Wednesday, May 1, 2013

İnsanları, fare zehirler gibi öldürdüler


Bitmeyen ‘38-1 Şerif Karataş

20. yüzyılın başı, imparatorlukların bittiği ve Avrupa merkezli gelişen kapitalizmle beraber ortaya çıkan ulus devletlerin yayılmaya başladığı bir dönem olur. Kâr hırsıyla pazar bulmaya çalışan kapitalizmin, yoksulların kanları üzerine inşa ettiği bir dünya... Bünyesinde farklı pek çok etnik yapıyı barındıran Osmanlı da dünyadaki bu alt üst oluştan payına düşeni alır. Osmanlı İmparatorluğu, hızla boyunduruk altında tuttuğu ulusların kendi devletlerini kurma girişimleriyle sarsılır. Türkiye Cumhuriyeti de Trakya, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında farklı etnik yapıdan ama aynı inanç düzleminde yer alan uluslarla ortak bir devlet şiarıyla ortaya çıkar. İlk dönemlerde bu ‘ortak devlet’ söylemine bazı uygulamalarla da özen gösterilse de kısa süre içinde ‘yeni devlet’ kurumsallaşıp, iktidarını sağlamlaştırdıkça ‘tekçi’ anlayışı dayatmaya ve herkesi ‘tek dil ve millet’ çatısı altında toplama gayretine yönelir. Türk ulusu ve Sünni- İslam’ı merkeze alır, buna ayak direyenleri ‘temizlemeye’ başlar. Osmanlı’nın, son döneminde Ermenilere uyguladığı katliam politikasını devralan ‘yeni devlet’, Koçgiri, Şeyh Sait ve Ağrı da Kürtlere yönelik imha, inkar ve asimilasyon uygulamalarını sistematik biçimde devreye sokar. Osmanlı döneminde de üzerine sayısız seferlerin düzenlendiği Dersim ise hem Kürt hem de Alevi olmasından ötürü yeni cumhuriyetin en önemli hedeflerinden biri olmaktan kurtulamaz. Cumhuriyet tek ulus, tek devlet anlayışının önündeki engelleri teker teker kaldırırken, kalan en son ‘çıban’ı da temizlemek için harekete geçer. ‘Şarka medeniyet götürme’ propagandasıyla başlatılan askeri hareket büyük bir katliama dönüşür. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı on binlerce Dersimli katledilir. Dersim’in önemli isimlerinden Seyit Rıza, oğlu ve arkadaşlarıyla birlikte Elazığ’da asılır. Dersim’e yönelik başlatılan ve tarihe ‘38 Katliamı’ olarak kazınan zamandan günümüze kadar Dersim’e uygulanagelen politikalarda pek değişiklik olmaz. Dersim’e yönelik ‘topluca katletme’ politikasının yerini başkaca baskı politikaları aldı ve bu baskı kendisini Dersim coğrafyasında daima var etti. Katliamdan sonra yaralarını sarmaya çalışan Dersim 12 Eylül faşist askeri darbesinden de nasibini fazlasıyla alır. Halkının inancından dolayı her dönem devletin hedefi olan Dersim, 12 Eylül darbesinin de hedefinde olur. Alevi inancın ağırlıkta olduğu Dersim’de köylere camiler yapılır, Türk-İslam anlayışına yönelik propaganda faaliyetleri hız kazanır. 1990’ların başında, ilk önce işsizlik ve yoksulluk nedeniyle büyük bir göç veren Dersim, o yıllarda ülke genelinde gelişen işçi, emekçi, yoksul hareketi ve Kürt halkının imhaya, inkar, asimilasyon ve ulusal sömürüye başkaldırısının da etkili olduğu, destek bulduğu yerlerden olur. 1990’lı yılların ortalarına geldiğinde, Kürt illerinde ‘güvenlik’ bahanesiyle başlayan köy boşaltmaların Dersim’e faturası ağır olur. Köyler boşaltılıp, evler yakılırken insanlar zorunlu göçe tabi tutulur. Dersim, köy boşaltmalarının en yoğun yaşandığı yer olur. Öyle ki; 1045 mezradan 800’ü, 420 köyden 287’si boşaltılır. Dersim köyleri adeta insandan arındırılır. Her dönem hedef olan Dersim’e, ‘38 askeri harekatı öncesinde ‘Uygun yerlere bent yani barajlar yapılması’ öngörülüyordu. Askeri operasyonların ve katliamların tek başına yeterli olmadığı Dersim için, uzun zamandır doğasına yönelik katliam ve insansızlaştırma politikaları da devrede. İnsanına, doğasına yönelik katliam girişimlerinin tek başına yeterli olmaması çok kapsamlı asimilasyon politikalarını da beraberinde getirdi. Bunun için de devreye Gülen Cemaati sokuldu. Dersim’de Gülen Cemaatine devletin imkanları da sunularak, asimilasyon politikaları için gereken destek verildi. ’38 Katliamı’yla başlayan anlayış hâlâ sürüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iktidarı boyunca bir taraftan askeri operasyonları sürdürme, Kürt halkı ve Alevi inancı üzerindeki baskıları arttırma tutumu sürerken, büyük bir propaganda eşliğinde ‘Dersim’den özür dilemesi’nin samimiyeti sorgulanmaya devam ederken, bu dosyada hem tanıklıklarıyla ‘Bitmeyen ‘38’in tarihini bir kez daha hatırlayacağız, hem de katliamın bütün izleriyle ortadan kaldırılmasının ve gerçek bir yüzleşmenin bugün de devam eden baskılara bütün olarak son verilmesi ve halkın taleplerinin karşılanmasıyla mümkün olacağını hatırlatacağız.


İNSANLARI, FARE ZEHİRLER GİBİ ÖLDÜRDÜLER

Hamdi Bey, 2 Şubat 1926’daki raporunda, “Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır” diyerek, ‘gerekenin yapılmasını’ istiyordu. İsmet İnönü “Doğu Raporları”nda, “Erzincan beyleri Dersimlileri maraba adıyla çalıştırıyorlar. Bu bir nevi Erzincan beylerinin Kürt himayesine sığınmasıdır” değerlendirmesinde bulunurken, Fevzi Çakmak, “Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar” diyordu. Ve ardından Fevzi Çakmak, “Dersimlilerin okşanmakla kazanılmayacağını” ifade ederek, askeri harekatı işaret ediyordu.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ve öncesinde de devletin ‘çıban başı’ olarak nitelediği Dersim’e ilişkin 1920’lerin ortalarından itibaren çok sayıda rapor hazırlandı. 25 Aralık 1935’te 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı. 4 Ocak 1936’da Dersim’in ismi Tunceli oldu. 1937 başlarında askeri hareket için hazırlıklar yapılmaya başlandı. ‘Medeniyet götüreceğiz’ denilen Dersim’e önce yollar, ardından karakollar yapıldı.

ABDULLAH ALPDOĞAN VE SINIRSIZ YETKİLER

‘Dini ve etnik azınlıkları Türkleştirme’ ve ‘otoriteyi sağlamlaştırmak’ için çabalarını hızlandıran TBMM, 25 Haziran 1927’te çıkardığı 1164 sayılı Kanun’la daha önce kurulan, 3 Umum Müfettişliğinin yanı sıra Dersim’e yapılacak askeri harekat öncesinde 6 Haziran 1936’da Dersim (Tunceli- Bingöl- Elazığ) Bölgesini kapsayan ve merkezi Elazığ’da bulunan 4. Umum Müfettişliği kurulur. Umum Müfettişliğine de Korgeneral Abdullah Alpdoğan getirilir. Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye veya il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi.Alpdoğan sınırsız yetkilerle donatılır. 27 Mart 1937’de Dersim -Erzincan yolundaki bir köprünün yakılması ise askeri harekatın başlamasına vesile yapılır. Ardından Pax’ta bulunan karakola yapılan baskın fitili ateşler.

SABİHA GÖKÇEN DERSİM’İ BOMBALIYOR

Dersim coğrafyasının dağlık ve çetin olması nedeniyle Abdullah Alpdoğan’ın düzenlediği ilk askeri harekattan ‘başarı’ elde edilemez. Bunun üzerine hava harekatı yapılması kararı alınır. Kararın onaylanmasıyla Atatürk’ün manevi kızı pilot Sabiha Gökçen’in kullandığı uçaktan Dersim’e bomba yağar. Sabiha Gökçen, Hava Kuvvetlerinden 3 uçak filosu ile hava saldırısını başlatır. Fransa yapımı hafif bombardıman uçağı Breguet 19’un önünde Dersim’e atılacak bombayı tutan Sabiha Gökçen, ilk saldırısını askeri harekattan kaçan ve Laç Deresi’ne sığınan Dersimlilere yapar.

‘CANLI NE GÖRÜRSEN ATEŞ ET EMRİ ALDIM’

Gökçen, 1956’da Halit Kıvanç’a verdiği röportajda, “Canlı ne görürseniz ateş edin” emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” diyerek, yaşanan katliamı özetliyordu.

KATLİAMIN BİLANÇOSU

Dersim Katliamı’nda resmi rakamlara göre 13 bin 806 kişi yaşamını yitirdi. 12 bin kişi ise sürgün edildi. Yine resmi rakamlara göre katliam harekatına katılan askerlerden 199’u yaşamını yitirdi. Bunlar devletin rakamları. Gayriresmi rakamlara göre ise katliamda 90 bine yakın insan öldürüldü, binlerce kişi sürgün edildi.

GÖSTERMELİK YARGILAMA VE İDAM

10-12 Eylül 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza barış görüşmesi için yola çıkar. Dersim-Erzincan arasında askerler tarafından gözaltına alınır, ardından tutuklanır. Elazığ’da bulunan Umum Müfettişliğe gönderilir. Burada yapılan, göstermelik yargılamanın ardından idama mahkum edilir. Seyit Rıza’nın ilerleyen yaşı yasaya göre küçültülerek, 16 yaşındaki oğlu Hüseyin ise yaşı büyütülerek idam edilir.
Seyit Rıza ve oğlu Hüseyin’le birlikte, Seyit Hüseyin, Fındık Ağa, Hasan Ağa ve Ali Ağa Elazığ Buğday Pazarı’nda sabaha karşı idam edilirler. Seyit Rıza’nın oğlundan önce idam edilme isteği kabul görmez. Oğlunun idamı izletilir.

‘AYIPTIR, ZULÜMDÜR, CİNAYETTİR!’

“İnsanlar mağaralarda fare zehirler gibi öldürüldüler” diyen ve idamların infazı için görevlendirilen, valilik, emniyet müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı görevleri yapan İhsan Sabri Çağlayangil, idamı şöyle anlatıyordu; “Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Seyyid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti; ‘Evladı Kerbelayık! Bihatayık! Ayıptır, zulümdür, cinayettir!’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap rap yürüdü. Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile bir tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi…” (Güneş gazetesi, 19.08.1989)
Askeri harekat sonrasında  Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, 4. Ordu Genel Müfettişi Alpdoğan’a tebrik mesajı gönderdi. Katliamdan kurtulanlar kara vagonlara bindirilerek, sürgüne gönderildi. Kız çocuklarından çoğu subaylar tarafından ‘evlatlık’ olarak yanlarında götürüldü.