Friday, May 11, 2012

Roque Dalton

Katledilişinin 37. yılında
Roque Dalton: “Sevdim ve Hak Ettim Sessizliği”

Uruguaylı şair, yazar, gazeteci Mario Benedetti, 1969 yılında Havana’da gerçekleşen söyleşinin sonunda rutini bozar ve ‘Tabernas y otras lugares’ adlı dosyasıyla Casa de las Américas Ödülü'nü alan genç şair Roque Dalton’a “İhtiyar şairlere ne tavsiye edersin?” diye sorar. O sıralar 34 yaşını süren genç Roque de büyük bir alçakgönüllülükle “Aslında tavsiyelerde bulunmaktan hazzetmem” der ancak usta muhabiri kırmamak için nezaket icabı ekler: “Ama madem ki sordun, ihtiyar şairlere iki tavsiyede bulunmak isterim.” Ben burada yalnızca kısa ve öz olan ilk tavsiyesini paylaşacağım sizlerle ve şair Roque Dalton’la birlikte tekrarlayacağım: “Eğer becerebiliyorlarsa, bir an önce gençleşmeye baksınlar.”

 Roque Dalton ve Mario Benedetti
İhtiyarlamasına izin verilmeyen genç şair Roque Dalton’un acıtıcı öyküsünden bahsedeceğim ama önce biraz hayatından söyleyeyeyim. 1935’te Latin Amerika’nın en küçük ülkelerinden biri olan El Salvador’da doğan Roque Dalton’un annesi El Salvadorlu, soyadını aldığı babası ise Teksaslı bir Amerikalıydı. Yani şairin de sık sık kendisini benzetmekten hoşlandığı gibi, onun Arizona’yı kasıp kavuran Daltonların o meşhur hikayesinde görünmeyen zeki, şakacı, yalnız, devrimci, şair beşinci kardeş olduğunu söyleyemeyiz. Ancak sıfatların her daim geçerli olduğunu, bir de cezaevinden kaçma yahut hayatta kalma konusundaki maharetiyle Arizonalı Daltonları andırdığını söylemek gerekir. Uruguaylı yazar Eduardo Galeano da Ateş Anıları üçlemesinin son cildinde onu kitabın leitmotiflerinden Latin Amerika’nın en çalkantılı, en tehlikeli yıllarında binbir badire atlatan ama hep hayatta kalmayı başaran, bu işin ustası Miguel Marmol’un öğrencisi olarak tanıtır.

Başkent San Salvador’da cizvit okuluna devam eder. Ardından sırasıyla El Salvador, Şili ve Meksika’da hukuk, sosyal bilimler ve antropoloji okumayı dener. Önce devrimci mi, şair mi olduğu bilinmiyor. Ülkesinde sayısız defalar cezaevine düştü, sayısız defalar cezaevinden kaçtı. Ve yine pek çok farklı isim kullandı: Yaşamak için ve şiirlerini yayınlamak için. Ya da belki de şairlerin o tuhaf tutukusunun peşine düşüp tek bir hayata pek çok farklı hayat sığdırmak için.

İki kere idama mahkum edildi. “İlkinde kurtuldu, çünkü diktatör devrildi” diye yazıyor Galeano 1960 yılında devrilen diktatör José María Lemus’u kastederek. “İkincisinde de kurtuldu, çünkü duvar devrildi” diye ekliyor büyük El Salvador Depremi'ne istinaden. Artık cezaevine dönüşen ülkesinden de kaçtı pek çok kez. Farklı dönemlerde Meksika, Guatemala, Çekoslavakya ve Küba’da sürgünde yaşadı. Vietnam ve Kore’ye uzun seyahatleri oldu. Pek çok şiir ödülünün yanısıra girişte bahsi geçen Casa de las Américas Ödülünü de aldı. Çapkın olduğu, neşesini pek kaybetmediği söylenir. “Çapkın ve derin şair Roque Dalton ciddiye almaktansa alaya almayı tercih ediyordu” diye yazıyor Galeano “Bu sayede kurtuldu o koca laf kalabalıklarından, tumturaklı sözlerden ve Latin Amerikan politik şiirinin bir türlü kurtulamadığı diğer hastalıklardan.”

Tarihin tuhaf ironilerindendir ülkesine kaçak olarak girişi: 1973 yılbaşında San Salvador’da Ilopango Havaalanı’ndaydı. Küba’dan gelmişti. Yüzü Che Guevara’yı Bolivya’ya göndermeden önce cerrahi müdahalede bulunan aynı ekip tarafından değiştirilmişti. Pasaportunda Julio Dreyfus adı okunuyordu. Tuhaf bir önseziyle ihanetle suçlanan ve itibarı iade edilen meşhur bir Fransızın soyadını almıştı. Ülkesine silahlı devrimci örgüt ERP’yle (Halk Kurtuluş Ordusu) birlikte mücadele vermek için geri dönmüştü. İki buçuk yıl sonra 1975  10 Mayısı’nda henüz kırk yaşındayken, hiç ihtiyarlamamışken San Salvador’da bir örgüt evinde başına çok yakından ateş edilerek öldürüldü. Atlattığı pek çok badireyi sıraladıktan sonra “Yoldaşlarından kurtulamadı Roque” diye yazar Galeano “Roque’yi ajanlıkla itham edip öldürenler kendi yoldaşlarıydı. Zaten hemen yakınından gelmeliydi o kurşun, onu yakalayabilecek tek kurşun.”


 Roque Dalton bugün katillerinin bulunması için mücadele eden eşi ve üç çocuğuyla beraber
Şiirleri ve trajik yaşamıyla Latin Amerikan edebiyatının idollerinden olan genç şairin ölmeden kısa bir süre önce şairlere özgü bir önseziyle yazdığı dizelerle bitirmek isterim:

“...Öldüğümü duyunca yaban ıslıklar çal.

Çiçek de, arı de, gözyaşı, ekmek, fırtına de.
Dudaklarının benim olan on bir harfi bulmalarına izin verme.
Uykum var, sevdim ve hak ettim sessizliği.”


Por qué escribimos

Uno hace versos y ama
la extraña risa de los niños,
el subsuelo del hombre
que en las ciudades ácidas disfraza su leyenda,
la instauración de la alegría
que profetiza el humo de las fábricas.

Uno tiene en las manos un pequeño país,
horribles fechas,
muertos como cuchillos exigentes,
obispos venenosos,
inmensos jóvenes de pie
sin más edad que la esperanza,
rebeldes panaderas con más poder que un lirio,
sastres como la vida,
páginas, novias,
esporádico pan , hijos enfermos,
abogados traidores
nietos de la sentencia y lo que fueron,
bodas desperdiciadas de impotente varón,
madre, pupilas, puentes,
rotas fotografías y programas.

Uno se va a morir,
mañana,
un año,
un mes sin pétalos dormidos;
disperso va a quedar bajo la tierra
y vendrán nuevos hombres
pidiendo panoramas.

Preguntarán qué fuimos,
quienes con llamas puras les antecedieron,
a quienes maldecir con el recuerdo.

Bien.
Eso hacemos:
custodiamos para ellos el tiempo que nos toca.
 Neden Yazıyoruz

İnsan dizeler yazar, çocukların
tuhaf gülüşünü sever çünkü,
destanını ekşimiş şehirlerde gizleyen
insanın alt katmanını ve
fabrika dumanlarını haber veren
mutluluğun yeniden kuruluşunu.

İnsanın elinde küçük bir ülke vardır,
korkunç tarihler,
tehditkar bıçaklara benzeyen ölüler,
zehir kusan piskoposlar,
umuttan daha yaşlı olmayan
hepsi ayakta sayısız genç,
çiçekten kat kat güçlü isyancı ekmekçi kadınlar
hayatı hatırlatan terziler
sayfalar, sevgililer
arasıra denk gelen ekmek, hasta çocuklar,
ihanet eden avukatlar,
kıssaların sonuçları ve öncesinde olan şeyler
iktidarsız erkek yüzünden heba olan düğünler,
anne, kötü yola düşen kızlar, köprüler,
sararmış fotoğraflar ve afişler.

Ama insan ölür nihayetinde,
yarın,
bir yıl,
bir ay sonra, taze yaprağı kalmaz artık;
yenik düşer ve iner toprağın derinliklerine,
ama yeni insanlar gelecekler,
neler oldu, diyecekler.

Kim olduğumuzu soracaklar,
kimler lekesiz aydınlıklarıyla onların rehberi,
kimlerin anısını lanetlemeli.

Evet.
Bunu yapıyoruz:
şansımıza düşen zamanı onlar için not ediyoruz.