiyet farklılığı konumundan konuşmanın mümkün olup olmadığı ikinci dalga feminizmin temel meselesiydi.  

Irigaray da Lacan gibi düşünüyor ve 'Sembolik sistemin konuşan öznesi cinsiyet açısından nötr değil erildir' diyor. Sembolik sistemin tek bir cinsiyetin konuşmasına izin verdiğini, bir kadın da “özne konumu”ndan konuşursa sembolik sistemdeki eril konumu almış olduğunu da ayrıca. [3]
 
Eril dil aramızda bir hayalet gibi de dolaşmıyor ki duymayanımız kalsın: “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” İşte bu atasözünü diye diye, duya duya yetişen/yetiştirilen erkeklerimiz var bizim. Bu erkeklerin “sürekli” gebe bırakması; aynı zamanda da dövmesi gereken bir karıları var. Erkeklik böyle bir şey. İspatlar dünyası. Çemberin dışına çıkarsan toplum mimler. Erkek olmak “da” kolay değil bu toplumda. “Kedinin bacağını baştan ayırmak”, “Kızını dövmeyen dizini döver.” gibi atasözü ve deyimler de bu örneklerden. İşte bu cinsel ve fiziksel şiddete dayalı devletimizin vukuat-ı adiyeden gördüğü hallerimiz, mağduriyetimiz, geleneklerimiz. Kim bilir kaç kadın “kocandır döver de sever de”, “biz aile arasına giremeyiz” cevabını alıp evine döndü devletimizin emniyet organlarından, adaletinden; sonra kimisi öldü. 
Kadına karşı şiddet evrensel olarak varlığını sürdüren bir şey. Öyle ki erkeğin kadına şiddeti “normal” bir davranış, gelenek ya da olması gereken bir eylemmiş gibi dayatıldığı için kadınlar hep mağduriyetlerini saklıyorlar. Saklamadıklarında başvuracakları bir yer bulamıyorlar. Şiddetin gelenek gibi algılanmasının ve kadınların boyun eğmesinin en önemli itkilerinden biri her türlü günlük söyleme yedirilmiş, eril tahakkümün hakimiyetini ve şiddet meşruiyetini içeren atasözleri ve deyimler. Bu atasözleri ve deyimler tüm dünyada bir hayli yaygın. Mineke Schipper, “Erkek Acı Çeker Kadının Ruhu Duymaz” başlıklı kitabında kadınlar üzerine söylenmiş atasözlerini derlemiş. Kadınlara karşı erkekler tarafından uygulanan şiddeti meşrulaştıran atasözlerini sizin için “itina”yla seçtik:
“Karınızı düzenli bir biçimde dövün; neden dövdüğünüzü siz bilmeseniz bile, o bilir.” (Batı Afrika)
“ Gonklar gibi kadınların da düzenli olarak dövülmeleri gerekir.” (ABD)
“Kötü kadının da, iyi kadının da sopaya ihtiyacı vardır.” (Arjantin)
“İyi atlar için de, kötü atlar için de mahmuz gereklidir; iyi kadınlar için de, kötü kadınlar için de kırbaç gereklidir.” (Avrupa-ABD)
“Bir öküze ya da bir kadına kıymamazlık etmeyin.” (Burma)
“Yeni bir sandalı kalafatlayın; yeni bir zevceyi dövün.” (Khiongtha)
“Kavgacı bir kadın dayağı hak etmiştir.” (Almanya)
“Eğer zevce çılgınsa kamçı güçlü olmalıdır.” (Kazakistan)
“Tekrar dövülmek isteyen kocasına hadımsın der.” (Ruanda)
“Sopayla dövmek erdemli zevceler oluşturur.” (Çin)
“Dövülen kadın daha iyi bir zevce olacaktır.” (Kore)
“Yük arabasının çivileri ve bir kadının kafası, ancak iyi vurulduğunda işler.” (Racastan)
“Tanrı zevcesini dövenin rızkını artırır.” (Rusya)
“Bir fındık, bir çiroz ve genç bir zevcenin iyi olmaları için dövülmeleri gerekir.” (Lehistan)
“Bir kadın, bir köpek ve bir ceviz ağacı, bunları ne kadar çok döverseniz o kadar iyi olur.” (İngiltere)
“Sevgi sopanın ucunda başlar.” (Kore)
“Eğer karınızı gerçekten seviyorsanız onu dövmeniz gerekir.” (Tigrinya-Eritre)
“Karınıza kötek atmazsanız, kendini daha şimdiden dulmuş gibi hisseder.” (Ermenistan)
“Bir zevceye vurmak bir un çuvalına vurmak gibidir: iyi olan dışarı çıkar, kötü olansa içeride kalır.” (İsveç)
“Bir zevcenin kaderi kolay değildir: değnekle dövüleceksiniz ve sesiniz çıkmayacak, çünkü yetişkinler ağlamaz.” (Ovambo)
“Genç bir zevce kocasının evinde bir yankı ya da bir gölge olmalıdır.” (Japonya)
İdeal eş, iffetli, çekingen, sadık, edepli, suskun, görünmez, güvenilir, hamarat ve faydalı olacak. Kocası tarafından kalıba sokulmayı kendi isteğiyle, uysallıkla kabullenecek. Böyle mi? Alkışlar şimdi dil ile şiddeti var eden ataerkek atasözlerine! Ama bu alkışlar çok ironikler. Çünkü kadınlar bu atasözleriyle üretilmiş erkek zihniyetleri yüzünden öldürülüyorlar. Hani, diye diye olduran bu ataerkil toplumumuzda bir de diyorlar ya hep bir adam karısını öldürdüğünde “sevmekten” diye, he işte o ataerkil düzenin eril dilinin bir palavrası. Seven adam öldürür, seven adam döver, seven adam söver… Bu nasıl bir oyunu egemen dilin? Ve evet kadınlar kafanızı kuma gömmekten kamburunuz çıktı, yetmez mi artık? Bazı kadınlar bu söylemlerle barışık ya da sonsuz inanma inancıyla itaat ediyorlar bu ıstıraplara, cinsel, psikolojik, fiziksel şiddetin mağduru olmaya, öyle bilmişler: Kocandır döver de, sever de! demiş duyanlar, bilenler. Anasına dönse yani eril dile en hâkim olan varlık olan anasına, o da diyecek ki: “Kadın bir topak çamurdur, nereye atarsan orada kalmalıdır.”

Bakın bu başlıklar fırından yeni çıktı:

“Karısını öldürdü oğlunu sevgilisine teslim etti”[4]
“Polis memuru boşandığı karısını öldürdü”[5]
“Karısını öldürdü, yakarak gömdü!”[6]
“Eski eşini tüfekle vurarak öldürdü”[7]
“Koca dehşeti: Karısını 50 yerinden bıçakladı!”[8]
“Karısının kafasını kesip çatıdan attı”[9]

Ve? Şu dile bir ayar çekmenin vakti geçmemiş mi? Ya da yedi ceddimize ve ulu orta savrulmuş seri katil sözlerine, atasözlerine.

Gülsünay Uysal

Kaynaklar:
-          Erkeğin Değişe(meye)n Halleri, Editör: Huriye Kuruoğlu
-          Cinsellik Muamması, Hazırlayanlar: Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice
-          Cinsiyetli Olmak, Derleyen: Zeynep Direk
-          Erkek Acı Çeker Kadının Ruhu Duymaz, Mineke Schipper