Friday, May 4, 2012

Bir İdeoloji Olarak Tasavvuf


Bir İdeoloji Olarak Tasavvuf

Painting: Michael Parkes – Sufi Master

Tasavvuf, filizlenmeye başladığı X. yüzyıldan itibaren İslam coğrafyasını çepeçevre saracak ve etkileri günümüze dek uzanacak siyasi, sosyal, kültürel ve bittabiî dinî mahiyette bir cereyandır. 1500 yıllık İslâm tarihinde bu kadar uzun soluklu ve çok boyutlu bir düşünce sistemi vuku bulmamıştır.

Öncelikle tasavvufun İslâm coğrafyasında doğuşunu genel olarak ele alacak olursak, karşımıza iki tür tez çıkacaktır[1]:

1-      İslâm dışı eski mistik din ve kültürlerle gerçekleşen etkileşim sonucu tasavvuf İslâm coğrafyasında doğmuştur (oryantalist tez).
2-      Kur’an’ın ve Peygamber’in ortaya koyduğu derunî bir hayat tarzına istinaden tasavvuf İslâm coğrafyasında doğmuştur.

Her ne kadar bu genelgeçer tezler tasavvufun doğuşu konusunda başvurulan önemli bakış açıları olsa da “tasavvuf olgusu”nu tüm boyutlarıyla aydınlatmaya yetmemektedir. Tasavvufun sistematik ve yüzyıllar boyu kitlelere seslenebilme vasıfları karşısında bu tezlerin genel ve kalıplaşmış söylemi tatmin edici olmamaktadır. Bu kadar geniş çaplı bir fikir akımının herhalde sosyolojik bir altyapısının olması ve toplumun ihtiyaçlarına binaen tekâmül etmesi gereği mevcuttur. Bu sebeple tasavvufun kökleri henüz İslâm’ın ilk yüzyıllarında, Peygamber’in yaşamının son yıllarında ortaya çıkan “zühd hareketi”nde aranmalıdır. Genel manâsıyla bu hareket, İslâm’ın fetihler yoluyla yayılmaya başlamasıyla karmaşıklaşmaya ve heterojenleşmeye başlayan İslâm toplumunda ortaya çıkan değişimlere uyum sağlanamaması ve özellikle de Emeviyye döneminde “dünya nimetlerine ihtirasla bağlanan bir siyasi otoritenin mevcudiyeti” ve tabiî olarak karşılaşılan yeni kültürlerin de (Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Maniheizm, Zerdüştlük vs.) tesiriyle toplumun bazı kesimlerincebu olaylara karşı tepki mahiyetinde bir “inziva” ya da “protest tavır”dır. Bu hareketin öncüleri arasında Ebuzer-i Ğıffarî, Üveys-el Karanî, Herem bin Hayyân gibi saygın Müslümanlar sayılabilir. Sufiler de bu hareketle birebir aynı olmamakla birlikte benzer bir şekilde görüşlerini özellikle diğer kültürlerle gelişen temaslardan[2] istaifade ederek sistematize ettiler ve “zâhidler” gibi siyasi otoriteye ve toplumda meydana gelen hızlı değişimlere cephe alarak “tasavvuf” sistemini bu hareketten destek almak suretiyle vücuda getirdiler. Zamanla devleti ciddi manâda kritisize eder hâle gelen tasavvuf çevreleri devlet tarafından “zındık ve mülhid” ithamlarıyla karşılaşmaya başladılar. Kimi zaman kitabî dinle pek bağdaşmayan söylemleri devlet tarafından somut bir tehdit olarak nitelenmeye başlayınca da sürgünler ve idamlar süreci başladı. Zamanla bu süreçten iki taraf da rahatsız olmuş olacak ki bir uzlaşma zemini arayışı iki taraf için de su yüzüne çıkmaya başladı. Konsorsiyum alanının toplumdan başka bir yer olmadığını anlayan iki taraf birbirine yaklaşmaya başladı. Devlet, toplum nezdinde karizmatik olan sufileri, topluma seslenme noktasında bir aracı olarak kullanmaya; sufiler ise devleti, topluma daha etkili seslenebilme noktasında kendileri için bir meşruiyet zemini olarak görmeye başladılar. Neticede iki taraf arasında belirli bir süre de olsa iyi ilişkilerin tesisi sağlanmıştır. Elbette bu ilişkiler menfaatlerin kesişmesi neticesinde geliştiği için, çıkarların çatışmaya başlaması durumunda yeniden ilişkiler gerginleşmiştir.
Bu noktada sufilerin siyasal iktidarla olan ilişkilerine göre kategorizasyonu gerçekleşmiştir[3]:

1-      Conformist sufiler
2-      Non-conformist sufiler

Adlarından da anlaşılacağı gibi “conformist sufiler” siyasi iktidarla genel manâda ilişkilerini iyi tutmakta muvaffak olmuş sufi çevreleridir. Genelde Sünni yapıda ve şehirli kesime hitap eden tasavvuf zümreleridir.[4]

“Non-conformist sufiler” ise şu veya bu şekilde, siyasi otoriteye, gizliden veya açıktan muhalif olmuş, zaman zaman “militan” bir karakter almış sufi çevreleridir. Genellikle Sünni Müslümanlık dışında bir karaktere sahip olan bu zümre daha çok konar-göçer kesime hitap etmiştir.[5]

Tasavvuf ideolojisinin kendi içindeki kategorizasyonunu belirttikten sonra yine bu ideolojinin siyasallaşmasında rol oynayan bazı kavramlardan bahsetme gereği açığa çıkmaktadır. Bu kavramlar “velâyet” ve “kutb ve Mehdi inancı”dır. Birbirlerine sıkı bir şekilde bağlanmış bu kavramlar tasavvuf zümrelerinin ve bunların önderleri olan kişilerin siyasi arenada arz-ı endam etmelerine olanak sağlamıştır.[6]

Velâyet teorisi İslâm’daki peygamberlik (nübüvvet) makamına rakip olacak, zaman zaman onu ekarte edecek şekilde düzenlenmiş ve bir başka tasavvuf kavramı olan “insan-ı kâmil”le desteklenmiş bir makamdır. Bu makamın sahibi olan “velî” zat, Allah adına kâinatı yönetir. Velâyet teorisiyle yüksek ve ilâhi vasıflarla donatılmış olan bu kişiler, Allah’tan aldıkları kudretle bittabiî devleti gayrimeşru bir konuma iteceklerdi.[7] Tasavvuf zümrelerinin kendi aralarında mevcut olan rekabet velayet teorisini çeşitlendirme gereği kıldı ve “kutb” teorisi ortaya çıktı. Allah adına dünyevî otoriteyi ele alarak adaleti tesis edecek “Mehdi” kavramı da bu kavramların siyasi sahada daha dik durabilmelerini, muhalif söylemlerini daha gür ve protest bir şekilde ifade edebilmelerini sağladıktan sonra tasavvufun ideolojik temeli tamamlanmış oldu.

Tasavvufun bir ideoloji olarak ortaya çıkması ve gelişimi bu şekilde özetlenebilir. Tasavvuf özellikle Selçuklu ve Osmanlı Devletleri’nde sisteme karşı muhalefetin, eleştirinin en önemli başvuru noktası olmuş; Moğol istilâsı, Timur’un Anadolu’ya yürümesi, Safevi Devleti’nin gelişmesi, Celâli isyanları gibi siyasi, ekonomik, sosyolojik karışıklıkların arttığı dönemlerde muhalif kesimler tasavvuftan istifade etmişler veya direkt olarak sufi çevreler içinden çıkmış kişiler kendilerince kötü olarak değerlendirdikleri gidişata dur demek için gizli veya açık olarak tepkilerini belirtmişlerdir.

[1] Ahmet Yaşar OCAK, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2011, 1. Baskı, sf. 71

[2] “Tasavvufun fikir babaları sayılabilecek Hâris el-Muhâsibî, Zünnûn el-Mısrî, Bâyezid-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Hallâc-ı Mansur gibi büyük sufilerin büyük çoğunluğunun kültürel temasın yoğunlaştığı bölgelerden oldukları görülecektir(Ahmet Yaşar OCAK, a.g.e. , sf. 73).

[3] Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e. , sf. 76

[4] Mevlevîler, Nakşibendîler, Halvetîler ve Şiiliğe daha yakın bir duruşu olmasına rağmen Bektaşîler Osmanlı döneminin “Conformist” sufileridir. Melâmîlerin ise duruşu Sünnîliğe daha yakın olmasına rağmen daha çok “Non-Conformist” bir tavır takınmışlardır.

[5] Babaîler, Bedreddinîler, Kalenderîler, Alevîler gibi zümreler ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “Non-conformist” bir tavır içersindedirler.

[6] Selçuklular dönemindeki “Babai İsyanları”, Osmanlı dönemindeki “Şeyh Bedreddin” ve “Alevi-Kızılbaş” isyanlarına önderlik eden zevat bu kavramları bir dayanak noktası şeklinde kullanmışlardır.

[7] Osmanlı Devleti padişahı II. Bayezid’in “Veli” unvanını kullanması bu açıdan düşünülmelidir. Mezkûr padişah devrinde ortaya çıkan ve sufi bir tarikat olan Safeviyye tarikatı menşe’li Safevi Devleti’nin Anadolu’daki tasavvuf zümrelerine daha etkili bir şekilde hitap ediyor olması Bayezid’in bu unvanı bir meşruiyet aracı olarak kullanma isteğinin bir göstergesidir.

TASAVVUF EDEBİYA NEDİR
Halk edebiyatının “tasavvufi halk edebiyatı” ya da “tekke edebiyatı” denilen türü 12’nci yüzyılda Ahmed Yesevi ile başladı. Ama Anadolu’nun bu alandaki ilk ve en büyük şairi Yunus Emre’dir. Anadolu’da 19′uncu yüzyıla değin çeşitli tarikatlarla gelişen bu edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve Melami-Hamzavi şairler oynadı. Tekke edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla şiirler yazdılar. Tekke şiirinin genel adı, özel bestelerle okunan ve tarikatlara göre değişik isimlerle anılan ilahilerdi. Nazım birimi dörtlüktü. Ama gazel biçimde yazılmış ilahiler de vardır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler, masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur.

Tekke Şiiri :
Tekke şiiri, dini ve tasavvufi halk şiiri adı ile de anılmakta olup XI. ve XII.yy’larda tanrı aşkı ve ahiret duygularını dile getiren aşıkların yarattığı bir edebiyat türünün ürünüdür. Dini ve tasavvufi halk şiirinin en önemli ustaları Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli vb.’dir.

Tekke Şiirinde Türler :
1- İlahi : İlahiler, tasavvuf görüş ve anlayışını anlatan bunun inceliklerini, ilahi hikmetleri ve sırları dile getiren manzumeler olup herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Tanrı’yı öven, Tanrı’nın büyüklüğü ve gücünü telkin eden şiirlerdir. Dini törenlerde ve dergahlarda kendine özgü bir makamla söylenir. İlahiler dörtlükler ya da beyitlerle yazılırlar. Dörtlüklerle yazılanlar genellikle 7′li, 8′li bazen de 11′li hece ölçüsü ile koşma uyak düzeninde yazılır. Beyit ile yazılanlar ise genellikle 11,14 ve 16′lı hece ölçüsü ile bazıları ise aruz ölçüsüyle yazılır.
2- Nefes : Dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bekteşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşma gibidir. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7,8,11′li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır.
3- Ayin : Mutasavvuflara has bazı hal ve hareketleri ifade etmek için ilk defa İranlılar tarafından kullanılan ayin terimi daha sonra Türk Tasavvuf Edebiyatına da geçmiş Mevlevilerin sema meclislerinde söyledikleri ilahilere verilen ad olmuştur.
4- Tapuğ : Gülşeni tarikatında ayinler sırasında okunan şiirlere tapuğ denir.
5- Durak : Mevlevi dışındaki tarikatların hemen hepsinde bulunan fakat genellikle Halveti Tarikatına mensup kişilerce zikrin birinci bölümünü teşkil eden Kelime-i Tevhidden sonra İsm-i Celal zikrine geçmeden önce verilen orada bir yada iki zakir tarafından her makamdan okunan, serbest olarak bestelenmiş Türkçe manzumelerdir.
6- Cumhur : Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışında topluca okunan ilahilere verilen addır.
7- Hikmet:Dini ve tasavvufi halk şiirinde şairin anlayış ve sezgilerine göre din konularını işleyen şiirlere denir.
8- Devriye : Dini ve tasavvufi halk edebiyatında devir nazariyesini işleyen şiirlerdir.
Devriye; evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp, tekrar Tanrı’ya dönmesi felsefesine göre yazılan tasavvufi şiirlerdir.
9- Şathiye : Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvuf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir.
10- Tevhid : Allah’ı, yaratılış ve kainatın aslı gibi unsurları bir arada yorumlayan manzumelere “tevhid” denir. Divan edebiyatı nazım türlerinden gazel, kaside ve mesnevi biçimlerinde kaleme alınmışlardır.
11- Nutuk : Tekkelerde tarikat ulularının özellikle eğitici mahiyette olmak üzere söyledikleri şiirlere verilen addır.
12- Deme : Alevi tarikatından olan tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen şiirlerine “deme” adı verilir. Genellikle 8′li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.
13- Duvaz : Düvaz imam, düvaze, imam da denilen duvazlar On İki İmam’ı öven nefeslerdir.

TEKKE VE TASAVVUF EDEBİYATI SANATÇILARI

YUNUS EMRE (1249–1322)
*Eskişehir’de doğup öldüğü söylenir.
*Hayatı efsanelerle örülmüştür.
*Dili sadedir.
*Allah inancını ve insan sevgisini işler.
*Şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır. Lirik bir şairdir.
*Şiirlerinde hem aruz hem de hece vezni kullanılmıştır.
*İşlediği konular yönüyle evrenseldir.
Eserleri: Divan, Risaletün Nushiye
PİR SULTAN ABDAL (?-1560)
*16.yy! da yaşamış bir Bektaşi şairidir. Sivas’ın Banaz köyünde doğmuştur. Hızır Paşa tarafından Sivas’ta öldürülmüştür.
*Tasavvuf, tabiat, aşk ve halkın gerçek yaşayışıyla ilgili konular işler.
*Divan edebiyatında etkilenmemiştir. Dili sadedir.
HACI BEKTAŞ-I VELİ (1209-1270)
13.yy’da yaşamıştır, Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. A.Yesevi’nin isteğiyle Anadolu’ya gelmiştir.
Bilinen en önemli eseri ‘’Makalat’’tır. Sohbetler sözler anlamına gelir. Hz Adem’in yaratılışı, Şeytan ve Şeytani işler, Allah’ın birliği gibi konuları ele almıştır.

Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı

Tasavvuf, Türklerin İslamiyet’i kabulunden sonra Anadolu’da kendini göstermiştir. Tasavvuf düşünürlerine “mutasavvıf” denir. Mutasavvıflara göre, Allah’a bilmeden O’na ulaşılamaz. Dini tasavvufi halk edebiyatı, Allah aşkı, doğruluk, nefse hakim olma, ahlak, toplum gibi konuları işler.
Manzum Eserler
Şiirsel özelliğe sahip, dini tasavvufi halk edebiyatı ürünleridir.
İlahi
Türk Halk Edebiyatı’nda din ve tasavvuf konularında, ezgiyle söylenen şiir türüdür. İlahinin özel bir biçimi yoktur. Koşma, semai biçimlerde olur. 7-8 heceli olanları genellikle dörtlüklerden, 11 ve daha çok heceli olanları ise beyitlerden oluşur.
Nefes
Alevi ve Bektaşi şairlerin, ayinlerde, meclislerde ezgiyle okunan, koşma biçimindeki şiirleridir.
Nutuk
Tarikata yeni giren dervişlere, tarikat derecelerini, tarikat adâbını öğretmek için söylenmiş şiirlerdir.
Deme
Tükmen Alevi Bektaşilerinin, aşık tarzı halk edebiyatı nazım türü olan nefese verdiği isimdir.
Devriye
Özellikle Alevi-Bektaşi Edebiyatı’nda, tasavvuf düşüncesinin devir kuramını konu edinen şiirlerdir. Destan, koşma, nefes, ilahi gibi biçimlerde yazılırdı.
Şathiye
Tekke şairlerini,n tasavvuf konularını örtülü bir biçimde işledikleri, Tanrı’ya senli benli bir söyleyişle seslendikleri şiir türüdür. Şathiyelerde, dinsel inançlar konu edilinirken yer yer alaycı bir dil kullanılır. İlk bakışta saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği görülür. Şeriata aykırı ya da anlamsız gibi söylenmiş şathiyeler, varlık birliği inancına bağlı türlü görüşleri yansıtır.
Mensur Eserler
Düz yazı (nesir) olarak yazılmış yapıtlardır.
Fütüvvetname
Fütüvvetle ilgili değerlendirmelerin, geleneklerin yer verildiği, fütüvvetin ilkelerini, tarihini, niteliklerini, törelerini konu edinen yapıtlara verilen addır. Bu yapıtlarda, fütüvvetlerin özellikleri açıklanır, fütüvvet yoluna girerken uyulması gereken kurallar belirtilir. Günümüze ulaşan en eski fütüvvetname, 10. yüzyılda mutasavvıf Sülemi tarafından yazılan Arapça Kitab ül-fütüvve’dir.
Silemi, yapıtlarında, füttüvetin kurallarından, yol ve yordamından söz eder; fütüvveti uygunsuz davranışlardan kaçınmak, Tanrı’ya itaat etmek, ahlak üstünlüklerini, güzelliklerini korumak şeklinde tanımlar.
Gazavetname
Türk Edebiyatı’nda, savaşları konu edinen yapıtlara verilen isimdir. Gazavetname ile daha çok din düşmanları üzerine, gazilerin düzenledikleri akın ve savaşları, bu sırada gösterilen kahramanlıkları anlatan yapıtlar kastedilir. Bu kentin ya da bir kalenin alınmasını konu edinen yapıtlara “fetihname”, düşmanın yenilgisiyle biten savaşları konu edinenlere ise “zafername” denirse de, bu gibi farklılıklar daha sonra birbirine karıştırılmış ve bunların tümüne birden “gazavetname” denilmiştir.
Menakıbname
Menakıbnamelerde, kahramanların, din ulularının, tarikat büyüklerinin yaşamları, gösterdikleri kerametler yer alır. Kahramanlar, olağanüstü nitelikler taşır, olağanüstü işler yaparlar.
Battalname
Battal Gazi’nin menkıbeleşmiş hayatı üzerine kurulmuş destansal halk hikayesidir. Yapıtta, Battal Gazi’nin tarihsel kişiliği çerçevesinde oluşan menkıbelerin yanısıra, başkalarına ait kahramanlıkların Battal’a mal edilmesi ve hikâyecinin düşsel katkısı ile oluşan; böylece gerçek tarihten iyice uzaklaşan serüvenler anlatılır. Battal’ın adı çerçevesinde oluşmuş iki halk hikayesi vardır: Arapça “Z’at ül-himme” (halk ağızında Zelhimme) ile Türkçe “Battalname”.