Ayşe Hür
Geçtiğimiz hafta
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Sayın Dr. Nilüfer Bayar Gürsoy’dan bir
mektup aldım. Sayın Gürsoy, 13 Temmuz 2008 tarihinde bu sayfada yayınlanan
‘Kımıl Olayı’ndan 49’lar Davası’na başlıklı yazımda dile getirdiğim bazı
iddiaların doğru olmadığını belirtiyordu. Mektubu (ara başlıkları tarafımdan
eklenmiş olarak) aşağıda bulacaksınız. Mektuptaki iddialara cevabımı da aşağıda
bulacaksınız. Cevabımı hazırlarken, üzülerek bir kere daha farkına vardım ki,
Türkiye’de görünüşte birbirinden 180 derece farklı ideolojik yönelimlere sahip
görünseler de, bu devletin karar mekanizmalarında yer alan şahsiyetler, ‘Kürt
Meselesi’ veya ‘Ermeni Meselesi’ söz konusu olduğunda, neredeyse birbirinin
kopyası üslup ve yöntemler kullanıyorlar. Bunlar ne yazık ki, kavrayıcı ve
kapsayıcı olmak yerine yok sayıcı, dışlayıcı ve daraltıcı özellikler taşıyor.
Hatta konumuzda olduğu gibi ‘imha’ gibi en vahşi yöntemleri içeriyor.
BİR ELMANIN İKİ
YARISI • Bu benzeşmenin temelinde, ideolojik sandığımız farklılıkların, aslında
iktidar bloğu içindeki güç mücadelesinin tezahürleri olması yatıyor. Milli
Mücadele’yi örgütleyen, Cumhuriyet’i kuran kadroların İttihatçılığın ‘rahle-i
tedrisi’nden geçtiğini biliyoruz. Bu kadrolar dört kıtaya yayılmış bir
imparatorluktan, Anadolu’ya sıkışmış küçük bir ulus-devlete dönüşmenin
travmasını hiç atlatamadılar ve sürekli bölünme korkusu içinde yaşadılar.
Bölünmeyi önlemek için akıllarına ilk gelen ise, çeşitli etnik, dinsel ve
dilsel grupların taleplerini yok sayma, dışlama, baskı ve şiddet kullanma oldu.
Sayın Nilüfer Gürsoy’un mektubu sayesinde, Celal Bayar ve Cemal Gürsel gibi iki
önemli şahsiyetin Kürt Meselesi’ndeki tavırlarına biraz daha yakından bakma,
böylece sınırlı da olsa bir zihniyet analizi yapma fırsatı bulmaktan memnunum.
Celal Bayar’ın
kızı Dr. Nilüfer Bayar Gürsoy’un mektubu
“27 Mayıs 1960’a
yakın bir tarihte Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un emekliliği gelince
görevine bir müddet daha devam etmesi için emeklilik muamelesi ertelenmişti.
Bundan kısa bir süre sonra Başbakan Adnan Menderes ve Milli Savunma Bakanı
Ethem Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gelerek Kara Kuvvetleri Kumandanı
Cemal Gürsel’in Genelkurmay Başkanı yapılmasını istemişlerdi. Bayar da, “Rüştü
Erdelhun’un Genelkurmay Başkanlığına devam edebilmesi için emekliliğini
uzattınız. Şimdi de Gürsel’i tayin etmek istiyorsunuz, yakışık almaz” diyerek
teklifi reddetmişti. Celal Bayar’ın Gürsel hakkındaki kanaati olumlu değildi.
Kendisinden bir rapor hazırlamasını istemiş, hazırladığı raporu beğenmemişti.
Bayar’ın beğenmediği rapor, son günlerde Abdülmelik Fırat’ın bahsettiği, Cemal
Gürsel’in “Bin Kürdü sallandırmalı” dediği rapor olmalı.
CEMAL GÜRSEL’İN
APORU • Konuya daha açıklık getirmek için Ferzende Kaya’nın Mezopotamya Sürgünü
Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü adlı kitabından, Demokrat Parti dönemi
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun bizzat Yassıada’da Abdülmelik Fırat’a
anlattığı Gürsel raporu ile ilgili bölümü aktarıyorum: “49’lar tutuklanmadan
önceki günlerde, Reisicumhur, Başbakan, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve
Genelkurmay Başkanı toplantı halindedirler. Konu, Kara Kuvvetleri Komutanı
Cemal Gürsel Paşa’nın Doğu ile ilgili raporunun konuşulması. Özet olarak,
Kürtler silahlanmışlar; devlete başkaldırabilirler; tedbir olarak beş bin veya
iki bin beş yüz kişiyi toparlayıp imha edelim veya kamplarda alıkoyalım, fikri
tartışılıyor. Fatin Rüştü Zorlu görüşlerini şöyle dile getiriyor: ‘Biz Batı
demokrasisini kabul
etmiş bir ülkeyiz. İnsan Hakları Beyannamesi’ni imzalamış bir devletiz.
Devletimizin kolluk görevlileri ve yargı mercilerimiz var; suç işleyen
vatandaşları yargılayıp cezalandırabiliriz. Ama hukuk dışı bir uygulamaya asla
razı olamam. Zaten bu halimizle bile Batı’ya durumumuzu zor izah edebiliyorum.’
Bunun üzerine Adnan Menderes de kendisini destekleyen bir konuşma yapıyor.
Ancak Reisicumhur Celal Bayar, konuya değişik bir açıdan bakıyor: “Raporu
komutanımızdır. Ya bu raporu inanıp uygulayacağız veyahut inanmayıp Kara
Kuvvetleri Komutanı’nı görevden alacağız.” der.” (Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü,
Anka Yayınları, İstanbul 2003, s. 133). İşte Reisicumhur Celal Bayar’ın, Cemal
Gürsel hakkındaki olumsuz kanaatinin ve onun Genelkurmay başkanlığı’na sıcak
bakmamasının edeni bu rapordaki şiddet içeren unsurlardır.
13 Temmuz 2008
tarihli Taraf gazetesinde çıkan “Kımıl Olayından 49’lar Davasına” başlıklı
yazıda, Kürtler’den bin tanesini sallandırma sözünün Celal Bayar’a mal
edildiğini görüyoruz.
BAYAR’IN ŞARK
RAPORU • 1993 yılında da Aktüel dergisinde Yaşar Kaya ile yapılan bir
röportajda aynı iddia vardı. Tekzibini isteyerek yasal dava açmış ve davayı
kazanmıştık. Şimdi de aynı şey tekrarlanıyor! Ortada bin Kürt’ü asmalı diye
şiddet içeren bir söz ve bu sözü söylediği ifade edilen tarihe mal olmuş iki
kişi var: Bayar ve Gürsel. Bir yanda, 1936 yılında yazdığı Şark Raporu’nda
Celal Bayar: “Hariçten sokulmaya çalışılan politikanın zararlı cereyanlarını
kırmak ve bu yurttaşları anavatana bağlamak için devamlı çalışmak ister.
Kendilerine yabancı bir unsur oldukları resmî ağızlardan da ifade edildiği takdirde,
bizim için elde edilecek netice, bir tepkiden ibaret olabilir. Bugün Kürt diye
bir kısım vatandaşlar okutturulmamak ve devlet işlerine karıştırılmamak
isteniliyor” diye yazmaktadır. (Celal Bayar, Şark Raporu, Kaynak Yayınları,
İstanbul 2006, s. 63-65).
Yine 6 Mayıs 1950
yılında Diyarbakır ve Elazığ’daki konuşmasında da: “Demokrat Parti vatandaşlar
arasında hangi ırk ve dinden olursa olsun Cumhuriyet kanunlarına itaat edilmesi
şartıyla vatandaşlar arasında bir fark gözetmemektedir. Zaman zaman bazı kimselerin
zihinlerinde bir şüphe belirmektedir. Acaba bu memleket sakinleri arasında
şarklı ve garplı bir fark var mıdır? Varsa bunu kökünden söküp atmak lazımdır.
Nazarımızda ne şark garp, yerine kül halinde memnun edilmesi icap eden
milletimiz vardır” demektedir. (Celal Bayar’ın Seçim Konuşmalarındaki Söylev ve
Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Kasım 1999, s. 58).
CEMAL GÜRSEL’İN
TEHDİDİ • Diğer taraftan, Cemal Gürsel’in şiddet içeren sözlerinden örnekler
verebiliriz: 27 Mayıs’tan hemen sonra temmuz ayı başlarında Demokrat İzmir
gazetesinde “Gerekirse sel gibi kan akıtırım” diyen sözleri yer alıyordu.
Yassıada döneminde, iktidarın bütün mensupları adada tutuklu iken, bazı
Demokrat Parti üyesi vatandaşlar, karşı sahillerden Yassıada’ya bakıp, denizden
bir tünel açarak adadakileri kaçırsak, diye hayal kuruyorlar. Bu hayalleri
ciddiye alan darbeciler Yassıada’daki Demokrat Partililer’i kaçıracaklardı diye
haklarında dava açıyorlar. “Tünelciler Davası” adı ile açılan bu dava aylarca
sürüyor... Bu davanın açıldığı bildirilen günlerde Cumhurbaşkanı mevkiindeki
Cemal Gürsel “Adaya çıkarlarsa et ve kemik yığını bulurlar” açıklamasını
yapıyor. Gazete manşetinden verilen bu bildiri Yassıada’da yakınları bulunan
ailelere gözdağı vermesinden öte, şiddete ne kadar kolaylıkla meyledebildiğini
göstermektedir. 49’lar davasıyla ilgili şiddet sözleri Bayar’a ait olmuş
olsaydı, 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan Yassıada mahkemelerinde bu sözler
dava konusu olurdu. Bayar’ı bu düşünceler içinde göstermek ve bu sözleri ona
atfetmek, 27 Mayıs sürecinin çarpıtmalarından ve o günlerin iftiralarından
birisidir. Aynı iftiraların devam ettirilmesi üzücü ve düşündürücüdür. Taraf
gazetesinin ve dayandığı kitap yazarının bu sözleri geri almasını ve tekzip
etmesini beklemekteyiz.”
CEMAL GÜRSEL
SÖYLEMİŞ OLABİLİR Mİ? • Yukarıdaki mektup kısaca şunu söylüyor: “Evet, ortada
‘beş bin veya iki bin beş yüz kişiyi toparlayıp imha edelim veya kamplarda
alıkoyalım’ şeklinde bir fikir vardır (ki ben yazımda ‘bin kişi’ demiştim) ama
bu fikir babam Celal Bayar’a değil, o sırada genelkurmay başkanı olan Cemal
Gürsel’e aittir.” Böyle korkunç bir teklifin yapıldığının bir kez daha teyidi
çok sarsıcı bir durum, üstelik bir fikir duyanlar tarafından hiç de şiddetli
bir eleştiri görmemiş ama şimdilik meselemiz bu değil, fikrin kime ait olduğunu
tespit etmek.
Peşinen
söylemeliyim ki bu fikrinin Celal Bayar’a değil de, Cemal Gürsel’e ait olduğu
iddiası yabana atılır gibi değil. İlk ağızda, sevenleri tarafından ‘Aga Cemal’
diye anılan Gürsel, hem Erzurumlu Alevi Kürdü olduğundan, hem de yumuşak ve
sevimli karakteri yüzünden, bu kadar gaddar bir teklifte bulunmuş olamaz diye
düşünenler olabilir ancak, tekzip edilen yazımızda anlattığımız Sivas Kampı
zaten Kürtlere karşı ne kadar sert olabileceğini gösteriyordu. Dahası, Cemal
Gürsel, 16 Kasım 1960 tarihli İsveç gazetesi Dagens Nyheter’de çıkan demecinde
şu tehdidi savurmuştu: “Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler (Kürtler)
rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt etmeyecektir.
Öyle bir kan gölü olacaktır ki, onlar da ülkeleri de yok olacaktır.” (Aktaran
İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, Yurt
Yayınları, 1978, s. 197.) Dolayısıyla, yerim sınırlı olduğu için söz konusu
yazımda yer veremediğim bu demece rağmen, benim deyimimle ‘bin kişiyi
sallandıralım’ fikrinin Celal Bayar’a değil de Cemal Gürsel’e ait olabileceğini
düşünmemem bir hataydı. Kaynaklar ağırlıklı olarak Bayar’ı işaret etseler de
şimdi ‘neden Gürsel de olmasın?’ diyorum.
CEMAL GÜRSEL’İN
GARİP ÖNSÖZÜ. Söz konusu fikrin Celal Bayar’a ait olma ihtimalini irdelemeden
önce, Cemal Gürsel’in Kürt meselesine ilişkin tavrına dair bir olayı daha
anlatmak istiyorum. Pek bilinmez ama, 27 Mayısçılar, kamplar ve tehditlerin
yanı sıra 1930’ların Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi çerçevesindeki kültür
politikalarını güncellemeyi de ihmal etmemişlerdi. Bu amaçla Kürtlerin aslen
Türk olduğunu ileri süren Mehmet Şerif Fırat’ın, ilk baskısı 1948’de yapılan
Doğu İlleri ve Varto Tarihi isimli kitabını okullarda yardımcı ders kitabı
olarak tavsiye etmişler ve 1961’de 2. baskısını yaptırdıkları kitaba bizzat
Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel bir ‘sunuş’ yazmıştı.
Sunuşa geçmeden
önce yazar ve kitabı ile ilgili bir ön bilgi vermek istiyorum. Zazaca konuşan
Alevilerden oluşan Vartolu Xormek (Hormek) Aşireti’nden olan Mehmet Şerif’in
adı ilk kez 6 Kasım 1947’de Tanin gazetesinde yayınlanan “İrtica Yılanı
Uyanıyor” başlıklı makale ile duyulmuştu. Uzun makalede özetle o sırada
Demokrat Partili (DP) adına bir yurt gezisine çıkan Celal Bayar’ın Erzurum’da
‘Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ve adamları tarafından bir şeriatın kurtuluş
orduları komutanı gibi’ karşılanması anlatılıyor ve Ankara’ya Cumhuriyet’in
zehirlendiği uyarısı yapılıyordu. Yıllar sonra Abdülmelik Fırat, söz konusu
makaleyi aslında CHP’nin Erzurum Milletvekili Cevat Dursunoğlu’nun yazdığını
söyledi. Mehmet Şerif’i çok yakından tanıyan bir başka tanık ise, Gürsel’in
sunuş yazdığı kitabına son şeklini verenin CHP Genel Merkezi olduğunu
ekleyecekti. Yani Mehmet Fırat, çok partili rejime gönülsüzce de olsa geçmek
zorunda kalan CHP’nin, DP’nin önünü kesmek için kullandığı unsurlardan biriydi.
(Aktaran Ruşen Arslan, Şeyh Said Ayaklanmasında Varto Aşiretleri ve Mehmet
Şerif Olayı, Doz Yayınları, 2006)
MALUM TEZ • İşte
‘resmî tarih’in süzgecinden geçmiş bu kitaba Cemal Gürsel’in yazdığı uzun
önsözden bir bölüm: “...Bugün Milli Eğitim Bakanlığımızca 2. baskısı yapılan bu
eserin bütün Türk aydınları tarafından okunması büyük faydalar sağlayacaktır.
Çünkü bu eser, Doğu Anadolu’da oturan, Türkçe’ye benzemeyen bir dil
konuştukları için kendilerini Türk’ten ayrı sayan, bilgisizliğimiz yüzünden
bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın su katılmamış Türk olduklarını bir
defa daha ispat etmektedir. Hem de inkârına imkân bırakmayan ilmi deliller ile
(...) Dünya yüzünde ‘Kürt’ diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk
yoktur. Kürtler, yalnız vatandaşımız değil, soydaşımızdır da. Fakat asırlarca
devam eden kötü idare ve ihmaller, onların da kapalı yaşama itiyatları maalesef
bu neticeyi doğurmuştur. Türk Milletini ve Türk Vatanını parçalayarak yok etmek
sevdasında olanlar, bundan faydalanmanın peşinde koşuyorlar.... Doğu İlleri
elimizden çıkarsa Orta ve Batı Anadolu’da tutunmamız kolay olmaz. Bu dava, Türk
Vatanı ve Türk Milletinin istikbali bakımından son derece ciddidir...”
YANLIŞLAR • Cemal
Gürsel’in aynı önsözde, ‘bilgin ve idealist öğretmen’ diye tanımladığı Mehmet
Şerif Fırat’ın bu kitabı yayınladıktan bir hafta sonra “parlattığı meşalenin
aydınlığından korkanlar tarafından insafsızca şehit edildiğini”, “zavallı
yazarın hangi vatan köşesinde gömülü olduğunu dahi” bilmediğini iddia etmesi
ise en az ‘Kürt yoktur’ iddiası kadar ilginçti. Çünkü, Mehmet Şerif, çok zeki
ve bilgili bir kişi olmakla birlikte, tahsili yetmediği için ancak vekil
öğretmenlik ve tahrirat katipliği yapabilmişti. Kitabının ilk baskısı 11
Haziran 1948’de yapılmış, öldürülmesi ise bundan bir hafta sonra değil, 1
Temmuz 1949’da olmuştu. ‘Parlattığı meşalenin aydınlığından korkanlar’
tarafından değil, içinden geldiği Xormek aşiretinin liderliği için yarıştığı
amcası Halil Ağa tarafından öldürülmüştü. Mezarı meçhul bir yerde değil,
başından beri öldürüldüğü Kasman köyündeydi. Anlaşılan, birileri, koskoca
Cumhurbaşkanı’nı ‘tarihi tahrif etme’ işinde başarıyla istihdam etmişti. Şimdi
tekrar ‘Kürtleri imha fikrinin’ sahibinin kim olabileceği sorununa gelelim.
FİKRİN BAYAR’A AİT
OLMA İHTİMALİ HİÇ Mİ YOK? • Bence var. Hatta daha ağırlıklı olarak var. Çünkü
Sayın Gürsoy’un babasının masumiyetine karine olarak gösterdiği 1936 tarihli
‘Şark Raporu’ gerçekten de, Cumhuriyet tarihi boyunca bu konuda hazırlanmış
raporlar arasında en rasyonel, en yapıcı olanlardan biri, ama Sayın Gürsoy’un
aktardığı bölüm ‘Hülasa mütegalibenin aileleriyle beraber yerlerini değiştirmek
esaslı ve iyi bir politikadır” diye bitiyor. Fakat daha önemlisi, Celal Bayar,
1935’te çıkarılan ‘Tunceli Kanunu’na tepki gösteren Dersim’deki (bugünkü Tunceli
havalisi) Kürt aşiretlerinin başkaldırısı sertlikle bastırılıp, liderleri
Seyyit Rıza asıldığında belki sadece iki aylık başbakandı ama Ağustos 1938’de
‘Dersim müşkülesinden ebediyen kurtulmak üzere’ Elazığ-Dersim-Palu bölgesinde,
bombardıman uçaklarıyla desteklenen üç kolordu tarafından yürütülen harekâtın
birinci derece sorumlusu idi ve harekâta bizzat katılmıştı. (1937’de bomba atan
uçaklardan birini Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen kullanıyordu.)
DERSİM HAREKÂTI •
Resmî rakamlara göre yüzlerce; gayri resmî rakamlara göre binlerce kişinin
ölmesi ve binlerce ailenin sürgüne gönderilmesiyle biten harekâtın Dersim
Kürtleri tarafından ‘soykırım’ olarak adlandırılmasını, Sayın Gürsoy ‘abartılı’
veya ‘yanlı’ bulabilir diye kendisinin daha çok güven duyacağı başka bir
kişinin şahadetine başvuracağım. Bu kişi, o sırada, 19. Piyade Alayı’nda
stajyer olarak görev yaparken Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri
Komutanı ve Tabii Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin Batur.
Batur, bir mülakatında okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü
anlatmaktan kaçınacağını söylemiş, bunun nedeni sorulduğunda, “Dersim’de tanık
olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını; ancak o dönemde
o yörede tanık olduğu ‘şeyleri’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu
‘şeyler’ olarak niteleyip sözlerini noktalamıştı. (Aktaran Musa Anter, Anılarım
Doz Yayınları, 1990, s. 44.) Batur’un telaffuz etmekten kaçındığı ‘şeyler’ den
biri, daha sonra resmî çevrelerin de kabul ettiği gibi, zehirli gaz
kullanılması idi. Bir diğeri, isyancı aşiretlerin kadın, çocuk demeden Munzur
çayına atılmaları idi. Harekâtın ayrıntılarını merak edenler İsmail Beşikçi’nin
Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, (Belge Yayınları, 1990) adlı kitabına
bakabilirler.
EGE KAÇIRTMASI •
Öte yandan, Celal Bayar’ın aleyhine karineleri geçmişte de bulabiliriz.
Kendisinin daha İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ege Bölgesi ‘Kâtib-i Mesul’ü
iken bazı nahoş işlere imza attığını biliyoruz. Bu işlerden en ünlüsü görünüşte
Balkanlar’dan gelen Müslüman muhacirlere yer açmak için 1913-1914 arasında Ege
Bölgesi’nde yaşayan Rum ahaliyi Ege Adaları’na ve Yunanistan’a ‘kaçırtma’
olayıydı. (Ayrıntılı bilgi için bakınız Celal Bayar, Ben de Yazdım, C. 5, Baha
Matbaası, 1967, s. 1568- 1579.) Gayrimüslim azınlıkları ‘dahili tümörler’
olarak niteleyen Kuşçubaşı Eşref’in sözleriyle “Ege havalisindeki temizleme
işini, Ordu olarak Pertev Paşa’nın (Sayın Pertev Demirhan) kumandasında olan
Dördüncü Kolordu’nun Erkânı Harbiye Reisi Cafer Tayyar Bey (rahmetli General
Cafer Tayyar Eğilmez), mülkî amir olarak İzmir Valisi Rahmi Bey (merhum),
İttihat ve Terakki Fırkası namına da mes’ul murahhas Mahmut Celâl Bey (sabık
Reisicumhur Celâl Bayar) ifa edeceklerdi. Devletin bütün kuvvetleri, bu plânın
tatbiki için Harbiye Nezareti’nin ve Başkumandanlığın verdiği emirlere göre
hareket edeceklerdi.” (Kuşçubaşı Eşref, I. Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve
Hayber’de Türk Cengi, Ercan Yayınları, 1962, s. 62)
KAÇ KİŞİ
KAÇIRTILDI? • İşin teknik kısmı Kuşçubaşı’na ve çetelerine düşmüştü. Celal
Bey’in görevi ise, ‘Rum kaçırtması’ndan sonra geriye kalacak mal ve mülklerin
yönetimiydi. Osmanlı Meclisi Mebusanı Başkanı Halil Menteşe, bu olayı açıklamak
için “Talat Bey hıyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi öne
almıştı” der. Halbuki, bu işlerin yapıldığı günlerde ne Rum halkının Osmanlı
Devleti’ne ihaneti, ne başka bir devlete tabiiyeti, ne de Yunan askerinin Batı
Anadolu’yu işgali söz konusuydu. Yani bir devlet, kendi vatandaşını, kendi
tebaasını, ülkeden zorla çıkarmaya çalışıyordu.
1913-1914’te
Ege’den ‘kaçırtılan’ Rum nüfus konusunda kesin bir bilgi yok. Celal Bayar
sadece İzmir civarından 130 bin dolayında Rum’un göç ettirildiğini söyler.
Osmanlı Meclisi Mebusan Başkanı Halil (Menteşe) Bey, 200 bin sayısını verir.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Henry Morgenthau ise tahminlerin 200 bin ile bir
milyon arasında olduğunu iddia eder.
İŞİN ACI YANI •
Benim yukarıda kısaca özetlediğim bu hikâyelerden çıkardığım şu: Celal Bayar ve
Cemal Gürsel özel hayatlarında çok yumuşak, çok sevecen kişiler olabilirler,
ancak her ikisi de, Ermeni, Rum veya Kürt meselesi gibi ‘milli’ davalarda, en
gaddar yöntemleri kullanmaktan çekinmeyecek kadar sert ideolojik çekirdeklere
sahipler. Bu açıdan 1959’da binlerce Kürt’ün imha edilmesi ya da toplama
kamplarına yerleştirilmesi fikrinin her iki cumhurbaşkanından da çıkması
ihtimali eşit görünüyor. Zaten kimin söylediğinden daha önemli olan konu,
Türkiye’nin en temel sorunlarından birini ‘çözmek’ deyince aklına ‘beş bin veya
iki bin beş yüz Kürt’ü toparlayıp imha etmek veya kamplara koymak’ gelen
cumhurbaşkanlarına ya da genelkurmay başkanlarına sahip olmamız…