Sunday, October 7, 2012

Bozkırkurdu - Hermann Hesse



Raşel Rakella Asal

Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu romanında işlediği temalar ‘yalnızlık, bireyin parçalanmışlığı, ikiyüzlülük, bireyin kendini sakatlaması ve intihar’ olarak özetleyebiliriz. Bozkırkurdu,  romanın girişinde,  bize yeğeni tarafından şöyle tanıtılır: “Hayır,  Bozkırkurdu’nun bakışı çağımızın,  çağımızdaki bütün o yapmacık işgüzârlıkların,  bencil,  açgözlü çabaların,  kendini beğenmiş,  sığ entelektüelliğin yüzeysel oyununun içine sızıyordu. . . ah, ne yazık ki bu bakış daha da derinlere iniyor,  çağımızın,  ussallığımızın,  uygarlığımızın kusurları ve umarsızlıklarından çok daha ilerilere uzanıyor,  tüm insanlığın can evine gidip dayanıyordu.   Bir düşünürün,  belki bilge bir kişinin insan yaşamının vakar ve anlamından duyduğu kuşkuyu usta bir dille tek bir saniyede açığa vurmaktaydı.   Bu bakış diyordu ki: ‘Görün işte, böyle soytarı kişileriz biz!  Görün işte,  böyledir insan! ’Ve tüm şan ve şöhretler, tüm akıllılıklar,  tüm ussal kazanımlar,  insanlığın yücelik,  büyüklük ve kalıcılığına yönelik tüm atılımlar yıkılıp gidiyor,  maskaraca bir oyuna dönüşüyordu!” (syf. 10-11) “Yolunu şaşırıp bizim aramıza düşmüş kentlerde ve sürü yaşamında soluğu almış bir bozkırkurdu. . . onun yalnızlığını,  vahşiliğini,  tedirginliğini,  ondaki yurtsama duygusunu ve onun yurtsuzluğunu. ”(syf. 18)

Tabii ki bütün bu temalar rastlantısal bir şekilde birbiriyle kesişir.   Örneğin yalnızlık,  parçalanmışlık ve ikiyüzlülük (seçkin sınıfın yani elit sınıfın karşılığı olarak) hepsi aynı tema içine sığar; fakat Bozkırkurdu’nun  en önemli sorunu topluma bakış açısıyla ve sosyal sınıfların toplumda oynadığı rolde kendini gösterir.  Çelişkileri vardır.  Burjuvaziden nefret ettiği halde kendini o sınıftan koparamaz.  Kendini Mozart,  Goethe gibi ölümsüz sanatçılarla özdeşleştirir.   Büyük ustaların yapıtları sayesinde uluya,  kutsala ulaşır.                          

Onun gözünde burjuvazi ikiyüzlüdür.   Yapmacıktır.   Bunlardan biri olmadığı için de gurur duyar; ama yine de kimi bakımdan tastamam bir burjuva hayatı sürer; bankada parası vardır,  yoksul hısım ve akrabalarına destek olur,  pek özenli sayılmasa da yakışık aldığı gibi,  dikkat çekmeyecek şekilde giyinir,  polisle,  vergi dairesiyle ve diğer yetkili makamlarla barış içinde güzel güzel yaşamaya bakar.  Ayrıca küçük burjuvazi terbiyesiyle büyütülmüştür ve bu terbiyeden kafasında bir sürü kavram ve şablon kalmıştır.   Böylece varlığının bir yarısıyla savaştığı ve yadsıdığı şeyi öbür yarısıyla benimseyip onaylar.   Yasalara,  erdemlere ve sağduyuya yukarıdan bakan Harry,  burjuvazinin zorunlu bir mahkumudür.  Ondan yakasını kurtaramaz.                          

Çevreyi,   kendini burjuvaziden soyutlamakta görür; kendisini yalnızlığa iter.  Görüşleri derinleştikçe,  burjuvaziden tiksintiye varan bir iğrenme duydukça çözümü intiharda görür.                          

Kitapta “benliğin parçalanması sosyal sınıfların parçalanışı” kadar önemli bir tema olarak işlenir.  Bozkırkurdu sınıfsal ayrılıklardan dolayı kendini sosyal sınıflardan ayrı görse de içinde barındırdığı iki kişilik onun düşüncelerinde parçalanmışlığı yaratır.  Yazgısını kendisi için daha anlaşılır kılmak üzere kurt ve insan,  içgüdü ve us diye ikili bir ayrıma başvurur.                          

Harry kendi içinde bir “insan” bulur.   İçindeki bu insan düşüncelerden,  duygulardan,  uygarlıktan dizginlenmiş bir dünyada yaşar.  Ayrıca bir “kurt” bulur içinde.  Bu kurt tarafı,  içgüdülerden,  vahşilikten,  acımasızlıktan,  yüceltilmemiş,  yontulmamış doğadan yana bir dünyadır.                          

Varlığının böyle açık seçik ikiye ayrılmasına,  birbirine düşman iki yarıma bölünmesine karşın,  yine de kurt ile insanın bazı mutlu anlarda birbiriyle kardeş kardeş geçindiğini görür.   Hatta Harry kendini iki ayrı varlıktan değil,   yüz, hatta bin varlıktan oluştuğunu görür.   Yaşamın,  yalnızca iki kutup, örneğin içgüdü ve us yada ermişlik ve zevkperestlik arasında değil,  binlerce hatta sayılamayacak kadar çok kutup çiftleri arasında salındığını görür.                          

Çelişkiler içindedir.   Huzursuzluğu onu çok ender huzurlu anlarda terk eder.   O anlar,  ölümsüzlerin eserleri ile baş başa kaldığı anlardır.   Bozkırkurdu’nun acısı daha da derinleşir.   İnsanlara açıklık ve dürüstlükle kurt ve insan tarafını göstermek istese de insanlar tarafından reddedilir.   Elite,  düzene,  kısıtlanmaya,  mantığa alışık insanlar,  onun kurt tarafından rahatsızlık duyarlar; özgürü,  vahşiyi,  evcilleşmemişi,  serüvenciyi ve güçlüyü savunduğunda insanları korkutur.  “Bu arada şu düşünce geçti aklımdan: Ben nasıl şimdi giyiniyor, evden çıkıp profesörü ziyaret ediyor,  onunla az çok yapmacık nazik sözlerle konuşuyor ve bütün bunları doğrusu gönülsüz yapıyorsam,  insanların çoğu da her Allahın günü,  her saat kendilerini zorlayarak,  bir gönülsüzlükle böyle davranıyor,  böyle yaşıyor,  onu bunu ziyaret ediyor, onunla bununla söyleşiyor,  dairelerinde,  bürolarında oturup mesai saatinin bitmesini bekliyordu; hepsi de zoraki,  otomatik olarak,  gönülsüz görülen işlerdi,  makineler tarafından da pekâlâ yapılabilecek yada yapılmadan kalabilecek işler.   Ve ardı arkası kesilmeksizin sürüp giden mekanikliktir ki onları benim gibi kendi yaşamlarını eleştirmekten,  bu yaşamın aptallığını ve sığlığını,  iğrenç şekilde sırıtan ne idüğü belirsizliğini,  umarsız hüznünü ve kofluğunu görüp duyumsamaktan alıkoyuyordu.   Ah,  haklıydı, yerden göğe haklıydı bu insanlar öyle yaşamakta,  yoldan çıkmış ben gibi iç karartıcı mekanikliğe karşı kendilerini savunacak ve gözlerini umarsızlıkla dikip boşluğa bakacakken,  kendi küçük oyunlarını oynamakta ve kendi önemsedikleri şeylerin peşinden koşmakta. . . ”(syf.  74)   

 İntihar ve kendi kendini sakatlama el ele girer hayatına.  Kendi benliğindeki parçalanmışlığından kurtulmak için intiharı tek çözüm bulsa da kendi kendini sakatlayamaz.  Boğazını kesme,  kendini asma fikri ona uzaktır.  Tek çözümü kendini bir adım geri çevirip aynadaki kendini görmek ve aynadaki yansımasına gülmektir. “İnsanın kendini asması belki zordur,  bilmiyorum.   Ama yaşamak çok,  çok daha zor!  Ne kadar zor olduğunu Tanrı bilir!. . . . (syf.  83) Aynada bir hayal gördüm,   biraz silik ve puslu,  korkunç,  kendi içinde devingen,  kendi içinde fokurdayıp kaynayan bir hayal: Kendimi Harry Haller’i gördüm aynada ve bu Harry Haller’in içinde Bozkırkurdu’nu yolunu şaşırmış ve korkuyla bakan güzel ve ürkek kurdu gördüm. (syf.  168) Pablo,  küçük aynayı yeniden cebinden çıkarıp yüzüme tuttu.  Aynada yine kendisiyle boğuşup duran o şaşkın,  silik, kurt haliyle iç içe geçmiş Harry çıktı karşıma; çok iyi bildiğim, gerçekten sevimsiz bu görüntüyü yok etmekten hiç üzüntü duymayacağım. (syf.  170) Bunun üzerine adam yüzüme bir ayna tuttu,  aynada kişisel bütünlüğümün dağılarak pek çok ben’e ayrılmış olduğunu gördüm yeniden, hatta bana sayıları daha da artmış gibi geldi. Ama ben’ler bu kez küçülmüştü, ele kolay gelecek büyüklükteydi. ”(syf.  184)                          

“Ne var ki,  her ben çok yönlü bir dünyadır,  yıldızlarla döşenmiş küçük bir gökyüzüdür, çeşitli biçimlerden, aşamalardan, konumlardan, değişik kutsal öğelerden ve değişik olanaklardan bir karmaşadır. ”(syf.  56)  Beden olmak tektir, ruh olmak asla.                            

İlk tecrübesi sokakta yürürken bir yabancı tarafından eline tutuşturulan bilimsel bir eserdir. Bu eser onun hakkındadır ve ona çelişkili karakterini, içinde gelip giden birkaç benliğini anlatır. Ve bundan kurtulması her an mümkündür. Bir itici güç onu ele geçirecek ve ona bozkırkurdu karakterine başka bir alternatif karakter sunacaktır.                          

Harry’nin gerilimi gittikçe artar. Kendini çıkmazda bulur ve artık intihar fikrini ciddi ciddi düşünmeye başlar. Başı boş gezmeye, sokağa atar kendini. O anda geçmekte olan bir cenaze alayına takılır. Hayretle bilimsel eseri veren adamı görür. Adamın yanına gider. Adamın ise söylediklerinden hiç haberi yoktur. Şüpheye düşer. Adam söylediklerinin Siyah Karga’ya dair olabileceğini söyler. Siyah Karga ise Harry’de hiçbir çağrışım yapmaz.       

Cenazeden sonra saatlerce sokaklarda başıboş gezinir. Eve gitmeye karar verir. Bir tıraş bıçağı ile intiharını gerçekleştirmeden evvel kendine son bir içki ve yemeği hak görür. Şehrin bilinmedik bir yerinde bulur kendini. Ve ikinci acayip rastlantısına yakalanır:Siyah Karga’ya.                          

Siyah Karga, bir jazz kulübüdür. Kendine bir içki ısmarlar. Kulüpte Hermine adında bir kadına rastlar. Hermine onun hakkında her şeyi bilir;hayatını, bozkırkurdu karakterini, . . . Üstelik bilimsel makaleden de haberi vardır. Ancak ona intihar etmek yerine ona yaklaşmasını ve onun her emrine itaat etmesini ister. “Kız, benim o karanlık korku hücremdeki küçük pencerecikti, minicik aydınlık delikti, esenlikti benim için, özgürlüğe götüren yoldu. Bana yaşamasını yada ölmesini öğretecekti;sağlam ve sevimli elini benim kaskatı kesilmiş kalbime dokundurmalıydı ki, kalbim bu yaşam dokunuşuyla serpilip yeşersin yada yanıp kül olsun. Onun bu gücü nereden aldığı, ona bu gücü neyin sağladığı, benim için taşıdığı büyük önemin hangi gizsel nedenlerden kaynaklandığı üzerinde düşünemiyordum, zaten fark etmezdi, bunu bilmem önemli değildi. Hiçbir bilgiye, hiçbir sezgiye en ufak bir değer verdiğim yoktu artık, bilgi ve sezgilere tıka basa doymuştum. . . ”(syf. 100)
                         
Kabul eder. Hatta Hermine’in son emrinin onu öldürmesi olacağını söylediğinde de hiç şaşırmaz. “Senin için kolay olmayacak ama, söylediğimi yapacaksın. Emrimi yerine getirecek. beni öldüreceksin. Duydun işte. Bir şey sorma artık!. . . ” (syf.  106)         
           
Harry’nin hayatı bu noktada tamamen değişir. Hayata dair bilgilerimizin sınırsız olduğunu keşfeder ve benliğinin binlerce parçasını kucaklamayı öğrenmesi gerektiğini anlar. Hermine, ona dünyevi hazlardan zevk almayı öğretir. Örneğin, dansı. Ve bağlanılmayan aşkı. Örneğin Maria’yı kucaklar. Maria güzel bir kadındır ama Harry’den başka sevgilileri de vardır. Hatta kimisi servisinin karşılığını da öder. Yine jazz kulübünde Harry, saksafoncu Pablo ile tanışır. Pablo ona hayatı hakkında değişik alternatifler sunar. Hayatın tek bir gerçeğe indirgenemediğini, değişik gerçeklerin her an saldırısına uğradığımızı, bir gerçeği ne kadar yakalarsak yakalayalım ona ulaştığımızı sandığımız an onu elimizden kaçırdığımızı Harry’ye anlatır. “Hermine adeta yaşamın kendisiydi:  Her zaman yalnızca yaşanılan an vardı onun için, gelecek diye bir şey bilmiyordu. ”(syf.  107-108)                         

Harry’nin gizemli yolculuğunun dönüm noktasında, Harry usta bir dansçı, yetenekli bir sevgili olmuştur. Ayrıca ufku genişlemiş, kendi gerçek dünyasından uzaklaşıp, başka dünyalara girmişse de bir fırça darbesine daha ihtiyacı vardır:  Maskeli Balo.
            
Dansa smokinle ama maskesiz gider. Niyeti geceyi erken terk etmektir. Vestiyer fişini cebinde taşır. Ne Hermine ne Maria ne de Pablo baloda yoktur. Gitmeye hazırlanırken vestiyer fişinin cebinde olmadığını görünce telaşlanır. Bir yabancı yanına yaklaşıp ona kendi biletini vererek onu yatıştırır. Bu vestiyer fişi değildir;göze alırsa Mucizeler Tiyatrosu’na giriş biletidir. Harry, tiyatroya girmeyi göze alır.                          

Tiyatroda Hermine’i bulur. Hermine oğlan kılığındadır. Pablo da saksafonunu çalmaktadır. Üçü tekrar beraberdir. Pablo onlara bir takım haplar verir. Harry değişik odalara girer. Odaların birinde Mozart’ı Handel’in bir eserini gramofonda çalar bulur. Gramofonda çalan müziğin Mozart’ın müziğine saygısızlık olduğunu söyler, Harry. Mozart ise buna güler. Ona gramofondaki müziğin Mozart’ın müziğinin değişik bir versiyonu olduğunu söyler. Tıpkı gerçekler gibi. Harry’nin yapması gereken iki şey vardır:Harry hayatı olduğu gibi kabul etmelidir. Ona sunulduğu şekli ile. İkincisi Harry saçmalıklara gülüp geçmeyi öğrenmelidir. Kısaca kendi çelişkilerini ciddiye almamasını, hayatın anlamsızlığına gülüp geçmesini öğütler. Öfkelenmektense gülmektir çözümü. Ve şöyle bitirir:“Tanrım anlıyordum her şeyi;Pablo’yu anlıyor, Mozart’ı anlıyordum ve arkamda bir yerde onun korkunç kahkahasını işitiyor, yaşam oyununun yüz binlerce figürünü tümüyle cebimde biliyordum. . . . Bir gün gelecek, ben’in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun daha üstesinden gelecektim. Bir gün gelecek gülmesini öğrenecektim. . . . ”(syf. 209)