Saturday, March 9, 2013

Kürtleri imha etmek’ fikri kime aitti?


surgune-gonderilen-isyanci-kurtler.jpg
Ayşe Hür

Geçtiğimiz hafta 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kızı Sayın Dr. Nilüfer Bayar Gürsoy’dan bir mektup aldım. Sayın Gürsoy, 13 Temmuz 2008 tarihinde bu sayfada yayınlanan ‘Kımıl Olayı’ndan 49’lar Davası’na başlıklı yazımda dile getirdiğim bazı iddiaların doğru olmadığını belirtiyordu. Mektubu (ara başlıkları tarafımdan eklenmiş olarak) aşağıda bulacaksınız. Mektuptaki iddialara cevabımı da aşağıda bulacaksınız. Cevabımı hazırlarken, üzülerek bir kere daha farkına vardım ki, Türkiye’de görünüşte birbirinden 180 derece farklı ideolojik yönelimlere sahip görünseler de, bu devletin karar mekanizmalarında yer alan şahsiyetler, ‘Kürt Meselesi’ veya ‘Ermeni Meselesi’ söz konusu olduğunda, neredeyse birbirinin kopyası üslup ve yöntemler kullanıyorlar. Bunlar ne yazık ki, kavrayıcı ve kapsayıcı olmak yerine yok sayıcı, dışlayıcı ve daraltıcı özellikler taşıyor. Hatta konumuzda olduğu gibi ‘imha’ gibi en vahşi yöntemleri içeriyor.

BİR ELMANIN İKİ YARISI • Bu benzeşmenin temelinde, ideolojik sandığımız farklılıkların, aslında iktidar bloğu içindeki güç mücadelesinin tezahürleri olması yatıyor. Milli Mücadele’yi örgütleyen, Cumhuriyet’i kuran kadroların İttihatçılığın ‘rahle-i tedrisi’nden geçtiğini biliyoruz. Bu kadrolar dört kıtaya yayılmış bir imparatorluktan, Anadolu’ya sıkışmış küçük bir ulus-devlete dönüşmenin travmasını hiç atlatamadılar ve sürekli bölünme korkusu içinde yaşadılar. Bölünmeyi önlemek için akıllarına ilk gelen ise, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel grupların taleplerini yok sayma, dışlama, baskı ve şiddet kullanma oldu. Sayın Nilüfer Gürsoy’un mektubu sayesinde, Celal Bayar ve Cemal Gürsel gibi iki önemli şahsiyetin Kürt Meselesi’ndeki tavırlarına biraz daha yakından bakma, böylece sınırlı da olsa bir zihniyet analizi yapma fırsatı bulmaktan memnunum.

 

Celal Bayar’ın kızı Dr. Nilüfer Bayar Gürsoy’un mektubu

“27 Mayıs 1960’a yakın bir tarihte Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un emekliliği gelince görevine bir müddet daha devam etmesi için emeklilik muamelesi ertelenmişti. Bundan kısa bir süre sonra Başbakan Adnan Menderes ve Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a gelerek Kara Kuvvetleri Kumandanı Cemal Gürsel’in Genelkurmay Başkanı yapılmasını istemişlerdi. Bayar da, “Rüştü Erdelhun’un Genelkurmay Başkanlığına devam edebilmesi için emekliliğini uzattınız. Şimdi de Gürsel’i tayin etmek istiyorsunuz, yakışık almaz” diyerek teklifi reddetmişti. Celal Bayar’ın Gürsel hakkındaki kanaati olumlu değildi. Kendisinden bir rapor hazırlamasını istemiş, hazırladığı raporu beğenmemişti. Bayar’ın beğenmediği rapor, son günlerde Abdülmelik Fırat’ın bahsettiği, Cemal Gürsel’in “Bin Kürdü sallandırmalı” dediği rapor olmalı.

CEMAL GÜRSEL’İN APORU • Konuya daha açıklık getirmek için Ferzende Kaya’nın Mezopotamya Sürgünü Abdülmelik Fırat’ın Yaşam Öyküsü adlı kitabından, Demokrat Parti dönemi Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun bizzat Yassıada’da Abdülmelik Fırat’a anlattığı Gürsel raporu ile ilgili bölümü aktarıyorum: “49’lar tutuklanmadan önceki günlerde, Reisicumhur, Başbakan, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı toplantı halindedirler. Konu, Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel Paşa’nın Doğu ile ilgili raporunun konuşulması. Özet olarak, Kürtler silahlanmışlar; devlete başkaldırabilirler; tedbir olarak beş bin veya iki bin beş yüz kişiyi toparlayıp imha edelim veya kamplarda alıkoyalım, fikri tartışılıyor. Fatin Rüştü Zorlu görüşlerini şöyle dile getiriyor: ‘Biz Batı demokrasisini kabul etmiş bir ülkeyiz. İnsan Hakları Beyannamesi’ni imzalamış bir devletiz. Devletimizin kolluk görevlileri ve yargı mercilerimiz var; suç işleyen vatandaşları yargılayıp cezalandırabiliriz. Ama hukuk dışı bir uygulamaya asla razı olamam. Zaten bu halimizle bile Batı’ya durumumuzu zor izah edebiliyorum.’ Bunun üzerine Adnan Menderes de kendisini destekleyen bir konuşma yapıyor. Ancak Reisicumhur Celal Bayar, konuya değişik bir açıdan bakıyor: “Raporu komutanımızdır. Ya bu raporu inanıp uygulayacağız veyahut inanmayıp Kara Kuvvetleri Komutanı’nı görevden alacağız.” der.” (Ferzende Kaya, Mezopotamya Sürgünü, Anka Yayınları, İstanbul 2003, s. 133). İşte Reisicumhur Celal Bayar’ın, Cemal Gürsel hakkındaki olumsuz kanaatinin ve onun Genelkurmay başkanlığı’na sıcak bakmamasının edeni bu rapordaki şiddet içeren unsurlardır.

13 Temmuz 2008 tarihli Taraf gazetesinde çıkan “Kımıl Olayından 49’lar Davasına” başlıklı yazıda, Kürtler’den bin tanesini sallandırma sözünün Celal Bayar’a mal edildiğini görüyoruz.

BAYAR’IN ŞARK RAPORU • 1993 yılında da Aktüel dergisinde Yaşar Kaya ile yapılan bir röportajda aynı iddia vardı. Tekzibini isteyerek yasal dava açmış ve davayı kazanmıştık. Şimdi de aynı şey tekrarlanıyor! Ortada bin Kürt’ü asmalı diye şiddet içeren bir söz ve bu sözü söylediği ifade edilen tarihe mal olmuş iki kişi var: Bayar ve Gürsel. Bir yanda, 1936 yılında yazdığı Şark Raporu’nda Celal Bayar: “Hariçten sokulmaya çalışılan politikanın zararlı cereyanlarını kırmak ve bu yurttaşları anavatana bağlamak için devamlı çalışmak ister. Kendilerine yabancı bir unsur oldukları resmî ağızlardan da ifade edildiği takdirde, bizim için elde edilecek netice, bir tepkiden ibaret olabilir. Bugün Kürt diye bir kısım vatandaşlar okutturulmamak ve devlet işlerine karıştırılmamak isteniliyor” diye yazmaktadır. (Celal Bayar, Şark Raporu, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s. 63-65).

Yine 6 Mayıs 1950 yılında Diyarbakır ve Elazığ’daki konuşmasında da: “Demokrat Parti vatandaşlar arasında hangi ırk ve dinden olursa olsun Cumhuriyet kanunlarına itaat edilmesi şartıyla vatandaşlar arasında bir fark gözetmemektedir. Zaman zaman bazı kimselerin zihinlerinde bir şüphe belirmektedir. Acaba bu memleket sakinleri arasında şarklı ve garplı bir fark var mıdır? Varsa bunu kökünden söküp atmak lazımdır. Nazarımızda ne şark garp, yerine kül halinde memnun edilmesi icap eden milletimiz vardır” demektedir. (Celal Bayar’ın Seçim Konuşmalarındaki Söylev ve Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Kasım 1999, s. 58).

CEMAL GÜRSEL’İN TEHDİDİ • Diğer taraftan, Cemal Gürsel’in şiddet içeren sözlerinden örnekler verebiliriz: 27 Mayıs’tan hemen sonra temmuz ayı başlarında Demokrat İzmir gazetesinde “Gerekirse sel gibi kan akıtırım” diyen sözleri yer alıyordu. Yassıada döneminde, iktidarın bütün mensupları adada tutuklu iken, bazı Demokrat Parti üyesi vatandaşlar, karşı sahillerden Yassıada’ya bakıp, denizden bir tünel açarak adadakileri kaçırsak, diye hayal kuruyorlar. Bu hayalleri ciddiye alan darbeciler Yassıada’daki Demokrat Partililer’i kaçıracaklardı diye haklarında dava açıyorlar. “Tünelciler Davası” adı ile açılan bu dava aylarca sürüyor... Bu davanın açıldığı bildirilen günlerde Cumhurbaşkanı mevkiindeki Cemal Gürsel “Adaya çıkarlarsa et ve kemik yığını bulurlar” açıklamasını yapıyor. Gazete manşetinden verilen bu bildiri Yassıada’da yakınları bulunan ailelere gözdağı vermesinden öte, şiddete ne kadar kolaylıkla meyledebildiğini göstermektedir. 49’lar davasıyla ilgili şiddet sözleri Bayar’a ait olmuş olsaydı, 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan Yassıada mahkemelerinde bu sözler dava konusu olurdu. Bayar’ı bu düşünceler içinde göstermek ve bu sözleri ona atfetmek, 27 Mayıs sürecinin çarpıtmalarından ve o günlerin iftiralarından birisidir. Aynı iftiraların devam ettirilmesi üzücü ve düşündürücüdür. Taraf gazetesinin ve dayandığı kitap yazarının bu sözleri geri almasını ve tekzip etmesini beklemekteyiz.”

CEMAL GÜRSEL SÖYLEMİŞ OLABİLİR Mİ? • Yukarıdaki mektup kısaca şunu söylüyor: “Evet, ortada ‘beş bin veya iki bin beş yüz kişiyi toparlayıp imha edelim veya kamplarda alıkoyalım’ şeklinde bir fikir vardır (ki ben yazımda ‘bin kişi’ demiştim) ama bu fikir babam Celal Bayar’a değil, o sırada genelkurmay başkanı olan Cemal Gürsel’e aittir.” Böyle korkunç bir teklifin yapıldığının bir kez daha teyidi çok sarsıcı bir durum, üstelik bir fikir duyanlar tarafından hiç de şiddetli bir eleştiri görmemiş ama şimdilik meselemiz bu değil, fikrin kime ait olduğunu tespit etmek.

Peşinen söylemeliyim ki bu fikrinin Celal Bayar’a değil de, Cemal Gürsel’e ait olduğu iddiası yabana atılır gibi değil. İlk ağızda, sevenleri tarafından ‘Aga Cemal’ diye anılan Gürsel, hem Erzurumlu Alevi Kürdü olduğundan, hem de yumuşak ve sevimli karakteri yüzünden, bu kadar gaddar bir teklifte bulunmuş olamaz diye düşünenler olabilir ancak, tekzip edilen yazımızda anlattığımız Sivas Kampı zaten Kürtlere karşı ne kadar sert olabileceğini gösteriyordu. Dahası, Cemal Gürsel, 16 Kasım 1960 tarihli İsveç gazetesi Dagens Nyheter’de çıkan demecinde şu tehdidi savurmuştu: “Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler (Kürtler) rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt etmeyecektir. Öyle bir kan gölü olacaktır ki, onlar da ülkeleri de yok olacaktır.” (Aktaran İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, Yurt Yayınları, 1978, s. 197.) Dolayısıyla, yerim sınırlı olduğu için söz konusu yazımda yer veremediğim bu demece rağmen, benim deyimimle ‘bin kişiyi sallandıralım’ fikrinin Celal Bayar’a değil de Cemal Gürsel’e ait olabileceğini düşünmemem bir hataydı. Kaynaklar ağırlıklı olarak Bayar’ı işaret etseler de şimdi ‘neden Gürsel de olmasın?’ diyorum.

CEMAL GÜRSEL’İN GARİP ÖNSÖZÜ. Söz konusu fikrin Celal Bayar’a ait olma ihtimalini irdelemeden önce, Cemal Gürsel’in Kürt meselesine ilişkin tavrına dair bir olayı daha anlatmak istiyorum. Pek bilinmez ama, 27 Mayısçılar, kamplar ve tehditlerin yanı sıra 1930’ların Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi çerçevesindeki kültür politikalarını güncellemeyi de ihmal etmemişlerdi. Bu amaçla Kürtlerin aslen Türk olduğunu ileri süren Mehmet Şerif Fırat’ın, ilk baskısı 1948’de yapılan Doğu İlleri ve Varto Tarihi isimli kitabını okullarda yardımcı ders kitabı olarak tavsiye etmişler ve 1961’de 2. baskısını yaptırdıkları kitaba bizzat Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel bir ‘sunuş’ yazmıştı.

Sunuşa geçmeden önce yazar ve kitabı ile ilgili bir ön bilgi vermek istiyorum. Zazaca konuşan Alevilerden oluşan Vartolu Xormek (Hormek) Aşireti’nden olan Mehmet Şerif’in adı ilk kez 6 Kasım 1947’de Tanin gazetesinde yayınlanan “İrtica Yılanı Uyanıyor” başlıklı makale ile duyulmuştu. Uzun makalede özetle o sırada Demokrat Partili (DP) adına bir yurt gezisine çıkan Celal Bayar’ın Erzurum’da ‘Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ve adamları tarafından bir şeriatın kurtuluş orduları komutanı gibi’ karşılanması anlatılıyor ve Ankara’ya Cumhuriyet’in zehirlendiği uyarısı yapılıyordu. Yıllar sonra Abdülmelik Fırat, söz konusu makaleyi aslında CHP’nin Erzurum Milletvekili Cevat Dursunoğlu’nun yazdığını söyledi. Mehmet Şerif’i çok yakından tanıyan bir başka tanık ise, Gürsel’in sunuş yazdığı kitabına son şeklini verenin CHP Genel Merkezi olduğunu ekleyecekti. Yani Mehmet Fırat, çok partili rejime gönülsüzce de olsa geçmek zorunda kalan CHP’nin, DP’nin önünü kesmek için kullandığı unsurlardan biriydi. (Aktaran Ruşen Arslan, Şeyh Said Ayaklanmasında Varto Aşiretleri ve Mehmet Şerif Olayı, Doz Yayınları, 2006)

MALUM TEZ • İşte ‘resmî tarih’in süzgecinden geçmiş bu kitaba Cemal Gürsel’in yazdığı uzun önsözden bir bölüm: “...Bugün Milli Eğitim Bakanlığımızca 2. baskısı yapılan bu eserin bütün Türk aydınları tarafından okunması büyük faydalar sağlayacaktır. Çünkü bu eser, Doğu Anadolu’da oturan, Türkçe’ye benzemeyen bir dil konuştukları için kendilerini Türk’ten ayrı sayan, bilgisizliğimiz yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın su katılmamış Türk olduklarını bir defa daha ispat etmektedir. Hem de inkârına imkân bırakmayan ilmi deliller ile (...) Dünya yüzünde ‘Kürt’ diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk yoktur. Kürtler, yalnız vatandaşımız değil, soydaşımızdır da. Fakat asırlarca devam eden kötü idare ve ihmaller, onların da kapalı yaşama itiyatları maalesef bu neticeyi doğurmuştur. Türk Milletini ve Türk Vatanını parçalayarak yok etmek sevdasında olanlar, bundan faydalanmanın peşinde koşuyorlar.... Doğu İlleri elimizden çıkarsa Orta ve Batı Anadolu’da tutunmamız kolay olmaz. Bu dava, Türk Vatanı ve Türk Milletinin istikbali bakımından son derece ciddidir...”

YANLIŞLAR • Cemal Gürsel’in aynı önsözde, ‘bilgin ve idealist öğretmen’ diye tanımladığı Mehmet Şerif Fırat’ın bu kitabı yayınladıktan bir hafta sonra “parlattığı meşalenin aydınlığından korkanlar tarafından insafsızca şehit edildiğini”, “zavallı yazarın hangi vatan köşesinde gömülü olduğunu dahi” bilmediğini iddia etmesi ise en az ‘Kürt yoktur’ iddiası kadar ilginçti. Çünkü, Mehmet Şerif, çok zeki ve bilgili bir kişi olmakla birlikte, tahsili yetmediği için ancak vekil öğretmenlik ve tahrirat katipliği yapabilmişti. Kitabının ilk baskısı 11 Haziran 1948’de yapılmış, öldürülmesi ise bundan bir hafta sonra değil, 1 Temmuz 1949’da olmuştu. ‘Parlattığı meşalenin aydınlığından korkanlar’ tarafından değil, içinden geldiği Xormek aşiretinin liderliği için yarıştığı amcası Halil Ağa tarafından öldürülmüştü. Mezarı meçhul bir yerde değil, başından beri öldürüldüğü Kasman köyündeydi. Anlaşılan, birileri, koskoca Cumhurbaşkanı’nı ‘tarihi tahrif etme’ işinde başarıyla istihdam etmişti. Şimdi tekrar ‘Kürtleri imha fikrinin’ sahibinin kim olabileceği sorununa gelelim.

FİKRİN BAYAR’A AİT OLMA İHTİMALİ HİÇ Mİ YOK? • Bence var. Hatta daha ağırlıklı olarak var. Çünkü Sayın Gürsoy’un babasının masumiyetine karine olarak gösterdiği 1936 tarihli ‘Şark Raporu’ gerçekten de, Cumhuriyet tarihi boyunca bu konuda hazırlanmış raporlar arasında en rasyonel, en yapıcı olanlardan biri, ama Sayın Gürsoy’un aktardığı bölüm ‘Hülasa mütegalibenin aileleriyle beraber yerlerini değiştirmek esaslı ve iyi bir politikadır” diye bitiyor. Fakat daha önemlisi, Celal Bayar, 1935’te çıkarılan ‘Tunceli Kanunu’na tepki gösteren Dersim’deki (bugünkü Tunceli havalisi) Kürt aşiretlerinin başkaldırısı sertlikle bastırılıp, liderleri Seyyit Rıza asıldığında belki sadece iki aylık başbakandı ama Ağustos 1938’de ‘Dersim müşkülesinden ebediyen kurtulmak üzere’ Elazığ-Dersim-Palu bölgesinde, bombardıman uçaklarıyla desteklenen üç kolordu tarafından yürütülen harekâtın birinci derece sorumlusu idi ve harekâta bizzat katılmıştı. (1937’de bomba atan uçaklardan birini Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen kullanıyordu.)

DERSİM HAREKÂTI • Resmî rakamlara göre yüzlerce; gayri resmî rakamlara göre binlerce kişinin ölmesi ve binlerce ailenin sürgüne gönderilmesiyle biten harekâtın Dersim Kürtleri tarafından ‘soykırım’ olarak adlandırılmasını, Sayın Gürsoy ‘abartılı’ veya ‘yanlı’ bulabilir diye kendisinin daha çok güven duyacağı başka bir kişinin şahadetine başvuracağım. Bu kişi, o sırada, 19. Piyade Alayı’nda stajyer olarak görev yaparken Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Tabii Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin Batur. Batur, bir mülakatında okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söylemiş, bunun nedeni sorulduğunda, “Dersim’de tanık olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını; ancak o dönemde o yörede tanık olduğu ‘şeyleri’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu ‘şeyler’ olarak niteleyip sözlerini noktalamıştı. (Aktaran Musa Anter, Anılarım Doz Yayınları, 1990, s. 44.) Batur’un telaffuz etmekten kaçındığı ‘şeyler’ den biri, daha sonra resmî çevrelerin de kabul ettiği gibi, zehirli gaz kullanılması idi. Bir diğeri, isyancı aşiretlerin kadın, çocuk demeden Munzur çayına atılmaları idi. Harekâtın ayrıntılarını merak edenler İsmail Beşikçi’nin Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, (Belge Yayınları, 1990) adlı kitabına bakabilirler.

EGE KAÇIRTMASI • Öte yandan, Celal Bayar’ın aleyhine karineleri geçmişte de bulabiliriz. Kendisinin daha İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Ege Bölgesi ‘Kâtib-i Mesul’ü iken bazı nahoş işlere imza attığını biliyoruz. Bu işlerden en ünlüsü görünüşte Balkanlar’dan gelen Müslüman muhacirlere yer açmak için 1913-1914 arasında Ege Bölgesi’nde yaşayan Rum ahaliyi Ege Adaları’na ve Yunanistan’a ‘kaçırtma’ olayıydı. (Ayrıntılı bilgi için bakınız Celal Bayar, Ben de Yazdım, C. 5, Baha Matbaası, 1967, s. 1568- 1579.) Gayrimüslim azınlıkları ‘dahili tümörler’ olarak niteleyen Kuşçubaşı Eşref’in sözleriyle “Ege havalisindeki temizleme işini, Ordu olarak Pertev Paşa’nın (Sayın Pertev Demirhan) kumandasında olan Dördüncü Kolordu’nun Erkânı Harbiye Reisi Cafer Tayyar Bey (rahmetli General Cafer Tayyar Eğilmez), mülkî amir olarak İzmir Valisi Rahmi Bey (merhum), İttihat ve Terakki Fırkası namına da mes’ul murahhas Mahmut Celâl Bey (sabık Reisicumhur Celâl Bayar) ifa edeceklerdi. Devletin bütün kuvvetleri, bu plânın tatbiki için Harbiye Nezareti’nin ve Başkumandanlığın verdiği emirlere göre hareket edeceklerdi.” (Kuşçubaşı Eşref, I. Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, Ercan Yayınları, 1962, s. 62)

KAÇ KİŞİ KAÇIRTILDI? • İşin teknik kısmı Kuşçubaşı’na ve çetelerine düşmüştü. Celal Bey’in görevi ise, ‘Rum kaçırtması’ndan sonra geriye kalacak mal ve mülklerin yönetimiydi. Osmanlı Meclisi Mebusanı Başkanı Halil Menteşe, bu olayı açıklamak için “Talat Bey hıyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi öne almıştı” der. Halbuki, bu işlerin yapıldığı günlerde ne Rum halkının Osmanlı Devleti’ne ihaneti, ne başka bir devlete tabiiyeti, ne de Yunan askerinin Batı Anadolu’yu işgali söz konusuydu. Yani bir devlet, kendi vatandaşını, kendi tebaasını, ülkeden zorla çıkarmaya çalışıyordu.

1913-1914’te Ege’den ‘kaçırtılan’ Rum nüfus konusunda kesin bir bilgi yok. Celal Bayar sadece İzmir civarından 130 bin dolayında Rum’un göç ettirildiğini söyler. Osmanlı Meclisi Mebusan Başkanı Halil (Menteşe) Bey, 200 bin sayısını verir. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Henry Morgenthau ise tahminlerin 200 bin ile bir milyon arasında olduğunu iddia eder.

İŞİN ACI YANI • Benim yukarıda kısaca özetlediğim bu hikâyelerden çıkardığım şu: Celal Bayar ve Cemal Gürsel özel hayatlarında çok yumuşak, çok sevecen kişiler olabilirler, ancak her ikisi de, Ermeni, Rum veya Kürt meselesi gibi ‘milli’ davalarda, en gaddar yöntemleri kullanmaktan çekinmeyecek kadar sert ideolojik çekirdeklere sahipler. Bu açıdan 1959’da binlerce Kürt’ün imha edilmesi ya da toplama kamplarına yerleştirilmesi fikrinin her iki cumhurbaşkanından da çıkması ihtimali eşit görünüyor. Zaten kimin söylediğinden daha önemli olan konu, Türkiye’nin en temel sorunlarından birini ‘çözmek’ deyince aklına ‘beş bin veya iki bin beş yüz Kürt’ü toparlayıp imha etmek veya kamplara koymak’ gelen cumhurbaşkanlarına ya da genelkurmay başkanlarına sahip olmamız…