Sunday, April 28, 2013

Esed neden düşmedi ve neden düşmeyecek? (7/1)


Esed neden düşmedi ve neden düşmeyecek? (7/1)
Sadık Hanefer & Hüseyin Mellah

YDH- Sadık Hanefer ve Hüseyin Mellah’ın, el-Menar televizyonu için hazırladıkları Suriye krizini ele alan 7 bölümlük yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.


YDH-Sadık Hanefer ve Hüseyin Melleh’in,  el-Menar televizyonu için hazırladıkları Suriye krizini ele alan 7 bölümlük yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.
‘’Sayılı gün, haftalar sonra, birkaç aya, çok yakında… Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed devrilecek.’’ Batılı ve Arap liderlerin sürekli dillendirdiği öngörüsü buydu. Şimdi artık Suriye krizinde  üçüncü yıla girdik ve yönetim devrilemedi. Şimdi birçoğu, önceden, Esed’in devrilmesi üzerine oynadıkları bahisleri zikretmeden, Şam ve muhalefet arasında diyalog merkezli ve ‘’kısık ateş’’ üstünde pişirilen uzlaşmadan bahsediyor.
İki yıldan fazladır, daha önce görülmemiş şekilde süren saldırılar karşısındaki Suriye ve liderinin kararlığını ve güçlü duruşlarını göstermek için, 7 bölümden oluşan ‘’Esad Neden Düşmedi ve Neden Düşmeyecek’’ başlıklı yazı dizisinde - Verilerle, gerçeklerle, sahadan realitelerle ve yönetimin çatışmalarda kullandığı en önemli araçlarla- karşınızdayız. Ve şu ana kadar olan ve gelecekte de bekası ve devamlılığı için olması gereken güçlü yanlarını da aktaracağız.
Suriye’yi tanımayanlara
Yazı dizisinin ilk bölümünde; Suriye devletini kuruluşuna coğrafi ve demografik yapısından ve yönetimi ile siyasetine odaklanacağız.
Suriye devleti
Suriye, resmi adıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’dir. Başkenti Şam, yüzölçümü 185.180 kilometrekare ve nüfusu 24 milyon civarındadır.
Coğrafya ve sınırlar
Akdeniz’in doğu kıyısında ve Asya’nın batısında yer almakla beraber; Asya, Avrupa ve Afrika’yı bir birine bağlayan bir alana tekabül eder. Güneyde Ürdün, doğuda Irak, kuzeyde Türkiye ve batıda Lübnan ile sınırı bulunmaktadır. Güneybatısında ise, işgal altındaki Filistin ile Golan tepelerinin çevrelediği sınırlar vardır. Ülkenin batısında uzanan Akdeniz’e kıyısı vardır.
Demografik yapı ve nüfus
Nüfus toplamda 23,695,000 ile dünyada 54. Araplar arasında ise 7. Ülke konumundadır. Suriyelilerin çoğu eğitimli olmak üzere devlet, eğitimin her düzeyinde ücretsiz eğitimi garanti etmektedir. Ortalama yaşama süresi ise 76 yıldır. Suriyeli gurbetçiler ile Suriye kökenli vatandaşların sayısı 18 milyon civarındadır.
Farklı mezheplerin varlığı ile beraber çoğunluk müslümandır. Aynı zamanda yüksek oranda Hıristiyan da mevcuttur. Ülke, İslamiyet ve Hıristiyanlık dinlerinden farklı mezheplerin varlığı ile çeşitlilik bakımından da olmak üzere en önemli dini merkezlerden biridir. Suriye nüfusunun %90’ı Arap, %8’i Kürt ve %2’si diğer ırklardan oluşuyor (Ermeni, Türkmen ve Çerkez).
Tarih ve uygarlık
Suriye, insanlık tarihinde, bir çok uygarlığın merkezi oldu. Suriye’de ilk insanın izleri bir milyon yıla dayanıyor. Suriye’de hakim olan uygarlıklar: Sümerler, Asurlar, Fenikeliler, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar.
Yönetim ve siyaset
Suriye yönetimi cumhuriyet rejimidir. Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’dir. Suriye, Birleşmiş Milletlerde kurucu üye olmakla beraber iki defa da Güvenlik Konseyine seçilmiştir. Aynı zamanda Arap Birliğinde ve İslam İşbirliği Teşkilatında kurucu üyedir.
Üniter devlet
Suriye devletinin anayasasının 42. maddesi, her vatandaşın vatanın birliğini koruma görevi olduğunu söyler. Suriye modern tarihi boyunca, çevresindeki Mısır, Irak ve Lübnan gibi ülkelerde yaşanan mezhepsel veya dini hiçbir çatışmaya veya mücadeleye rastlanmamıştır. Bunun yanı sıra anayasanın 35. maddesi, bütün mezheplerin ve doktrinlerin, kendine özel ibadetlerini-şekillerini kurabilme özgürlüğü sağlarken, her vatandaşın istediği dini seçme özgürlüğü olduğunu da belirtir.
İslam ve Hıristiyanlık
İslam tarihi boyunca Suriye, çeşitli devletlere ve olaylara  şahit olmuştur. En önemlisi Emevi devletidir. Ortaçağ literatüründe Şam, önemi ve konumu dolayısıyla ‘’Şam-ı Şerif’’diye adlandırılmıştı. Bunun yanı sıra ülkede, kutsal makamlar ile evliya ve sahabe kabirleri –tarihte ünlenen ve Ehlibeytten- ile ünlüdür.
Suriye, Hıristiyanlık tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Bir dizi kilisenin ve patrikhanenin merkezidir. En önemlileri: Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi, Süryani Ortodoks Patrikhanesi, Melktike Katolik Patrikhanesi. Ayrıca doğusundan batısına kadar birçok kilise mevcuttur. Suriye’den ayrıca çok sayıda aziz çıkmıştır ve kilise babalarının çoğu da Suriyelidir. Suriye’de, Hıristiyanların bir çok kutsal sitesi vardır: Sidnaya, Malula[1], Sadad, Deyr Sem’an ve ayrıca erken Hıristiyanlık döneminde yaşamış azizlerin merkezi olan onlarca köy bulunmaktadır.
Dış ilişkiler
Suriye, Ortadoğu’nun genel siyasetinde büyük etkisi olan bir ülkedir. Ülke ‘’Direniş Ekseni’’ olarak bilinen eksende yer almakla beraber Filistin ve Lübnan’daki direniş güçlerini açık ve resmi bir şekilde desteklemektedir. Bu tutumu nedeni ile Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileri iyi sayılmaz.
Suriye’nin; İran ile ekonomik ilişkilerine de büyük bir şekilde yansıyan, özel ilişkileri vardır. Ayrıca Rusya ve Çin ile de öne çıkan ilişkileri var. Dış ilişkilerin son aşamalarında Suriye, Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri ile (ikili ilişkilerin gelişmesi, ekonomik alanda iyileştirmeler yapmak adına karşılıklı ziyaretler ile) ilişkiler kurma çabasını göstermiştir.
Ordu ve silahlı kuvvetler
Suriye ordusu, ülke savunmasını yapan resmi sistemdir. Suriye’nin anayasasına göre Cumhurbaşkanı, ordunun ve silahlı kuvvetlerin en yüksek düzeydeki komutanıdır. Savunma bakanı yardımcısıdır ve genelkurmay başkanı kendisi tarafından atanır. Suriye ordusu askeri büyüklük olarak dünyada 16. Arap düzeyinde ise Mısır’dan sonra ikinci sıradadır.
Ordu, İsrail’e karşı birden fazla savaşta yer aldı: 1948, 1967 savaşları ve 1973-1974 savaşları. Ayrıca Lübnan’ın 1982’de işgalinden sonra İsrail’e yanıt veren taraflara ortak oldu.
Ordunun cephaneliği Sovyetler Birliği’nden ardından Rusya’dan ve bunlara ek olarak Çin ve İran’dan sağlanmıştır. İsrail’e kadar varabilen Scud füzelerine, hava savunma sistemleri olan S-300 füzeleri ve Amerikan yapımı F-15 uçaklarına alternatif olarak MİG savaş uçaklarına sahiptir.
İdari bölümler
Suriye’nin 14 ile ayrılmış idari bölümleri vardır. Bu iller de kendi içlerinde bölgelere ayrılmıştır.
HASEKE
 ,
DEYR EZ-ZOR

RAKKA

HALEP

İDLİB

LAZKİYE

TARTUS

HAMA

HUMUS

ŞAM

ŞAM KIRSALI

SUVEYDA

DERAA

KNEYTRA

Suriye… Kriz…
Bu açıklamalar; şu ana kadar devam eden krizin, ülkeyi tehdit ettiği birliğini, demografik ve coğrafik yapısının gerçekliğini göstermek içindi.
Suriye’de süren çatışmalar, Batı ve Arap medyasının aktardığı gibi sadece demokrasi ve reform talepleri ile sınırlı değildir. Bu talepler bütün halkların haklı talepleri olmakla beraber, Suriye’de bununla birlikte, halkların meşru talepleri (özgürlük, onur, reform) kullanılarak başka şeyler hedeflendi.
Hesaplaşma
İki yıl önce, krizin başlangıcında mart ayında, Deraa olaylarında sonra, Şam ile hesaplaşmak adına fırsat bulanlar oldu. Amerikalılar, yanlarına Siyonistleri alarak, Suriye iç krizi sayesinde, Suriye’yi bölgesel denklemlerin dışında tutmak istediler.
İçte ise, bir tür savaş ile tahrip olup devamlılığı sarsılsın ve ordusu, liderleri ve halkı bu savaş ile meşgul olsun istendi. Meşgul olunması istenenler ise, Amerikan işgaline terk edilmiş Irak’ın ve Lübnan-Filistin direnişinin yanında yer alarak Amerikan’ın, bölgedeki projelerine karşı olan eksenin dayanak noktalarını oluşturuyordu.
Çeviren: Hasan Sivri:


[1]Hz.İsa’nın Aramice olan anadilini iki bin yıldır halen konuşanların yaşadığı bir yer (Çevirenin notu)

Tuesday, April 23, 2013

Tarihimizle barışmak



AHMET İNSEL
Ermeni cemaatinin sadece malvarlığı değildi yağmalanan, kadın ve çocuklarının bir kısmı da Müslüman Osmanlılar arasında paylaşıldı.
Yarın, 1915 yılında İstanbul’da Ermeni cemaatinin milletvekillerinin, yazarlarının, gazetecilerinin, avukatlarının, müzisyenlerinin, doktorlarının, bilim insanlarının önemli bir kısmının tutuklanıp Ayaş ve Çankırı’ya sürgüne gönderilmeye başladıkları 24 Nisan’ın 98. yıldönümü. Sürgüne yollananların arasında isim benzerliği nedeniyle tutuklanan küçük zanaatkârlar veya işi gücü olmayan yoksul Ermeniler de vardı. Sürgünlerin büyük bölümü ya sürgünde öldü ya çıkan tehcir kararı sonrasında yolda katledildi. Küçük bir kısmının İstanbul’a dönmelerine izin verildi. Birkaçı da tehcir yolunun katliamlarından, hastalıklarından, açlığından sağ kurtulmayı başardı.
24 Nisan 1915, bir ay sonra son derece kapsamlı, planlı biçimde başlatılacak olan Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde Ermeni varlığını önemsiz kılmak ve nihayetinde büyük ölçüde yok etmek politikasının işaret fişeğiydi. Bu sadece bir nüfus politikası değildi. Ermenilerin malvarlıklarına devletin ve Müslüman Osmanlıların el koyması da bu politikanın bir parçasıydı. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde birçok ailede 1920’lerde gözlenen ani zenginleşmenin nedeni hızlı iktisadi büyüme değildi. Ermeni cemaatinin sadece malvarlığı değildi yağmalanan, kadın ve çocuklarının bir kısmı da Müslüman Osmanlılar arasında paylaşıldı. Müslümanlaştırıldılar. Tehcirden kurtulmak için Müslümanlığı seçen Ermeniler de vardı. Sonuçta öldürülerek, Suriye çölüne sürülerek, Müslümanlaştırarak, kalan malvarlığını müsadere ederek, Cumhuriyet’ten sonra korkutma, yıldırma ve kaçırtma politikasına aralıksız devam ederek, Anadolu coğrafyasında Ermeni topluluğu yok edildi. Bu topluluğun bu topraklardaki binlerce yıllık varlığının izlerini silmek için planlı programlı bir devlet politikası son yıllara kadar aralıksız yürütüldü.
1915 tehciri sadece Ermenilerin değil, Güneydoğu Anadolu’da Süryanilerin de büyük bir kırıma uğramasının tarihidir. Rumlara karşı Ege Bölgesi’nde 1914 öncesinde başlatılmış olan fiili tehcir politikası, çeşitli katliamlarla devam etti. Çeteci Rumlarla mücadele bahanesiyle, Karadeniz Bölgesi neredeyse bütünüyle Rum ahalisinden 1923 öncesinde temizlenmişti.
İttihat ve Terakki yönetimi insanlığa karşı son derece ağır bir suç işlemişti ve soykırım tabiri o dönemde kullanılıyor olsaydı yapılanlar o tarihte soykırım olarak adlandırılmış olacaktı. Sadece İttihat ve Terakki yöneticileri değildi suçlu olan. Türk, Kürt, Çerkes... Müslüman Osmanlıların büyük bir bölümü, İttihat ve Terakki hükümetinin Anadolu’yu Hıristiyansızlaştırma politikasını destekledi. Katliamlara katılmasa da, müsadereden pay almasa da, yapılanları izleyerek, sessiz kalarak destekleyenler çoğunluktaydı. Taner Akçam’ın yerinde ifadesiyle, yeni Türkiye’nin varlığı bu yoklukla dağlandı. Bunun toplumsal bilinçte son derece vahim travmatik etkileri oldu ve bunun tezahürleri günümüzde devam ediyor.
Müslüman Osmanlılar arasında insanlığa karşı işlenmiş bu büyük suçu onaylamayanlar, desteklemeyenler ve bunun mücadelesini verenler de vardı. İHD yarın 24 Nisan anma etkinliğini bu insanlardan birinin, Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey’in (Ozansoy) Zincirlikuyu’daki mezarı başında toplanarak başlatacak. Daha sonra Ermeni topluluklarının Anadolu’da yaşadıkları 2300 köy ve kasabanın isminin yer aldığı bir pano Sultanahmet’te sergilenecek. Akşam ise Irkçılığa Karşı Dur De girişiminin Taksim Meydanı’nda düzenlediği anma törenine Avrupa’da ırkçılıkla mücadele girişimleri temsilcilerinden oluşan bir grup da katılacak.
Barış sadece Kürt sorunu konusunda gündemimizde değil. Tarihimizin onurlu sayfaları kadar, bu yüz kızartıcı sayfalarıyla da yüzleşmek, hatırlamak ve her şeyden önce ortak belleğimizle, vicdanımızla barışmak da bu barışın bir parçasıdır.

Friday, April 19, 2013

Süryanilerin Akitu Bayramı kutlu olsun


Zeynep TOZDUMAN

Dünyanın en eski bayramı olan (7000 yıllık) Akitu Bayramı, Asur ve Babillerden bu yana Süryani halkı tarafından, cumhuriyete kadar kutlanmaktaydı. 1915’ten sonra yaşanan kırımlardan ve cumhuriyetle birlikte yaşatılan baskılardan, yasaklardan ötürü neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir bayramdır, Akitu Bayramı. Oysa ki bayram sevinciyle en güzel, en renkli elbiselerini kuşanırdı bir zamanlar Mezopotamya. Dalga dalga mavi-beyaz-kırmızı (Zarko-Hevoro-Sumoko) renkler dans ederdi Turabdin’de...

Mezopotamya’nın kadim bayramı

Uzun süren kıştan sonra tarımsal faaliyetlerin başlama dönemini ifade eden bu bayramda halk tarlalarda ya da kırlarda piknik yaparlardı, toplu yemekler yenilirdi. Eski Mezopotamya’da Akitu Festivali’nin en çarpıcı kutlaması ise yeniden dirilişin sembolize edildiği törenlerdi. Buna göre tapınılan yüce tanrının sureti tapınaktaki yerinden alınır görkemli bir geçit merasimiyle önceden belirlenen ve genellikle nehir kenarında kurulu olan Akitu Tapınağı’na (bit akiti) götürülürdü. Bu tören, yüce tanrının yeraltı alemine inişini ve baharla birlikte tekrar yeryüzüne çıkışını sembolize ederdi. Babil’de ise arpa ekimi öncesi bir kutlama yapılmaktaydı ve buna da Akitu Festivali adı verilmiştir. Bu festival, ya da bayram, sonbahar ekinoksuna denk gelen günde başlardı. Senenin gelini olarak da anılan Keldani Bayramı da 1 Nisan’da kutlanır.
Akitu; antik Akad dilinde arpa anlamına gelmektedir. Güvenlik gerekçeleriyle uzun yıllar kutlanmasına izin verilmeyen bu bayram 2005 yılında Midyat’ta içeriği boşaltılarak devlet nezdinde “Süryani bahar bayramı” adı altında kutlandı. Süryaniler, Mezopotamya’nın bu en eski bayramlarından birini 2005 yılında kutlamış oldu böylece.

Ana rahmine düşen cemre

18 Mart’ta baharın müjdecisi olarak başlayan Akitu Bayramı’nın bu ilk gününde inançlarına göre Süryaniler yeniden doğduklarına inanıyorlar. Ana rahminden, ana toprağına düşen bir tohum gibi düşüyorlar toprağa. Bu ülkede kendi anayurtlarında Süryanileri öldürdük, katlettik, sanki doğumları da yasakladık ikinci bir emre kadar. Bu toprakların en kadim halkının demografik çoğunluğuna bir bakın; Türkiye geneli 18 bine düştü nüfusları. Bu ülkemin ayıbı, bu, o bölgede ÖTEKİ yok sayan zihniyetlerin ayıbıdır. Ne çok ayıplarımız ne çok günahlarımız var bizim. Hâlâ bu ayıbı temizlemek için devlet nezdinde bir girişimimiz bile yok. Evet, bu ülke bir cennet, ÖTEKİNİ yaratma ve katletme cenneti. Daha önceki yazılarımda belirttiğim için bu ülkeden Süryanilerin gidişlerinin ana nedenlerine tekrar girmeyeceğim. Bir zamanlar Mezopotamya’da Süryaniler demeden, gelin bu yıl ilk kez birlikte halaya duralım Akitu Bayramı’nda Süryani halkıyla. Bizler de, yok ettiklerimiz kadar yok olacağız bir gün oysa.

Direnişler birbirine karışsın

21 Mart’la birlikte Kürt halkı ve Ortadoğu’nun Newroz ateşini yaktığı tam da bugünlerde gelin, hayatın her alanında sivil itaatsizlik yapalım, ezilen halklarla hep birlikte stranlarımızı/zmirotho’larımızı söyleyelim. Birbirimizin bayramları, direnişleri karışsın, Dicle ile Fırat’ın sularının karıştığı gibi.
Turabdin’de; cumhuriyetten bu yana devletten izin alınarak görkemli bir şekilde bir kez kutlanan 1 Nisan AKİTU Bayramı içerik itibarıyla tam 12 gün sürmektedir. Kanla, zulümle örülen Ortadoğu tarihinde 12’ler o kadar önemlidir ki, 12 imamlar gibi, İsa’nın 12 havarisi gibi... Belki de İsa’nın havarileri de bundan on ikidir kim bilir? 18 Mart’tan 1 Nisan’a kadar süren AKİTU Bayramı, doğanın yeşermesi gibi her gün yeni merasimlerle kutlanırdı Mezopotamya’da çok eski tarihlerde.
Devletin psikolojik ve bürokratik baskısından miş’li geçmiş zamanlarda kalan bu bayramlar, çocukluğumuzun o kavruk düşlerindeki “Şekerler” gibi içimizi tatlandırıyor durmaksızın. Gündüz ile gecenin eşit olduğu 21 Mart’ta komşu halklar ve bu ülkenin asli unsuru olan Kürt halkı Newroz’u kutlarken, Süryani halkı ise CEMRE’nin ilk yere düşmesi ve onunla başlayan SİBORO Bayramı’nı kutlarlar. Mavi-beyaz-Kırmızı (Zarko-Hevoro-Sumoko) renklerden ellerine sardıkları ipleri bayramın sonuncu gününe kadar yani nisanın gelişine dek bileklerinde tutarlar. O büyük gün geldiğinde, bayram günü tarla ve meyve bahçelerine bereket getirsin diye ağaç dallarına asarlardı bileklerinde sarılı tuttukları ipleri. Bu aynı zamanda Süryani mitolojisinde büyük anlamı olan aşk tanrıçası İSHTAR’ın bereketini de simgelerdi. Aşkın, cinselliğin simgesi olan İshtar’ın, bereketin, bolluğun tanrısı olan sevgilisi TEMMUZ’u tekrar hayata çağrışını da sembolize ederdi o gün.
Doğanın tekrarlanması gibi, mitolojinin de tekrarlanması ne tuhaf, içimizdeki yolculuklarda.
Bugün ise ne yazık ki, Süryaniler kendi bayramlarını dahi kutlayamıyor bu ülkede. Zamanla güçsüz duruma düşürülen, ülkesiz ve kimsesiz/kimliksiz kalan Süryanilere yasak getiren zihniyetler yüzünden anavatanlarında bu bayram artık yok olmaya yüz tutmuş. Bugün, ateş topuna dönen Bölge’de sivil itaatsizlik yaparak direnme günüdür. Bugün Süryani halkının kutlayamadıkları buruk bir bayram günüdür. Haydi, gelin, bir bayram sevincinin coşkusuyla Süryani dostlarımızı kucaklayalım.
1915’ten bu yana yürekleri durmaksızın kanayan Süryani halkının, içinde yaşadıkları özlemleri, sevinçleri, hüzünleri bir kez olsun günışığına birlikte çıkarmak için su olalım, dost olalım, yar olalım.
 

Thursday, April 18, 2013

Sokağa çık!

Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi, tarihi vesikalar serisi #2
İkinci evrak-ı metruke Sokak Dergisi.

Sokak Dergisi 27 Ağustos 1989'da ilk sayısını yayınladı.Bir çok sayısı toplatıldı. Cesur bir dergiydi, bir çok tabuyu yıktı.

Tayfun Gönül ve Vedat Zencir vicdani retlerini Sokak Dergisi'nde ilen ettiler örneğin. Türkiye vicdani ret kavramıyla ilk kez karşılaşıyordu. İlk sayısından itibaren Kürt sorununa cesaretle yer verdi; Yalcın Küçük'ün Abdullah Öcalan röportajını yayınladı. Eşcinsellerin hak mücadelesine destek verdi, mülteci sorunlarını gündeme getirdi, eril şiddet tanımlamasıyla tanıştırdı bizi....

İlk sayıda ele alınan konular zaten tabuları yıkacak bir dergiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyordu.İkinci evrak-ı metrukemiz ilk sayının kapağı ve derginin televizyon sayfasının bile farklı olduğunu gösteren bir ayrıntı.Yazıdaki imzaya dikkat.
 

Tuesday, April 16, 2013

Gazi Mustafa Kemal bidoncu muydu?


Gazi Mustafa Kemal bidoncu muydu?
Kurucu Babalar, kendilerini güçlü hissettikleri noktaya varıncaya kadar, birleştirici olabilmek için ‘Türkiyeli’ terimini kullandılar

BASKIN ORAN

Radikal

Geçen haftaki yazımdan, üst kimlik olarak “Türk” teriminin “etno-dinsel”, yani “bölücü” olduğu yeterince anlaşıldı sanırım. Zira, nasıl bir devletin bölge liderliği diğer bölge devletlerinin rızasıyla olursa, üst kimlik de alt kimliklerin rızasına tabidir: Bu rıza var ise birleştirici, yok ise parçalayıcı olur. Çünkü, alt kimlikler içinden en güçlü olanı kendi kendini üst kimliğe terfi ettirerek asimilasyona başlarsa, ikinci güçlü alt kimlik isyan edebilir. 90 yıldır başımızda dolaşan lanetin çok özet öyküsü bu, işte.
“Türk”çü ulusalcılar, “Türkiyeli”den nefret ediyorlar. İki sebepten: 1) Esas, Millet-i Hakime tahtından inip eşit olmak istememelerinden, 2) Ama bir de, terimin 1961’den sonra sosyalistler ve Kürtler tarafından kullanılmış olmasından. Peki, bu “komünistler ve bölücüler”, şimdi Prof. İlber Ortaylı’nın “tercüme edilemezdir, bidon’dur” dediği bu terimi kafalarından mı icat etmişlerdi? Ne gezer, şimdiki ulusalcılarımızın kalpaklı resimlerini meydan meydan dolaştırmaktan kuvvet aldıkları Gazi M. Kemal ile arkadaşlarından kopya çekmişlerdi. Çünkü Kurucu Babalar, kendilerini güçlü hissettikleri noktaya varıncaya kadar, birleştirici olabilmek için “Türkiyeli” terimini kullandılar. Yani, İlber kardeşime sorarsan “bidoncu” idiler. Yerim sınırlı olduğundan, örnekleri atlaya atlaya vereyim:

İttihat ve Terakki’de Türkiyeli

Benim tespit edebildiğim, terim ilk olarak Ağustos 1915 tarihli Mekatib-i Hususiye (özel okullar) Talimatnamesi’nde İttihat ve Terakki hükümeti tarafından kullanıldı. (Bkz. Selçuk Akşin Somel, Gayri Müslim Okulları Nasıl Azınlık Okullarına Dönüştü, Geçmişten Günümüze Azınlık Okulları Projesi, İstanbul , Tarih Vakfı, 2013’ten, Faik Reşit [Unat], Maarif Düsturu, Cilt I-2, İstanbul, Devlet Matbaası, 1927, s. 312).
Md. 1 özel okulları, ‘masrafları bireyler tarafından ve hükümetçe tanınmış “Türkiyeli” cemaat, cemiyet ve şirketler tarafından sağlanarak açılan okullar’ diye tanımlamıştı. Md. 3, “Türkiyeli” cemaatler tarafından açılan okulların ancak o cemaate mensup nüfusun sakin bulunduğu mahalle veya köylerde bulunabileceğini söylüyordu. Md. 8, “Türkiyeli” gayrimüslimler tarafından açılacak okullarda, Maarif Vekaleti’nden resmi ruhsat alınmadıkça yabancı müdür, müdire veya öğretmen istihdam edilmesini yasaklıyordu.

TBMM tartışmalarında Türkiyeli

İttihatçı/İttihatçıların bu kullanımı İttihatçı/Kemalistlere miras kaldı, çünkü onlar da işin başında birleştirici olmak zorundaydılar. Birinci TBMM tutanaklarından okuyoruz. 05.11.1921: “Türkiyeli demek, Türk tâbiiyetini haiz demektir.” (Yusuf Kemal B. – Kastamonu). “Sekizinci maddedeki Osmanlı kelimesi yerine ‘Her Türkiyeli’ kelimesinin ikamesini teklif ederiz.” (Emin Şükrü B. – Bursa Bolu). Herhalde Osmanlı’daki “Fransevî” terimini unuttuğundan, ‘Fransızlara Fransalı diyor muyuz!’ diyen ünlü tarih profesörümüze fena bir cevap: “Fransa milletine ne diyorlar? Fransalı. Türkiyeli denince her millet dâhildir. Türkiye tâbiiyetini haiz olan her kimse Türkiyelidir.” (Hüseyin Avni B. – Erzurum).
21.06.1922: “Türkiye’nin meşru hukukunun tanınması hususunda şimdiye kadar gösterdikleri ve göstermekte oldukları temayüle karşı Türkiyeliler pek müteşekkirdirler.” (oturum başkanı Musa Kazım E.). 06.07.1922: “Buraya her yan bakan gözü Türkiyeliler her zaman çıkarabilirler. (Alkışlar)” (Mahmud Esad B. – İzmir).
Ve, 02.12.1922 oturumunda söylenen şu söz, kimilerini hop oturtup hop kaldırtacak: “Burada kürsü-i millette yegâne söz sahibi Türk ve Kürt olacaktır. (Her Türkiyeli, sesleri)” (Hüseyin Avni B.).

Gazi’nin Anayasa taslağında Türkiyeli

Gazi M. Kemal’in de bölücü değil, birleştirici olmaya ihtiyacı vardı. Temmuz 1923’te, kendi el yazısıyla hazırladığı 1921 Anayasası değişiklik taslağında terimi 4 ayrı maddede kullandı (Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı, İstanbul, Boyut Yayın Grubu, Ekim 1998):
Md. 12: “Türkiye’de ahval-i fevkalade müstesna olmak üzere, Türkiyeliler için seyr-ü sefer serbesttir”; Md 13: “Emr-i tedris serbesttir. Kanun dairesinde her Türkiyeli umumi ve hususi tedrise mezundur”; Md. 14: “Mektepler ve bilumum irfan müesseseleri devletin taht-ı nezaret ve murakabesindedir. Türkiyelilerin talim ve terbiyesi bir siyak-ı ittihat ve intizam üzere olmak mecburidir”; Md. 15: “Türkiyeliler nizam ve kanun dairesinde ticaret ve sınaat ve felahat için her nevi şirketler teşekkülüne mezundurlar”.

Heyet-i Mahsusalar’da Türkiyeli

Terim, Eylül 1923’te, savaş sırasında sayıları fazla kabarmış olan subayları emekli etmek amacıyla TBMM’de kurulan Heyet-i Mahsusalar’da çok kullanıldı. Para sınırlı olduğu için, mevcut sınırlar dışında mesela Yemen’de yaşayanlara maaş bağlanmak istenmiyordu. Milli Müdafaa Vekili Kazım (Özalp) Paşa şöyle demişti: “Bu işi, tabii, kendi hududu millimiz dahilinde olanlara, Türkiyeli olanlara hasrettirmek istiyoruz” (Cemil Koçak, Belgelerle Heyeti Mahsusalar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, p. 25).

Türkiyeli’den Türk’e geçiş

Fakat Temmuz 1923’te Lozan yapılarak devlet kuruldu, Ekim 1923’te de cumhuriyet ilan edilerek rejim. Kurucu Babalar artık ‘birlik-beraberlik’i sağladıklarına karar verdiler. Kürtlere (ve diğer ‘anasır-ı muhtelife’ye) artık ihtiyaç kalmamıştı; Türk’e geçiş yapılabilirdi. Çünkü, bir yandan dönemin uluslararası havası ‘kuracağı ulusu tek bir kimlikten ibaret sayan ulus-devlet’lere uygundu, bir yandan da Kürtler tamamen örgütsüzdü. Birkaç örnek de buradan vererek bitireyim.
1981’de bitirdiğim (ve şimdi yeniden yazacağım) ‘ Atatürk Milliyetçiliği’ kitabının 1999’da yapılan 5. baskısı için 3 ciltlik Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ile 1 ciltlik Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’ndeki 5 kilit önemdeki isim tamlamasını oturup saymış, bir dipnot olarak eklemiştim. Bunlardaki “Türkiye” kelimesi, 29 Ekim 1923’ten sonra “Türk” oluverdi. Bunları sunayım. Yanlarındaki sayıların önce geleni bu tarihten önceki, sonra geleni de bu tarihten sonraki kullanım sayılarıdır: “Türkiye Milleti” (3/1); “Türkiye Halkı” (51/4); “Türkiye Devleti” (24/2); “Türkiye Ordusu” (9/0); “Türkiye Hükümeti” (6/0).
İşin asıl ilginci, şu anda, şu sözlerin bahsettiği noktada oluşumuz: “Anayasamız gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde o ilin halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Türkiye’nin halkı söz konusu olurken, onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait mesele yaratmaları daima mümkündür.” Söyleyen: Gazi M. Kemal, 16-17 Ocak 1923 gecesi, İzmit Basın Toplantısı.

Saturday, April 13, 2013

Suriye’de haftanın panoraması


Mehmet Serim

YDH-Gazeteci Mehmet Serim, bulunduğu Suriye’de son bir haftada yaşanan askeri ve siyasi gelişmeleri, YDH için özetledi.

Suriye’de çeşitli yerlerde çatışmalar sürüyor. Ordu başkent Sam’da Doğu Guta olarak adlandırılan geniş bölgede büyük bir kuşatma hareketi başlattı ve halen bu bölgede yoğun çatışmalar sürüyor.

Şam’a bir kez daha girme denemesi kararı alan muhalifler ise daha maç başlamadan yedikleri gol ile dağınık bir görünüm sergilese de Berze taraflarında yeni bir toparlanma ve saldırı hazırlığı var.

Halep, İdlib, Rakka, Dera, Deyr ez-Zor gibi illerde ise çatışmalar “normal seyrinde” devam ediyor.

Son günlerde konuşulan, ordunun ülke çapında büyük bir atak yapacağı yönünde... Daha önce de bu tur açıklamalar olmuştu ve denge pek değişmemişti, bu kez durum ne olur önümüzdeki günler gösterecek.

Diplomatik alanda ise küçük adımlar dışında değişen bir şey yok. Taraflar söylemlerini aynen sürdürüyor.

Bakan aranıyor

Diğer yandan “Suriye halkının çoğunluğunun oyları ile  başbakan seçilen” Gassan Hito ilan ile bakan aramaya başladı. Koalisyon’un internet sitesine girerseniz bakanlık için aday olabilme şartlarını görebilirsiniz. Eğer gerekli şartları taşıyorsanız Suriye’ye bakan olabilirsiniz!

Hito’nun bu çabaları Koalisyon’un diğer gelişmelerin yanı sıra kendi ajandasını uygulamaya devam ettiğini gösteriyor. Önceki yazımızda “çakma Suriye geliyor” derken bunu kastetmiştik. Ülkenin sınıra yakın bir yerinde Hito “başbakanlık çalışma ofisi” açabilir. Hito’nun “bu sopayı göstermek için” haziran zirvesinin sonunda Obama’dan alacağı işareti bekleyip beklemeyeceğini şimdilik bilemiyoruz.

El Kaideler ve Muaz el- Hatib’in ikilemleri

Kaddafi eğer imkan bulabilse ve zamanı kalsaydı Libya’da el Kaidecilerin savaştığını ispat edebilecekti. Ancak zaten “infaz” kararı verildiği için buna imkânı olmadı.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad da konuşmalarında zaman zaman “el Kaidecilerin Suriye’de savaştığını” belirtti. Ancak “Esad’ın üç ay içinde düşeceği umudunun üstüne eklenen medya bombardımanının yarattığı toz duman” bu gerçeğin görülmesini engelledi.

Esad, saldırılara dayanıp toz duman ortadan kalkınca olaylara gerçekçi göz ile bakanların çoktan görebildiği el-Kaideciler de ortaya çıkıverdi.

ABD’nin terör örgütlerine alma numarası yaptığı Nusra Cephesi, Irak el-Kaidesi’ne katılmayı nazik bir dille reddetmekle birlikte Eymen Zevahiri’ye bağlılık ilan edince el-Kaide’nin varlığı resmileşmiş oldu.

El Kaide terör örgütünün Lideri Eymen el-Zevahiri’nin çağrısından sonra Irak el-Kaidesi’nden yapılan açıklamada “İslam devleti” ve “Nusra Cephesi” isimlerinin iptal edileceği ve birleşik örgütün adının “Irak ve Şam İslam Devleti” olacağı belirtildi.

Nusra Cephesi’nin Irak el-Kaide’sine katılmayı reddeden açıklamasının gerçek mi yoksa taktiksel bir açıklama mı olduğu şimdilik meçhul; ancak bu taktiksel bir açıklama ise  iki örgütün birleşmesiyle oluşturulan sinerji bu örgütlerin Suriye ve Irak’ta devam ettirdiği savaşın pratiğinde yeni bir şey getirir mi? Irak ve Suriye sınırının kuzeybatı ve doğusunda açılacak yeni bir cephe söz konusu olabilir. Bu durum Irak – Suriye askeri işbirliği çalışmalarının daha da artması ile sonuçlanacaktır. Kimi yorumlara göre bu birleşme Suriye’de zaten savaş kıvamında devam eden mücadele açısından çok da önemli bir değişiklik getirmeyecek.

Ulusal koalisyon Lideri Muaz e-Hatib ABD Nusra Cephesi’ni terör örgütleri listesine aldığı zaman liderine karşı çıkmış ve el Nusra’nın Suriye devriminin bir parçası olduğunu söylemişti.

El Hatib el-Nusra’nın Irak el-Kaidesi ile birleşmesi sonrası ise “Koalisyon’un görüşlerinin el-Nusra ile uyuşmadığını” açıkladı.

El Hatib böylece çelişkili açıklamalarına bir yenisini daha ekledi. El Hatib’in açıklaması Batı’nın ittirmesi ile Masaya oturma öncesi (koalisyon ya da kendisi) Suriye kamuoyunda yüz aklama çabası olabilir mi? Bunu kısa zaman sonra öğrenebileceğiz.

Kimyasal konusu yeniden ısıtılıyor

Kimyasal konusu ise kurnazlık ile yeniden gündeme getirildi. Bilindiği gibi Suriye Halep –Han el Asel kimyasal saldırısı sonrası BM’den saldırının araştırılması için heyet oluşturulmasını talep etti.

Muhalifleri düştükleri her çukurdan çıkarma grevini üstlenen İngiltere ve Fransa ise muhaliflerin iddialarına dayanarak Suriye yönetiminin Humus’ta kimyasal kullandığını öne sürdü ve BM’ye başvuruda bulundu.

BM içinde ABD blokunun sözcülüğü görevini üstlenmiş olan Ban Ki Moon da Suriye’ye gidecek heyetin sadece Halep’te değil, muhaliflerin kimyasal kullanıldığını iddia ettiği Humus ve diğer yerlerde de inceleme yapmasına izin verilmesini istedi.

Suriye ise “bizim sizinle yazışmalarımızda bu yoktu, izin vermiyoruz” cevabını verdi. Irak müdahalesi öncesi yaratılan yalan girdabını dünya gibi Suriye yönetimi de biliyor çünkü.

Suriye Hariri suikastını araştıran savcılardan, Arap Birliği’nden, BM’den çok kazık yemiş bir ülke olarak ABD bloku ve sözcüsü Ban’ın son numarasını yutmadı.

Yine de önce Halep raporunu görelim eğer dürüştçe hazırlanırsa diğer iller için de izin veririz diyerek açık kapı bıraktı. Heyet halen Kıbrıs’ta tatil yapıyor. Eğer anlaşma sağlanırsa Suriye’ye girebilecek.

Kürtlerle dans

Genelde Kürtler özelde PYD Suriye yönetimi ile birlikte hareket etse de etmese de kuzeyde büyük bir güce özellikle isyan sürecinde herkes ihtiyaç duyuyor.

İsyan süreci başladığında Batı’nın (ve Türkiye’nin) beklentisi “Baas rejiminden yıllardır zulüm gören” Kürtlerin isyan surecinin en önemli katalizörlerinden biri olacağı yönündeydi. Ancak bu olmadı ve Batı hayal kırıklığı yaşadı.

Kürtler önce ne olacağını görmek için beklediler, ardından Esad akıllı bir şekilde Kürtleri en azından kendisine somut zarar vermeyecek pozisyonda tutmayı başardı ve Kürt cephesini açmayarak cephe sayısını azalttı.

Zaman zaman Halep’te olduğu gibi “tatsızlıklar” yasansa da Kürtler de halen rejimi çok rahatsız edecek bir girişimde bulunmadı.

Bu durum tersine dönebilir mi?

ÖSO – Kürt anlaşmaları haberleri, Davutoğlu’nun verdiği sinyaller bu yönde çabaların olduğunu gösteriyor.

Haberlere göre Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu PYD’yi de muhatap alabileceklerini belirterek bunun için 3 şart öne sürdü. Bu şartlar yönetimin yanında yer alınmaması, seçimlere kadar emrivaki yapılmaması (bir bölgede hakimiyet ilan edilmemesi) ve Türkiye’de teröre destek verilmemesi...

Ancak PYD değerinin farkında olarak nazlı gelin tavrını sürdürüyor. nitekim eş başkan Salih Muslim “ön şart olmaksızın” görüşmeye hazır olduklarını açıklayarak bir yandan “biz bağımsızız, size bağlanamayız” dedi, bir yandan “asıl siz bize ne vereceksiniz” mesajı gönderdi.

Kuzey Irak ve PKK ile anlasan hükûmetin PYD ile de anlaşarak üçgeni tamamlama niyetinde olduğu görülüyor. Ancak Türkiye’deki anlaşmanın kırılganlığı muhtemelen Salih Müslim’i de düşündürüyor.

Önce Şam daha sonra diğer bölgeler

Yazının girişinde ordu birliklerinin Şam’da başlattığı büyük saldırıya değindik. Bunun ayrıntıları başka bir yazının konusu. Geçtiğimiz günlerde Suriye genelkurmay başkanlığından yapılan açıklama ve hükûmete yakın kaynakların açıklamaları Suriye ordusunun ülke çapında muhaliflere büyük darbe vurmaya hazırlandığını gösteriyor.

Sam saldırısı bunun ön hazırlığı olarak görülüyor.

Bundan sonra ordu birliklerinin önünde olası üç hedef var: Dera, Halep, İdlib...

Humus’ta ordu büyük üstünlük sağlamış durumda. Humus son bir aydır yeniden hareketlenmişti. Özellikle Halidiye bölgesine toplanan muhaliflere büyük darbe vuruldu. Kuseyr ve Tel Kelakh’a ise eskisi gibi Lübnan’dan sızmalar yaşanmıyor. Ordu stratejik olarak bu bölgelere önem veriyor.

Rakka ve Deyr ez-Zor ise şimdilik ihmal edilebilir yerler olarak görülüyor.

Rakka’ya zaten takviye birlikler gönderilmiş ve burada yaşanan çatışmalar sonrası ordu üstünlük sağlamıştı. Halen belli mahalleler muhaliflerin elinde; ancak asıl hedef olan 17. Birlik için savaşı muhalifler şimdilik kaybetti.

Deyr ez-Zor’da da muhalifler zor zamanlar yaşıyor.

Putin – Obama görüşmesi öncesi Dera kozu kullanılabilir mi? Dera’da Dael’in ele geçirilmesinden sonra muhalifler sessizliğe burundu. Beklenen bir sinyal mi var, yoksa hazırlıklar henüz tamamlanmadı mı belli değil. Ancak Dera’da büyük bir mücadele yaşanacağı konusunda herkes hemfikir. Bir yandan Ürdün’deki hazırlıklar diğer yandan tampon bölge senaryoları bu olasılığın zayıf olmadığını gösteriyor.

Halep merkezde değişen bir durum yok. Bazı mahallelerde çatışmalar sürüyor. Kırsalın Türkiye tarafları ise malum. Muhalifler birçok merkezi halen ellerinde tutuyorlar.

Idlib için neredeyse bir yıldır büyük savaş olacak senaryoları dile getiriliyor. Ancak şu ana kadar belirleyici bir çatışma yaşanmadı.

Ordu ve yönetimin İdlib’e “son cephe” gözüyle baktığını söyleyenler de var. ancak diğer yandan ordunun her tarafa yetişemediğini de göz önüne almak gerekiyor. Yani eğer mümkün olsaydı bugüne kadar İdlib çatışması yaşanırdı. Ancak coğrafi koşulları nedeniyle İdlib zor bir cephe ve ordunun zorunlu olarak bu cepheyi sona bırakmış olma olasılığı yüksek.

Herkes haziran zirvesini bekliyor

G8 toplantısında yaptığı görüşmeler sonrası Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “Suriye konusunda çözüm için hemen hemen görüş birliğine varıldığını” söyledi. Açıklamanın zayıf olduğu çok açık. Diğer yandan Rusya Suriye’deki tarafların Masaya oturması için tekrar çağrıda bulundu ve “askeri çözümde ısrarın sonuç getirmeyeceğini” tekrarladı.

Lavrov’un açıklamaları sonrası 20 Nisan’da yapılacak Suriye’nin dostları grubu çekirdek toplantısından nasıl bir sonuç çıkabilir?

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bu toplantıda yine belirleyici olacak.

Kerry’nin Lavrov ile görüşmesinin ardından ve haziranda gerçekleşmesi beklenen Putin–Obama görüşmesi öncesi en azından “oyalayıcı” cümleler ile yetineceği öngörülebilir. Yapılan yorumlar haziran zirvesine kadar diplomatik alanda hiçbir gelişmenin yaşanmayacağı yönünde.

Bu durumda Suriye’nin dostlarının İstanbul toplantısında somut açıklamalar yerine siyasi çözümüm gerekliliği, Hito’nun hükûmet kurma çalışmalarının desteklendiği, tarafların Masaya oturmak için çaba harcamaları gerektiği gibi klasik cümleler ile yetinilecektir.

Haziran zirvesi ise “son toplantı” olacak gibi görünüyor. “zirveden anlaşma çıkarsa çözüm, çıkmazsa rest” diyenlerin sayısı çoğalıyor.

Anlaşmazlık konusu olan Esad için bir formül üretilebilirse gerçek geçiş dönemine girilecek demektir. Ancak Rusya ve Amerika Esad konusunda direnmeye devam ederlerse yeterince gerilmiş olan ip kopabilir.

Bugüne kadar sabırla “canımı acıtıyorsunuz” diyen Rusya özellikle Arap Birliği toplantılarında yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalara henüz cevabını vermese de olası sonuçlara hazır olduğunu Tartus’a yeni savaş gemileri göndererek ortaya koydu.

Mart ayı ve sonrasının Suriye’de zor geçeceği bekleniyordu. Nitekim bu gerçekleşiyor. Dışarıda artık iyice belirginleşen tavırlar ve bu nedenle artan gerilim bir yerde kırılmaya yol açacak. Bu kırılmaya kadar herkes “elinden geleni” yapacak.

Suriye içindeki taraflar da bu kırılma öncesi askeri açıdan ne yaparlarsa kar sayacaklar. Çünkü hesaplar çözüm beklentisi üzerinden yapılmıyor. Çözüm surecine girilmesi olasılığı düşünüldüğünde bile “karşıdakine ne kadar zarar verirsek o kadar iyi” anlayışı hakim.

Tuesday, April 2, 2013

“Çakma Suriye” geliyor


Mehmet Serim

YDH- Gazeteci Mehmet Serim, ABD’nin koordinasyonu ile ağır silahlarla donatılan muhalifler ile Suriye ordusu arasında yaşanmaya başlayan “büyük savaş”taki muhtemel gelişmeleri yazdı.

YDH-Gazeteci Mehmet Serim, ABD’nin koordinasyonu ile ağır silahlarla donatılan muhalifler ile Suriye ordusu arasında yaşanmaya başlayan “büyük savaş”taki muhtemel gelişmeleri yazdı.
Geçtiğimiz hafta Suriye’de çatışmalarda artma görüldü. Çatışmalar bugünlerde 7 ana merkezde yoğunlaşıyor: Dera, Şam kırsalı, Halep, Rakka, Deyr ez-Zor, İdlib, Homs..

Ön bilgi

2011 yılının mart ayında olaylar Dera’da başlamıştı. Dera’nın coğrafi, askeri ve yönetsel olarak Sam’dan bağımsızlaştırılması hedefleniyordu; ancak ordunun bu girişimi bastırması nedeniyle bu gerçekleşmedi ve daha sonra “kuzey cephesi” açılarak önce İdlib’de daha sonra Halep’te aynı deneme yapıldı. Bu iki deneme de başarılı olamadı.
Homs çatışmaların ana idare merkezi olarak öngörülmüştü, burada da çok yoğun çatışmalar sonrası ordu kontrolü ele geçirmeyi başardı.
Deyr ez- Zor, Rakka gibi yerler ise silahlı muhalifler tarafından daha çok “güvenli alan” ve sembolik zafer bölgeleri olarak görülüyor. 
Gelinen noktada bant en başa sarıldı ve aynı senaryolar yenilendi.
Arap Birliği’nin son Doha toplantısı öncesinde de muhaliflerin silah ve insan gücü bakımından güçlendirilmesi girişimleri sürüyordu. Arap Birliği toplantısı bunun somutlaştırıldığı ve açıktan ifade edildiği toplantı oldu.
Suriye yönetimi de son iki aydır bu durumun yaşanacağının ve çatışmaların artacağının farkındaydı. Bu nedenle mart ve nisan aylarının “çok zor” geçeceği dillendiriliyordu.
Nitekim tahminler gerçekleşti, bölgesel birtakım gelişmeler ve alınan kararlarla birlikte çatışmalarda artış görüldü.

Şehirler bazında durum

Dera kurtarılmış bölge ilan edilebilir

2011’de olduğu gibi yeni bir “kurtarılmış bölge denemesi” başladı. Nitekim Dael’de silahlı muhaliflerin saldırıları sonucu 3 kontrol noktasındaki askerler öldürüldü ve muhalifler Dael’de hakimiyetlerini ilan ettiler.
Şam’ı Dera’ya bağlayan iki yol var: Birincisi yeni otoyol. İkincisi “eski yol” olarak adlandırılan karayolu. Dael eski yol üzerinde. Dael’in muhalifler tarafından ele geçirilmesi ile Dera’da bulunan birlikler ile Şam arasındaki lojistik hattı kesilmiş oldu. Ordu Dael’i geri alabilmek için bazı saldırılar düzenledi; ancak başarılı olamadı.
Sadece Dael’de değil diğer bazı ilçelerde ve Dera merkezde de çatışmalar sürüyor.
Dael’in doğusunda bulunan Hirbet el Gazala, yeni otoyola yakın ve burada muhalifler etkin.
Doğuda ise Tafas var. Tafas Dael’den uzanan yol ve Şam tarafından gelen diğer bazı tali yolları birbirine bağlıyor.
Bu üç merkez (Dael, Hirbet el-Gazala ve Tafas) Şam – Dera yolları üzerinde stratejik öneme sahip.
2011’de Dera’daki olaylar nedeniyle ordu gönderen yönetimin (zorunluluktan ya da taktiksel olarak) bu kez farklı bir yol izleyeceği konuşuluyor.

Ordu Dera’dan çekilecek iddiası

Birçok noktada savaşan ordunun “konsantrasyonunu” arttırmak isteyen yönetim Dera’daki birliklerini “daha geri bir hatta çekecek. Bu hat Şam yönüne doğru Dael’den sonrası olabilir. Böylece Dera fiilen yönetimin hakimiyetinden çıkmış olacak.
Yönetimin bu hamlede üç amacı var:
1- Ordu birliklerindeki kayıpları azaltmak ve başka yerlere konsantre olmak. Çünkü sonuçta Dera “kurtarılmış bölge” ilan edilse bile uluslararası hukuk açısından Suriye’nin toprağı olarak kalmaya devam edecek.
2- Obama’nın Ürdün ziyareti sonrası ortaya çıkan “yabancı askerlerin Dera’ya girme ihtimalinin” gerçekleşmesini beklemek. Bu durumda uluslararası hukuk gereği Suriye’nin egemenlik hakları çiğnendiği için Suriye Dera’ya savaş açabilir ve istediği düzeyde saldırı gerçekleştirebilir.
3- Dera halkını silahlı gruplarla baş başa bırakmak. Şu anda bile Dera halkının bir kısmı silahlı grupları istemiyor. Ancak buna karşı bir hareket de yok. Yönetim ise artık halkın da bir şeyler yapması ve bu mücadelenin sadece orduya bırakılmaması gerektiğinin sinyallerini daha önceden vermişti.

Bu durumda önümüzdeki günlerde Dera muhalifler tarafından kurtarılmış bölge ilan edilebilir. Suudi Arabistan’ın finansörlüğünde Hırvatistan’dan gönderilen silahların muhaliflere ulaştığı ve muhaliflerin artık karadan – havaya ağır silahlara sahip oldukları belirtiliyor. Bu da yukarıda anlattıklarımız çerçevesinde Dera’ya “hava saldırısı” beklentisinin olduğunu gösteriyor.

Kuneytra

Kuneytra  için de aynı senaryo konuşuluyor. Dera ve Kuneytra yönetim açısından bu mücadele özelinde çok da stratejik yerler olarak görülmüyor. Yönetimin hedefi Şam, Homs, Hama, Halep hattını sağlam tutarak daha sonrası için bu hat üzerinden mücadeleye devam etmek. Bu nedenle Kuneytra da “muhaliflere terk edilebilir.”
Şam (ve kırsalı)
Sam yönetimin kırmızıçizgisi. Diğer tüm iller gitse de yönetim Şam’ı elinde tuttukça hukuki açıdan kendini “devrilmemiş” sayacak. Diğer bazı illerin gitmesi ve bu illerde “yeni Suriye” ilan edilip bazı ülkeler tanısa da Rusya, Çin, İran gibi ülkeler Şam’ı tanımaya devam edecek ve iki devlet ortaya çıkmış olacak. Yönetim ise “asil Suriye” olarak hukuki açıdan mücadelesini sürdürecek.
Bu nedenle Sam’a muhaliflerin birkaç giriş denemesi püskürtüldü. Ve yönetim her ne pahasına olursa olsun muhalifleri Şam’a sokmama kararında. Ancak buna karşın muhalifler de girişimlerini sürdürüyor. Çeşitli gruplar halinde savaşan muhalifler diğer yandan birlik olabilmenin yollarını arıyor. Şu ana kadar somut adım atılabilmiş değil. Çünkü ordu muhaliflerin her toplanması sonrası büyük saldırılarla darbe vurmayı başardı. İlk olarak Duma, ardından Dareyya ve simdi de Jobar. Bu üç merkezin yanı sıra İrbin, Zamelka, Adra, Şifoniye, Tadamun, Ziyabiye, Harasta gibi yerlerde çatışmalar sürüyor. Ancak en önemli üç merkez Dareyya, Duma ve Jobar. Havaalanı çevresinde de son günlerde çatışmalar arttı.
Bu merkezlerde silahlı grupların toplandıkları yerler ise sürekli bombalanıyor.
Kırsalda ise muhalifler ordu birliklerine göre çok güçlü değil. Ancak ordu “ilerlemek” yerine kendisine belirlediği çizgide kalıyor ve “muhaliflerin gelmesini” bekliyor.
Bunun da iki sebebi var: Kırsal, Şam’ın doğusundan batısına güneye (Ürdün sınırına kadar) açılan çok büyük bir alan. Yönetim zaten halkın çoğunun merkeze göçtüğü bu bölgelere ilerlemesinin bir anlamının olmayacağının bilincinde.
Bizim tahminimiz yönetim “çemberi genişletip çemberin içinde problem yaşamaktansa çemberi daraltıp problemin çemberin dışında kalmasını yeğliyor.
İkincisi yukarıda zikrettiğimiz “Şam elde kaldıkça yönetim devrilmez” anlayışı.

Halep

Yukarıda “kuzey cephesinden” bahsettik. Dera’daki deneme sonrası muhalifler ve onlarla hareket eden ülkeler (aradaki Homs denemesine daha sonra değineceğiz) ülke sınırları içindeki herhangi bir merkezin “kurtarılmış bölge olamayacağını biliyor. Bu nedenle sınır illerinden Halep’e yüklenildi. Halep halkı genel itibari ile yönetimin yanında yer alıyordu. Ancak Halep aynı zamanda ülke ekonomisinin can damarı.
Geliştirilen stratejiye göre Halep bir yandan harap edilecek ve yönetim tamamıyla zayıflatılacaktı. İkincisi sınır ili olması bakımından Halep kurtarılmış bölge ilan edilecekti. Ancak aylardır süren çatışmalara rağmen bu gerçekleştirilemedi. Dera’yı anlatırken ortaya koyduğumuz gelişmeler sonucu “kurtarılmış bölge” senaryosu simdi Halep için yeniden gündemde. Üstelik bu kez yönetim acısından savaşması gereken çift cephe var. (tahminimizce yönetim bu nedenle Dera’yı bırakıp tek cepheye dönmek istiyor.)
Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan istihbaratının başı Bender bin Sultan’ın idaresinde Halep ile ilgili geliştirilen strateji ve girişimler ile ilgili haberler dünya basınında yer almıştı.
Ancak Halep yönetim açısından Dera gibi değil. Dera’yı “merkezi ile birlikte muhaliflere bırakabilecek” durumda olan yönetim Halep’in merkezini Şam merkez gibi görmeye devam edecektir. Üstelik Halep’teki Neyreb askeri havaalanı Rusya ve İran’dan gelecek lojistik açısından büyük önem taşıyor.
Bu nedenle Dera’da olabilecek “ordu savunma hattını şehir dışına çekme” durumu Halep’in kuzeyi ile sınırlı kalabilir ve Şehir merkezi yönetimde kalmak üzere Halep’in (Türkiye tarafına doğru) kırsalı muhalifler tarafından “kurtarılmış bölge” ilan edilebilir.

Homs

Homs, aslında Suriye için geliştirilen senaryoda en önemli merkezdi. Ülkenin “tam ortasında” yer aldığı için muhalifler ve stratejiyi geliştirenler (Bender-Feltman) buraya büyük önem veriyordu. Ancak yönetim Dera’da olduğu gibi Homs icin “erken uyandı” ve özellikle Bab-ı Amr’daki (Suriye için Homs ne idiyse Homs için de Bab-ı Amr oydu) şiddetli çatışmalar sonrası durumu kontrol altına aldı. Şimdilerde Homs yine yönetimin “kırmızıçizgisi” ve buraya muhaliflerin hakim olmasına asla izin vermeme kararlılığı var.
Zaten Homs’un demografik yapısı ve Lübnan ile son yaşanan gerilim – gelişmeler buna izin verecek gibi görünmüyor.
Hama
“İç Şehirlerden” birisi olması ve demografik yapısı itibari ile “sessiz kalmayı” tercih eden illerden.
İdlib
Yine bir sınır Şehri. İdlib de aslında kurtarılmış bölge senaryoları içinde vardı. Cisr eş-Şugur katliamı bunun ön çalışmasıydı. Ordu (o donemde çok yayılmak zorunda olmadığı için) İdlib’e hakim olabildi. İdlib’de halen çatışmalar devam ediyor. Ancak merkezde büyük gerginlik (ve senaryolara rağmen) hala iki taraf da ciddi bir çatışmaya girmiş değil.
İki ihtimal var: Ya iki taraf da birbirine üstünlük sağlamayacağını düşünüyor ya da İdlib şimdilik uyutuluyor. Yönetim açısından İdlib’de vazgeçmek gibi bir durum söz konusu olabilir mi? bunu zaman gösterecek. Ancak İdlib’in Halep – Lazkiye hattı açısından stratejik önemini düşünecek olursak bu (yönetimin vazgeçmesi) çok da olası görünmüyor. En azından yönetim elinden geleni yapacaktır.

Rakka-Deyr ez-Zor

Bu iki ilin ünü kendilerinden büyük... İkisinde de aşiret yapısı çok önemli ve ikisinde de paylaşım yarı yarıya.” Tabii Deyr ez-Zor’un enerji açısından yönetim için önemini göz ardı etmemek gerekir.
Ancak yine de yönetim buralara çok yüklenebilecek durumda değil. Toparlanıp daha sonra “yeniden alabilmek üzere” saldırmak için şimdilik geri çekilebilir bu bölgeden. Deyr ez-Zor da sınır ili ve petrol bulunması özelliği dışında yönetim açısından “bırakılabilecek” illerden birisi.
Rakka ise Irak - el Bu Kemal – Meyyadin – Deyr ez-Zor – Halep hattı üzerinde bir merkez ve Deyr ez-Zor’daki muhalifler Rakka’ya “Halep ile arada engel kalmaması için” yüklenecektir. Bu nedenle ordu Deyr ez-Zor’a takviye birlik göndermedi; ancak Rakka’ya önem veriyor. Rakka ülkenin en büyük barajını da barındırıyor.

Haseke

Zaten Kürtlere teslim edilmiş durumda. Yönetimin burası için şimdilik parmağını bile oynatmadığını (zaten böyle bir gücünün olmadığını) biliyoruz. Ancak hesap(laşma) (hem Kürtler açısından hem yönetim açısından) daha ileriye bırakılıyor olabilir. Bunu da zaman gösterecek.

Suveyda

Lübnan İlerici Sosyalist Parti Başkanı Durzi Velid Canbolat geçtiğimiz aylarda Suveyda’daki en önemli din adamlarından biri öldüğünde “üzülmediğini” açıkça söylemişti.
Çünkü nerdeyse tamamı Dürzi olan Suveyda halkı Canbolat’ın aksine (her azınlığın yaptığı gibi) yönetimin yanında yer aldı.
Korkutucu senaryolar anlatılıyor Suveyda için. Suveyda Dera’nın doğusundaki komsusu. Ancak bu iki komsunun çok iyi geçindiği söylenemez. Dera’daki Sünni fanatiklerin ise Durziler’i “kafir zümreden” gördükleri sır değil.
Olaylar başlamadan önce Dera camilerinde bazı imamlar “Dürzilerin kadınlarının çıplak gezdiğini, bu nedenle Dera’da zinanın  arttığını” anlatarak halkı tahrik etmeye çalışıyordu. Bu da “Dera’nın düşmesi halinde Suveyda’da katliam yaşanabileceği” senaryolarını beraberinde getiriyor.

Sonuç

ABD koalisyonu “madem yönetim vermiyor (alamıyoruz) biz de Suriye’de kendi devletimizi kurarız” anlayışı ile hareket ediyor.
Gün geçtikçe yoğunlaşan çatışmalar ve her iki tarafın daha da netleşen stratejileri nedeniyle ortaya “iki Suriye” çıkacak gibi.
Hangi bakanların başbakanı olduğu bilinmeyen Gassan Hito’nun seçilmesi ve Arap Birliği’ndeki koltuğun Koalisyon’a verilmesi, Obama’nın ziyareti sonucu Ürdün ve Türkiye tarafından saldırı (sızma) senaryolarının artması sonucu yönetim Dera dışından Halep merkezin kuzeyine bir hat çekti.
Bundan sonraki aşama “çakma Suriye” ile “gerçek Suriye” arasında sürecek gibi görünüyor.