Saturday, June 14, 2014
CHE 86 YAŞINDA !
Murat Can Yağbasan
Latin Amerika’nın tarihini ve kültürünü “keşfinin öncesi ve sonrası” diye ayırdığımızda birbirinden olağanüstü farklı süreçlere bölünen tarihsel olayların, şekillendirmelerin ve kitlesel mücadelelerin farkına varırız.
Bugün kıtanın tarihindeki yeri, sadece keşfi ile belirlenemez. Hristiyan sömürgeciler tarafından fethedilen kıta, talana, katliamlara ve sömürüye tanıklık etmiştir günümüze kadar. Hatta bu süreçlerin başı sömürgeciler tarafından o kadar hızlı tüketilmiş ve hızlandırılmıştır ki, kıta üzerinde yerli halktan kalan izler yok olma derecesine ulaşmıştır. Kitle kıyımları destansı boyutlara varınca, sömürgeciler daha ilk yüzyıl bitmeden iş gücü sıkıntısı çekmeye başlamış, Afrika’dan siyahileri buraya getirmek zorunda kalmıştır.
1811’lere kadarki süreç kölelik, sömürü ve soykırımdır. Ta ki Simon Bolivar önderliğinde kıtada ilk bağımsız ülke ilan edilene dek. Bolivar, Latin Amerika’nın yetiştirdiği devrimci, tarihsel kişilik olarak Böylece sesini duyurdu. Aynı kıta halkları, daha sonraları Jose Marti, Zapata, Villa, Sandino, Castro ve Guevara’yı aynı şekilde anacaktır.
Bu kişiliklerden Ernesto Che Guevara kadar dünya ölçeğinde efsaneleşmiş ve portreleşmiş olanı yoktur. Bolivya dağlarının soğuk ayazında, bir köy okulunda öldürüldüğünde dünya gençliğinin diliyle ‘’Che’’ bir kahraman haline gelecekti.
Emperyalizm, işte bu kahraman portrenin gücünden ve onu tanıtabilecek her şeyden endişe duyuyor, maceracı ve cesaret dolu biyografisini yalanlarla çarpıtıyor ve karşı olduğu sistem onun fotoğrafının basıldığı her türlü şeyi satıp, ucuzlaştırıp anlamını silikleştiriyor. Amerikan emperyalizmin de kendine göre nedenleri var tabi. Che özelinde ortaya çıkan cesaret, direnişçilik, kahramanlık imgelemi her geçen gün güçleniyor ve düşünceleri, fotoğrafı, ve adı, ezilenlerin ve sömürülenlerin haksızlığına karşı saflarda yerini belli ediyor. Öğrenciler ve aydınlar arasında giderek büyüyen bir hayranlık uyandırmaya ve en önde koşanların bayraklarında dalgalanmaya devam ediyor.
Emperyalist ülkelerde bile patlak veren, gençliğin neo-liberalizme karşı başkaldırısı Che’nin enternasyonalizminden etkileniyor, öğreniyor, öğretiyor. Haklar ve vicdanlar için emperyalist güdüye, savaşlara, ezilen halkların mücadelesinde Che’nin resimleri “başkaldırı simgesi” olarak uçuşuyor.
Şüphesiz ki onun bu unutulmayışını sadece Küba’ da yer aldığı devrimde değil, bu devrimi tüm ülkelere yayma düşüncesinden ve Kongo’ya ardından Bolivya’ya gidişi ve 11 aylık mücadele sonrası yakalanıp bir köy okulunda yargısız infaz edilene kadar giriştiği soluksuz mücadeleden ayırdedilemez.
Bu unutulmayışı, Che’yi, bugünün, giderek de yarının dünyasını belirleyen enternasyolist düşünceyi en katkısız ve yalın halde temsil edişinin işaretidir.
Varlığının su yüzüne çıkmasından itibaren emperyalistler tarafından rahat bırakılmayan ve sömürülen kıtadan başlayarak, sömürücülerin metropollerine varana kadar devrimci mücadelenin evrensel simgesi durumuna gelen “cesaretle kaplanmış özgün kişilik”, sömürücülerin ve onun işbirlikçi asalaklarının korkularını büyütmeye devam ediyor.
Ernesto, yaşamını hiçe sayıp tüm benliğiyle kendisini devrim ve sosyalizm mücadelesine adamıştı. Düşüncelerinin gerçekleştiğini göremedi belki ama düşüncelerini, teori-pratik bütünlüğünün gerekliliğini kuşaklara, yol gösterici bir klavuz oldu bizler için. Onu, eylemini eleştiren “sözüm ona devrimciler” ise, korkakça politikaları ve sürgit eylemsizlikleri içinde budalalıklarının nasıl açığa çıktığının şaşkınlığını yaşamaya mahkum oldular.
Che tüm insanlar için cesaretin, kahramanlığın, devrimin ve sosyalizmin sembolü oldu. O artık Kübalı, Arjantinli ve öldüğü yer olan Bolivyalı değil, tüm halklarının ortak resmidir.
İyi ki doğdun Che !